Kırmızı Top

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
KIRMIZI TOP

Başak, capcanlı, yaşam dolu bir çocuktu. Ailesini, okulunu, öğretmenlerini çok seviyordu. İlköğretim birinci sınıf öğrencisiydi ve sınıf arkadaşı Funda, arkadaşları arasında en çok sevdiğiydi. Güzel bir eğitim yılını geride bırakmışlardı. Okuma-yazmayı sınıfta ilk öğrenen Başak’tı. Öğretmenleri, Başak’ı çok başarılı buluyor ve seviyordu. Başak’ın karnesi beşle doluydu. Ailesi, kızlarının bu güzel karnesini karşılıksız bırakmak istemiyor, onu güzel bir hediye ile ödüllendirmek istiyordu. Ancak maddi durumları çok pahalı bir hediye almaya yeterli değildi. Pazarda güzel bir top Başak’ın annesi Nazlı Hanım’ın dikkatini çekmişti. Kızının hoşuna gidebilecek kırmızı, renk ve şekil değiştiren, ses çıkaran güzel bir top. Nazlı Hanım, bu topu kızına en güzel karne hediyesi olacağını düşünerek aldı ve Başak’ın bu topla oynarken duyacağı sevinci ve yüzünde açacak gülücükleri hayal ediyordu.

Sonunda, elinde kırmızı top ile eve gelmişti. Kızına hediyesini uzatan anne, Başak’ın sevincini gözlerinden okuyabiliyordu. Başak, hediyesini alarak annesine sarıldı ve teşekkür etti. Topunu iyice inceledikten bir müddet sonra arkadaşı Funda ile dışarıda oynamak için annesinden izin istedi. Annesi, çok yorgun olduğunu söyledi ve kendisine yardım etmesini, başka bir gün çıkıp oynamasını istedi. Başak, annesinin sözünü dinlemiş, o gün topuyla dışarıda oynayamamıştı. Ama o gün akşam geç saatlere kadar Başak, kardeşi Bekir ile evde kırmızı top ile oynamıştı.

Ertesi sabah erkenden Başak, çok sevdiği kırmızı topunu alıp Funda ile parka oynamaya gitmişti. Kuşların müthiş cıvıltısı içinde topla oynamaya devam ediyordu iki arkadaş. Başak, çok mutluydu. Topu yükseklere atıp zıplıyor, gülüyordu. Funda ile atışmalara devam ederken Funda, topu biraz yüksekçe atmış fakat Başak yakalayamamış ve topun peşinden koşmaya başlamıştı. Top kanalizasyon deliğine girecek diye hızını daha da arttırmıştı Başak. Başak, koşuyor ve gittikçe daha da hızlanıyor gözü topundan başka bir şeyi görmüyordu. Top, kanalizasyon deliğine iyice yaklaşmıştı. O da ne! Yoldan geçen bir araba hızını ayarlayamamış, dalgınca yola fırlayan Başak’a çarpmıştı. Ve ardından Başak’ın müthiş çığlığı... Parkta kopan çığlık üzerine çevredekiler olay yerine toplanmıştı. Kimi Başak’ı uyandırmaya çalışırken kimi de ambulans çağırıyordu. Nihayet ambulans gelmiş, Başak hastaneye kaldırılmıştı.

Olayın haberini alan Başak’ın ailesi hemen hastaneye gelmişti. Kızını sedyede yatar vaziyette gören Nazlı Hanım, gözyaşlarına boğulmuştu. Doktorlar Başak’a müdahalede bulunuyordu. Etraftaki sağlık görevlileri telaşlı aileyi sakinleştirmeye çalışıyor, aile ise yapılan müdahaleyi izliyordu. Yaklaşık bir buçuk saat sonra doktor dışarı çıkmıştı. Herkes doktorun söyleyeceklerini bekliyordu. Doktor, üzgün bir ifadeyle Başak’ın hayati tehlikesinin olmadığını, kazadan aldığı darbe nedeniyle belinden aşağısının tutmayacağını dolayısıyla artık yürüyemeyeceğinin haberini vermişti. Başak, artık yaşamını tekerlekli bir sandalyede geçirecekti. O, henüz 7 yaşındaydı. Bundan sonra onu neler bekleyecekti. Başak, bu mücadelede başarılı olabilecek miydi? Ailenin durumu tekerlekli sandalyeyi almaya uygun olmadığı için sandalyenin ücreti acılı aileye hastane tarafından hibe edilmişti.
Başaklar iki gün boyunca hastanede kalmış, ikinci gün sonunda evlerine gelen ailede artık eski neşe kalmamıştı.

Olayın üzerinden bir hafta geçmişti. Başak, olanlara sürekli isyan ediyordu. Ailesi ve arkadaşları bu duruma çok üzülüyor onun hep yanında olup sözleriyle onu sakinleştirerek ona destek olmaya çalışıyorlardı. Funda ise her gün Başak’ın ziyaretine geliyor; gözünün önünde yaşanan bu olaylara, arkadaşının bu durumuna hala inanamıyordu. Kendini sürekli bu olaydan sorumlu tutuyor ve suçluyordu. Ne de olsa Başak’ın topu yakalayamamasının sebebi kendisiydi. Topu yükseğe o atmıştı. Başak’ı üzen ise artık yürüyemeyecek, çimler üzerinde koşup kırmızı topuyla oynayamayacak olmasıydı. En önemlisi de artık bu şekilde; yürüyerek okula gidemeyeceği düşüncesiydi. Yaz tatili boyunca Başak’ın yüzü hiç gülmemişti. Anne Nazlı Hanım ise kırmızı topu gördükçe kendini sürekli suçlu hissediyor, pişmanlık duyuyordu. Olanlarda tek suçlu kendini görüyor, her gün ağlıyordu. Eşi, Başak ve oğlu Bekir ise ağlayan anneyi görünce daha da kötü oluyorlardı.

Bekir ise ablasının halini görmeye dayanamıyor; evde duramıyor, sürekli babası ile iş yerine gidiyordu. Bir gün akşam eve döndüklerinde ablasını kucağında kırmızı topu ile konuşurken buldu. Ablasını uzaktan izliyordu. Başak, kimi zaman topu okşarken kimi zaman topa öfkeleniyordu. Bekir ise mutfaktan bıçağı kaptığı gibi ablasının elinden topu alıp kesmeye niyetlenmişti. Başak: ‘’Hayır! Yapma! Topun beni üzdüğünü zannediyorsun, oysa bu top bana dikkatsizliğimi hatırlatıyor; ama aynı zamanda iyileşeceğimi de. İyileşip tekrar o yemyeşil çimlerde bu top ile oynayacağım günlerin hayalini kuruyorum.’’ demişti. Bekir, bu sözler üzerine ablasına yaklaşıp sarılmıştı. Ablasına: ‘’Evet, iyileşeceksin; birlikte kırmızı topla oynayacağız.’’ diyordu.

Yaz tatili Başak ve ailesine biraz olsun yaşanan bu acı olayı kabul ettirmeye yetmişti. Bununla birlikte kızlarının yeniden yürüyeceği düşüncesi hala yok olmamıştı. Bir yandan tüm aile bireyleri psikolojik destek alırken bir yandan Başak, fizik tedavi ile çeşitli egzersizler görüyordu. Danışman Ebru Hanım ile haftada bir görüşme yapıyorlar, danışman aileye elinden gelen hassasiyeti gösteriyordu. Fizyoterapist Onur Bey ise Başak’ın yeniden yürüyebileceğine dair umutlardan söz ediyordu.
Yaz tatilinin sona ermesine çok az kalmıştı. Her geçen gün ailenin kızlarının yeniden yürüyebileceği konusundaki inancı artıyordu. Bu duruma Başak’ın eskisi kadar mutsuz olmaması zemin hazırlamıştı.

Yaz tatili sona ermiş okullar açılmıştı. Başak’ı bu yıl okula yine annesi götürecekti. Başak’ı yeniden bir telaş sarmıştı. Çünkü Başak, ayrıldığı okuluna bu eğitim yılında yürüyerek değil tekerlekli sandalye ile gitmek zorunda kalmıştı. Onu endişelendiren arkadaşlarının kendisine karşı nasıl bir tutum sergileyeceği, arkadaşları oynarken kendisi onların oyununa alıp almayacakları düşüncesiydi. Ancak annesi, kızının bu şekilde düşünmesine anlam veremiyor, kızına öğretmeniyle hatta arkadaşlarıyla da görüşüp konuşacağını söylüyordu. Onların kendisine sahip çıkacaklarını ümit ederek Başak’ı da buna inandırmaya çalışıyordu. Başak, annesinin sözünü dinledi. Ancak endişeleri de tam olarak gitmiş değildi. Okula gittiklerinde annesi, Başak’ı Funda ile bırakıp öğretmeninin yanına gitmiş, tüm olanları öğretmene anlatmıştı. Öğretmen; olanların şaşkınlığı ve üzüntüsü içine bürünmüş, elinden gelen tüm hassasiyeti göstereceğine söz vermişti. Annenin yüreğine bir nebze de olsa su serpilmişti. Annesi, tekrar Başak’ın yanına dönerek onu sınıfa bırakıp okuldan ayrılmıştı.

Yılın ilk dersinde heyecan ile doluydu tüm öğrenciler. Bu heyecan Başak’ta yok denecek kadar azdı. Çünkü Başak, içinde bulunduğu durum ile öğrenimine nasıl devam edeceği kaygısı ile doluydu. Öğretmeni, Başak’ın surat ifadesinden bu gerginliği anlayabiliyordu. Derste öğretmen, Başak’ın durumu ile ilgili arkadaşlarını bilgilendiriyordu. Arkadaşları tüm ders boyunca Başak’ı izlemişti.

İlk ders sona ermiş, teneffüs zili çalmıştı. Öğretmen çıktıktan sonra tüm sınıf Başak’ın etrafına toplanmıştı. Her biri Başak’la alay ediyor, tekerlekli sandalyeyi itip kakıyordu. Başak, hıçkırıklarını tutamamış, ağlamaya başlamıştı. Funda ise bir yandan arkadaşlarına engel olmaya çalışıyor, bir yandan Başak’a ağlamamasını söylüyordu.
Öğretmenler zili çalmıştı. Öğretmen içeriye girer girmez kalabalığı dağıtarak ağlayan Başak’a yaklaşıp ağlamamasını söylemişti. Tüm sınıfı önüne alarak yaşanan gerginliği Funda’dan anlatmasını isteyerek olayı öğrenen öğretmen, dikkatleri iyice üzerine toplayıp sınıfa bir ders vermeyi düşünmüştü.
Sınıfa dönerek ‘şimdi sizinle bu ders küçük bir tiyatro oynayacağız’ dedi. Sınıftan birkaç kişiye özellikle Başak ile alay eden, onu itip kakan öğrencilerden seçerek rolleri dağıttı. Tiyatroda Alp, doğuştan kolu olmayan birini canlandırıyordu. Atkı ile kolunu bağlamışlardı. Çağla, kalça çıkıklığından dolayı sendeleyerek yürüyordu. Ayça ise fazla işitemiyor, işitme cihazı kullanıyordu. Bu yüzden kulaklıkla geziyordu.

Bu üç arkadaş birbirlerini okulda tanıyacaklardı. Eğitim hayatları boyunca üçü de aşağılanmıştı. Alp, Çağla ve Ayça okuldan eve her gidişlerinde yolda ağlıyordu. Okula gitmek istemiyorlar tüm arkadaşlarından nefret ediyorlardı. Alp: ‘‘Öğretmenim ben hatamı anladım, daha fazla devam etmek istemiyorum.’’ dedi. Çağla ve Ayça da aynı fikirdeydi. Öğretmenin de uzatmaya hiç niyeti yoktu. Çünkü bu kısacık tiyatronun onlara ve tüm sınıfa gerekli dersi verdiğine inanmıştı.
Tüm sınıf teker teker Başak’tan özür dilemiş, Başak da özürleri birer birer kabul etmişti.

Her geçen gün arkadaşları Başak’a daha özenli, ilgili davranıyor; onu mutlu görmek istiyorlardı. Böylelikle Başak’ın artık yüzü gülüyordu. Başak durumuna eskisi kadar üzülmüyor, ailesi, öğretmenleri ve arkadaşlarının desteğini artık her an yanında görüyordu. Onun yaşama olan inancı her gün bir kat daha artıyordu.
Danışman ile yapılan terapilerin ise olumlu sonuçlarının olduğu aşikârdı. Danışman Ebru Hanım’ın Başak’ın artık kendisiyle barışık olmasında büyük katkısı vardı.
Aradan bir yıl daha geçmişti. Yine bir yaz tatili günüydü. Güzel bir Pazar sabahıydı. Başak ve ailesi pikniğe gitmişlerdi. Tabi ki Funda ve ailesi de. Serin serin akan derenin şırıltısı, kuşların, böceklerin cıvıltısı ve arada hafif hafif esen rüzgârın uğultusu ile sımsıcak güneş eşliğinde mutlu bir tablo oluşturmuştu iki aile.
Başak, yanına çok sevdiği kırmızı topunu almayı tabi ki unutmamıştı. Funda ile karşılıklı, şen kahkalar içinde topu birbirlerine atıyorlardı. Funda topu Başak’a atmış, top, ağaca çarptıktan sonra Başak’a ulaşmıştı. Başak, topu tekrar Funda’ya atarken top ağaca çarparak dereye doğru ilerlemeye başlamıştı. Bu kez topun peşinden Funda koşuyordu. Ancak Funda’nın ayağı yerdeki büyükçe bir taşa takılmıştı ve Funda yere düşmüştü. Başak ise bir an yerinden kalkmayı denemiş ama başaramamıştı. Kırmızı top, yuvarlana yuvarlana dereye doğru yol alıyordu, top dereye girmeye o kadar yaklaşmıştı ki Başak tüm inancıyla tekerlekli sandalyesinin kollarından tutunmuş, ayaklanmış ve hızlı adımlarla ilerlemeye başlamıştı. Nihayet Başak, kırmızı topunu yakalamıştı. Funda yeniden doğrulup, sandalyeye bakmış Başak’ı yerinde görememişti, bir de bakmış ki Başak, elinde kırmızı topu ile karşıdan geliyordu. Funda, olanların şaşkınlığı içinde, arkadaşına sarılmıştı. Koşarak ailelerinin yanına gitmişlerdi.

Karşıdan kızlarının koşarak geldiğini gören aile, şok içerisindeydi ve gözlerine inanamıyordu. Anne Nazlı Hanım, sevinç gözyaşları ve çığlıkları ile kızını kucaklamış, babasının gözleri dolmuştu. Bekir de yerde dönerek taklalar atıyordu. Başak, Başak ise kırmızını topunu okşuyor, öpüyordu.
Sevinçlerine, mutluluklarına diyecek yoktu iki ailenin. Aile bir daire oluşturmuş, sırayla topu, isimlerini söyleyerek birbirlerine atıyorlardı. Kırmızı top her şeyi başlatan ve biteren kırmızı top, sanki çıkardığı seslerle bugün daha mutluydu. Sesi daha canlı geliyordu. Anlaşılan o da sahibi Başak’ı en az onun kadar seviyordu.


Ad-soyad: Hatice KORKMAZ

Doğum Yılı ve Yeri: 14.05.1991, Tokat
İlköğrenim: Eşrefoğlu İlköğretim Okulu
Orta Öğretim: Selçuklu Gazi Lisesi
Yükseköğrenim: Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü
Hobileri: Sinema, Tiyatro, Edebiyat
 
Tekerlekli Sandalye
Üst