Küçük Adam

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
KÜÇÜK ADAM

Artvin’den Bursa ya tayinim yeni çıkmıştı. Tahtakale semtinde kırk metrekarelik bir evi zar zor bulmuştuk. Tahtakale bizim memleketlilerin en sık uğradıkları semtti. Buradan ev kiralamamın bir nedeni de buydu. Kış mevsimi kendini göstermeye başlamıştı. Bende kışlık botlarımı kutusundan çıkarttım, kontrol edince dikiş yerlerinden açıldığını gördüm. Onları bir poşete koyup tahta kaledeki belediyeye ait sıra dükkânlardaki tamircilerin önüne geldim. Dikkatimi kısa boylu bir ayakkabıcı ustası çarptı. Onun dükkânına doğru yöneldim, daha kapıyı açar açmaz, bana:

-Buyurun beyefendi hoş geldiniz oturun, diye bana yer gösterdi. Hatta bana, kendim için çay demleyeceğim, siz de içer misiniz diye sordu. Bende:
-İşimi hemen yapabilecekseniz sizinle seve seve çay içebilirim dedim. Elindeki işi kenara bıraktı, hemen benim botlarımı tamir etmeye başladı. Bana;
-Bunların yarım saatlik bir işi var, ben çayı demleyeyim hem de muhabbet ederiz dedi. Çayı demlerken bana:
- Kardeş nerelisin dedi, bende:

-Büyükorhan’lıyım, Artvin’den Bursa’ya yeni tayin oldum dedim.
-Ne güzel, demek ki hemşeri sayılırız, bende dağ ilçelerindenim dedi. Bir ara ayağa kalktı, boyu neredeyse bir çocuk kadar 120-125 santim anca idi, ancak el ve ayaklarının büyüklüğü normaldi, belinden de sallanarak yürüyordu. Bana:

-Hocam eğer sağlıklı olsaydım, ya öğretmen ya da polis olurdum, fakat Allahın takdiri böyleymiş, doğuştan gelen rahatsızlığım beni engelledi. Ancak köyde ilkokulu bitirebildim dedi. Ben:

- Peki, rahatsızlığınızın tedavisi yok muydu? Dedim.
-Belki şehirde zengin birinin çocuğu olsaydım, bacaklarımın ve belimdeki rahatsızlığıma çare bulunurdu, köy yerinde olmam ve fakir olmamız sebebiyle tedavi olamadım, ben halime yine de şükrediyorum, aklım yerinde ellerim kollarım sağlam oturduğum yerden mesleğimi yapabiliyorum, dedi.

Bu arada demlenen çayları ben doldurmaya başladım. Yan taraftaki bakkaldan fındık, fıstık da almıştım. Hem çaylarımızı içiyoruz, hem de muhabbet ediyorduk. Sohbet esnasında 1955 doğumlu olduğunu öğrendim, benden yedi yaş büyüktü. Ona:

-Ayakkabı tamir işine nasıl başladın dedim.
-Hocam, kendi köyümüzden bir öğretmende okumuştum. Babamın da yakın akrabası idi. Ben beşinci sınıfı bitirdiğim yıl, bir akşam evimize geldi. Babama da, bana da mutlaka benim iyi bir ayakkabı ustasına çırak verilmemi öğütledi. Tabi beni yalnız başıma bırakamayacakları için koyunlarımızı otlatan ağabeyimi de benimle beraber Bursa ‘ya gönderdiler. İş yerine yakın, bir oda ve tuvaletten oluşan eski bir evi kiraladık. Ağabeyim tekstil makinelerinde iş buldu, beni de babam bu dükkânın sahibi olan ustama teslim etti. Ustam çok iyi bir insandı. O ölünceye kadar ben de onunla beraber çalıştım. O vefat edince de mirasçıları ile oturup anlaştım bu dükkânı malı ile beraber devraldım. Allaha şükürler olsun yedi yıldan buyana kendi kendimin patronuyum dedi. Ben sordum:

-Ustam evli misiniz dedim, bana:
-İşte henüz o nasip olmadı. Tek başarısız olduğum konu evlilik. Aslında ben evlenmek istiyorum, ama bizim yörede benim gibilere sakat gözüyle bakıyorlar. Hâlbuki ben sağlam olan çoğu insanın yapamayacağı şeyleri başardım Kendime ait dükkânım var, iki yıl önce evimi de aldım. Özürlü motosikletimi de şehir içinde her işim için kullanıyorum. Belediye başkanı benim gayretimi gördüğünden dolayı bu dükkânı bana tercihen kiraladı. Allaha şükür dokuz yıldan beride Bağ-kurumu ödüyorum. Kimseye muhtaç değilim, ama kendi köylülerimin gözünde ben hala sakat bir ayakkabı ustasıyım dedi.

Sanki ustanın yarasına tuz basmış gibiydim. Peki dedim, hiç bu sakatlığınızdan dolayı toplumdaki insanlardan zarar gördünüz mü dedim. Bana
-Ah hocam ne insanlar var, iki defa beni evlilik için dolandırmaya çalıştılar. Bu motosikleti almamın sebebi can güvenliğimden dolayı, başını ağrıtmayacaksam onun da sebebini anlatayım dedi.

-Bundan beş yıl önceydi, bir akşam müşteriler geç gittiğinden dolayı dükkânı her zamanınkinden geç kapatmıştım. Pınarbaşı mezarlığından yukarı evime yavaş yavaş çıkıyordum, yol çok tenha idi mezarlık kapısında bir adam belirdi, sokak lambasının ışığından gördüğüm kadarıyla bu benim tanımadığım yabancı birisiydi. Mecburen yukarıya doğru yürümeye devam ettim. Tam önünden geçerken, adam birden üzerime atıldı, beni mezarlıkların içine doğru çekti, bir eliyle de boynuma bıçak dayadı. Bana ‘‘sesini çıkarırsan seni öldürürüm, üzerinde ne kadar kıymetli şey varsa, çabuk çıkart’’ dedi. Cüzdanımdan sadece kimliğimi aldım tüm paraları, kolumdaki saati ona verdim, kurtulduğumu zannediyordum giderken bana öyle bir yumruk vurdu ki başımı mezar taşlarına vurmuşum. Kan kaybından neredeyse orada ölecektim. Aklıma geldi, gömleğimin kollarıyla başımı sardım, yolun kenarına çıktım, orada oturdum. Yoldan geçen insanlar beni alıp devlet hastanesine götürdüler. İki gün hastanede yattım. Adam benim hem parama hem de canıma kastediyordu. Ağabeyim biraz yardım etti ve bu özürlü motosikletini aldım. Şimdi işime gelip giderken bu motosikleti kullanıyorum dedi. Bu arada usta benim ayakkabıların işini bitirmişti. Bana:

-İşte hocam, sence benim canıma kasteden adam mı sağlıklı, ben mi sağlıklıyım yoksa o mu özürlü, ben mi özürlüyüm, ben alnımın terini sile sile on iki yaşından beri ekmeğimi kazanıyorum. Benim yakın çevremde öyle insanlar var ki hala ana baba parası yiyorlar dedi. Ustaya ücretini ödeyip, botlarımı alıp evin yolunu tuttum. İki yıl boyunca bu semtte oturduğum müddetçe ayakkabı tamiratlarında hep bu ustaya gittim. Daha sonra tayinim Orhaneli’ye çıkmıştı. Oradan da Büyükorhan’ a gitmiştim. Aradan beş yıl geçmişti. Yine bir gün Tahtakale semtinde işimden dolayı dolaşırken usta aklıma geldi. Dükkânına gittim, elindeki yüzüğü görüne evlenmiş olduğun anladım. O’na ‘‘hayralo ustam muradına erdin herhalde’’ dedim. Beni görünce oda çok sevinmişti. Bana
-Şükürler olsun hem evlendim, hem de baba oldum, Allah insanlara ne güzellikler nasip ediyor, yeter ki meşru yollardan istemesini bilelim dedi.
Usta ne kadar da haklıydı.

RAMAZAN GÜNHAN
 
Tekerlekli Sandalye
Üst