Kuş Ali

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Okulda herkes “Kuş Ali” derdi ona. O zamanlar hafif alayla karışık takındığımız bu tavrı, evirip çevirip yücelterek yüzümüze vurmayı başardı bu gece Ali. Yıllar sonra ilk defa televizyonda gördüğüm bu küçük adam hayatımın geç kalmış, en büyük dersini verdi bana. Heyecanla elimdeki çayı sehpanın üzerine bırakıp televizyonun sesini açtım. Ara ara görünüp hemen kaybolan gülümsemesiyle kameraya bakıyordu. Bıraktığı uzun sakallarını ve hafifçe seyrekleşen saçlarını saymazsak hiç değişmemişti.

Vücudunu güçlükle taşıyan kısa ve çelimsiz bacaklarıyla yürürken öne doğru kesik kesik eğilip doğrulan gövdesi tıpkı bir güvercini andırırdı. O kadar hafifti ki henüz on iki yaşında küçük birer çocuk olmamıza rağmen onu kolaylıkla kaldırabilir ve bununla gurur duyardık. Ortaokul boyunca gücümüzü onu koltuk altlarından tutup havaya kaldırarak test ettik. Ne kadar uzun süre havada tutabilirsek o kadar güçlüydük. Masum birer yarışmaydı bu, o da kızmaz aksine eğlenirdi. Zaten Ali hiç kızmazdı. Başlarsa bir daha toparlayamayacağından korktuğundan belki de, hayata karşı vakur tavrından hiç vazgeçmedi. Sanki derinlerde bildiği gizli bir sır var gibiydi. Eğer o gün şanslıysa okulun yüksek merdivenlerini hademelerin kucağında çıkardı. Diğer günler annesinin, pantolonu yırtılmasın diye kalın kot kumaşlarından diktiği bezi bacaklarına geçirip kollarını kullanır sonra duvar kenarından ağır ağır yürüyerek sınıfa kadar gelirdi. Masasının kenarından tutunup ani bir sıçramayla sırasına kurulurdu. Bunu öyle hızlı, öyle kolay yapardı ki şaşırıp kalırdınız. Kapının hemen girişindeki en ön sırada otururken okulun en yakışıklı adamı oluverirdi. Yuvalarına özenle yerleştirilmiş cam mavisi gözleri, incecik burnu, her daim taranmış ve jölelenmiş saçlarıyla film jönlerine benzerdi. Ama bunların gözümüzde hiç mi hiç önemi yoktu. Hiçbirimiz bu ufak tefek, yakışıklı adamı rakip olarak görmezdik. Belli etmesek hatta kendimize bile söylemesek de onu kendi seviyemizde olmadığını düşündüğümüz için kıskanmaz, aksine içten içe acırdık.

Ali sırasından kalkınca ümitlerinin ve hayallerinin olmadığını düşünebilirdiniz. Onun tek isteği doğru düzgün adım atmakmış gibi gelirdi. Sanki başka şeyleri istemek onun için lüksten de öte bir şeydi. Kendimizin hiçbir zaman olmayacağını bildiğimiz hayaller kurduğumuzu unutur anlattıklarını hayretle dinlerdik. Onu farklı gördüğümüz için sanki o da kendisini farklı hissetmek zorundaydı. Bize aşık olduğunu söylediğinde hep birlikte nasıl şaşırdığımızı hatırlıyorum. Hepimizin aklından aynı şeyin geçtiğine emindim. Nasıl olurdu? Selin, okulun en sükseli, en güzel kızlarından biriydi. Hiçbirimiz belli etmemiştik tabii ama bilinçli birer arkadaş sorumluluğuyla ona bunu unutturmaya çalışmış, Selin hakkında yalan yanlış hikayeler anlatmıştık. Duygularının önüne sahici olmayan engeller koymuştuk. Bunlar sadece o üzülmesin diye söylenmiş masumane yalanlardı. Kendimizle gurur duyuyorduk! Ama şimdi Ali, karşıma geçmiş bana asıl engelin bizler olduğunu gösteriyordu. Bir insana yapılabilecek en büyük kötülüğün, hayallerini kendimize göre sınırlamak olduğunu geç de olsa öğretmişti.

