Renksiz Gözler

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Kimsenin koluna girmeyi sevmediğim için gelenleri ayakta kendi başıma karşılamaya karar vermiştim. Genelde insanların anlayışına sığınıp ayağa pek kalkmazdım ama bu hayatımdaki en önemli günlerden biriydi. Derdim sadece kendimleydi. Amacım birilerini eleştirip sanat dünyasında kendime bir yer edinmek olmadı hiçbir zaman. Dediğim gibi, derdim sadece kendi içimdeki yarışım ve kendimi kendime ispatlama isteğimdi. Bu sefer galiba başarmıştım bunu. En azından başarmak için bir adım atmıştım. Adımımın büyüklüğü konusunda yorum yapmayacağım. En azından sanat dünyasındaki büyüklüğü hakkında… İnsanın kendisini övmesini hep gereksiz bir davranış olarak düşünürüm. Övgü etraftan alınınca anlamlı oluyordu benim için. Yoksa kendimi övmek için sayfalar dolusu betimlemeler yazabilirdim. Adımımın büyüklüğü benim açımdan ise beklediğimden büyük olmuştu. Kendim ile verdiğim bu savaşta, daha iyi şeyleri de yapabileceğimi kendime göstermiş oldum. Bu da benim hep kendime hem de sanatıma olan güvenimi oldukça arttırmıştı. Keşke demeyi de çok sevmem çünkü arkama değil hayatta önüne bakmayı tercih edenlerdim. Her insanın keşke ile başlayan cümleleri olduğunu ya da olabileceğini bu ilk sergimde öğrendim. Keşke sergimi daha önceden açsaymışım, keşke…

Her ne kadar kendi ayaklarımın üstünde kalmaya çabalasam da sergi boyunca yardımına ihtiyacım olduğu üç dört ressam dostum da bana eşlik ettiler. İnsanların düşüncelerini, yüzlerindeki ifadeleri, tablolarda kendilerini bulup bulamadıklarını merak ediyordum. Maalesef ki insan olarak iki kulağım bütün salona yetmiyordu. Dostlarım da benim için sergide bana kulak olmayı kabul ettiler. İnsanlık ilişkileri konusunda şanslı olduğumu o günler boyunca bir kez daha anladım. Derin sohbetleri çok severim. Bu sohbetlere eşlik eden dostlarımı bulunca da sohbetlerimiz bitmesin isterim. Kahve üstüne kahve içmek sağlığa zararlı olsa da benim ruhuma iyi geliyordu. Kahveyi yalnız içmeyi de sevmem zaten. İyi ki de sevmiyormuşum. İnsanın kendi ile savaşı hakkında konuşmaya başladığımız bir gün bu sergimin ilk tohumları atıldı.

Kahve içmek için benim atölyemde buluşulur hep. Gün boyu yorulan zihinlerimiz, evet zihinlerimiz diyorum çünkü ellerimizden çok zihinlerimiz yorulur, kahvenin sıcaklığı ile dinlenir, sohbetlerimiz ile de kendini yeniler. Atölyem diye bahsettiğim yer aslında benim evim. Keşke daha fazla gelirim olsaydı da evim ile atölyem ayrı ayrı olsun demedim hiç. Zaten keşke lafını da sevmem, hep söylerim. Yüksek sayılacak bir gelirim yoktu. Kendi yağında kavrulan bir tiptim aslında. Bundan da hiç gocunmadım. Boyalarım ve günümü geçirecek kadar üst baş bana yeterliydi. Çok yemek de yemem. Yapmak çok zor gelir. Peynir, ekmek, domates, kendimi şımartmak istiyorsam salam neyime yetmiyordu ki? Atölyemde dostlarımı ağırlarken yıllar sonra kendimle ilgili bir şey fark ettim. Özelimi paylaşmayı sevmiyormuşum meğersem. Bir eşyadan bahsederken eğer getirilmesi gerekiyorsa benim odamdan, hep ben getiririm diye, bütün zorluklara rağmen, içeri doğru yönelirken buldum kendimi. İnsan farklı bir yanını keşfedince, eğer bundan mutsuz olursa genelde ya o davranışını yokmuş gibi davranmak ister, üstünü örtmek ister ya da değiştirmek ister. Bunlardan hiçbiri ben de yoktu. Belki de zor geliyordu değişiklik yapmak ya da rol yapmak. Huyumun farkına vardım ama çok da irdelemedim açıkçası. Böyle gelmiş böyle gider diye düşündüm ve yoluma devam ettim. Aslında her seferinde insanlara özelimi göstermemek uğruna bir başıma odalara gitmek huyumu değiştirmekten daha zordu belki. Demek ki zorları seviyorum ben. Asıl bunu herkes başaramaz. Kendimi sevdiğime bir kere daha karar verdim.

Kahve içerken ya ülke hakkında konuşurduk ya gençlerin bizden oldukça farklı olan dünyaları hakkında. Bunlardan sıkılmışsak illa ki konuşulacak yeni bir konu bulurduk. O Çarşamba günü konumuz maddi gelirdi. Yükseklerde gözümüz yoktu, ne dostlarımın ne de benim. Gene de bir konuda yalan söylemezdik dünyaya karşı. Kim daha iyi şartlarda yaşamak, yaşlanmak istemezdi ki? Atölyem benim yıllardır yaptığım resimlerimle ile doluydu. Onları hediye edeceğim kadar değerli aile yakınlarım da yoktu. Dostlarıma vermek istediğimde de, onlar da burası zaten bizim de evimiz gel bunu senin duvarına asalım derlerdi. Beğenmeyip almak istemediklerinden değil. Gerçekten evlerinden daha çok benim yerimde zaman geçirdikleri içindi bu düşünceleri. Konu rahat yaşamaya gelince, bir sergi lafı atıldı ortaya. Yapabiliriz yapamayız derken bir baktık ki elimiz telefonda, tanıdık yerleri aramaya başlamışız bile. Fiyat gün tarih derken aslında organizasyon işinin bir çocuğunu hallediverdik birkaç saat içinde. İstemek başarmanın yarısıdır sözünü hep anlamsız bulmuştum ama o gün benim için gerçekten bir anlam kazandı. Hangi resimleri sergiye koyacağımızı konuşmaya başladık. Yaptığımız küçük hesaplara göre de elimde hatırı sayılır bir miktar para kalacaktı. Benim ihtiyacım olduğundan çok daha fazla bir miktar. Benim gibi bir takım zorlukla yaşayanlarla paylaşmaya karar verdim. Bu kararı vermem de çok uzun sürmedi. Her şey sorunsuz ilerliyordu. İlginç geldi bu durum. İlla ki bir sorun çıkması gerekiyor düşüncesinin hakimiyeti yüzünden değildi bu şaşkın halim. Uzun hem de baya uzun zamandır bir şeyler planlamamışım hayatta diye düşündüm. Bu şaşkınlık aslında bundan sonra yapacağım daha doğrusu yapabileceğim şeyler konusunda bana güç kattı. Hatta öyle bir güç kattı ki, başkaları ile bu gücü paylaştığım zaman kocaman bir ordu olabilirdik.

Sergi günü geldi çattı. En şık kıyafetimi bu süreçte yanımda olan dostlarım ile seçtik. Basına biz haber vermemiştik ama onlar da sergimizde yerlerini aldılar. Başımızın üstünde yerleri var diye düşündük. Gelenleri karşılarken, insanlar oldukça nazikti. Ben hoş geldiniz derken onlar da kısaca kendilerini tanıtıp öyle sergiyi gezmeye başlıyorlardı. Sergi üç gün sürdü. İlk iki gün oldukça hareketliydi. Hareketli olduğu kadar da bereketliydi de. Ziyaretçilerim oldukça maddi açıdan güçlüydü ama asıl önemli olan yüreklerinin güçlü olmasıydı ve neredeyse hepsi bunu bana hissettirdi. İlk iki günden edindiğim geliri üniversite okumak isteyen görme engelli gençler için burs olarak ayırmaya karar vermiştim. Bu kararımı da gelen ziyaretçilerim ile de paylaşmıştım zaten onlarla uzun uzadıya sohbet ederken. Bu kararımdan etkilenen bir gazeteci arkadaş, diğerleri gibi kararımı manşet olarak girmektense benim ile bir röportaj yapmak istediğini söyledi. Uzun zamandır aldığım en heyecan verici teklif bu olabilir. Dostlarım dışında beni dinlemek daha önemlisi beni anlamak isteyen birinin olduğunu görmek beni çok mutlu etmişti. Serginin son günü için randevulaştıktan sonra, heyecanımı dostlarımla paylaşmak için hemen bir kahve molası kararı aldım. Bana söyledikleri tek şey düşüncelerimi içtenlikle anlatmamdı. Bunu hem kendim hem de okumak isteyen öğrenciler için yapacağımdan kimsenin şüphesi yoktu.

Serginin son günü geldi çattı. Bu işin altından alnımın akıyla çıktığımızı düşündükçe mutluluğum katlanıyordu. Saat 3’e geliyordu. Gazeteci arkadaşım gelmek üzereydi. Salonda rahat edebileceğimiz bir köşeyi ayarladım ve röportajdan sonra ona hediye edeceğim özel bir resmimi de paketleyip yanıma aldım. Zaman gene su gibi akıp geçti ve sohbetimiz başladı. O sorunun gelmesi uzun sürmedi. “Peki gözleriniz? Doğuştan mı yoksa bir kaza sonucu mu kör oldunuz?”. Açıkçası soru gelince şaşırmadım. Bu soru olmadan röportaj olmazdı tabi ki. Başladım hikayemi anlatmaya. “Bir trafik kazası sonucu kaybettim gözlerimi. Renkleri bu kadar uyumlu kullanabilmemi gözlerimle dünyayı algılayabildiğim 8 yıla borçluyum”. Cümleler sel oldu gitti. Sıra, serginin gündeme damgasını vuran kararıma geldi. Bu sorunun cevabı çok daha kısaydı. “Peki, gelirinizi üniversite okumak isteyen görme engellilere verme kararınızla ilgili bizimle paylaşmak istedikleriniz nelerdir?”. Yüzümdeki hüzünle karışık tebessümü görmemiş olamazlardı o an. Dediğim gibi, cevabım çok kısaydı. “Ben yapamadım, ama onlar yapmalı”.


ESER SAHİBİNİN:

Adı: Yeşim
Soyadı: Üzümcüoğlu


Deneyim 2011– ODTÜ Psikoloji Bölümü Ankara
Araştırma Görevlisi

Eğitim 2011– Ortadoğu Teknik Üniversitesi Ankara
Yüksek lisans – Endüstri ve Örgüt Psikolojisi

2005-2010
Lisans – Psikoloji Bölümü

İlgi Alanları Organizasyon, Eğitim Planlama
 
Tekerlekli Sandalye
Üst