Kültür Ve Aile Eğitimi

Delıyurek

Üye
Üye
Katılım
Ara 6, 2010
Mesajlar
52
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Çocuklarda kıskançlık duygusu

Kıskançlık, kişinin iç huzurunu tükettiği gibi, çevresindeki insanlarla arasına soğuk duvarlar örer. Eğer çocuklar küçük yaşlarda eğitilmezlerse, kıskançlık duygusu onlarda kuvvetlenir ve hasede dönüşebilir.

Kıskançlık kişinin, sahip olduğu ya da olmadığı şeyleri başkalarından esirgemesi ve paylaşmak istememesidir. İnsanın doğasında kıskanma potansiyeli var ancak bu durum eğitimle kontrol altına alınarak sorun olmaktan çıkar. Kıskançlık hasede dönüştüğünde ise, yıkıcı olabilir ve büyük tahribatlara yol açarak kişinin hayatını etkileyebilir. Bu nedenle aileler çocuklarına temel alışkanlıklar kazandırırken, insanların başarılarını, tebrik etmeyi ve bundan mutlu olmayı öğretmelidirler. Hazret-i Peygamber hasedin getirdiği tahribatı şu hadisiyle ifade ediyor. "Hasedden kaçının, çünkü hased iyilikleri ateşin odunu yediği gibi yer"

Kıskançlık, kişinin iç huzurunu tükettiği gibi, çevresindeki insanlarla arasına soğuk duvarlar örer. Eğer çocuklar küçük yaşlarda eğitilmezlerse, kıskançlık duygusu onlarda kuvvetlenir ve hasede dönüşebilir.

Kıskançlık çocuklarda iki yaşlarında, kardeş kıskançlığı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte çocuk anne babanın desteğiyle, yaşadığı sorunu atlatmalı ve kardeşiyle birlikte oyunlar oynamalıdır. Aksi durumda, çocuğun kardeşine karşı beslediği kıskançlık ve öfke ileride arkadaşına ya da çevresindeki insanlara yönelecektir.

İki yaş dönemi ve sonrasında ortaya çıkan kıskançlık duygusu, daha ziyade, kardeşe, ebeveynlere ve eşyalara karşı gelişen bir kıskançlıktır. Çocuk burada yoğun bir kaybetme duygusu yaşamakta ve öfkeyi biraz kendine biraz kardeşine yansıtmaktadır. Burada anne baba tutumu oldukça önemlidir. Ebeveyn bu süreçte çocuğu cezalandırır ya da kardeşinden uzaklaştırmaya kalkarsa sorun daha da içinden çıkılmaz bir hale gelebilir. Burada çocuğun yaşadığı en yoğun duygu kaybetme korkularıdır. Daha birkaç ay öncesine kadar, evde ilgi odağı olan çocuk eve yeni bir bireyin katılmasıyla pabucunun dama atıldığını düşünmektedir. Aileye yeni biri katılmıştır ve anne babanın sevgisine ortak olmaktadır. Oysa anne babanın ilgisi çocuğun her şeyidir. Ve çocuk, anne babanın ilgisini kaybetmekten ve bundan yoksun kalmaktan korkmaktadır. Bu duygusunu da, sevgisine ortak olduğunu düşündüğü kardeşine vurarak ya da onu cezalandırarak ortaya koymaktadır. Bu tür durumlarda bazı anne babalar "biz kardeşini hiç sevmiyoruz, seni seviyoruz, o kötü biri sen iyisin" türünden yönlendirmelerle yaşanan sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirebiliyorlar. Çocuk bunun asılsız sözlerden ibaret olduğunu anlar ve kardeşine karşı geliştirdiği öfkeyi daha da büyüterek ona vurabilir. Yaşanan kıskançlık durumunda ebeveynler sağlıklı ilişkiler kurarak bu sorunu ortadan kaldırmazlarsa, çocuk yaşadığı kıskançlığı, öfke, uyum bozukluğu, söz dinlememe, kendine acıma, intikam alma şeklinde ortaya koyabilir. Ayrıca buna, alt ıslatma, parmak emme gibi durumlar eşlik edebilir.

Peki anne baba ne yapmalı?

Her şeyden önce, anne baba çocuğun bu davranışının altında yatan nedenin kaybetme endişesiyle ilişkili bir durum olduğunu bilmelidirler. Bu sorunu ortadan kaldırabilmek için çocuğa hiçbir şekilde, "biz seni daha çok seviyoruz" tarzında ifadeler kullanmamalı bunun yerine ona olan sevgi ve ilgilerinden hiçbir şeyin eksilmeyeceğini çocuğa davranışlarıyla hissettirmelidirler. Anne baba çocuğa vakit ayırmalı ve duygularını aktarmasına fırsat tanımalıdırlar. Ayrıca yeni bebek doğmadan önce anne baba çocuğa bebekle ilgili bilgi vermeli ve bu konuda onu rahatlatmalıdırlar. Ebeveynler, kardeşine zarar verir düşüncesiyle çocuğu ondan uzaklaştırmaya çalışmamalı bunun yerine, birlikte bir şeyler yapmaya ve paylaşım içinde olmaya teşvik etmelidirler. Ayrıca anne baba çocuğa vakit ayırmalı, onunla konuşmalı, onu dinlemeli ve kardeşin doğsa da sana olan sevgimizden ve ilgimizden hiçbir şey kaybetmedik duygusunu ona vermelidirler.

Anne babalar unutmamalıdırlar ki, çocuklarda ortaya çıkan sorunların erken yaşta giderilmesi ileride doğacak büyük problemlerin ortadan kalkmasını sağlayacaktır.

Aile İçi Eğitim

İslam'ın ışığında

Ayşe, 1970 yılında Rusya'da doğmuş. Doğduğunda büyükanne adını Olga koymuş ve onu Rus gelenekleriyle büyütmüş. Aile ateistmiş ve evde din ile ilgili hiçbir konuşma geçmezmiş... O günlerde kendini çok yalnız hisseden Olga ailenin yönlendirmesiyle Rus klasiklerini okumuş, sporla meşgul olmuş, müzikle uğraşmış. Anne baba bir okulda öğretmen olarak çalışıyormuş. Olga erkek kardeşiyle birlikte bir spor okuluna yazılmış. Sporu çok seviyormuş ve okuduğu okulda birkaç ödül bile almış.

Ailede kendisini anlayan tek kişi babaanneymiş. Babaanne ona eski Rus gelenekleriyle ilgili bilgiler veriyor ve tavsiyelerde bulunuyormuş. On sekizine geldiğinde babaanne vefat etmiş. Bu olga için büyük bir yıkım olmuş. Kendi ifadesiyle, sanki uzuvlarından birini söküp aldılar sanmış. O günlerde ölümü sorgulamış. İnsan ömrünün ne kadar kısa olduğunu ve ölümden sonra kendisini nasıl bir hayatın beklediğini düşünmüş. Geceleri kalkıp dua etmiş ve dualarında, kendisini Allah'a çok yakın hissetmiş. O'na inanmış, O'ndan yardım istemiş, O'na dua etmiş. Ama nasıl ibadet edecek? Neyi nasıl yapacak? Bunları bilmediği için sadece duaya yönelmiş. Dua öyle güçlü bir silah ki, en ilkel kabilelerden en gelişmiş toplumlara kadar herkes duaya muhtaç yaşıyor ve bu insanlar başları sıkıştığında, boşluğa düştüklerinde hemen duaya sarılıyorlar. İnsan, hayatının her anında Yaratıcısı'na dua etme ihtiyacıyla yaşıyor ve böyle zamanlarda kendini çok huzurlu hissediyor.

O günlerde Çeçen bir arkadaşı Olga'yı evine davet etmiş. Burada ailenin fedakarlığı ve insan severliği dikkatini çekmiş. Ailenin Müslüman olduğunu ve Müslümanlığın iyilikseverliği gerekli kıldığını öğrenmiş. Arkadaşına "İslam'ı öğrenmek istediğini ve kendisine yardımcı olursa minnattar olacağını söylemiş. Ama o da inandığı din hakkında pek bir şey bilmiyormuş. Bir tek namazdan bahsetmiş, iki yıl önce vefat eden babaannesinden gördüğü kadarıyla namazı anlatmış. Olga namaz kelimesini duyduğunda içinde yoğun bir huzur hissetmiş. Fakat bu insanların inandıkları dinin gereklerini bilmemelerine bir anlam verememiş ve namazı arkadaşının anlattığı kadar anlamaya çalışmış. Nasıl anladıysa, içinden nasıl geldiyse Allah'a öyle yönelmiş ve dua etmiş.

Aynı arkadaşından oruçla ilgili bir şeyler de duymuş ve iki gün hiçbir şey yemeden oruç tutmuş. Çünkü orucu nasıl tutacağını bilmiyor sadece belli bir süre Allah için hiçbir şey yemeyip içmeyeceğini biliyormuş. Bir arayış içindeymiş ve Allah nasip etmiş, bir arkadaşıyla Türkiye'ye gelmiş. Burada ilk önce camileri ziyaret etmiş. Bu vesileyle Müslüman bir hanımla tanışmış ve onun yardımıyla Müslüman olmuş ve Ayşe adını almış. Bir süre sonra da Müslüman biriyle evlenmiş. Bu onun için büyük bir mutluluk olmuş. İslamı öğrenmek için her türlü imkanların olduğu bir şehirde kendini çok iyi hissetmiş ve İstanbul'da yaşamaya karar vermiş. Eşinin de yardımıyla İslamı konularda kendini geliştirmiş. İlk namaza durduğunda büyük bir huzurla dolmuş ve yıllardır aradığı dini bulduğuna inanmış gözyaşları içinde Allaha şükretmiş...

Dört yıl boyunca kendini İslami konularda yetiştirebilmek için büyük caba sarf etmiş. Allah'ın buyruklarını öğrenmeye çalışmış. Kur'an'ı okumuş, bu konuda çevresindeki insanlardan yardım almış. Ayşe burada Müslüman olmuş burada evlenmiş ve burada kalmaya karar vermiş. Ülkemizi doğduğum toplum diye tarif ederken, ruhunun namazla dirildiğini ve namazda kendini bulduğunu her fırsatta ifade etmiş. İlk namazından sonra Rusya yazdığı günlüğünü arkadaşından Türkçe'ye çevirmesini istemiş....

"İlk namaza başladığımda gözlerimden yaşlar akıyordu. Ağlıyordum, Allah'ın huzurunda O'na ibadet etmek ve O'nun beni gördüğünü, bana yakın olduğunu bilmek ne kadar büyük bir şey. Ben yıllarca İslamı aramıştım. İnsanların kendi çıkmazları içinde kaybolduğu bir toplumda sanki ben de kendimi kaybetmiştim. Bir şeyler arıyordum, ibadet etmek, Allah'ın huzurunda O'na yalvarmak istiyordum... Allah hidayet isteyen kişiye bütün kapılarını açıyor. Buraya geldim ve hayatım değişti, Allah bana hidayet verdi ve bana yardımcı olan arkadaşımın evinde namaza durdum. Bu hayatım boyunca hiç yaşamadığım bir huzurdu. Namazda ağladım ve namazdan sonra "Allah'ım, insanların sadece para kazanmak için yarıştıkları dünyada senin huzurunda olmak ne güzel diye dua ettim".

Birkaç söz

İnsan hiç gözlerini oyar mı?

Erkek çocuklar babayla özdeşleşir ve babanın benliğini, kişisel özelliklerini ayna gibi iç dünyalarına yansıtır ve benimserler. Yaşar kemal Kale Kapısı adlı romanında erkek çocukların babayla özdeşimini şöyle ifade eder. "Onun babası onun yüreğiydi insan hiç varır da yüreğini keser çıkarır köpeklere atar mı? Babası onun gözleriydi, insan hiç gider de gözlerini oyar da kedilere verir mi? Babası onun soluk aldığı ciğeriydi insan gider de ciğerini keser mi? Onun için damarlarında akan kandı babası, insan gider de, damarlarındaki kızıl kanı toprağa kayalıkların üstüne saçar mı? (Prof. Dr. Özcan Köknel, İnsanı Anlamak)

Milli Gazete / Aile Hayat
 
Tekerlekli Sandalye
Üst