Marifet İltifata Tabidir

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Dilimizde, dünden gelen birtakım atasözleri var. Bugün
bunlardan bazılarını hâlâ begeniyoruz, bugünkü
bilgilerimize uygun buluyoruz, bazılarını ise
begenmiyoruz*. Örnegin "Kızını dövmeyen dizini döver"
sözü, egitim psikolojisi kapsamındaki günümüz
bilgileriyle bagdasmıyor, tedavülden kalkmıs gözüküyor.
Ancak bazı atasözleri hâlâ geçerli. Bunlardan birisi su:
"Marifet iltifata tâbidir."

"Marifet iltifata tâbidir" sözü, bir insanda bir beceri
gelistirmek istedigimizde, o insana iltifat etmek
gerektigini belirtiyor. Bu söz, psikolojideki edimsel
(operant) sartlama yaklasımını adeta özetlemektedir.

Eger dünyadaki bütün dillerde söylenmis bütün atasözlerini gözden
geçirecek olsak, sanırım hemen her konuda, birbirinin zıttı nitelikte atasözü
bulabilirsiniz. Kültürler ve zamanlar arasındaki farklılıklar, atasözlerine de
yansımıs olsa gerek.

Edimsel sartlama kısaca su: Bir insan veya hayvan, belirli
bir uyarıcı karsısında bir davranıs sergilediginde, eger bir
pekistireç elde ederse -örnegin bir yiyecek veya aferin

alırsa- gelecekte aynı davranısı sergileme ihtimali artar.
Köpeginiz, adını söylediginizde yanınıza gelse, siz de ona
yiyecek verseniz -veya yalnızca sevseniz-, ilerde adını
söylediginizde yanınıza gelme ihtimali yükselir. Ya da
diyelim ki bir çocuk eline bir kitap aldı ve resimlerine
bakmaya basladı; siz ona "aferin" derseniz, gelecekte
çocugun aynı davranısı tekrarlama ihtimali artar.

Kısacası siz, hayvanlara veya insanlara, bir sekilde iltifat
ederseniz (yiyecekle veya aferin vererek iltifat ederseniz),
onların kendilerine özgü marifetler/beceriler edinmelerine
katkıda bulunmus olursunuz.

(Bu noktada sunu belirtmekte yarar var: Edimsel
sartlamada, dıs kaynaklı/güdümlü bir ögrenme, daha
dogrusu bir "ögretme" söz konusudur. Çocugun yası
büyüdükçe, dısarıdan verilen

geribildirimlerin/pekistireçlerin yerini iç kaynaklı aferinler
almalıdır. Örnegin bir genç, birileri ona "aferin" dedigi
için degil, basarmaktan haz duydugu için çalısmalıdır.
Ancak çocuklar büyüdüklerinde, dısarıdan verilen
aferinler, azalarak da olsa devam etmelidir. Yetiskinlerin
de, ara ara da olsa aferin'e ihtiyaçları vardır.)

Marifet iltifata tâbidir sözü, geleneksel kültürümüzün
sezgi gücünü sergiliyor. Gerçi somut--soyut (yani yiyecek
vererek veya överek) iltifat etmek, bir beceri gelistirmede
tek yol degildir, insanlar hatta hayvanlar, model alma veya
kesfetme yoluyla da ögrenirler. Ancak pekistireç
verme/iltifat etme de ögretmede önemli bir yoldur.

Okulda aferin, evlilikte iltifatın her türlüsü, isyerinde paraövgü,
sokakta tesekkür, insanların gelismelerine, mutlu olmalarına yol açar.


Bilime, Sanata, Spora İltifat


Kisiler iltifat yoluyla gelisebilirler; aynı zamanda
çevrelerine iltifat ederek veya etmeyerek çevrelerini
sekillendirirler. İbn-i Sina "Bilim ve sanat iltifat görmedigi
ülkeyi terk eder" demis.

Eger bilime, sanata iltifat ederseniz bunları gelistirirsiniz.
Dogaya iltifat ederseniz, dogal yasamı korursunuz. Ava
iltifat ederseniz, dogal yasamı zedeleyebilirsiniz.

Spora iltifat ederseniz sporu gelistirirsiniz. Gördügüm
kadarıyla toplum olarak spora yeni yeni iltifat etmeye
basladık. Ben ilkokuldayken, resim, müzik, beden egitimi
derslerinde çogunlukla matematik yapardık. Günümüzde
artık böyle degil; resim dersinde resim yapılıyor. Ancak
yine de toplumca, futbol dısındaki sporlara yeterince ilgi
göstermedigimizi düsünüyorum. Halen okullarımızda veli-
-ögretmen görüsmelerinde fizik, matematik
ögretmenlerinin kapısında kuyruklar olusuyor da, ne
hikmetse resim, müzik ögretmenlerinin kapılarında
kuyruklar olusmuyor.

Benim ülkem ne zaman ki resim, müzik, beden egitimi ögretmenlerinin
kapısında kuyruk olacak, biz o zaman resimde, müzikte, sporda ve
bunların etkisiyle bilimde daha basarılı olacagız.



Arazi Olmaya Degil, Araziye İtifat Etmeli

Neye iltifat ederseniz ona müstahak olursunuz (onu hak
edersiniz). Ülkemize söyle bir bakınız; insanımız arazisine
degil, arazi olmaya iltifat ediyor. Söyle:

Askere giden gençlere, yarı saka yarı ciddi "Aklın varsa
askerde arazi olacaksın" diye ögüt verirler. Genç de tutar,
arazi olmaya, ortalarda gözükmemeye çalısır. Bazı
isyerlerinde insanlar, adı resmen konmasa da arazi olmaya
çalısırlar. Yeni evlenen erkeklere, tecrübeli erkeklerin yarı
saka yarı ciddi bir önerisi vardır: 'Yardım ediyorum diye
mutfaga gir, karının bardaklarını kaza süsü vererek kır;
seni bir daha mutfaga sokmaz. " Yani mutfakta da arazi
olmasını ögütlerler. Eh, artık herhalde ülkede de arazi ol,
etliye, sütlüye karısma, bana dokunmayan yılan bin
yasasın de! Bu kadar arazi olmak da kötü. Çünkü, bugün
arazi olan yarın arazisiz kalır.

Bugün arazi olan yarın arazisiz kalır. Arazi olmayın, arazinize sarılın.
Eger siz topraga iltifat ederseniz, toprak da size eder.


Benim vatandasım, üreterek kazanmak yerine topragını
satarak kazanmayı tercih ediyor. Bu yıllardır böyle.
Kıyılardaki zeytinlikleri, narenciye bahçelerini sattı,
içerlerdeki bugday tarlalarını sattı benim vatandasım.
Zeytin, bugday üreterek kazanmak yerine, topraklarını

satıp sehirde bir apartman dairesi almayı tercih ediyor.
Elinde kalan bes--on milyar parayla hayat boyu geçinirim
sanıyor. Oysa hazıra daglar dayanmaz. (Vatandasımın
satarak kazanma tercihinde yanlıslık olabilir; ancak onu
bugüne getiren sartlarda da yanlıslıklar var. Sözgelisi, eger
kırsal kesimdeki yasam sartlan onu tatmin etseydi,
üreterek kazanmayı tercih edebilirdi. Eger köy enstitüleri
kapatılmamıs olsaydı, köyünde oturup üreterek kazanmaya
iltifat edebilirdi.)

Yanlıs İtifat, Yanlıs Beceri
("Benim oglan pek zeki... ")


Edimsel sartlamada "tesadüfi pekistirme" denilen bir olay
vardır. Gelisigüzel verilen ödüller, hedeflenmeyen
davranısların ortaya çıkmasına yol açabilir. Tasmasından
tutmus, köpeginizi gezdirmektesiniz diyelim. Kosmaya
basladıgında, onu yavaslatmak amacıyla 'Yavas!" diyerek
tutup severseniz, farkında olmadan, kosmamasını degil,
kosmasını pekistirmis olabilirsiniz. Gelecekte, siz "Yavas"
dediginizde kosma ihtimali artacaktır.

Bazen bir çocuk elini agzına sokar, ana babası "Sokma"
diyerek elini tutar, onu kucagına alır. Ana babanın bu
davranısı, çocuk için ilgi görmek anlamına gelir; bu ilgiyi
sürdürmek amacıyla elini agzına sokmaya devam eder.
Böylece çocugun elini agzına sokmaması degil, sokması
pekistirilmis olur. Tesadüfi pekistirme sayabilecegimiz bu
olayda, yanlıs iltifat, istenmeyen bir davranısın ortaya
çıkmasına yol açmıstır.

Yerinde kullanılmayan iltifatlar yersiz marifetlere yol
açabilir. Bu konuda bir örnek:

Nice baba ogluyla iftihar ederken, oglunun dinledigini fark
etmeksizin birilerine, "Bu oglan çok zeki; sınıfta
ögretmeni bir dinler, hemen kapar; artık bir daha kitabı
okuması gerekmez" der. Bu konusmaya kulak misafiri
olan oglanlar galiba su sonucu çıkarıyorlar: "Ben zekiyim
(babam öyle diyor), ögretmeni bir dinleyip hemen
kapıyorum, artık bir daha okumam gerekmiyor. Benim
kadar zeki olmayanların, aptalların, ineklerin, harıl harıl
okumaları gerekebilir. Ama çok sükür ben zekiyim. " İste
bilinçsizce pekistirme sonucunda ortaya çıkan bir yargı:

"Ben zekiyim; okumam sart degil!."

