Kendini Sevmek Ahmaklıktır

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Pozitif bilime inanmıyor, hatta onu inkâr ediyorum. Bana kalırsa gerçek ve gerçekçilik dediğimiz tüm kavramlar; olumsuz, çirkin ve kötü şeylerde saklı. İyilik, sadakat, mahcubiyet, vakurluk her ne kadar güzel ve onarıcı kavramlar olsa da, ezilmişliği, kabullenişi ve kaybetmeyi sembolize ediyor nezdimde. Ama biz insanoğlunun sanat ve hayat paralelinde boğuştuğu sorunlara baktığımızda, kolay yol diye paylaştığımız tüm şeylerin “pozitif şeyler” ekseninde gidip geldiğini görüyoruz. Her ulus gibi biz de kendi gölgemizi daha büyük, daha şaşaalı gösterecek şeyler inşa etmek istiyoruz. Kusurlarımızı örtmek, zihnimizi kemiren tüm yanlış ve eksik şeylerden uzaklaşmak istiyoruz. Hikâyemizin kalbinde yatan tek şey ise; zihnimize yerleşip kalmış ve orada filizlenmiş toplumsal normlar.

Bilirsiniz: Dört ayaklı bir sehpanın ayaklarından biri kırıldığında ya da hasar gördüğünde ona artık eksik, kusurlu, hasarlı ya da iş görmez gözüyle bakarız. Çünkü zihnimizde yer eden sehpa fotoğrafı dört ayaklı, kıpırdamadan tüm gün bir köşede duran basit bir eşyadır. Nesnelerin insanlar üzerindeki etkilerini incelemek gibi bir derdim olmasa da, onların bizim üzerimizde bıraktıkları tuhaf izlerden etkileniyorum. Her yazımda olduğu gibi, bu yazımda da bir parça gevezelik etmenin ardından, artık ağır-ağır hikâyemin kalbine doğru akıyorum.

Georges Perec, Kayboluş adlı romanını hiç ‘e’ harfi kullanmadan yazdığında, benim şimdi bile haklı bulduğum tepkiler almış. Her ne kadar Perec’in bu absürt hareketini edebi bir oyun, edebi bir zorlama olarak görsem de, içten içe ona bir saygı duyarım. Fakat Perec, kitabın uyandırdığı yankı ve ortaya koyduğu başarı sayesinde o dönem hınzırca gülebiliyordu. Başardığı şey ise, başyapıtında kullanmadığı, reddettiği harf değil, insanlara verdiği mesajdı: Zorunluluk olarak gördüğümüz, hayatımızdan çıksa, ne yaparız, dediğimiz birçok şeyin aslında biz insanların bencilce tavrı olduğunu öğretiyordu bize. Burada ise bireyin değil, toplumun rolü öne çıkıyordu.

Örneğini verdiğim bu “eksiklik” duygusunun bu yüzyıl ki kurbanları da biz engellileriz. Özellikle 1950’li yılların başında yapılan reformlar, çevreci değişimler ve emperyalist ülkelerin yönettiği kapitalist düzenin azınlıklar için yarattığı yeni akımlar, bahsini ettiğimiz “pozitivizm” için büyük yatırımlar yaptı. Ortaya çıkan tablo korkunçtu: Kendinizi sevin.

Kendinizi severseniz şayet; yeni elbiseler, yeni ayakkabılar, yeni parfümler, yeni saatler, yeni oyuncaklar alırsınız. Bu yüzden kendinizi sevmelisiniz. Ama yaratılan bu algı operasyonunun mutfağında çok daha korkunç bir tablo gizliydi: Yalnızca “standart” yurttaşlar için değil, engelli yurttaşlar gibi azınlıklar için de yeni furyalar ortaya çıktı. Zira azınlıklar, birçok sömürgeci ülke için “pozitivizm besleyicisi” bir rol oynuyordu. Ama onlardan faydalanmaları için evvela kabuklarını kırmalı ve evlerinden çıkmalarını sağlamalıydılar. Bu yüzden yapılan tüm çağrılar; sokakların güzel, insanların masum, hayatın yaşanılabilir bir gerçek olduğu yönündeydi.

Bu satırları okuyanlar arasında içi içine sığmayan binlerce genç engelli olduğunu biliyorum. Bu insanların içinde her sabah yatağından kalkmak için bir başkasından yardım alan, hatta tuvaletini, banyosunu bir başkasının yardımı ile gerçekleştiren insanlarda var. Bir düşünün dışarda hızla akan bir yaşam var. Ve siz delicesine kendinizi o yaşamın kollarına atmak isterken bedeniniz “dur orda” diyor. Ve siz bu insanlara “kendini sev, bedenini sev” diyorsunuz. Sizce de bu insanlara karşı bir haksızlık yapmıyor muyuz? Kimileri bildik cümlelerin arkasına sığınarak “insan kendi gerçeğini kabul etmeli” gibisinden beylik laflar edebilir. Bilesiniz ki insan her gerçeği sevmek zorunda değildir!

Perec örneğini vermemin nedeni, tıpkı Perec’in o dönem toplumla dalga geçtiği gibi, bizim için yaratılan aptal pozitivist akımlarla da dalga geçebileceğimizi anlatabilmekti. Takdir edersiniz ki 1960’lı yıllar edebiyat için önemli bir dönemdi.

Tıpkı örneğini verdiğim edebi parçadaki gibi, hayatta ve pozitivist akımlarda da benzer şekilde öğretilerle karşılaşan biz engellilerin aklında “olumlu bir zorunluluk” bilinci oluşmaya başladı: Kendimi sevmeliyim.

Buna neden olan estetik duygusu, çoğunluğun biz azınlıklar için uydurduğu komik yalanlardan ibaret diye düşünüyorum. Zira hiçbir seçim hakkına sahip olmayan biz engelli yurttaşlar (doğumda ya da yaşanan bir kazada), estetik söz konusu olduğu zaman, çoğunluk için “sevgi kelebeği” rolü oynaması gereken bir kitle hâline geliyoruz. Bu pozitivist baskının temelinde yatan şey ise; yine toplumun ikiyüzlü ve bencil yanını besleyecek başka bazı şeylere ihtiyaç duymasından kaynaklanıyor. Şayet onların istedikleri gibi kendimizi sever ve aptalca bir şekilde, sorgulamadan birçok gerçeği kabullenirsek, karşı çıkabileceğimiz hiçbir şey kalmayacak. Onların istedikleri gibi aralarına karışacak ve istedikleri şekilde şükran duymalarını sağlayacağız: Çok şükür onlar gibi değilim. (Burada toplumun ikiyüzlü ve bencil tavrına açık bir göndermede bulunmaktayım.)

Dipnot: Kalemi az-çok oynatmayı bilen, bir odada kitaplar, ölü yazarlar, aksi şairler ve sigara izmariti dolu kül tablası ile bir şeyler yazabilen ben, epey zamandır yazdığım yazılara üzerinden bir zaman geçtikten sonra tekrar göz gezdirdiğimde, “aslında” anlatmak istediğim şeylerin okuyucunun zihninde temasa münasip bir hâle gelip, gelmediğini düşünürüm. Bu yazımda da benzer bir hisse kapıldığımdan olsa gerek, önceki yazılarımda olduğu gibi, huysuz ve üst perdeden konuşan bir ihtiyar gibi konuşmak yerine, ben gibi dertli insanların zihinlerinde yer eden fikirlere dokunacak, onları bu konu hakkında konuşturacak şeyleri yazmak istedim. Bazan, -evet, dürüst olmalıyım; çoğu zaman yazdığım yazılar yüzünden en çok ben nefret ederim kendimden- bu hisse kapıldığımda, çalışma masamdan uzaklaşır, o an düşünmekte olduğum fikirlerin yeryüzünde bir başkası tarafından da düşünülüp, düşünülmediğini merak ederim. Çok da önemli şeyler yapamadığımı, hatta hiçbir şeyi değiştiremediğimi fark ettiğimde ise, yalnızca meselenin etrafında dolaşır, o dâhice fikri kendime saklarım. Şimdi de öyle yapıyorum.
 

DÜŞ GEZGİNİ

Üye
Üye
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
240
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Bu “kendini sev” söylemi son dönemin popüler mesleği olan “kişisel gelişim uzmanlarının” dillerine pelesenk ettikleri bir söylem. Bu kişisel uzmanlarının ne eğitimi aldığı, onları “uzmanlık” belgesinin kimin verdiği asla ve katta bilinmez. Kişisel gelişim uzmanı olacaksanız mümkünse biraz aykırı bir giyim tarzınız, tercihen efeminen bir vücut dili kullanmanız ve insanlara narsizmi empoze etmeniz yeter sebeptir.

Yine toplumsal normlara ve tüm dayatışmış düşüncelere manifesto niteliğinde bir yazı olmuş. Yazıyı hazmetmek için 3-4 kere daha okumam lazım. İlk okuduğumda zihnimde belirginleşen düşünceleri yazmadan edemedim. Devamı gelecek. :)
 

papatya83

Üye
Üye
Katılım
May 19, 2013
Mesajlar
16
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Çok açık ve akıcı bir yazı olmuş. Duygular tam karşılığını bulmuş.
Yalnız, ayağı kırılan bir sehpayı atmak, en kolayıdır. Marifet, o sehpadan yeni ve eşsiz bir şey yaratmaktadır.
Sana göre Stephen Hawking ayağı kırık bir sehpadır; bana göre ise benzersiz ve ölümsüz bir fizikçidir.
Bir de pozitif bilimler ile pozitif bakmak ayrı şeyler.
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,068
Tepkime Puanı
98
Puanları
48
Halil sanki ilk cümle 'pozitif duygulara inanmıyor ve onları inkar ediyorum' şeklinde olmalı.
Cümlenin devamında yazdığın kelimeler: 'çirkin, kötü, İyilik, sadakat, mahcubiyet, vakurluk, güzel, ezilmişliği, kabulleniş, kaybetme' Öznel kavramları veya duyguları-durumları anlatan kelimeler.
Yazıdaki sehpaya takılmadım ama yine de ikinci bir şansı hak eder diye düşünüyorum. Bu konudaki düşüncemi bir blog yazımda da paylaşmıştım:
Herkes ikinci bir şansı hak eder. Bir yerinde bere var diye elmayı tümden çöpe atarsak hem elmaya yazık olur hem ona sahip olmak için verdiğimiz değere. Bu insanlar için de böyledir. Mevzu bıçakla aldığımızda çürük kısımdan değil kalan sağlam parçadan ısırmaktır.
Ikinci şans - Blog - Engelliler.gen.tr Platformu
 

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Siz değerli dostlarıma meramımı anlatmak için biraz daha sade cümlelerle seslenmek isterim. Umulur ki kuracağım sade cümleler sayesinde içimde yanan ateşin ışığı gerçeği görmenize vesile olur.

Engellilik üzerine ahkâm kesen entelijansiya’ya göre bir engelinin kendi bedeniyle barışık olmaması ona dayatılan “sağlam beden fetişizmi”nin (ya da kültürümü demeliydim?) kölesi olmanın onun etkisinde kalmanın bir sonucudur. Bunun aksini savunmak sizin entelektüel duruşunuza helal getirir.

Kendini sev, bedenini sev! Her doğan güne acı, ıstırapla uyanıyor sanda bedenini sev. Sorarım size sevgili dostlar, hiçbir şey hakkında söz sahibi olmayan, yaşamımıza yön verecek kararlarımızı veremeyen biz engelliler “kendi bedenimizi sevip sevmeme konusunda da” kendi kararlarımızı veremeyecek miyiz? Bırakında insanlar neyi sevip sevmeyeceğine kendileri karar versin.

Elbette ki kimseye kendinden ve bedeninden nefret etmesi gerektiğini söylemiyorum. Her zaman olduğu gibi tüm dayatmalara karşıyım. Birileri bize neyi sevip sevmeyeceğimizi dayatamaz.!
 

septik

Editör
Editör
Katılım
Şub 9, 2012
Mesajlar
3,378
Tepkime Puanı
435
Puanları
83
Tüm yazılanları heyecanla okudum, ilginç ve çoğu doğru tespit, yanlız birileri kendi çıkarları adına bizlere birşeyler empoze etsede etmesede aklıma şu soru geldi, çıkamadım işin içinden ve yazayım belki birileri çıkar diye düşündüm:)

Kendini sevmemek mümkünmüdür ? Bana göre çok zor bir durum olur, gerçi bu güne kadar bir çoğumuz hemen herşey olduk hatırlarsanız bir dönem ermeni bile olduk pamakartlarla ilan edenler bile oldu bunu neden yazdım biliyormusunuz yukarda yazılanlarda gerçeklik payı çok yani biz birazda ahmağız sanırım.:)
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,068
Tepkime Puanı
98
Puanları
48
Hızlı okumakla alakalı bir kitapta seneler önce okuduğum ve aklıma kazıdığım Yunus'un Şu dizelerini hatırladım bu yazıyı okuyunca.

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendin bilmezsen,
Ya nice okumaktır.

Kendini bilmeden/bulmadan sevmek tabii ki narsisizm olarak nitelenir. Şu hayatta önce insan kendi sınırlarını bulmalı/bilmeli sonra kendini mi sever başkasını(Tanrıyı) mı sever veya nefret eder kararını zaten verir. Günümüzde insanlık ne kadar gelişmiş de olsa (Değil ölümsüzlüğü bulmak) çoğu acımıza bile bir çare bulamamış her dönem olduğu gibi bazı modern söylemlerle (kendini sev) insanlar (birbirlerini) avut(ul)maktadırlar.
Siz bu tür tespitleri yaparken ben (bu yazıyı okulda gördüm ama yoğunluktan değil cevap yazmak tam olarak okuyamadım bile) oyalanıyordum. (çalışmak belki bizi bu tarz düşüncelere yönelmeye sevk bile ettirmiyor?)
Ahmaklıkla ilgili tespit tam da Şöyle canlanıyor gözümde: 20 yıllık tiryakiyim hala bırakamadım sigarayı. biliyorum beni öldürüyor yavaş yavaş. Sonum olacak belki ama ben hala içmeye devam ediyorum. Hani kaynar kazana atılan canlı kurbağa zıplayıp da kaçarmış ama suya ılıkken bırakırsanız ve yavaş yavaş kaynatmaya başlarsanız o zıplama refleksini gösteremezmiş hikayesi gibi...
 

unuttum.29

Moderatör
Moderatör
Katılım
Eyl 8, 2012
Mesajlar
1,068
Tepkime Puanı
98
Puanları
48
Tüm yazılanları heyecanla okudum, ilginç ve çoğu doğru tespit, yanlız birileri kendi çıkarları adına bizlere birşeyler empoze etsede etmesede aklıma şu soru geldi, çıkamadım işin içinden ve yazayım belki birileri çıkar diye düşündüm:)

Kendini sevmemek mümkünmüdür ? Bana göre çok zor bir durum olur, gerçi bu güne kadar bir çoğumuz hemen herşey olduk hatırlarsanız bir dönem ermeni bile olduk pamakartlarla ilan edenler bile oldu bunu neden yazdım biliyormusunuz yukarda yazılanlarda gerçeklik payı çok yani biz birazda ahmağız sanırım.:)

Kendini sevmeme, Kendinden sürekli bir nefret etme duygusu mümkündür ama sürdürülemez bir duygu durumudur bence. (Kişinin kendisi tarafından veya başkaları tarafından)Yapılan hatalar, verilen yanlış kararlar bizi bu duyguya itse de beynimiz hayattan keyif alacak anlar icat edecektir. Misal oruç sonrası yenilen ilk lokmanın lezzeti veya uzun bir aradan sonra yakılan sigaranın ilk nefesi(?) gibi...
Bence, benlik bütünlüğünü bozacak kadar hayattan(kendinden) nefret etmenin, depresyon veya diğer ruhsal bir rahatsızlığa dönüşme ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Tedavi edilse bile bu tarz kalıcı bir rahatsızlığı olanların intihar etme oranı normalin on katıymış(bildiğim kadarıyla)...
 

DÜŞ GEZGİNİ

Üye
Üye
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
240
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Yaa burda söylenmek istenen şey hani aramızda bazı engelliler var ya ben engelli olduğum için mutluyum engelliyim ama bu mutluluğuma engel değil falan edebiyatı yapan arkadaşlar. Mesela bu sitede celal diye bir kardeşimiz var. Adam adeta hatta adeta değil direk engelli olduğu için şükür ediyor neredeyse engelli olduğu için havalara uçacak. Bir örnek yazısı http://engelliler.gen.tr/f5/engelli-olsakta-saymakla-bitmez-nimetler-21869/

Ben bu kardeşimizi çok merak ediyorum ve hatta buna özeniyorum. Bir insan nasıl engelli olduğu için mutlu olabilir ki? Bir insan nasıl engelini sevebilir ki? Bu kendi celladına aşık olmak gibi bir şey. Ben kanser hastasıyım kanseri seviyorum. Ne güzel dimi?

Beni bilenler bilir. Bende kas hastalığı var. Bu hastalığın halen bir tedavisi yok ve gün geçtikçe daha kötüye gidiyorsunuz. Ben şimdilik çok kötü durumda değilim ama o korkunç şey bir gün kapımı çalacak biliyorum. Bir anımı anlatayım. Anı berbat ötesi trajedi barındırıyor ama yine de anlatmak isterim. Bizim dernekte benim gibi 3 tane daha kas hastası arkadaş var. Birinin durumu çok ilerlemiş yemeğini bile tek başına yiyemiyor. Akülü sandalyesinin joistiğini bile zar zor kullanıyor. Bir günm derneğe geldi güzel güzel konuşuyoruz sohbet ediyoruz. Bir ara yüzü kıpkırmızı oldu terlemeye başladı. Nedenini ilk önce anlamadım. Derken burnuma bir koku geldi. Evet tahmin ettiğiniz gibi altını pisletmişti. Ben gideyim dedi ve arabasını sürüp gitti. O günden sonra hiç derneğe gelmedi. Yaaa bu adam engelimi seviyorum diyebilir mi? Veya ona engelini sev desek haksızlık etmiş olmazmıyız?
 

Birey

Üye
Üye
Katılım
Eki 13, 2011
Mesajlar
528
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Bir eksikliği sevmek tabi ki mantıklı değildir lakin eğer o eksiklik bir işe yarayacaksa sevilebilir. Mesela engelli olmanın Allah katında cezalarda hafifletici neden olacağına inanan birisi ( Bana göre mümkündür ) engelli olmayı da o açıdan sevebilir. Celal bey engelli olduğu için değil, engelli olmadığı durumlar için şükrettiğini de gayet açıkça yazmış gördüğüm kadarıyla.

Biz engelliler eksikliklerimizi değil de Celal beyin bakış açısıyla eksik kalmadığımız durumları sevebiliriz. Tabi eğer söz konusu eksiklik bizi sosyal hayattan soyutluyorsa o zaman eksik kalmadığımız durumlar çok sınırlanır ve hayatı sevmek neredeyse imkansız hale gelir. Arkadaşlık, dostluk, eş, aile... vs her insanın temel ihtiyaçlarındandır bana göre. Engellilik durumu bu ihtiyaçlara engel olmazsa bence daha mutlu bir hayat yaşayabiliriz.

Hepimiz aynı düşünmek zorunda değiliz. Fakat kimseye zararı olmayan bir düşüncede olan bir arkadaş eğer o düşüncesiyle mutluysa kesinlikle düşüncesine aykırı bir açıklamada bulunmak istemem.
 

septik

Editör
Editör
Katılım
Şub 9, 2012
Mesajlar
3,378
Tepkime Puanı
435
Puanları
83
Konu hiç bir zaman gerçek kanıtlara ulaşılamayalacak varsayımlarda kalacak sadece fikir üretimine katkı sunar bana göre,,

He evet entelijansiye bana göre halkı anlamayan dantellektüel kısım,çözümü ucuz akıl almıyacak yerlere taşır, var olan sorunları yaşamayan anca gördüğünden bahsebilir.

Düş Gezgini bana göre eksiği olan doğru bir yorumda buıunmuş.

Yanlız kendinizi sevin gerçeği var, yansımış benliğe ego denmiş ruh denmiş denmişte sırf beyni yoracak ilk yazıya hitaben benlik isteğiene hitap ve istenilen sonuç kendini sevle özleşirmi bilnmez.

Aktivist lik ster istemez, sitede engel sorunlarından bahsederken tutupta engelliyi dışlayan hareket katılmamayı her halde bu duruma muhalif olmamayı öngören bir durmdur

,Unuttum kardeşim benim soruma cevap vermiş katkıya baktım yok, soru basitti kendini sevmemek mümkünmü evet mümkün dar çatıda evet ama genelde değil hayat öğrenimle başlar düşünün dünyanın neresinde doğarsanız doğun o bölgeyi tanır o dili konuşur oranın sistemine ait olursunuz.

Nasıl yoktan ki yok bir şeyin hiçliğinden bahsedersekki olmayan birşey için yok dememek gibi durum varsa ( yok olandan bahsetmek için var olmamış bir şeyi öngöremeyiz aksine diyelim bir şey vardıı o artık yok diyebiliriz)

Din bizim için önemlidir farkındaysanız hiç bir zaman neredeyse tüm cevaplarda mevcuttur verileni alır verilenle yaşarız(( başka şart yoktur) araştır diyen yine dinimdir.


Şimdi değişen soru şu, bizler bize verilenin dışında ne biliyoruzki, ?????? Ahmak ne bize bu kelime için ne sölendiyse o. belkide iyi bişi
 

güz gülleri

Üye
Üye
Katılım
Ocak 14, 2013
Mesajlar
914
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Pozitif düşünceye inanıyor ve onu aslA inkar etmiyorum ! :)
Hayatımızın her anı koşullu yaşamaya odaklanmış . İnsanın (ve daha çok engellilerin) kendini güçsüz ve zaman zamanda yetersiz ve çıkmazda hissetmesinin asıl nedeni bu olabilir mi? toplumun ve insanın kendisine koyduğu şartlı yaşamda özgürlükten ve mutluluktan ne kadar bahsedilebilir.- Şu hastalığım olmasaydı mutlu olurdum,-koşabilseydim futbolcu olurdum,- Eğer güzel olsaydım kendimi severdim,-Güzel olsaydım başkalarında hayranlık uyandırırdım, arabam olsaydı istediğim yere giderdim,-bir sevgilim olsaydı dünya başka olurdu ?... vs..vs.....Bir şeylerin gerçekleşmesi veya olamaması hep bir nedene bağlanmış.Yok arkadaşlar ,inanın yok öyle bir dünya. mutluluk bu kadar basit değil, çevrenize yukardaki şeylere kısmen veya tamamen sahip olabilmiş kişilere bakın sizin hayalini kurduğunuz mutluluğu yaşıyorlar mı acaba? bence değil....insan olarak aynı davranışı sergilediğimizden eminim.hep daha fazlası,hep yeni hedefler ve hep yeni koşullamalar.
Neden kendinize olan sevginiz şartlara bağlı olsun ki? İnsanın kendini kabullenmesi neden bu kadar zor olsun ki.
Kim demiş dünya sadece normal insanların dır diye ? mutluluk sadece onların hakkı diye ... söyleyin bana...
 
Tekerlekli Sandalye
Üst