Sanıyorum okulun son günüydü. Sınıfa giren nöbetçi öğrenci Ali’yi müdürün çağırdığını söyledi. Bazılarının sürekli müdürün odasına çağırılmasına alışkındık ama bu kendi halindeki sıska çocuk kime ne yapmış olabilirdi? Çok geçmeden Ali, bir çift tekerleğin üzerinde kan ter içinde sınıfa döndü. Kollarıyla tekerleri iterken yürümekten daha çok zorlandığı kıpkırmızı kesilmiş yüzünden belliydi. Lacivert, deri oturaklı sandalyenin ayakları içe doğru kapanıp açılıyor, metal kısımları parlıyordu. Oldukça rahatsız bir görüntüsü vardı. Yine de hepimiz heyecanlanmıştık. O dönemde böyle bir tekerlekli sandalyeye sahip olmak nispeten şanslı olmak demekti. Hayatını ellerinin üzerinde geçireceğini sandığımız Ali’nin neredeyse bacakları olmuş kadar sevinmiştik. Artık sabahları sınıfa en son gelmeyecekti. Hatta gün boyu sırasında oturmasına gerek kalmayacak, tenefüslerde derse geç kalırım diye korkmadan tuvalete gidebilecekti. O ise şaşkındı. Müdürün bir kat aşağıdaki odasından gelirken bile soluk soluğa kalmıştı. Ufacık yüzünü koca bir adamınkileri andıran geniş elleriyle ovuşturup tekerleklere baktı ve “Merdiven de çıksaydı iyiydi,” dedi. Sınıftaki uğultu ve suratımıza yayılan gülümseme aniden kayboluverdi. Bunu hiç düşünmemiştik.

Mezun olduktan sonra onu hiç görmedim. Ta ki bizden farklı insanların, farklı amaçlar için yaratılmış olduğunu anladığım bu geceye kadar. Sarı, alın kısmı öne doğru çıkık kaskı, kahverengi üzerine siyah çizgili formasıyla gerçek bir kuşu andırıyordu. Yarışın başlama düdüğüyle birlikte adeta bir şahine dönüştü. Var gücüyle tekerlekleri çeviren kalın ve uzun kolları avını gözüne kestirmiş bir yırtıcının kanatları gibiydi. Keskin hareketlerle önce yana açılıyor sonra yukarda bükülerek önündeki havayla birlikte ne varsa arkasına atıyordu. Kaskı koca bir yırtıcının kancalı gagasına dönüşüvermişti. Kararlı ve kısık bakışlarında hepimize duyduğu öfke ve sitemi görür gibi oluyordum. Hızını kesmemesi için bazen kanatlarını gövdesine yapıştırıyor, başını bir an olsun yerden kaldırmıyordu. O kadar hızlıydı ki arkasındaki görüntüleri birer siluet olarak bırakıyordu. Kanatlarının ince uçlarıyla hafif kavisler çizerek kendisine yön veriyor, en içteki kulvarı kimseye kaptırmıyordu. Rüzgarda titreyen her tüy tanesini seçebiliyordum. Güneşin altında pırıl pırıl parlıyorlardı. Kuş Ali yükselip alçalıyor, rüzgarı ustaca deliyordu. Göğüs kafesi hızla şişip iniyor gökyüzüyle parlak turuncu pisti bir bıçak gibi ikiye ayırıyordu. Bir an kendimi onun yerine koydum. Hiç bu kadar hafif hissetmemiştim. Bizler onun gözünde rengarenk ve karmakarışık çizgilerden ibaret olmalıydık. Rüzgarın sert uğultusu ve hayatı alt üst edebilmiş olmanın huzuru muhteşemdi. Ali, hayalleriyle engeller arasındaki ince çizgiye kadar uçtu. Yarışın son yüz metresine girildiğinde göğsümün üzerindeki ağırlığın, heyecandan alıp veremediğim nefesimden kaynaklandığını fark ettim. Çayımdan bir yudum aldım. Ali, sanki spikerin gittikçe artan heyecanlı sesine kulak veriyor incecik bir tül gibi görünen kanatlarını olabildiğince hızlı çırpıyordu. Hızlı. Daha da hızlı.

Şimdi kendi doğasına meydan okuyup, dört yüz metre tekerlekli sandalye yarışında rakiplerinden açık ara karşımda uçan Ali ona taktığımız lakabın hakkını vermişti. Kanatlarını fark etmiş, çoğu insanın hayalini gerçekleştirmişti. Çünkü uçabilmek için bacaklara gerek yoktu. Ben de bazen, özellikle çok sıkıldığım zamanlarda uçtuğumu hayal ederdim. Sonsuz bir boşlukta, bu bazen uzun bozkırlar ya da okyanus oluyordu, umarsızca uçtuğumu düşlerdim. Etrafımı saran olumsuzluklardan ancak böyle kurtulabileceğimi biliyordum. Kendime koyduğum sınırlarımı aşmam sadece böyle mümkün oluyordu. Gözlerimi kapatıp kendimi gökyüzünde hayal ederken bize dayatılan tüm kural ve sınırların bulutlarla temizlendiğini hissederdim. Ben yükseldikçe bombeleşen ufuk çizgisiyle birlikte elimi kolumu bağlayan her şey silikleşip kaybolurdu. Bazen de düşerdim. Bilincim dışında, aklım kayalar ya da ağaçlar çıkartırdı önüme. Böyle zamanlarda korktuğumdan hemen gözlerimi açar, gerçek ama sınırlı hayatıma geri dönerdim. Ali ise düşmeyi göze alanlardandı. Özgür olabileceği yer gökyüzüydü çünkü orada onu engelleyecek bizler yoktuk. Yukarıda kendi sınırlarını kendisi belirliyordu.

Varış çizgisini rakiplerinden neredeyse bir tur önce geçtiğinde derin bir nefes almayı hak etmiştim. Büyük bir hayranlıkla “Bedeninin dar geleceğini biliyordum,” diye düşündüm. Ali kanatlarını sonuna kadar germiş yere doğru süzülüyordu. Spikerin bağıran tiz sesinin altında sanki nefes nefese kalmış Ali’nin kalp atışlarını duyabiliyordum. Havada asılı kalırcasına iyice yavaşladı. Seyircilerin önüne gelip sol elini havaya kaldırdı. Kamera esmer, renkli gözlü bir kıza yöneldi. Bir taraftan çığlık atıp ağlayan kız Ali’ye öpücükler atıyordu. Ali merdivenleri çıkabiliyor muydu bilmiyorum ama azmiyle kendini olimpiyatlarda bir kuş gibi uçabilene kadar bileyen bu adam, yaşamını oturarak geçireceğini düşünen bizler için utanç koskoca bir ülke için gurur kaynağı olmuştu. Ona sunulan engelleri yıkıp sınırları aşmıştı. Kuş Ali, uçmayı öğrenmişti.


Orhan Murat BAHTİYAR

Özgeçmiş

06.05.1986 Çorum/Sungurlu doğumluyum. Eğitim hayatımı sırasıyla Ankara Bahçelievler İlköğretim Okulu, Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde tamamladım. Lise ve Üniversite hayatımda AAL Gençlik Kulübü Başkanlığı, TOBB ETÜ Teknoloji Topluluğu Başkanlığı ve AMTB Genel Sekreterliği görevlerinde bulundum. Şu anda da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde Elektrik Elektronik Mühendisi olarak çalışmaktayım.

Mühendisliğin yanında profesyonel olarak fotoğrafçılıkla ilgileniyorum. Ankara’da yeni kurulan ‘MaraModern’ bünyesinde temel fotoğraf eğitimleri veriyorum.

Her ne kadar lise yıllarımdan beri yazı yazsam da yaklaşık olarak iki yıldır düzenli olarak üzerinde çalışıyorum. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda katıldığım seminerlerden sonra şimdi de Cemil Kavukçu ile öykü atölyesine devam ediyorum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst