Postmodern Kapitalizmin Sakatları

Sağlık Teknikeri

Üye
Üye
Katılım
Haz 8, 2010
Mesajlar
1,076
Tepkime Puanı
23
Puanları
38
“Önce yahudiler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben yahudi değildim
Sonra komünistler için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben komünist değildim
Sonra sendikacılar için geldiler
Sesimi çıkarmadım –
Çünkü ben sendikacı değildim
Sonra benim için geldiler
Ve artık ses çıkaracak kimse kalmamıştı”
Pastor Niemoeller

Neo-naziler hariç, çoğumuz Nazi Almanyası döneminde yapılanın soykırım olduğunu kabul edecektir. Fakat kaçımız, Nazilerin önce sakatlar için geldiğini ve gaz odalarında yüzbinlerce sakatı katlettiğini bilir? Ne Pastor Niemoeller bu gerçeği görüp şiirine “önce sakatlar için geldiler” gibi bir dize eklemiş; ne de Nazileri yargılayan Nurnberg mahkemeleri onları bu eylemlerinden dolayı yargılamıştır.

BİR İKTİDAR SÖYLEMİ OLARAK SAKATLIĞIN HİKAYESİ

Gerek özürlülük, bu yazıda fiziksel, duyusal, psikolojik ya da entellektüel işlev kaybı ya da eksikliği anlamında kullanılacak, gerekse sakatlık, bu yazıda özürlülüğe yüklenen sosyal değer anlamında kullanılacak, çok eski zamanlardan bu yana ve her toplumsal yapıda var olmakla birlikte; özürlülüğün neden ve sonuçları ve sakatlığın tanımı ve sosyal anlamı bütün tarihsel dönemler ve farklı toplumsal yapılar için sabit ve aynı değil.

Öte yandan tarihsel dönem ve toplumsal yapılar birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmadığına göre, tarih ve toplumsal yapı tarafından belirlenen bir kavram olan sakatlığın tanım, anlam ve deneyimleri arasında da benzer bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir ifadeyle, hakkında konuşacağımız “sakat”ın, bulunduğu yerde durup dururken peydah olmadığı, farklı tarihsel ve toplumsal süreçler arasındaki karmaşık etkileşimin bir ürünü olduğu sonucuna varabiliriz.

NEDEN SAKAT?

Sakatları da kapsayan hakim sosyal eğilim, sakatı “faydasızlık”la ilişkilendirmekte, sakatlığı her şeyden önce kişisel bir trajedi, tıbbi yöntemlerle iyileştirilmesi gereken bir sorun olarak görmektedir. Sakat, kör, topal, sağır gibi sözcüklerin sözlük anlamlarını, bu sözcüklerle kurulmuş deyim ve atasözlerini incelemek bile sakatlığa yüklenen negatif sosyal değeri kavramamıza yardımcı olacaktır. Bu sözcüklerin başka dillerdeki muadilleriyle ilgili yapılacak bir inceleme sonucunda rastlanacak “şaşırtıcı” benzerlik, yukarıda tarihsel dönem ve toplumsal yapılarla ilgili olarak yazılan önermeyi destekleyecektir. Fransız filozof Foucault dünyayı deneyimleme hakkında konuşma tarzımızın birbiriyle ilişkili olduğunu söylemektedir. Nesnelere verdiğimiz isimler deneyimlerimizden, deneyimlerimiz de bizim bu nesnelere verdiğimiz isimlerden etkilenir. Sözcük anlamı olarak şimdilik aynı negatif yüke sahip olmasa da, engelin bireyi çevreleyen sosyo-ekonomik şartlarda değil bireyin kendisinde olduğunu ima eden “engelli” sözcüğü yerine, “sakat” sözcüğünü seçmemin nedeni de, sakat ifadesinin sahip olduğu sakatlığa yüklenen negatif değer ve sakatlar üzerindeki sosyal baskıyı anlatma gücüdür.

SAĞLAMCI MİRAS

Erkek ve diğerleri, beyaz ve diğerleri gibi hiyerarşik toplumsal kodları anlatmak için kullanılan cinsiyet-çilik, ırk-çılık gibi kavramlardan yola çıkarak, sakatlığa yüklenen negatif sosyal değerin ve sakatlar üzerindeki sosyal baskının sorumlusu olan sağlam ve diğerleri şeklindeki hiyerarşik yapılanmalar için de, sağlam-cılık diyebiliriz. Farklılıkların karşılaştırılıp ölçülmesine dayanan bu hiyerarşik yapılanma, sağlam olanı rasyonel, ileri, normal, sağlıklı, iyi, doğru; sağlam olmayanı da geri, rasyonel olmayan, anormal, sağlıksız, kötü, yanlış olarak sınıflandırırken; rasyonel, sağlıklı, normal olmayanın rasyonelleştirilmesi, sağlıklı hale getirilmesi ve normalleştirilmesi için gerekli müdahaleleri de meşrulaştıracaktır. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”, “Bu sakat mantıkla bu iş yürümez”, “Bu gerçeği görmemek için kör olmak gerekir” derken yapılan da, söz konusu sağlamcı ideolojinin dil aracılığıyla yeniden üretilmesinden başka bir şey değildir.

İdeolojilerle sosyo-ekonomik yapılar arasında birbirlerini tamamlayıcı cinsten bir ilişki olduğunu düşünürsek, hakkında konuşuyor olduğumuz sakatın, içine doğduğumuz kapitalist yapının kendinden önceki sosyal ve iktisadi yapılardan devralıp yeniden ürettiği sağlamcı ideoloji tarafından çizilen daire içinde konumlandığını görebiliriz. Dolayısıyla, söz konusu dairenin neden ve nasıl çizildiğini anlamak kaygısıyla çıkılan yolda, sağlamcı ideolojik mirasın oluştuğu tarihsel dönemlere başvurmak ve kapitalizmin bu ideolojik mirası nasıl yeniden ürettiğini anlamaya çalışmak aydınlatıcı olacaktır.

Bu noktada bir parantez açarak, sakatlık gibi genel bir kategoriye sokulan grupların her tarihsel dönem için özürlü ya da sakat olmayabileceğini, bu yazıda üzerinde duracağımız sakatlığın sosyo-ekonomik değerinin evrensel olmadığını belirtmeliyim. Örneğin insanlığın yazıyı icad etmediği dönemlerde ya da okuma yazmanın yaygın olmadığı toplumlarda, yazıyı okuyamamaktan kaynaklı öğrenme güçlüğü yaşayan (disleksi) ya da yazma konusunda güçlük yaşayan (disgrafi) insanlardan söz edilemez. Avustralyalı Aborijinlerden Daleguralar, Kenyalı Masailer gibi toplumlarda bebeklerin öldürülmesinin yasak olması, yaşlılığın bir otorite ve saygı işareti olarak kabul edilmesi, özürlü insanların toplumsal yaşam dışına itilmemesi de sakatlığın evrensel bir kategori olmadığına örnek sayılabilir. Antropolog Aud Talle şunları yazmaktadır:

“Bir kimsenin şu veya bu şekilde özürlü oluşu sadece onun kişiliğinin bir parçasıdır, fakat sosyal veya kültürel olarak herhangi bir fark yaratmaz. Tabii ki Masailer, özürlülüğün farkındadırlar ve ona kötü bir durum veya şanssızlık olarak bakarlar. Her iki toplum da farklılığı adlandırır ve belirtir, fakat bu, onlarca kabul edilebilir bir şeydir ve farklı ve anormal olanlardan korkmamaktadırlar. Sakat bir çocuk doğurmak, kültürel olarak çeşitli tedbirler alınması gereken bir kriz durumu değildir. Hayat deneyiminin bir parçasıdır.”

SAKATLIĞIN ÖBÜRGÜNÜ YA DA KAPİTALİZM ÖNCESİNİN SAKATI

“Modern olan ne varsa, Antik Yunan’a borçluyuz.”
Oscar Wild

Genellikle kabul edilmektedir ki, Batı uygarlığının temelleri Antik Yunan döneminde atılmıştır. Dönemin felsefe, sanat ve mimarlıktaki deneyimleri bütün Batı dünyasının kültürüne derin etkide bulunmuştur.

Öte yandan, genellikle Yunan ekonomisinin kölelik üzerine inşa edildiği göz ardı edilmektedir. Yunan medeniyeti açıkça görülür bir biçimde patriyarkiye, hiyerarşiye dayanan şiddet yoğun bir toplumdu. Antik Yunanlılar evrensel olarak vatandaşlık haklarının ve bireyciliğin yaratıcısı olarak görülse de bu, sadece Yunan erkeklerine mahsustu ve kadınlar ile Yunanlı olmayanlar ikinci sınıf olarak kabul edilirdi. Yunanlı erkekler için askerlik hizmeti mecburiydi. Yunan toplumu, birbirleriyle veya komşularıyla sık sık savaşan yarı-otonom şehir devletlerden oluşuyordu. Bu tip bir toplumda fiziksel ve entellektüel dinçlik gerekli bir şeydi; sakatlar için toplumsal yaşamda çok az yer vardı. Özürlü doğan bebeklerin öldürülmesi yaygın ve teşvik edilen bir uygulamaydı. Hatta bazı şehir devletlerinde mecburiydi. Bu uygulamanın yansımalarından birisi, Yunanlı bir jinekolog doktor olan Soranos tarafından M.S. ikinci yüzyılda yazılan “Yetiştirmeye Değer Bir Çocuğun Tanınması” isimli eserde görülebilir:
“... Çocuk vücudu, her yönüyle mükemmel olmalıdır. Boyutları ve biçimi uygun olmalı ve doğal uyaranlara tepki vermelidir…”

Mitolojide de dönemin sakatlık yaklaşımının izleri sürülebilir. Tanrılar ve tanrıçaların, antropomorfik şekilleriyle kutsal varlıklar olarak değil, daha ziyade “mükemmelleştirilmiş insanlık idolleri” olarak yaratıldığı mitolojide, tanrılardan sadece biri sakat ve çirkindir. O da Hephaistos’tur. İki ayağı da topaldır. Homeros’un İlyada’sında bunun sebebi iki şekilde açıklanır. Birinciye göre babası Zeus, Hera ile kavga ederken Hephaistos annesinin tarafını tutar, buna kızan Zeus oğlunu Lemnos adasına fırlatır ve Hephaistos bu yüzden sakat kalır. İkinci efsaneye göre Hephaistos sakat doğar, bu durumdan utanan annesi onu Olympos’tan aşağı fırlatır. Hephaistos’u nereidler büyütür. Aşk tanrıçası olan Afrodit ona acıyarak Hephaistos’la evlenir. Ancak sonra, kocası sakat olduğu için, sağlam bir tanrı olan Eros için Hephaistos’u terk eder. Bu öykü; özürlülük, dışlama ve iktidarsızlık arasındaki aşina olduğumuz bağlantının açık bir örneğidir. Dahası, Yunan kültüründe, özürlülüğün işlenen günahlar için verilen bir ceza olarak görülmesinin kökleri de vardır. Ünlü tragedyada, yanlışlıkla babasını öldürüp kendi annesiyle evlenen Oedipus, gerçeği öğrendiğinde kendini kör ederek cezalandırır.

Romalılara gelince; onlar da sakat ve zayıf doğan çocukları, Tiber nehrinde boğarak öldürüyorlardı. Yunanlılar gibi onlar da, özürlülüğü doğduğu anda belli olmayan ya da doğuştan özürlü olmayan herkese kötü muamele ediyorlardı. Cüceler, körler, sağırlar toplu eğlencelerde çokça kullanılıyordu. Cüceler ve kör erkekler, kadınlarla ve hayvanlarla dövüşerek Romalıları eğlendiriyorlardı. Roma toplumunun en üst seviyesinde olan bir aileden geldiği için ölümden kurtulan sakat imparator Claudius, imparator olmadan önce Romalılar arasında alay konusuydu. Hatta annesi Antonia bile ona tepeden bakıyor ve onun için yarısı tamamlanmış bir erkek canavar diyordu.

KİTAPLI DİNLERİN SAKATI

“Dinsel dünya, gerçek dünyanın yansısından başka bir şey değildir.”
Karl Marx

Ortaya çıkış nedenleri ne olursa olsun, gerek mitoloji gerekse yazılı dinî öğretiler, kurulu sınıflı toplumların yapısı, işleyişi ve dönemin politik atmosferinin yanı sıra sakatın o yapı içerisindeki yerini de yansıtır. Antik Yunan’a geri dönersek, Hephaistos sadece sakat bir tanrı değil aynı zamanda tanrıların en beceriklilerinden biridir. Tanrıların tunçtan evlerini, mutlu yaşayan insanları cezalandırmak için Zeus tarafından sipariş edilen ve Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a eş olarak yeryüzündeki ilk kadın olarak gönderilen Pandora’yı, Prometheus’u Kafkas dağlarında tutan zincirleri, Eros’un oklarını, Helios’un arabasını, Akhilleus’un zırh, kalkan ve kılıçlarını, Girit Adası’nda bekçi olan tunç dev Talos’u, Atina’daki Thesion tapınağını, Zeus’un yıldırımlarını o yapmıştır. Akhilleus’un annesi Thetis’in düğününde Kheiron’un Peleus’a verdiği mızrağın ucundaki hiç aşınmayan sivri mızrak ucu da onun elinden çıkmıştır.

Tüm bunlar sakatların dönemin sosyo-ekonomik yaşamına katılabildiğinin bir göstergesi olarak anlaşılabilir. Dahası, Hephaistos’un verili kurallara uymamasından dolayı sakatlanması sakatlığın bir sosyal kontrol aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Sakatlar verili sınıflı ve cinsiyetçi toplumun öngördüğü kalıplara göre davranmadıkları için sakat olduklarına göre, aynı şekilde davranan sağlamları da benzer bir sonuç beklemektedir.

Antik Yunan’ı takip eden dönemlerdeki merkezî değerler dünyasını yansıtan/belirleyen Hıristiyanlık ve Musevilik gibi dinlerin kitaplarında da sakatlığın toplumsal değeri hakkında fikir edinmemize yardımcı olacak birçok metin bulabiliriz.

Leviticus’un çoğu kısmı, sahip olanların her türlü dinî ayine katılmasını engelleyen eksikliklere adanmıştır:

“Sizin neslinizden sakatlığı olan hiç kimse, Tanrısının ekmeğini sunmaya yanaşamaz. Kör, topal, yüzünde kusuru olan, bacakları veya kolları gereğinden fazla uzun olan, cüce, çıbanlı veya ezilmiş testisleri olan (Leviticus, 21.16-20) hiç kimseye yaklaşılmayacaktır.”

İncil’de, özürlülüğün kişinin daha önceki yanlış davranışları sonucu oluştuğuna dair metinlere sıkça rastlanmaktadır. Örneğin, Eski Ahid’de (The Old Testament) ahlaksız insanlar Tanrı tarafından kör edilecektir denmektedir (Deuteronomy, 27-27). Bu geleneklere Yeni Ahid’de de (The New Testament) devam edilmektedir. Mattew’un kitabında İsa’nın elleri ayakları titreyen bir adamı, günahlarının affedildiğini söyledikten sonra iyileştirdiği anlatılmaktadır (9-2).