Baba çocukta böyle bir yargı olusturmayı hedeflememisti.
Ancak bu yargı ve bunun devamı olarak çıkacak
"okumama davranısı" çocugu hayatı boyunca etkileyebilir.
(Burada babanın bir hatası daha var. O da su: "Zeka esittir
ezberleme becerisi" sanıyor. Oysa, yeni bilgileri
kesfetmek/ üretmek de en az ezberlemek kadar, belki
ondan fazla zeka belirtisidir.)

Ailede İtifat/-sızlık

Aile üyeleri birbirlerine iltifat etmeli. Karı koca
birbirlerine zaman zaman iltifat etmeli. Kadın ve erkek, o
güne kadar esinden aldıgı güzel seylerin ne oldugunu
söylemeli. Sözgelisi "Bana güven verdin" veya "Bunca yıl
evimizin rızkını çıkardın" ya da "Seninle birlikte olmak
keyifli; senin yanında kendimi rahat
hissettim/hissediyorum" demeli. Esimizin, mutlaka bizi
rahatsız eden davranısları vardır; bunları söyleyelim. Ama
lütfen, onun bizi olumlu yönde etkileyen geçmise veya su
ana ait olumlu duygularını, düsüncelerini, davranıslarını
da dile getirelim, insanlar, birbirlerinin
eksilerini/eksiklerini yakalamak için gözlerini dört açarlar
da, artılarını, olumlu yanlarını yakalamak için aynı dikkati
göstermezler.

Bugüne kadar köyde, kentte nice ailenin sofrasına konuk
oldum. Bir kısmı akrabalarımdı, bir kısmı dostlarım. Aile
üyeleri, çocuklar, babalar, zaman zaman evin annesine
yemeklerde gördükleri eksikleri söylediler, sunun tuzu
çok, bu biraz daha pismeliydi dediler de, söyle bir yürek
dolusu, "Ellerine saglık, pek güzel olmus" denildigini az
duydum. Lokantalarda, yemekte bir eksik gören kimi
müsteri, asçıya iletilmesi amacıyla bu durumu garsona
söyler. Ancak, basarısı için asçıyı kutladıgını söyleyen çok
az kisi gördüm.

Konferanslarımda izleyicilere bazen, "Tipik bir baba,
çocuklarına duygularını ifade eder mi?" diye soruyorum.
Gurup hep bir agızdan -bazen yüzlerce kisi- "Etmez" diye
cevap veriyor. O zaman, "Arkadaslar, olumsuz yanlarını
ifade eder, olumlu yanlarını ifade etmez" diyorum.
Gülüyorlar. Bazen de söyle devam ediyorum:
"Bir baba için sövmek kolay, övmek zordur."

Peki niçin böyle? Niçin çevremizdekilere olumsuz
elestirileri rahatça yöneltiyoruz da olumluları
yöneltemiyoruz? Bu konuda pek çok yorum yapılabilir.
Süphesiz konunun tarihsel, kültürel, sosyolojik nedenleri
var. Belki olumluyu söyledigimizde, eski bir alıskanlıkla
nazar degeceginden korkuyoruz. Belki olumsuzu
söylemek, öfkeli bir avcı davranısı ve bu davranıs
toplumda prim yapıyor, statüyü yükseltiyor ve elestiren
kendisini güçlü hissediyor. Bu ve bunlara benzer derin
yorumlar yapılabilir; ancak konunun basit yorumlarından birisi su:

İnsanlar olumsuz elestiride bulunmayı
birbirlerinden ögreniyorlar, özellikle bu konuda büyüklerini model alıyorlar.


Eger böyleyse, bu konuda yeni bir ögrenme
gerçeklestirmek, olumluyu söylemeyi alıskanlık haline
getirmek mümkündür. Bu yeni ögrenme sürecinde ilk
adım, olumsuzları söylemeyi alıskanlık haline
getirdigimizi fark etmek olmalıdır.

Aile içinde yakınlarımızın sürekli eksiklerini,
istemedigimiz davranıslarını gözleyip söyleyebiliriz. Ama
bunun yanı sıra onların güzel davranıslarını da gözleyip
söyleyebiliriz. Sözgelisi kayınvalidenizin, size göre pek
çok olumsuz davranısı bulunabilir; ama onun en az iki de
olumlu özelligi vardır. Bir, esinizi dogurmus ve
büyütmüstür. İki, çocuklarınızın
anneannesi/babaannesi'dir. Bunu hiç düsündünüz mü?

Kayınvalidenizin birtakım eksileri bulunabilir;
ama en az iki de artısı vardır: Esinizi dogurmustur ve çocuklarınızın ninesidir.


Ailelerde kavgalar da olur, sirinlikler de. Aradan yıllar
geçtiginde hatırlananlar, hatırlanmak istenenler genellikle
güzelliklerdir, iltifatlardır. Annem ile babam arada
tartısırlardı, kavga ederlerdi; ama birbirlerine sevgiyle
seslendikleri de olurdu, muhabbetleri de çoktu. Simdi
çocukluguma dönüp baktıgımda kavgalarını, kavga
ederken birbirlerine ne söylediklerini hiç hatırlamıyorum.
Yalnızca birbirlerine söyledikleri güzel sözler kalmıs
hatırımda. Birbirlerine Sabahat'cıgım, Salih'cigim
demelerini hatırlıyorum, bir de babamın banyodan çıkma
törenini. Televizyonda paylastım, okuyucularımla da
paylasmak isterim.


Kubbemde Baki Kalan: Babamın Banyodan Çıkma Töreni


Çocukluk anılarım arasında annemin banyodan nasıl çıktıgına
iliskin bir resim yoktur; çünkü törensizdi. Babamın banyodan
çıkısları ise bugünkü gibi aklımdadır, çünkü babamın banyodan
her çıkısında küçük çaplı bir tören yapılırdı evimizde.
Aksıranlara "Çok yasa" denmesi gibi alıskanlık haline gelmis,
annemle babamın yıllarca bıkmadan usanmadan ciddiyetle
sergiledikleri bir törendi bu. Babam yıkanır, kurulanır, giyinir,
banyonun esiginde durup "Ceee!" diyen çocuklar gibi "Çıktım
açıklara!" diye bagırırdı. Annem de ona her seferinde aynı
ciddiyet, aynı sevecenlikle "Canım benim, sıhhatler olsun"
diye karsılık verirdi. Bunları dediler de ne oldu? Çok iyi oldu.

İyi ki öyle dediler; iyi ki öyle seslendiler. Bu sirin tören, bu
rutin, tarih boyunca evimizde tekrarlanmayacaktır. Çünkü artık
babam hayatta degil. Bu kubbede baki kalan, gerçekten hos
sadalardır. Zihnimde, kubbemde baki kalan, onların birbirlerine
sevecenlikle söyledikleri o hos sözlerdir. Kavga ettikleri zaman
birbirlerine ne söylediklerini gerçekten hatırlamıyorum. Sevgi
sözcüklerini hatırlıyorum, üstelik hasretle hatırlıyorum.
Sizler sevgili okuyucularım, bugün evlerinizde bagırıp çagırıyor
olabilirsiniz. Sanırım aradan kırk yıl geçtigi zaman, çocuklarınız
bagırmalarınızı, itip kakmalarınızı hasretle
hatırlamayacaklardır. Aradan kırk yıl geçtigi zaman
çocuklarınız, güzel geçmis bir bayram gününü, keyifli bir pazarı
hasretle hatırlayacaklardır. Baki kalacak sey, sizin güzel
sözleriniz olacaktır.

İsyerlerinde elemanlarınıza bagırıp çagırmalarınızı yıllar sonra
kimse hasretle hatırlamayacaktır. Hasretle hatırlayacakları sey,
bunaldıklarında yüreklendiren bir cümleniz, ise yeni
basladıklarında dostça sergilediginiz bir tavır olacaktır.
Yarınlarda baki kalacak sey, bugünlerdeki hos sadalardır.



İsyerinde İtifat/-sızlık



Çevreme bakıyorum, isyerlerinde birbirlerine iltifat
etmeyen insanlar görüyorum. Nice amir, elemanına dogru
yaptıgı bir is için tesekkür etmiyor, "Tesekküre ne gerek
var, bunu yapmak için para alıyor" diye düsünüyor. Hatta
bu düsüncesini dile getiriyor.

Gözledigim kadarıyla amirler memurlara iltifat etmiyor,
memurlar da amirlere etmiyor. Amirin memura iltifat
etmesi adetten degildir. Kafalarda olan belki de su: Eger
amir memuruna iltifat ederse, amirin otoritesi sarsılabilir,
memur sımarabilir, yüz bulur zam ister, hiç olmadı izin
ister. Eger memur amirine iltifat ederse, kafalarda klise
hazırdır; amirine iltifat eden memur, yagcılıkla,
yalakalıkla, dalkavuklukla veya yöresel ifadelerimizden
birisi olan omolukla suçlanır.

Bütün bunlar gerçekçi mi, yoksa kafalarımızdaki gerçekçi
olmayan semaların/sablonların mı ürünü? (syerlerinde,
gerçekten amir ile memur arasında büyükçe bir mesafe mi
bulunmalı, yoksa bulunması gerekli dogal mesafeyi
abartıyor muyuz?

Sanırım amir ile memur arasındaki uzak durma problemi,
isyerlerine özgü degil, günlük yasamımızın hemen her
alanında karsımıza çıkıyor. Örnegin babalar ile çocukları
arasında da benzeri kopuklugu yaygın olarak görmek
mümkün. Eskiye göre azalmakla birlikte halen sürüyor,
nice oglan, kız babasına onunla gurur duydugunu açıkça
söyleyemiyor, babasına iltifat edemiyor. Bırakın iltifatı,
babasıyla rahatlıkla konusamıyor. Ve ne yazık ki nice
baba, oglunu, kızını bagrına basıp söyle bir dolu dolu
öpemiyor. Hadi isyerlerinde mesafeli durus gerekli
diyelim. Evde de mi gerekli? Hadi diyelim memurun
amirini övmesi yagcılıktır. Aile içinde birbirimizi övmek
de mi yagcılık?

Hemen her ortamda insanlar arasındaki iliskilerde -fiziksel
ve psikolojik anlamda- belirli bir mesafe gerekebilir.
Ancak bu mesafeyi, kisisel kaygılarımızdan ötürü
gereginden büyük tuttugumuzda, iletisimde sorunlar
ortaya çıkıyor, gerginligimiz artıyor, hatta bunların
uzantısı olarak psikosomatik rahatsızlıklar beliriyor.

Eger amirlerin memurları, gerektikçe, gerçekçi bir sekilde
övmeleri yaygın bir tavır olursa, o zaman insanların bunu
yadırgamaları, sımarmaları söz konusu olmaz. Ve eger bir
amir kendine güveniyorsa, memurundan gelen hak ettigi
övgüleri yagcılık olarak algılamaz. (Kendilerine güvenleri
az olan kisiler, ne söylerseniz söyleyin yadırgarlar;
övseniz bile hayra yormazlar.) Hem birbirimize iyi
davranmak, birbirimizi yüreklendirmek hem de isimizi iyi
yapmak mümkündür.

Tarihten Bugüne İtifat/-sızlık


Bu konuda tarihten iki örnek sunmak istiyorum. Birincisi
gerçek, ikincisi rivayet.

Osmanlı'nın son dönemlerinde zengin bir adamın iftar
sofraları ün salmıs. Bunu duyan padisah bir aksam
habersizce konuk gitmis bu kisiye. Ev sahibi
telaslanmamıs. Sadece adamlarına, günlük takımlar yerine
altın-gümüs çatal bıçak koymalarını söylemis. Padisah
bakmıs, sofrada her sey mükemmel; yemekler güzel,
hizmet kusursuz. Yemegin sonlarına dogru kristal hosaf
kasesinin egri oldugunu fark etmis ve hemen bunu ev
sahibine söylemis. "Çelebi, kaselerin egridir" demis. Ev
sahibi, "Hünkârım, kaseler buzdandır" diye karsılık
vermis. Meger hosafı buzdan yapılmıs kaselerde
sunmuslar. (Böyle bir kasede hosaf içmek ilginç ve keyifli
olsa gerek.) Padisah hatalı bir çıkıs yaptıgını düsünmüs,
canı sıkılmıs.

Büyük ihtimalle padisah iftar için ev sahibine tesekkür
etmistir. Ancak bunun yanı sıra, hepimizin pek çok zaman
yaptıgımız bir seyi yapmıs, nice olumlu ayrıntıyı tek tek
vurgulamamıs ama gördügü olumsuz bir ayrıntının
alelacele altını çizip söyleyivermis. Evlerde ve
isyerlerinde aynı tavrı sürekli sergilemiyor muyuz?

Övgüde, iltifatta mehter adımı gidiyoruz da, olumsuzu söylemekte dörtnalayız

Bir zamanlar padisahlar, vezirleri basarılı olduklarında,
kürkler giydirerek, hediyeler vererek onları
onurlandırırlardı. Ancak, bazen en ufak bir hataları üzerine
onları idam ettirirlerdi. Piri Reis'in gerek askeri gerekse
bilim alanında pek çok basarısı olmustu; ancak seksen
yaslarındayken bir seferdeki hatasından ötürü idam edildi.
Geçmisteki bu tavır, bence günümüzde de, biraz stilize
olmus halde de olsa devam ediyor. Söyle:

İnsanlar birbirlerine bakıyorlar, bir hata görüyorlar,
ardından da "Bir hatasını gördüm, çizdim üstünü abi; bir
davranısını gördüm notunu verdim, sıfır" diyorlar. Bunun
sonucunda da ya küsüyorlar ya da birilerini isten
atıveriyorlar. Veya gençliklerinde nice emegi geçmis
çalısanlara, politikacılara yaslandıklarında, onların son
hallerine bakıp "dinozor" diyorlar, onca hizmetlerini
unutuveriyorlar. Galiba tarih böyle tekerrür ediyor.

Rivayete göre bir sadrazam sade bir vatandasla tavla
oynarmıs. Oynarken zaman zaman oyun arkadasına "Al
efendim, ver efendim, buyur efendim" dermis. Bir
sadrazamın halktan birisine kibar davranmasını
yadırgayan bir yakını ona niçin böyle davrandıgını
sormus. Sadrazam, 'Ben arada padisahla da tavla, satranç
oynuyorum. Simdi buna al ulan, ver ulan dersem, agzım
alısır da bir gün ya padisaha da öyle dersem" diye cevap
vermis. Sadrazam, vatandasa endisesinden ötürü kibar
davranıyormus. Her yerde, her zaman çevremizdekilere
kibar davranmalıyız. Biraz endisemizden ötürü, -bu
yetmez-, biraz da genelde insana olan saygımızdan ötürü
agzımızı iyiye, güzele, iltifata alıstırmalıyız.
Çocuklarımıza kötü modeller sergilememek için,
birbirimizi kırmamak için.


Az İtifat, Az Marifet, Övgüden Kaçınma, Elestiriye Ragbet

Çevremize iki tür elestiri yöneltebiliriz: Olumlu elestiri,
olumsuz elestiri.

Simdi lütfen bir düsünür müsünüz? Evinizde, isyerinizde,
okulunuzda... çevrenizdeki insanlara, daha
çok olumlu elestiri mi yöneltiyorsunuz, yoksa olumsuz elestiri mi?

Galiba çogunlugumuz olumsuz elestirileri daha fazla
yöneltiyoruz.
Her yasta çevreden gelen mesajlara/geribildirimlere
ihtiyacımız vardır. Bu mesajlar olumlu veya olumsuz
olabilir. Hepsi davranıslarımıza yön verir; toplumda,
dogada yapılması ve yapılmaması gerekenler konusunda
bu mesajları ölçüt alırız. Kısacası çevremizden gelen
olumlu mesajlar da olumsuz mesajlar da ise yarar, bizi gelistirir.

Ancak olumlu mesajların bir islevi daha vardır: Olumlu
mesajlar, olumlu elestiriler bizi gelistirmenin yanı sıra
mutlu eder, yüreklendirir, motivasyonumuzu artırır.
Olumlu elestiriler bizde marifet gelistirir.

Olumlu elestirilerin az olması, insanların marifet/beceri
gelistirmelerini zorlastırır. Çünkü ceza/elestiri, daha çok,
belirli bir davranısı yapmamayı ögretir. (Üstelik ceza,
mevcut oldugunda etkilidir; ceza ortadan kalktıgında,
bastırdıgı davranısın görülme ihtimali artar.)

Labirentteki Fareye İtifat


Ceza/elestiri, bir davranısı yapmamayı ögretebilir. Ancak
karmasık bir davranısı, hele hele bir bakıs tarzını ceza ile
ögretmek mümkün degildir. Örnek:

Labirente koydugunuz bir fareye, elektrik soku vererek bir
pedala dokunmamayı ögretebilirsiniz. (Pedala
dokundugunda birkaç defa sok verirseniz kısa sürede
dokunmamayı ögrenir. Burada korku kosullaması yoluyla
fobi olusturulması söz konusudur; pedal karsısında kaçma
ve kaçınma sergileyen farede pedal fobisi yerlesir.) Ancak
aynı fareye, labirentten çıkıs yolunu sok vererek ögretmek,
son derece zordur. Fareye çıkısı ögretmek istiyorsak,
hedefe yönelik dogru davranıslarını
ödüllendirmek/pekistirmek (bu amaçla daha çok sekerli su
verilir), bir anlamda fareye iltifat etmek gerekir.

Bir baska örnek: Bir insana ufak soklar vererek, bagırıp
çagırarak, belirli bir araca dokunmamayı ögretebilirsiniz.
Ama aynı insana sok vererek veya bagırarak, matematigi,
dürüst olmayı veya mutlu olmayı ögretemezsiniz. Bunları
ögretebilmek için o kisiye geribildirimler vermelisiniz,
iltifat. etmelisiniz, gerektiginde davranıslarınızla model
olmalısınız.

Marifet iltifata tâbidir; ceza faydasız, övgü keyif halidir.
(Bu cümlenin ikinci yarımını, eski söyleme benzeterek
bendeniz ekledi. )

Ögrenme, keyifle olmalıdır; ögrenme sırasında, kisinin iç ve dıs ortamı rahat olmalıdır.

Bir gün Ankara'da Milli Egitim Sûra Salonu'nda bir
ögretmen grubuna konferans veriyordum. Bir ara,
çevremize olumlu elestirileri az, olumsuzları daha fazla
yönelttigimizden söz ettim ve o an aklıma gelen su soruyu
sordum: "Degerli ögretmenlerim, eminim, sınıfta 'aferin'i
etkili bir araç olarak kullanıyorsunuz. Peki, sınıfta
kullandıgınız aferinlerin, övgülerin yüzde kaçını evde
esinize yöneltiyorsunuz?" Çogunluk gülümsedi, evde pek
fazla aferin vermediklerini söylediler. Bir baska gün bir
grup -çogunlugu erkek- banka müdürüyle konusuyordum,
benzerini onlara sordum. Söyle dedim: "Eminim, subede
elemanlarınızın bir sorunu olunca, onları ilgiyle, anlayısla
uzun uzun dinliyorsunuzdur. Elemanlarınıza gösterdiginiz
bu 'anlayıslı dinleyici tavrını' evde esinize de gösteriyor
musunuz?" "Hayır evde yorgun oluyoruz; ne dinlemeye
halimiz oluyor ne konusmaya" dediler.

Sadece ögretmenler veya bankacılar degil, hemen herkes
benzer sekilde davranıyor galiba.

Yakınlarımıza kızmayı dogal, onları dinlemeyi,
onlara güzel seyler söylemeyi gereksiz buluyoruz.


Labirentlerden Çıkarma Yolu

Karmasık bir labirentteki fareye çıkıs yolunu ögretmek
istiyorsak, farenin davranıslarına sekil veririz, yani hedefe
yönelik küçük adımlarından sonra küçük ödüller veririz*.
Çıkıs yolunu buldurmak için iki yaklasım daha
düsünebiliriz; ancak bunlar etkili degildir. Ceza
verebiliriz, ise yaramaz. Fareyi kendi haline bırakıp çıkısı
kendi kendine bulmasını bekleyebiliriz; bunun
gerçeklesmesi ise küçük bir ihtimaldir.

Fareye labirentin çıkısını ögretmenin en güvenli yolu,
hedefe yönelik küçük dogrularına küçük ödüller
vermektir. Aynı sey biz insanlar için de geçerli. Pek
çogumuz, zaman zaman yasam savası verirken labirentler
içinde kayboluyoruz. Labirentlerde kaybolanlara, yardım
istediklerinde rehberlik etmek, onları yüreklendirmek,
gerektiginde küçük dogrularına küçük aferinler vermek,
bazı durumlarda onları kucaklayıp çıkarmak insanca bir is
olsa gerek. Dünyada bunu çok güzel basaranlar var.
Sözgelisi, dünyadaki açlara, hastalara, sokak çocuklarına
yardım için labirentlere girenler var; bunlar, labirentlerin
gönüllü ve onurlu yolcularıdır. Kendilerini hayvanlara
adayanlar var; bunlar, labirentlerin gönüllü ve onurlu
yolcularıdır. Sözgelisi adsız alkolikler var; bunlar,
labirentlerden çıkmaya çalısan canlar için cansiperane
çalısan gönüllü ve onurlu yolculardır. Kat kat enkaz
altından bir can kurtarmak için canını ortaya atan bir
AKUT üyesi, labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcusudur.

* Davranısa sekil verme denilen islemde, pekistirme ve söndürme pes pese
belirli örüntülerle kullanılarak hedefe yönelik olmayan davranıslar ayıklanır,
hedefe yönelik davranıslar güçlendirilir.

Dünyadaki açlara, hastalara, hayvanlara, sokak çocuklarına yardım için labirentlere girenler,
labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcularıdır.



Çocuklara Sekil Vermek

Psikolojide hayvanların davranıslarına sekil vermekten söz
ederiz. Hayvanların davranıslarına sekil vermede
kullanılan teknikleri kullanarak insanların davranıslarına
da sekil vermeye çalısmak mümkündür. Ancak bu
yaklasım dogru olmadıgı kadar islevsel de olmaz.
Öncelikle, insanları sekillendirmeye, sartlamaya hakkımız
olup olmadıgını düsünmek gerekiyor. (Aslında pek çok
insan, buna hakkı olduguna inanıyor, bazen açıkça, bazen
örtülü biçimde insanların düsüncelerini ve davranıslarını,

kendi dogrulan dogrultusunda yönlendirmeye çalısıyor.)
ikinci olarak, insan sadece sartlanarak egitilebilecek bir
canlı degildir. Çünkü davranıslarının arkasında karmasık
ve güçlü bir düsünce sistemi, bir bilissel yapı vardır.
İnsanın egitilmesi, basit bir sartlamanın ürünü degil,
düsünce yapılarının etkilenmesine dayanan karmasık bir
süreçtir. Bu yüzden bir psikolog hastasının davranıslarına
sekil vermek yerine onun düsüncelerini akılcı hale
getirmeye çalısır. Benzeri sekilde bir ögretmen de
ögrencilerinin tek tek davranıslarını degistirmek yerine,
onlara elestirel bakıs tarzı kazandırmaya çalısmalı,
sistematik düsünmeyi ögretmelidir. Okullarda ögrencilere
bilginin kavranması, uygulanması, analiz ve sentez
edilmesi, degerlendirilmesi konusunda koçluk edilmeli,
ögrencilerin spontanlıkları ve yaratıcılıkları
gelistirilmelidir. Ancak burada, bunların tümünü ele almak
yerine, çocukların/insanların egitilmelerinde "iltifat"
kavramından yola çıkarak küçük bir noktaya deginecegim.

Çocuklarımızın belirli davranısları kazanmalarım, örnegin
odalarını toplamalarını, okulda basarılı olmalarını isteriz.
Ceza vererek bunları saglamaya çalısmak, ise yaramayan
bir yoldur. Çocuk hedefe ulastıgında ona büyük bir ödül
vermek de, en azından her zaman ise yaramaz. Çocugun,
asıl amaca yönelik küçük davranıslarını, belirli aralarla
ödüllendirmek en islevsel yoldur. Örnegin, tamamen derli
toplu olunca onu ödüllendirmek yerine, küçük bir tertipli
davranısını, sözgelisi paltosunu askıya asmasını samimi
bir takdirle karsılamak daha fazla ise yarayabilir. (Tabii bu
arada ana babanın kendisi de derli toplu olmalı ve çocugun
modelden ögrenmesine katkıda bulunmalıdır.)

Bazı babalar, çocukları, özellikle ogulları için
"Benim istedigim gibi degil. İstedigim gibi olsun, canımı alsın.
İstedigim gibi olmadı; bana böyle evlat gerekmiyor"
diyorlar. Bu tavır dogru mu?

Çocuga rehberlik etmeden, onu istedigimiz kalıba sokmamız pek mümkün degildir.

Çocuklarının birden bire belirli bir davranıs düzeyine,
belirli bir kaliteye ulasmasını bekleyen babaların durumu,
acemi arastırmacılara benziyor:
Labirentteki faresi için sunları söyleyen acemi bir
arastırmacı düsünelim: "Kendi kendine bulsun çıkısı. Eger
çıkısı bulursa ona çuvalla seker verecegim. Bulamazsa da
bana böyle fare gerekmiyor. "

Galiba bazılarımız, bu acemi arastırmacı gibi
düsünüyoruz. Bu tavrımızla çocuklarımıza çıkıs yolunu
bulduramayız. Eger yasam labirentleri içinde
kaybolmalarını istemiyorsak, onları tek baslarına
bırakmamalıyız, örnek/model olmalı, onlarla iletisim
kurmalıyız, küçük dogrularını ödüllendiren, onlara güzel
geribildirimler veren yetiskinler olmalı, rehberlik
etmeliyiz. Yerine göre ne yapacaklarını göstererek, küçük
ödüller vererek, yerine göre onları dogrudan
yönlendirmeden, Sokrat tarzı sorular sorarak,
deneyimlerimizi paylasarak ufuklarını açmalı, yollarını
aydınlatmalıyız. Onların yanında, yüksek sesle sistematik
ve elestirel düsünmeliyiz. (Tabii bunları önce biz bilmeliyiz.)

Eger çocuklarımızın yasam labirentleri içinde
kaybolmalarını istemiyorsak, onları tek baslarına bırakmamalı,
onlara örnek/model olmalı, onlarla iletisim kurmalıyız.


Çocuklarımızı labirentlerden çıkarmak veya labirentlere
hiç girmemeleri için, onların düsünme ve davranma
tarzlarına sekil vermek mümkündür. Bunu yaparken
kullanabilecegimiz yollardan birisi de küçük dogrularına
ödül vermektir. Ancak sunu da önemle hatırlatmak
gerekir: Çocukları dısarıdan gelecek ödüllere bagımlı
kılmak da saglıklı degildir. Çocuk küçükken dıs kaynaklı
ödüller gerekli olabilir. Ancak yası büyüdükçe dıs
kaynaklı ödüllerin yerini iç kaynaklı olanların almasında
yarar vardır. Örnegin okuyup yeni bir sey ögrendigi, bir
arkadasına veya sokaktaki sakat bir hayvana yardım ettigi
zaman, kendinden hosnut olmalı, bir anlamda kendi
kendine "aferin" diyebilmelidir. Vicdan gelisimi bu yolla
olur.


Maslow'un Türkçe'si

Psikolojide Maslow'un ihtiyaçlar Hiyerarsisi adı verilen
bir yapı var. Buna göre bireyin ihtiyaçları hiyerarsik bir
yapı olusturur, sırayla giderilmesi gerekir. Eger,
kisinin/çalısanın maddi ihtiyaçlarını karsılar, kendini
güvende hissetmesine yardımcı olursanız, çevresinden
saygı-sevgi görmesini, mensup oldugu gruba kendisini ait
hissetmesini saglarsanız, bu kisi kendini gerçeklestirmeye
hazır demektir, kendisini gerçeklestirebilir, gelismis bir
insan olabilir. Bu görüsü, yani Maslow'un ihtiyaçlar
Hiyerarsisi'ni acaba söyle özetleyebilir miyiz?
Kisiye/çalısana maddi--manevi iltifat ederseniz, o kisi
kendisine ve dünyaya iltifata hazır hale gelir.


Prof. Dr. Üstün DÖKMEN' in Küçük Şeyler adlı kitabından alıntıdır..
 
Tekerlekli Sandalye
Üst