Lacivert

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Şehir ışıklarının görkemi yıldızları küstürdü. Bütün bu yapay şölen tabiatı gölgeledi. Bazen insan iradesi kaderini gölgeleyebilir. Birazdan benim yapacağım şey gibi. Ölümüm kaderden değil, benim irademle gerçekleşmek üzere. Bu tepeyi seçtim, çünkü şehir ışıklarını uzaklardan izlemeyi hep çok sevdim. Hayallerimi yutmasına izin verdim; az sonra da bedenimi ve içimdeki yüz elli sekiz günlük ufaklığı yutacak. Elbette daha uzun yıllar bu şöleni izleyebilmeyi isterdim. İçimdeki benden beslenmeye devam edecek, bedenim genişleyecek ve ondan önce bedenimi yarıp ikimizin de canını söküp almak için sıraya girecekler. Hepsinden önce bunu şimdi burada kendim yapmayı seçtim. Benim için ayrılan oksijenin sonlarına geldik. Birazdan kanımdaki amfetamin havai fişekler gibi olacak, ayaklarım zeminden ayrılacak ve mümkün olan en harikulade şekliyle ayrılacağım dünyadan.. Küçük bebeğim seni söküp atamadım içimden, haydi son defa sıkıca tutun rahmime, uçuyoruz! Fısıltılar, hıçkırıklar, silüetler, annem, karnım çatlayacak mı bu nasıl olur, ölmedim mi?! Ne vardı bu kadar bana tutunacak, başka rahim yok muydu zavallı çocuk . İstemiyorum seni! Aylarca komada kalmışım, ölü bedenim bebek için yaşam alanını sağlamış, ailem intiharıma dayanamamış ve beni affetmiş. Psikiyatri Kliniğindeyim, konuşmuyorum, dinliyorum,(dinlemiyor gibi yapıyorum) ağlıyorum, utanıyorum, çok utanıyorum. Klinik, travmayı atlatıp her şeyi geride bırakmam için uğraşıyor. Fakat ben bunun asla gerçekleşmeyecek bir hayal olduğunu biliyorum. Bu mümkün mü? Ben, içinde hırslı bir can besleyen, kendine bakamayan bir acizim. Ben katilim. Caniyim. Hayat’tan kurtulabilmek için elimden gelen, gelmeyen her şeyi yaptım. Unutulmayacak acılar yaşattım. Aileme yaşattığım acılar ve Hayat’ın lacivert gözleri vicdanıma suret oldu. Ben, bu minik bedeni kollarımın arasına aldığım gün anladım. Hayat, inatla rahmimi tuttu, bırakmadı. O celladından vazgeçmeyen bir bebek, ben bebeğinin doğurduğu anneyim. O beni yeniden doğurabilmek için bırakmadı tutunduğu yeri. Her şeye her zaman geç kaldım, anneliğe geç kaldım. İkinci hayatım, yani önceki hayatımın tokadı, belki vebali, belki cezası ne derseniz deyin, böyle başladı. Hayat, sadece gözden oluşmuş bir bebekti. Minicik yüzünde kocaman lacivert iki ıssız çıkıntı. Cılız bedenli, koca gözlü şeyi kucağıma aldım ve düşmeye başladım. Kendi hayatımdan yuvarlanmaya başladım, bütün yaptığım korkunç şeylere çarpa çarpa düşmeye başladım. Yere çarptığım anda bebeğim kollarımın arasında sapasağlam, ben paramparçaydım. Hissettiğim şey korkunçtu. Berbattı. Muhteşemdi. Anneydim, bu olağanüstü şey benimdi, berbat hayatımda en masum, en mükemmel tek şey. Ben içimdeyken onu öldüremedim diye ikimizi birden katledecek hale gelmiştim. Uzun süre başardığımı bilmeden yaşadım. Bütün vahşiliğim, bütün çabam boşa gitmemiş, lacivert gözlümü öldürmüşüm, sadece Allah’ın ona verdiği ruha dokunamamışım. Bebeğimin geleceğini, bedenini, yaşamını enkaz haline getirmişim daha doğmadan. Ben; katil anne, vicdansız anne, günah temizlemek için değil, ondan çaldığım hayatı geri verebilmek için yaşayan anne. Zaman, Hayat’ı büyütmedi. Canlandırmadı, güldürmedi. Emeklemedi, “anne” demedi. O hiçbir gün insan olmadı. Sadece ağladı. Hep ağladı. Benim ona yaptığım kötü şeylere ağlar gibi, yıllarca ağladı. Acı çeken bir kukla gibi zamanda sürüklendi. En kötüsü de acılarını hiçbir zaman ifade edemedi. Onu bu hale getirenin annesi olduğunu bilemedi. Sesini hiç duymadım, kızım ne yemeyi sever, neden korkar, hayal kurar mıydı? Rüya görür müydü? Ben de bunların hiç birini bilemedim. O, karşımda azar azar kayboldu. Hayat, benim hayatım, vicdanım, bedelim, cezam, ödülüm oldu. Bebeğimin gelişiminde bir sorun olduğunu anlamamız ve buna emin olmamız bir yaşına kadar sürdü. Gözlerindeki lacivert, bir bebeğe yakışmayan ıssızlık ve derinlikte idi. Kıpırdamıyor, tepki vermiyor, bakışlarındaki boşluk korkutuyordu. Ağladığı zamanlarda dahi sorunun ne olduğunu anlamamıza imkân olmadı hiçbir zaman. Yaşantımın en çaresiz, en korkunç, en berbat günleriydi. Çırpınıyor, çırpındıkça saplanıyordum. Günahım çok yakınımda, kollarımın arasında, bakıyor-görmüyordu. Anladım; bebeğim, vicdanıma göz oldu ve ben her gün yüzleşiyordum. Yıllarca yüzleştim. İnsan, günahıyla yaşamaya mecbursa ve bu günahı temizlemek için tek bir şans bile yoksa cılız bir umut yaratıp ona var olan tüm inancıyla tutunabiliyor. Tutunmak zorunda kalıyor. Günler ve aylar ve yıllar geçti. Zaman, insana çaresizliğini kabullendirebiliyor ancak, umudunu öldüremiyor. Zaman, benim umuduma sarılmama engel olamadı, tutunacak tek şeydi. Bir de güzel kızımın bana gülümsemelerinin dışında. Hatta yedinci yılından itibaren kahkahalarla güldüğü anlar bile oldu. İşte o anlar, beni hem çok mutlu ediyor, hem de azaplar içinde kıvrandırıyordu. Kızımın yapamadığı her şey için, gelişmeyen bedeni için, hala yaşama tutunmaya çalışan gözleri için, onu bu hale getirenin sorumlusu ben olduğum için azaplar içinde kıvranıyordum. Gitmediğim hastane, denemediğim tedavi yöntemi kalmadı. Tam on üç yıl yirmi beş gün boyunca savaştım. Kendimle savaştım. Hayat’ımı bu şekilde yaşamaya zorladığım için bana karşı çıkanlarla savaştım. Korkularım ve çaresizliğimle savaştım. Bebeğimin gelişmeyen bedenine bakan gözlerimle savaştım. Ona korkmadan sarılacağım gün için savaştım. İncecik kemiklerini kaplayan tül gibi tenine daha fazla zarar vermemek için sarılamadım doyasıya öpemedim miniğimi. Umudum? Asla vazgeçmedim, tek bir gün bile. O benden en başından vazgeçmemişti, ben de vazgeçmedim. İnanmak istemesem de verdiğim bütün savaş sadece onun ömrünü biraz daha uzatmaya yaradı. Acılarını geçici olarak dindirmeye yaradı. Böyle yaşamaya zorlamaya hakkım var mıydı? Hiç sorgulamadım, aklımdan bile geçirmedim. Kızım, acıktığında ifade edemedi, ağrılarını, acılarını ifade edemedi. Yattığı ya da oturduğu yerde kıpırdayamadı. Hatta hareket edememekten dolayı bedeninde yerleri değişen fakat devamlı bir yerlerinde beliren morluklarla yaşadı. Kısa ömrünün son yıllarında kemiklerinin şekli değişti. Hepsiyle yaşamaya alıştım, onun gözümün önünde eriyip kaybolmasına alıştım. Bir tek vicdanımla başa çıkmaya alışamadım. Ben ölmeyi çok istedim, onun hayatını çalıp yaşamaya devam etmek haksızlıktı. Bilseydim ki, benim canım kızımı canlandıracak, asla tereddüt etmez verirdim ona canımı. Ne yazık bendeki can işe yaramadı. On üç yıl yirmi beşinci gün, o sabah ilk defa mutlulukla, içimi kemiren vicdanımın acısı olmadan uyandım. Rüyamda kızımla beraber bütün yapamadığımız şeyleri yaptık. Sesini duydum, şarkılar söyledik. Kızımın erimiş bedeninin yanına zor attım kendimi. Hayat’ım ağlamıyordu. Kocaman gözlerini açmış beni bekliyordu. İşte dedim, sonunda. Herkesler duysun, herkesler görsün, o benim kızım, kurtardım işte onu. Başardım! Kızım o sabah gitti. Beni acılarımla, pişmanlıklarımla bıraktı gitti. Beni yarım bıraktı, aklımı aldı ve gitti.
Kızım gittiğinden beri, toplumun kenarına itilen, yalnızlığa terk edilen insanların, rehabilitasyon merkezlerindeki çocukların eksik uzuvlarıyım. Gözüm, kulağım, ayağım, zihinim. Peki devam eden hayatım boyunca bu acılarımı hafifletecek, pişmanlığımı dindirecek mi? Asla. Günahlarımın kefaretini mi ödemeye çalışıyorum? Asla. Sadece nefes almak için nedene ihtiyacım vardı. İlk başlarda gördüğüm her çocukta kızımdan izler buldum. Çünkü her birinde kızımı arıyordum ve hepsinde o vardı. Sonraki zamanlarda, onlarla geçirdiğim zamanlarım bana öğretti; bizler, bedeninde kusur olmayınca, kalbinde kusur yaratıp katılaşan insanlarız. Katılaşıyoruz ve geri dönüşü olmayan hatalar yapıyoruz, sevgisiz kalıyor sevgisiz bırakıyoruz. Ne yazık, kalbimin kusurlu olması bana bunları yaşattı, kızım geçti gitti bu dünyadan. Yine şükürler olsun, kalbim artık kusurlu değil, bedelim korkunç oldu. Ama artık yaşamımın anlamı var.

ESER SAHİBİ: Özlem BAYZAT

ÖZGEÇMİŞ : Özlem BAYZAT, 02.01 1987 tarihinde Bakırköy’de dünyaya geldi. Çok küçük yaşlardan itibaren edebiyat ve sanatla iççice olmaya başladı. Trakya üniversitesinde Gıda bölümünden mezun olduktan sonra 2006 yılından itibaren mesleği ile ilgili işlerde çalıştı. Üniversite hayatında tiyatro ve şiir dinletilerinde yer aldı. Şimdilerde resim yapıyor kısa hikâyeler yazıyor ve roman üzerinde çalışıyor.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
'' Günahım çok yakınımda, kollarımın arasında, bakıyor-görmüyordu. Anladım; bebeğim, vicdanıma göz oldu ve ben her gün yüzleşiyordum. Yıllarca yüzleştim. İnsan, günahıyla yaşamaya mecbursa ve bu günahı temizlemek için tek bir şans bile yoksa cılız bir umut yaratıp ona var olan tüm inancıyla tutunabiliyor. Tutunmak zorunda kalıyor. Günler ve aylar ve yıllar geçti. Zaman, insana çaresizliğini kabullendirebiliyor ancak, umudunu öldüremiyor. Zaman, benim umuduma sarılmama engel olamadı, tutunacak tek şeydi. ''

Selam Özlem,

Edebiyata yatkınlığın ve hikaye yazma konusunda başarılı olduğun kesin olmakla birlikte, bana göre kendini daha da geliştirdiğinde inanıyorum ki ortaya harika eserler çıkacaktır.

Edebiyatla kalman dileğimle,
 
Tekerlekli Sandalye
Üst