Fakat ortaya çıktığı dönemin diğer öğretilerinin aksine, Yahudi inancına göre bebeklerin öldürülmesi yasaktı. İslam ve Hristiyanlık’da da bu anlayış sürdürülecekti. Yahudilerin ekonomik hayatı, tarım ve hayvancılığın yanı sıra ticarete dayanıyordu. Savaş ve şiddetin yoğun olmadığı böyle bir toplumda özürlüler, muhakkak ki ekonomiye ve toplumun refahına katkıda bulunabiliyorlardı. Ayrıca toplumun bir bütün olarak kavrandığı Yahudilik ve takip eden öğretilerde bir kişinin sakatlığı, bütünün bir parçasının toplumsal yapı için çalışırken/savaşırken sakatlanması anlamına geldiği için bu durum karşısında alınan tedbirler de genellikle korumacı olmakla birlikte, dışlayıcı değildi.

İktidar talebiyle ortaya çıkan; sahneye çıktıkları dönemin sosyal değerlerinin üzerine kurulan ve onları yeniden üreten kitaplı dinler, öncelikle dönemin sosyo-ekonomik koşullarının toplum dışına ittiği yoksullar, sakatlar gibi kesimler arasında kabul görüyordu. Bu bağlamda, en azından söz konusu öğretiler iktidarı ele geçirene kadar ya da mevcut iktidarlar tarafından devralınana kadar, sakatları dışlamayan bir dil kurulduğunu ve onları sahiplenen bir tavır benimsendiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında, söz konusu öğretilerin -günümüzü de kapsayan dönemde sosyo-ekonomik piramitlerin altında ya da dışında kalan sakatlar için bir liman işlevi gördüğünü de eklemeliyiz.

HOMEROS VE HAFIZLIK KURUMU

Özellikle insanlık yazıyı ve sonrasında matbaayı icat etmeden önce, kurulu düzenin sürdürülmesi için gerekli olan merkezî değerlerin yayılmasında körler önemli bir rol üstlenmişti. Muhtemelen Homeros’u da var eden bu koşullardı. Yazı matbaanın icadıyla kitleselleşene dek, körlerin bu işbirlikçi rolü sürdürdükleri söylenebilir. Osmanlı’da matbaanın kullanılmaya başlamasına muhalefet edenlere katılmışlar mıdır bilinmez ama, Kuran’ın ezbere okunması işi olan hafızlık ile körlerin özdeşleşmiş olması da bu kestirimimize dayanak olacaktır.

Bu noktada, şimdiye kadar değindiğimiz tarihsel süreçlerle ilgili bilgilerimizin ışığında aydınlanan sakat hakkında aşağıdaki tespitleri yapabiliriz:

• Üretim biçiminin merkezinde toprağın bulunduğu, zanaatkarlığın önemli ve geçerli olduğu, yazının bilgi üretme ve yayma aracı olarak kullanımının henüz yaygınlaşmadığı toplumlarda sakatlar iş hayatına katılabiliyor ve toplumsal alanda görülebiliyordu.
• Şiddet yoğun dönemlerde ya da toplumlarda sakatın toplumsal rolü azalıyor, dışlanma, öldürülme veya baskı görme olasılığı artıyordu.
• Birey henüz en küçük toplumsal birim değildi.
• Yaşanılan mekân çalışılan mekân ayrımı henüz oluşmamıştı.
• Bakıma ihtiyaç duyan sakat ya da yaşlı kişi içine doğduğu toplumun ayrılmaz bir parçası olduğu için, bakım hizmeti topluluk tarafından topluluğun yaşayıp ürettiği mekanda verilebiliyordu.
• Sakatlık gibi bir genel kategori ve sakatlıkla ilgili ayrı kurumsal yapılar oluşmamıştı.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst