Kusursuz Aptallar

AsiDost

Üye
Üye
Katılım
Haz 9, 2013
Mesajlar
6
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Modernizm ve sosyal devlet olgusu, kapitalizm tarafından içi boşaltılan ve bizzat kapitalizm tarafından yönetilen bir kuramdır. Orta çağdan bu yana hiyerarşik yapılanmalarını ve ortaya koyduğu normlarını çeşitli siyasal iktidarlara ve dönemin mevcut yönetimine göre belirleyen kapitalizm, bu anlamda tekel kuralını her dönemin siyasi liderine benimsetmeyi başarmıştır. Başa geçen siyasi iktidar, elinde bulundurduğu toplum mühendisliği kozunu kendi ideolojisine göre değil, kapitalizm dayatmalarına göre şekillendirir. Tıpkı mimari dizayn, sanat estetiği ve bireysel ideolojileri dayatması gibi.

Yüzyıllar boyunca kibrin zehirli akışkanlığına tutulan ve kendi tasarladığı “kusursuzluk” anlayışı nedeniyle insanoğlu; yaşadığı topraklardaki azınlıkları, farklılıkları, görünmeyeni, halı altına süpürüleni ve görmezden gelinenleri yalnızca sosyal devlet ya da onun yöneticisi kapitalizmin bir kaynak kapısı değil, insanlığını besleyen bir figür olarak gördü. Toplumu inşa eden bireyin taleplerini de “kusursuzluk” seviyesine yükseltmek isteyen siyasi irade, bu anlamda kendi mükemmeliyetçi anlayışını yönettiği kendi halkına dikta etti. Ülkemizde de örneklerine sıkça rastladığımız otoriter yapılanmalar, darbeler, iç savaşlar, soykırımlar ve utançla anılması gereken tüm tarihi olayların ardında yatan şey, sistem tarafından “normal” olarak kabul görülenin “anormal” olarak tayin edilene açmış olduğu savaştır. “Normal” bir şekle sahip hiçbir birey, “anormal” olarak tayin edilenin kendi yaşam alanında bulunmasını, yürüdüğü kaldırımda yürümesini, yediği yiyecekten yemesini, izlediği filmden, dinlediği müzikten baktığı resimden faydalanmasını istemez. O’na göre dünya düzeni “normal” olan “kusursuzlar” için dizayn edilmiştir ve bu şekilde muhafaza edilmelidir. Fakat konuya “normal” ya da “anormal” olanın dışında bir “O” kimliğiyle günah keçisi yaratarak devam etmektense, meselenin özüne inmeyi tercih ederim.

Her birimizin; normal ya da anormal, estetik algısı kendi “normal”ine göre şekillenir. Farkında olmasak da kapitalist sistem tarafından şekillendirilen bu meram, “normal” olanın dışına çıkamaz: Sarışın, mavi gözlü, güzel vücutlu bir kadının yanına "çirkin" bir adamı iliştirmek komik olduğu kadar acıklı bir durumdur bizim için. Keza bu örnek tersi için de geçerlidir. Çünkü sistem birbirine benzer özelliklere sahip, melez olmayan, standart ve tek tip modelleşmeden beslenir: Aynı şeyleri giyen, aynı şeyleri tüketen, aynı görünen. Bu yapılanmayı isteyen sistemin buna teşne olan insanlar için çok fazla bir şey yapmasına gerek yoktur: Evvela mahalleleri, caddeleri, şehir merkezlerini, anıtları, kültürel faaliyetlerin yürütüldüğü alanları, organizasyonları, ağır ağır vilayetleri, belli ilçeleri ve sonunda tüm şehri “normal” olan için yapılandırmaya başlar. Artık girdiğiniz hiçbir dükkânda “anormal” olarak bulabileceğiniz uygun bir kıyafet, uygun bir yiyecek bulamazsınız, çünkü siz “normal” olana göre “normal” değilsinizdir. Elindeki kalemi nereden satın aldığını ve ödediği paranın nereye gideceğini bilmeyen “normal” vatandaş, bağışta bulunması nedeniyle sizin özgürce dışarıda dolaşabildiğinizi, sosyal devletin “daha ne yapsın,” dediği hizmetleri sayesinde yaşayabildiğinizi düşünür. Bu düşünceyi bir hak olarak görmesiyle de sizin olduğuna inanmadığı özgürlük alanlarınızı taciz eder. İstemeden de aracı olduğu ve satın alarak vicdanını rahatlattığı küçük bir kalem, ona göre “normal” olanın “anormal” olana yaptığı bir gövde gösterisidir. Fakat ilgilenilmesi gerekenin menzilde yatan ucuz bir kalem aracılığı ile hayatta tutulan bir sözde azınlığın değil, buna zemin hazırlayan “normal” yurttaşların bile aklına gelmeyecek “insanlık” dersidir.

Doğası gereği yalnızca bireysel ya da toplumsal anlamda değil, yaşam standartlarının, yaşam alanlarının ve üzerinde hükümran olduğu coğrafyanın da “kusursuz” olmasını isteyen insanoğlu, yalnızca “öteki normallerin” değil, diğer canlı türlerinin de safkan bir nesil inşa etmesini ister. Kibrin zehirli bir uyuşturucu olduğunu başta söylememin nedeniyse, bu zehrin etkisini geçirecek şeyin çok nadir bulunan “insanlık” olmasındandır. İnsanlar yalnızca kendi kusursuz nesillerini değil, diğer canlıların da safkan bir nesil üretmelerini ister. Bu sebeple bahçedeki güzel çiçeklerin yanında biten diğer bazı çiçekler, bahçemizdeki çeşitliliği artıran türler değil; esas, güzel ve “normal” olana “zarar veren” bir türdür. Ya yok edilmeli ya da yaşam alanlarının taşınması gerekir. Bu nedenle azınlıklar ve farklılıklar ya da diğer tüm “ötekiler” yok edilemiyorlarsa, yaşam alanlarının “normal” olanların yaşam alanlarından uzakta kalması gerektiğine inanılır. Çünkü onlara göre “normal” ve “anormal” olanlar bir araya geldiğinde, kendi zihinlerinde dizayn ettikleri “kusursuzluk” ilkesi, varoluşunu tamamlayamaz.

Her şeyin uyumlu, birbirine benzer, ayrışmayan, zıtlaşmayan bir yaşam alanında filizlenmesi gerekir: Siyasetin, sanatın, mimarinin, estetiğin, kavgaların, söz dalaşlarının, muhabbetlerin, sevgililerin, sevişmelerin, yiyeceklerin ve gözle görülebilecek her şeyin. Korkar çünkü “normal” olanlar “anormal” olarak gördüğünden. Ona göre normal olmak, kusursuzlukla paralel ilerler. Kusursuz olduğuna inandığı el serçe parmağının dahi incinmesini istemez. Çünkü küçük bir kusur, mükemmel olana zarar veren bir bakteridir. Sizden bir öcü gibi korkan, sizi bir vicdan meselesi yapan bu zavallı kusursuzların çözemediği tek sorunsa, kendi kusursuz dünyalarındaki aptal meseleleridir. Siz de tıpkı onların size yaptıkları gibi; kendi “kusursuz” dünyalarındaki aptal meselelerine bir soytarı gölgesi olabilir, “kusurlu” olduğuna inandıkları bedenleriniz üzerinde gezindirdikleri bakışlarını biraz hiciv, biraz sert bir üslupla onların kusurlarına vurabilirsiniz. Çünkü kusursuz olduğuna inanan her insan, kendi kusurunun farkına varamayacak kadar aptaldır.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Siz de tıpkı onların size yaptıkları gibi; kendi “kusursuz” dünyalarındaki aptal meselelerine bir soytarı gölgesi olabilir, “kusurlu” olduğuna inandıkları bedenleriniz üzerinde gezindirdikleri bakışlarını biraz hiciv, biraz sert bir üslupla onların kusurlarına vurabilirsiniz. Çünkü kusursuz olduğuna inanan her insan, kendi kusurunun farkına varamayacak kadar aptaldır.

Merhaba AsiDost,

Bugüne kadar tüm yazılarınızı okudum ama bu cümle işte bu cümle bambaşka güzel geldi :) teşekkürler tüm paylaşımlarınız için.

Aslında insanoğlunun doğasında var kendinden farklı görünene yada kendisine benzemeyene yani sıradan olmayana duyulan garipseme halleri, nasıl davranacağını bilememe halleri sanki bizler başka dünyanın çocuklarıymışız gibi...oysa bizim başkalarının eksiklikleri olarak gördükleri kusurlarımız ne yazık ki onlardan fazla olan artılarımızı görmezden gelmelerine sebep olabiliyor. Yani bazen öyle anlar yaşanıyor ki Nasrettin Hoca fıkralarına taş çıkartır cinsten. Ama ben artık ne kendini kusursuz sanan aptalların biz kusurluların ( aslında kusurlu değiliz onlar öyle sıfat buluyorlar) öcü görmüş gibi geri adım atmasından rahatsızlık duyuyorum ne de onların cahilliklerini yüzlerine vuruyorum. İnsanı her haliyle kabullenebilme beceresini gösteremeyenlere karşı artık daha bir yumuşak davranmaya çalışıyorum belki de engelliliğin anlamını bilmediklerinden ya da bir gün kendileri de herhangi bir şekilde engellenebilecekleri olasılığını aklına bile getirmediklerinden olsa gerek, öylesine vurdumduymaz ve öylesine insanlıktan uzaklar ki artık ben ötekilerin deyimiyle bizlerden olmayan ötekilere sadece gülüp geçiyorum...

Evet sizin deyiminizle onlar sadece kendini kusursuz gören aptallar ordusu :)

Sağlıcakla kalın, paylaşımla kalın,
 
Tekerlekli Sandalye
Üst