Kim istemez mutluluğu, ama...

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Marcel Proust 21 ’inci yüzyılda yaşamış olsaydı, o muhteşem "magnum opus"unu katiyen yazamazdı.

Çünkü "Kayıp Zamanın Peşinde"nin yazılabilmesi için yazarın melankolik olması gerekiyordu. O güzel melankoli olmadan bu duygusal hatıralar kâğıda öylesine dökülemezdi.

20’nci yüzyılın sonuna doğru insanlık, mutsuzluğa karşı savaş açtı. Bu savaşın da başını Amerika çekti. Amerika’da insanların hiçbir şekilde mutsuz olmamaları, daima mutlu, güler yüzlü olmaları gibi bir karar verildi.
Hayatının sonuna doğru ilk kez Amerika’yı ziyaret eden Freud, bu ülkedeki durumu çok tehlikeli buldu ve asistanlarına, "Amerika mutsuzluğu dünyadan silmek için garip şeyler yapacak, bu çok tehlikeli" dedi.

Freud, insanın hayatı tüm yönleriyle zengin yaşayabilmek için mutluluk kadar bir miktar mutsuzluğa ihtiyacı olduğunu söyledi ve melankolinin insana zararlı değil yararlı bile olabileceğini anlattı.
Amerika’nın, insanın her ne pahasına olursa olsun mutluluğu yakalaması gerektiği, gerekirse mutsuzluğu tedavi edilecek bir hastalık olarak görmeye başlaması tavrını, insanoğlunun karşı karşıya kaldığı bir tehlike olarak gördü.

Amerika 20’nci yüzyılın ikinci yarısında açtığı savaşı tırmandırarak sürdürdü. Mutlu, her koşulda gülümseyen ve hayata olumlu bakan insanlardan oluşan bir toplum yaratılması için milyarlarca dolar harcandı. Tüm telkinlere rağmen yine de mutsuz olmakta ısrarlı kişilere ise ilaç verildi ve mutlu hale getirildiler.

Gelinen noktada, hastalıkların nedeni bile sanki mutsuzluğun, hayata negatif bakışın suçuymuş gibi algılanıyor; mutlu olan, hayata iyi bakan insanların bu hastalıklara yakalanmayacakları, yaka-lansalar dahi daha çabuk tedavi olacakları söyleniyor.

İnsanlar bu ideolojiye inandıkları için, bugün Amerika’da kendi sağlığı hakkında son derece olumsuz bir haber alan insanın bile bu olanları gülümseyerek anlatmaya çalıştığını ve etrafına moral vermeye uğraştığını görüyoruz.

İNSANDA VE TOPLUMDA DERİN YARALAR AÇAR


Bu sürekli mutluluk arayışının Amerikan toplumunda hayli derin yaralar açtığı söylenmeye başlandı. Örneğin, Barbara Ehrenreich’ın bir çalışmasında, hayata sürekli olumlu bakmaya zorlamanın Amerika’yı yakında toplum olarak çökerteceği bile söyleniyor.

İnsanlar gibi toplumların da sağlıklı olmak için mutluluk kadar mutsuzluğa ihtiyacı var. Mutsuzluğu yaşamak, bunlarla baş etme yollarını yaratmak için düşünmek ve baş edemese dahi mutsuzluğuyla uyumlu yaşamayı öğrenmek, bireyi olduğu kadar toplumu da güçlü yapıyor.

Eric G. Wilson, mutluluğa prensip itibarıyla karşı olmadığını ama sürekli ve her koşulda mutluluk arayışının anormal bir durum olduğunu anlatıyor ve mutluluğa karşı çıkma çağrısı yapıyor.
"Bunlar Amerika’nın sorunu, bizi ilgilendiremez" diyemeyiz.

Çünkü her koşulda, durmadan mutluluk arayışı global bir sorun artık.
Bizde de olumlu düşünmenin insana nasıl da iyi geldiği yolunda görüşler var ve "insanın kendine yardım etmesi, daha mutlu olması" temalı kitaplar çok da ilgi görüyor. "Mutluluğa giden yol" ve "10 adımda mutluluk" gibi kitapların müşterisi pek bol oluyor.

Kendisinin depresyonda olduğunu sanarak psikoloğa giden insan sayısı çok arttı ve çoğunun arzusu da aslında hemen bir hap alıp kendini daha iyi hissetmeye başlamak.

Artık insanlar hangi hapı aldıklarına göre farklılaşıyorlar; "Lustral"ciler "Prozac"çılara karşı sendromu bu.
Bir süredir bu konuya kafataktım ve mutluluk arayışı hakkında birçok kitap, makale okuyorum.

Vardığım sonuç, mutsuzluğa karşı açılan savaşın ve görünürde gülümseyen suratlara sahip insanların çok daha derinden mutsuz olmaya başladıkları ve insana özgü vasıfları kaybetmeye başladıklarıdır. Biraz melankoli iyidir, deneyin bakın göreceksiniz, "Yazarlık için ise melankoli şarttır" bile diyebiliriz. Mutsuzluklarımı mutluluklarla dengeleme uğraşı bana düzen veriyor, dengemi sağlıyor.


Yazar: Serdar Turgut


388374_548063585238915_1583052546_n.jpg
 
Tekerlekli Sandalye
Üst