Ruhsal travmaya neden olan etkenler

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Bilindiği gibi travma canlı üzerinde beden ve ruh acısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan yaşantı olarak tanımlanmaktadır. Ruhsal travma kapsamına fiziksel ve duygusal tacizler (dövülme,gasp olayları,çocukluk cağından beri süregelen sevgisiz ortam, sağlık,eğitim ,barınma ve beslenme gereksinmelerinin karşılanamaması gibi), cinsel tacizler, doğal afetler (deprem, sel, fırtına , gibi),yangınlar , trafik kazaları, savaşlar ,çatışmalardan etkilenmek girmektedir.

Ruhsal bir travmayı izleyerek bazı kişilerde önce akut stres bozukluğu bazı kişilerde de bunun sonrasında travma sonrası stres bozukluğu ya da diğer adi ile post travma tik stres bozukluğu dediğimiz bir durum gelişebilmektedir.

Akut stres bozukluğu nedir?

Travma oluşumundan sonraki ilk 1 aylık sure içinde gözlenir. Kişi aşağıdaki iki belirtinin olduğu travma tik bir yaşantıdan geçmiştir:

A-
1) Gerçek bir hayat kaybı,olum ya da olum tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkasının fizik bütünlüğüne yönelik bir tehdit olayını yasamış, tanık olmuştur.
2) Kişi aşırı korku,çaresizlik ya da dehşete düşme seklinde tepkiler göstermiştir.

B-Kişi bu olayı yasarken ya da yasadıktan sonra dissosiyatif belirtiler dediğimiz aşağıdaki belirtilerden en az ucunu yasamıştır.

1)Uyuşukluk, dalgınlık,duygusal tepkisizlik,donukluk hiç birsek hissetmiyorum, ne ağlamak ne gülmek geliyor içimden sadece bir noktaya bakıp,dalıyorum
2)Çevrede olup,bitenlerin farkına varma halinde azalma etrafımdan habersizim,kim geldi,kim gitti,kim ne dedi bilmiyorum
3)Çevreyi olduğundan farklı,yabancı,değişik algılama (derealizasyon) burası sanki benim odam,yatağım değil,sanki boşluktayım,yasadıklarım gerçek değil
4)Kendini olduğundan farklı ,yabancı algılama (depersonalizasyon) “sanki kendimi dışarıdan izliyorum,ellerim sanki benim ellerim değil,
5) Dissosiyatif amnezi dediğimiz ,travma öncesi,esnası veya sonrasına ait olayları hatırlayamama ne olduğunu,ne yaptığımı bilmiyorum,kimlerle konuşmuşum,nerelerden geçmişim bilmiyorum, bir de baktım buradayım hatta simdi neredeyim bilmiyorum
C- Travma tik olayın kişinin gözünün önüne tekrar gelmesi, ister istemez düşünmesi,rüyalarda görülmesi, kabuslar,illüzyonlar (nesneleri korkutucu bir şekilde travmayla ilgili nesnelere benzetme,kalemleri bıçak gibi algılama seklinde), flashback dediğimiz sanki o olayı tekrar ayni şekilde yasıyor gibi hissetme hali,olayı hatırlatan şeylerle karsılaşınca kaygı duyma (TV.de seyredilen deprem görüntülerinde, çatışma ve savaş sahnelerinde fenalık hissetme,travma tik olayın yıl dönümlerinde huzursuzluk hisleri)

D- Travma ile ilgili hatıraları akla getiren uyaranlardan kaçınma (onları düşünmek,konuşmak,o duyguları hissetmek,o olayın benzeri etkinlikler, yerler ve kişilerden uzak durma)

E- Aşırı uyarılmışlık hali (uykuya dalmakta ve sürdürmekte zorluk çekme, huzursuz bir şekilde dolaşma, bir noktaya,konuya dikkatini verememe, en ufak bir sesten irkilme,yerinde duramama gibi)

Bu belirtiler kişide belirgin bir kaygıya yol açıp,toplum içinde, is yaşantısı, genel uğraşlarında belirgin bir bozulmaya yol açmaktadır.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Canımm Gülümse ,

Ne güzel de yazmışsın inan çok doğru ve biz bu anlatılanları öylesine bire bir yaşadık ki ailecek. Hayret okurken zorlanmadım hiç, çok rahat okudum ve sadece hatırladım 17 Ağustos depremini :( Gülümse ben oğlumun adını söyleyemedim biliyor musun? İnanılır gibi değil ama yok bulamadım yani adını ne tramvaydı sana anlatamam zaten anlatmak da istemiyorum ama o günde beri değişmeyen tek şey , çelik kapımızı uyurken kilitlememek, başucumuzda düdüklerin asılı olması, su olması ve her gece uyumadan kapının kilitli OLMADIĞINI kontrol etmek :(

Benzer tramva yaşayan arkadaşlarımın psikolojik destek almasından çekinmemelerini tavsiye ederim bir an önce geçmesini kolaylaştırmak ellerinde ve tramva yaşamak istenmeden olan, utanılacak bir şey değil :)
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Canım benim seni çok iyi anlıyorum bahsettiğin depremde bende dahil olmak üzere bir çok kişi eminim anlattığın türden şoklar yaşamıştır. Şuan gözümn önünde canlandı o gün yaşananlar çocuklarıma sarılıp öylece kalakalmıştım herkez dışarı çıkmış ben 2 oğlumla evde kımıldayamıyordum bile korkudan günlerce üzerimden atamamıştım o psikolojiyi destek konusundada tamamen katılıyorum sana.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Ruhsal Travmalara Neden Olan Etkenler

Cinsel İstismar

Cinsel istismar (cinsel taciz), genel tanım olarak, kişilerin kendi rızaları olmamasına rağmen başkaları tarafından cinsel olarak kötüye kullanılmaları, suistimal edilmeleri, istemedikleri halde başkalarının cinsel yönelimlerine hedef olmaları durumunu ifade eder. Her cinsiyetten, her sosyal tabakadan ve meslek grubundan kişiler cinsel istismara uğrayabilmektedirler, ancak genel olarak kadınların ve çocukların cinsel istismara daha çok maruz kaldıkları söylenebilir.
Cinsel istismarın meydana gelme biçimleri açık/aleni ya da gizli olabilir. Sözlerle, dokunmayla ve davranışlarla cinsel istismarın fiilen gerçekleştirilmesi söz konusu olabilmektedir. Her yerde ve her konumda karşılaşılabilen bir istismar olması cinsel istismara karşı önlemler almanın zorluğunu göstermektedir.
Cinsel istismar dışarıdan, tanınmayan kişilerden geldiğinde, kısmen içerden/tanıdık kişilerden gelmesine oranla daha kolay başa çıkılır olmaktadır.
Kurbanın ve failin birbirini tanıdığı durumlarda, toplumsal kodlar sebebiyle buna karşı koyabilmek, mücadele edebilmek ve bunu engelleyebilmek daha büyük zorluklarla karşılaşılabilmektedir.


Özellikle aile içi cinsel istismar durumlarında, kurbanın yaşadığı fiziksel ve ruhsal tahribat son derece derinleşmekte ve bu istismarın fark edilmesi, engellenmesi daha uzun süre alabilmektedir. Bu durumda kurbanın yaşadığı ruhsal tahribatı derinleştirmektedir. Özellikle de sürekli tekrarlanan bir istismar durumunun söz konusu olduğu koşullarda psikolojik müdahale edilmediğinde kurban geri dönüşü olmayan yıkımlarla karşılaşabilmektedir. Cinsel istismar cinsel şiddetin bir parçasıdır; göz işaretleriyle yapılanlardan tecavüze kadar uzanan geniş bir yelpazede cinsel istismar durumları söz konusu olabilmektedir.
Cinsel istismarlarla her toplumda ve kültürde karşılaşmak olasıdır. Özellikle kapalı toplumlarda, eğitimin ve kişisel hakların gelişmiş olamadığı yerlerde hem istismarın meydana gelmesi daha gizli/kapaklı olmakta ve hem de bunun açığa çıkarılması, engellenmesi, mağdurlara gerekli desteğin sağlanması konularında ciddi sorunlar yaşanmaktadır.
Cinsel istismar farklı toplum ve kültürlerde farklı şekillerde ele alınıp değerlendirilebilse de, genel olarak bir suç olarak değerlendirilmekte ve onaylanmamaktadır. Maalesef ki toplum bazı durumlarda, hayat kadınlarının, eşcinsellerin ya da toplumsal kurallara uymayan kişilerin uğradıkları cinsel istismarları hak edilen/onaylanan bir durum olarak görse de, cinsel istismarın hiç bir şart ve koşulda kabul edilemez bir davranış olduğu kesindir. Cinsel istismar; kabul edilemez, her koşulda engellemek için mücadele edilen, mağdurların korunmasını gerektiren bir suç olarak anlaşılmalı ve cinsel istismarı haklı kılmaya yönelik hiç bir gerekçenin kabul edilmemelidir.

Tedavi
Cinsel istismarın meydana getirdiği ruhsal travmalar ciddi psikolojik sorunlar doğurur. Ancak vurgulanması gereken husus, cinsel tacize maruz kalmış bir kimsenin bu sorunları yaşamasının bir kader olmadığıdır. Cinsel istismar durumlarında yaşanan psikolojik travmayı ortadan kaldırmaya yönelik olan özelleştirilmiş psikoterapi yaklaşımları ve travma çalışmaları vardır. EMDR methodu bu konuda yararlandığımız en etkili yöntemlerdendir. Bu sorun hassas bir konu olduğundan, psikoterapistin taciz durumları ile ilgili beceri ve deneyiminin çok iyi olması gerekir. Çocuklukta, ergenlikte ya da erişkinlikte olsun, yaşanan cinsel tacizin psikolojik etkileri çok şiddetli olmakla beraber bu etkileri ortadan kaldırmak da tamamen mümkündür.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Afetler ve Duygusal Travma

Duygusal travma, yaşanılan veya şahit olunan çok kötü olaylara (cinsel taciz, fiziksel ve duygusal istismar, kazalar, cinayet, felaketler) verilen duygusal tepkilerdir. Psikolojik travma, olayın kendisi olmaktan ziyade, kişinin olaya verdiği duygusal tepkilerin kendisidir.

Duygusal Travmanın Sebepleri Nelerdir?

Travmaya yol açabilecek birçok olay ve durum vardır. Bunlardan bazıları travma sonrası stres bozukluğuna (post traumatik stress disorder) yol açabilir. Deprem, fırtına, hortum, sel, yangın, volkan patlamaları, tsunami gibi doğal felaketler, travma sonrası stres bozukluğuna neden olabilen şiddetli olumuz olaylardır. Bu tip felaketler insanın normal deneyimlerin ötesine geçtiğinden, maruz kalanların ve/veya şahit olanların psikolojik olarak kaldırabileceklerinden çok daha fazla duygusal stresle yüklenmelerine yol açar. Doğal felaketler sonrasında insanlar travma sonrası stres bozukluğu semptomları geliştirebilirler ve/veya kurtulan kişi olmanın suçluluğunu yaşama gibi duyguları uzun süreler boyunca yaşamak zorunda kalabilirler.

Psikolojik travmaya yol açan birçok olay ve durumda olduğu gibi, doğal felaketler de aniden meydana gelen, karşı konulamayan, çaresizlik, acizlik ve suçluluk duygularını yaratan olgulardır. Bu tip travmalara verilen ilk tepki genellikle şok hali olur; kişi şoka girdiğinde hem donakalır hem de yaşadığı olayı sanki olmamış gibi inkâr etme eğilimine girer. Şoktan çıktıktan sonra kişide genellikle aşırı kaygı, suçluluk ve depresyon gibi duygular ortaya çıkar.

Kişiler doğal felaketler sonucunda evlerini veya yakınlarını kaybedebilirler. Bu durumda kişi kendini çaresiz ve umutsuz hisseder, uzun süreler barınak veya kamplarda, arkadaş veya aile desteği olmadan kalmak zorunda kalabilirler. Bunun yanı sıra, kendileri gibi travmatize olmuş kişilerle iletişim kurmaları, olayların üzerinde konuşmaları ve duygularını açığa vurmaları hem acılarının hafiflemesi hem de kendilerini daha az yalnız hissetmeleri için önemlidir. Kişilerin kendileri gibi felakete maruz kalmış olan kişilere yaptıkları yardımlar, kişinin iyileşme sürecine katkıda bulunabilir.

Travmalarda rastlanan bir diğer durum ise, felaket yaşayan inançlı kimselerin bu durumu Allah’ın onları aldatması, terk etmesi olarak görüp inançlarını sorgulamaları, hatta kaybetmeleridir. Bu kişilerin iyileşme sürecinde Allah ile barış içinde olmaları ve inançlarını tekrar kazanmaları önemlidir.

Felaket Sonrasında Ortaya Çıkan Semptomlar Nelerdir?

Duyguların aşırı yoğunlaşması, bazen tahmin edilemez olması ve dalgalı bir seyir izlemesi
Duygu değişimleri, kaygı, depresyon
Geriye dönüşler; yaşanan felaketle ilgili görüntülerin akla sürekli istem dışı gelmesi
Kafa karışıklığı ve karar vermede zorlanmalar
Uyku ve yeme bozuklukları
Olayların tekrar edeceğine dair yoğun kaygı hali
Sosyal ilişkilerde zorlanma, sürekli çatışma içinde olma, öfke patlamaları
Fiziksel bir neden olmadığı halde baş ağrısı, göğüs ağrısı gibi fiziksel semptomlardan şikayet etme

Bir kişinin travma sonrası stres bozukluğu sorunu yaşıyor olduğunu fark etmek bazen zor olabilir; kişi ilk başlarda çok mutlu ve olayı atlatmış görünse bile sonradan bazı belirtiler göstermeye başlayabilir. Bu belirtiler aniden ve yoğun bir şekilde ortaya çıkabilir. Semptomların ortaya çıkışı, olayın yaşanmasından günler sonra olabileceği gibi, aylar hatta yıllar sonra dahi olabilmektedir.

Bu tip durumlarda kişinin kendisine zaman vermesi çok önemlidir.
Gerektiği kadar yasını tutması kişi açısından sağlıklı bir durumdur. Fakat tutulan yas süresi çok uzadığında ve kişinin hayatına ciddi anlamda müdahale etmeye başladığında mutlaka bir psikiyatri uzmanından ve bir psikoterapistten yardım alınması gerekir.

İrkilme (Startle) Reaksiyonu

Afet Psikolojisi ve Doğal Felaket Algısı
İnsanlar dünyayı güvenilir bir yer olarak algılama ihtiyacı duyarlar. Bu ihtiyaç insanın kendisini güvende ve kontrol altında hissetmesi açısından önemlidir. Afetler, insanların bu algısını, beklentisini, varsayımını sarsan durumlardır. Dolayısıyla aniden gerçekleşen, tamamen kontrol dışında olan afetlerde kişinin nasıl tepki verdiğini ayrıca değerlendirmek gerekir. Afetlerde farklı kişiler farklı tepkiler verebilir. Bazı insanlar şok ve donma tepkisi gösterebilir. Bazıları hiçbir şey olmamış gibi davranabilir. Duyarsız gibi görünebilir. Bu etkilenmedikleri anlamına gelmez. Bir süre sonra travmanın etkisi ortaya çıkabilir. Bazı insanlar yoğun duygusal tepkiler verirler. Kişinin afetten nasıl etkilendiği genel olarak birçok unsura bağlı olabilir.

Kişilerin zorluklarla karşılaştıklarında baş etme şekilleri farklı olabilir. Baş etme şekilleri, çocukluktan itibaren öğrenilen işlevsel olan ya da olmayan tepki verme halleridir. Bazı kişiler, ani bir durumla karşılaştığında, donarak sanki böyle bir şey olmuyormuş gibi hayal alemine dalma şeklinde tepki gösterirler. Bazı insanlar ise, travmatik olayın yaşattığı duygulara odaklanmaktan ziyade fikir üretmeyi, çözüm yolları bulmayı tercih edebilirler. Bu tepkiler bilinçli ve karar verilerek verilen tepkiler değil, kişiden kişiye değişen ve otomatik olarak ortaya çıkan tepkilerdir. Örneğin; çocukluğunda anne babası tartışan çocuğun durumu yatıştırmaya çalışması veya hiç tepki vermemesi gibi. Bu davranış biçimi kişinin etkilenmediği anlamına gelmez. Etkilenmemiş gibi gözükse de, travmanın etkisi çok büyük bir olasılıkla sonradan açığa çıkar. Kurtarma ekibi üyelerinde de şahit oldukları travmatik olayın ve sonuçlarının etkisi, bir süre sonra kurtarma çalışması ile ilgili rahatsız edici görüntülerin zihinde canlanması, kokular duyma şeklinde kendini gösterebilmektedir.

Travma esnasında tepki veren kişiler o esnada tepki göstermeyenlere göre travmayı daha kolay atlatabilmektedir.
Travma anında tepki veren insanlar, travmayı atlatma konusunda daha şanslı durumda olurlar. Travma esnasında olması gereken duygusal tepkileri veremeyen kişi travmatik olaydan uzun bir zaman sonra çeşitli şekillerde semptomlar geliştirebilmektedir. Olay üzerinden zaman geçtiğinde bu tür semptomatik tepkilerin ortaya çıktığı durumlarda kişiler bu tepkilerin önceden yaşamış oldukları travmatik olayın etkisi olduğunu genellikle fark edemezler.

Deprem ve Sel Korkusu

Ülkemizde en çok görülen afet ve korkular arasında deprem ve sel gelmektedir. Bu tür afetlerde, afetin beklenmedik olması, kontrol duygusunu sarsması unsurları daha şiddetlidir. Verilen tepkiler kişiden kişiye değişmektedir.
Kişi afet anını tekrar tekrar hatırlayabilir, afet anı ile ilgili tekrarlayan rüyalar/kabuslar görebilir. Sürekli bir tetikte olma durumu yaşayabilir. Örneğin, kişinin en ufak bir ses duyduğunda irkilmesi, depreme geceleyin yakalanmış kişinin geceleri uyumaması, tetikte beklemesi, korkması gibi. Afetin sonrasında kişi uyku sorunu yaşayabilir. Uykuya dalmakta, uykuyu sürdürmekte güçlükler yaşayabilir. Kişi, afetin olduğu yerden, afeti hatırlatan kişilerden uzaklaşmaya başlayabilir.

Afet sonrasında yakınlarından biri kaybedildi ise, “Onu kurtaramadım. Ben suçluyum. Ben niye yaşıyorum?” gibi düşüncelerle suçluluk duygusu yaşayabilir. Duygusal ve düşünsel tepkilerin yanı sıra, kişi davranışsal olarak da bir takım tepkiler gösterebilir. Örneğin, tek başına dışarı çıkamayabilir.
Travma sonrası tepkiler bazen travmanın hemen akabinde olmasa dahi, seneler sonra, hatta 10-20 sene sonra başka bir olayın ya da stres kaynağının tetiklemesi ardından da açığa çıkabilir. Örneğin, depremde kız kardeşini kaybeden bir kişi, çocuğunun doğumuyla birlikte yaşamış olduğu travmanın duygusal etkisi tetiklenebilir; çocuğuyla ilgili abartılı ve gerçekdışı kaygılar edinebilir ve/veya postpartum depresyon dediğimiz doğum sonrası depresyona girebilir.

Diğer Afetler ve Korkular
Yangın


Kişi afetlerde fiziksel yaralanmalar, uzuv kayıpları yaşayabileceği gibi afete tanık olmakta örneğin; bir arkadaşının evinin yanması, gazetede yangın haberi okuması, televizyonda izlemesi vb. kişide travma etkisi yaratabilir. Yangından etkilenen kişi, sigara içilen ortamlarda kendisini tetikte hissedebilir. Evde kaloriferleri yaktırmayabilir. “Engel olabilirdim, şöyle yaptım yangın o yüzden çıktı” gibi düşüncelerle suçluluk duygusu yaşayabilir. Genel olarak, tedirgin olma, tetiktelik, geleceğe yönelik kaygılar görülebilir. Geleceğe yönelik kaygılar kısmında, aile kuramama, ilerde yine bir felaket olur da ailemi kaybedersem şeklinde kaygılar yaşayabilir. Bunun yanısıra, afete tanık olan çocuklarda da, sıklıkla yakınının veya kendisinin başına gelebilir korkusu görülebilir.

Terör
Terör, korku, endişe, güvensizlik ve geleceğe yönelik kaygı yaratan her türlü fiziksel ve psikolojik şiddeti içine alan eylemdir. Bu eylemler kişiler üzerinde, travma etkisi yaratmaktadır. Olayı yaşayan, olaya tanık olan veya olay esnasında sevdiği bir kişiyi kaybeden kişi korku, endişe ve çaresizlik duygusu hissedebilir. Sıklıkla bu olay ile ilgili yaşantılar istemediği halde aklına gelebilir. Örneğin, yanında bir kişiyi kaybetti ise, o anın tekrar tekrar aklına gelmesi gibi. Rüyalarda tekrar tekrar bu olayı yeniden kabuslar şeklinde yaşantılayabilir. Kişi travmatik yaşantıyı hatırlatan yerlerden uzak durabilir. Örneğin, terör olayında yanında birini kaybetti ise onu kaybettiği yerlere gidememesi gibi. Yada kişinin hava karardığında sokağa çıkamaması gibi.
Bu durum kişinin tehdit algısında bozulmalara neden olabilmektedir. Kişi günlük hayatına devam ederken, tehdit edici böyle bir olayla karşılaştığında, günlük hayattan uzaklaşır ve dikkatini bu duruma odaklar. Uykuya dalma ve sürdürme konusunda güçlük yaşayabilirler. Bunun yanısıra, sürekli tetiktedir . Örneğin; ani bir ses duyduğunda, terleme, titreme, huzursuzluk yaşayabilir. Bu yaşanan süreç kişinin işine, okuluna devam etmesini, günlük aktivitelerini yerine getirmesini engelleyebilir.

Diğer Afetler ve Korkular

Tedavisi
Bu tür travmatik olaylarda, hemen travma sonrası stres bozukluğu semptomlarını göstermeye başlayan kişilere vakit kaybetmeden travma çalışması yapılması gerekir. EMDR metodu ile travmaların çalışılması çok hızlı sonuç verir. Ne kadar kısa sürede bu çalışma yapılırsa o kadar çabuk etkili olur ve kişi bu çalışma yapılmadığında yaşayacağı sıkıntıları boşuna yaşamamış olur. Travma sonrası stres bozukluğu semptomları hemen ortaya çıkmayan kişilerde izlenecek iki yol vardır: Semptomlar ortaya çıkmasa bile travma çalışması yapmak ya da semptomlar kendini gösterdiğinde travma çalışmasını yapmak.
Bize göre, travma sonrası stres bozukluğu semptomları kısa süre içinde ortaya çıkmasa bile travma çalışmasını hemen yapmak daha yararlıdır. Bunun nedeni, olaya maruz kalan kişide, ileride şiddetli semptomlar ortaya çıkmasa bile, şiddeti orta ya da az seviyede olan semptomların ortaya çıkma ihtimalinin yüksek olması ve kişinin bunları görmezden gelmesinin ya da aradan bir süre geçtiği için yaşadığı semptomları başka bir nedene bağlama eğilimine girmesinin karşılaştığımız bir durum olmasıdır. Bu durumda yardım arayışına girilmeyebileceği için sorun çözümsüz kalacaktır.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Aile İçi Şiddet

Şiddet, güç ve baskı uygulayarak, kişinin bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan durumlardır.

Aile içi şiddet, ailenin bir üyesinin ailenin diğer üyelerine karşı gösterdiği saldırgan davranışlardır. Kişiyi isteği dışında davranmaya zorlayan her türlü tutum ve davranışı (aşağılanmak, tehdit etmek, darp etmek, zorla cinsel ilişki kurmak ya da kurmaya zorlamak, kısıtlamak, zorla evlendirilmek, vb.) içine almaktadır.

“Şiddet insanların bedenlerinde ve ruh dünyalarında tamiri zor yaralar açıyor”

Çok yaygın olarak görülen aile içi şiddet, şiddete maruz kalan kişinin ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Çocukluk döneminde aile içinde duygusal/fiziksel şiddete maruz kalan çocukların erişkin yaşamlarında çeşitli şekillerde ve derecelerde ruhsal sorunlar yaşamaları kaçınılmazdır.

İnsanların en mahrem alanı olan ve her türlü sıkıntının ardından sığınabileceği en önemli liman olan güvenli aile ortamı, şiddet nedeniyle güvensiz hissedilen bir yer haline gelmektedir. Aile içi şiddet olayları çoğu zaman gizli kalır. Aşikar olduğu zaman da, yasaların önüne çarpıtılmış geleneksel bakışlar girer, “özel hayat”, “koca karısını döver de sever de” gibi hamasi sözlerle geçiştirilir. Şiddet gören kişi “yen kırılır kol içinde kalır” gibi bir bakış açısına sığınabilir ya da korkusundan, ne yapacağını bilememekten ve çaresiz olduğuna inanmaktan kaynaklanan gizli kalma durumları olur. Böyle olduğunda büyük çoğunlukla şiddet artarak devam eder.

Şiddet, fiziksel, duygusal ya da cinsel olsun, insanların bedenlerinde ve ruh dünyalarında tamiri zor yaralar açmaktadır. O yüzden geçiştirilmemesi, inkar edilmemesi ve son derece önemsenmesi gereken bir konudur. Aile içi şiddet, büyük oranla kadına ve çocuklara yöneliktir ve şiddeti gerekçeleştiren kişi çoğu zaman erkektir. Psikolojik sorun yaşayan vakalar tarafından bildirilen fiziksel ve cinsel şiddet eylemlerinin yüzde 90’ı aile bireyleri tarafından yapılmıştır.

Aile İçi Şiddet ve İstatistikler

Aile Araştırma Kurumunun 1995’de yaptığı çalışmaya göre, aile içi şiddete uğrayanların %80’i yapacak başka bir şey olmayacağına inanmaktadır. İlkkaracan’ın 2000 yılında yaptığı bir araştırmada, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda kadınların %50.8’i rızaları olmadan evlendirildiğini belirtmiştir.

Hormonlar Etkili

Biyolojik nedenler arasında, erkeklik hormonlarının etkisi, şizofreni, paranoid şizofreni gibi bazı akıl hastalıkları ile antisosyal kişilik bozukluğu gibi bazı ruhsal bozukluklar sayılabilir. Gerçeklikten uzaklaşma, kıskançlık ve zarar görme paranoyalarıyla seyreden şizofreni hastalığı da şiddete sebep olabilmektedir. Yine öfke kontrolünün de bozulduğu depresyon çok sık karşılaştığımız bir aile içi şiddet sebebidir. Zarar vermekten haz alan, zerre miktarı pişmanlık duymayan tutumlarla seyreden “psikopatik karakter bozukluğu” da şiddetin biyolojik sebeplerindendir. Şizofreni ve depresyon tedavi edildiği takdirde şiddet davranışı büyük oranda azalmaktadır. Ancak antisosyal kişiliklerde aynı başarı söz konusu değildir.

Şiddet Türleri

“Beceriksizsin, sen ne anlarsın”
“Ben işimi yapıyorum, eve para getiriyorum, daha ne istiyorsun”
“Ben istiyorsam, bu gece benimle birlikte olacaksın”
“Çalışamazsın”
“Para yok. Nerden bulursan bul”

Fiziksel Şiddet

Kişinin temel ihtiyaçlarını esirgemek, silahla veya bıçakla yaralamak, tokat atmak, itmek, hırpalamak, yumruklamak, saçını çekmek, kolunu sıkmak gibi sorunlu davranışlar fiziksel şiddet kapsamına girer.

Duygusal ve Sözel Şiddet

Aşağılamak, küfür etmek, tehdit etmek, eleştirmek, bağırmak, sorgulamak, alay etmek, küçümsemek, ilgilenmemek, suçlamak gibi tutumlar duygusal şiddet örneklerindendir. Özellikle kadının duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması ve kadınla ilgilenilmemesi de duygusal bir şiddettir.

Cinsel Şiddet

İstemediği halde cinsel ilişkiye zorlamak, tecavüz, başka kişilerle cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel içerikli tacizlerde bulunmak, namus, töre nedeniyle baskı uygulamak cinsel şiddet kapsamına girer. Aile içindeki büyüklerin çocuklara her türlü cinsel manada yaklaşmaları cinsel şiddettir ve “ensest” olarak bilinir.

Ekonomik Şiddet

Eşin elinden parasını almak, istemediği bir işte çalıştırmak, parasız bırakmak, istediği halde işe göndermemek gibi tutumlar ekonomik şiddet durumlarıdır.

Sosyal İlişkilerin Sınırlandırılması;

Arkadaşlarla görüşmenin yasaklanması, zorla evlendirmek, gidilen yerleri sınırlamak veya yasaklamak gibi kişinin sosyal iletişim kurma ihtiyaçlarının sınırlandırılması da şiddet unsuru içerir ve daha çok duygusal/sözel ve fiziksel şiddetle bir arada kendini gösterir.

Aile İçi Şiddet ve Çocuk

“Ben suçluyum… Annemi koruyamadım…”
“Bütün bu olanlar benim yüzümden”
“Nefret ediyorum”
“Yardım edemiyorum… Çaresizim”
“Lütfen babamı/annemi bana kötüleme… Ben taraf olamam ki”
Bu iç konuşmalar çocuğun genellikle farkında olmadan kendini olup bitenlerden dolayı suçlayışının ifadeleridir. Çok az durumda çocukların benzer cümleleri sesli söylediklerini görürüz, ancak bu durum çocukluk döneminde, özellikle ebeveynler arasındaki şiddete şahit olan çocuklarda bu travmatik yaşantıların etkilerinin mutlaka olacağı ve bu etkilerin müdahale edilmezse yetişkin yaşamlarında peşlerini bırakmayacağı gerçeğini değiştirmemektedir.

Çocuğun beyni ve zihinsel kapasitesi bu olaylara şahit olması durumuyla baş edebileceği kadar gelişmiş değildir.

Aile içerisinde çocuklar şiddetten çok fazla etkilenmektedir. Aile içinde şiddete tanık olan çocuk korkusunu, kızgınlığını, üzüntüsünü göstermeme ve/veya bastırma eğilimi içine girer. Bu çaba bilinçli bir uğraş değildir, çocuğun beyni ve zihinsel kapasitesi bu olaylara şahit olması durumuyla baş edebileceği kadar gelişmiş değildir. Aile üyelerinin çocukla bu durumu ve duygularını konuşması önemlidir. Çocuğa güven verilmelidir.
Şiddete tanık olan çocuk, şiddetten dolayı kendisini suçlayabilir, kendisini sorumlu tutabilir. Bu süreçte, anne babanın açık ve net bir dille bu durumun çocukla ilgili olmadığını ona söylemesi önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra, çocuk anneyi veya babayı da suçlayabilir. Bu durumda çocuk yargılamadan, eleştirmeden ve savunmaya geçmeden dinlenilmelidir.

Aile içinde şiddete tanık olan çocuk, şiddet göstermeye başlayabilir. Örneğin, okulda arkadaşına vurma, canını acıtma gibi sorunlu davranışlar çok görülür. Şiddetin yanlış bir davranış olduğu anlatılmalı, duygularını ifade etme yolları, yaşadığı bu yoğun duygu ile nasıl baş edeceği ile ilgili yönlendirmelerin yapılması önemlidir. Ancak aile içinde yaşanan şiddet olayları sürekli oluyorsa ve/veya çok şiddetli oluyorsa çocuğun bu olaylardan etkilenmesi sadece telkin ve yönlendirmelerle sağlamaz. Böyle bir durumda profeyonel destek alınmalıdır.
Aile, çocuğa taşıyamayacağı yükleri vermemelidir. Şiddete maruz kalan ebeveynin çocuktan yardım istemesi, çocuğun taraf tutmasını istemesi veya bunu ima etmesi, ara bulmasını istemesi, eş ile kurulan iletişimi çocukla sağlamaya çalışması, aralarında olup biteni çocuğa anlatması ve/veya diğer ebeveyni kötülemesi gibi durumlar çocuğun duygusal gelişimini ciddi ölçüde bozan son derece yanlış yaklaşımlardır. Çocuk taşıyamayacağı bu yükler karşısında ezilir ve patolojik suçluluk duygusu oluşmaya başlar. Duymaması gerektiği halde duyduklarından iç dünyasında çocuk kendine görevler çıkarır. Bu görevler hiçbir zaman gerçekleştirilemeyeceği için de normal olmayan bir suçluluk duygusu patolojik olarak oluşur. Daha ileriki yaşlara ve yetişkinlik dönemine gelindiğinde, suçluluk psikolojisi altında olan ve ilgili ilgisiz birçok durumda kendini sorumlu tutan ve suçlayan, psikolojik sorunları olan bir insan ortaya çıkar.

Erkeğin Zayıf Yanı

İletişimin, diyaloğun yetersiz kaldığı, insanların birbirlerine saygılarının ve güvenlerinin zedelendiği noktalarda şiddet sinsice devreye girer. Erkek sözünü geçirmek, kadını baskılamak, eksiklerini örtmek, iktidarını kabul ettirmek için şiddeti kullanmaya başlar. Şiddeti kullandığı an bir erkeğin en zayıf olduğu andır. Diğer bir tabirle, kendiyle ilgili sorunları olan, kendine güven sorunu yaşayan erkekler şiddete başvurur.

İletişim Becerisi

Şiddet uygulama, öğrenilebilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin, şiddet gösterme eğilimine daha çok sahip oldukları görülmüştür. Ayrıca şiddetin, toplum tarafından paylaşılan ve çok kötü olmayan, hatta gerekli olan davranış biçimi olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da şiddetin kültürel ve sosyal aktarımı olan bir tarafı olduğunu bize gösterir. Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin yetersizliği, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilmesi alışkanlığı, bilinçsizce, genelleme yapılarak ve karşımızdakini anlamadan yaptığımız suçlamalar, sorunlu namus ve ahlak anlayışları da şiddete başvurma eğiliminin sosyal nedenleri arasında sayılabilir. Yoksulluk, hayat karşısında şanssız olmak, beklentilerin gerçekleşmemesi gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da şiddet sebeplerindendir. Hayatta yaşanılan zorluklar, haksızlıklar, maruz kaldığımız travmalar insanda öfke duygusunun birikmesine yol açmaktadır. Öfke duygusunun en büyük özelliği, birikimine neden olan mevzulardan bağımsız olarak en yakınlarımıza yönelme eğiliminde olmasıdır. Bu eğilim insanoğlunda çok güçlü olan kendini haklı çıkarma eğilimi ile birleşince de aile içinde hiçbir neden yokken ya da incir çekirdeğini doldurmayacak mevzularda öfke patlamaları yaşanmasına ve şiddet uygulanmasına yol açmaktadır. Alkol ve madde bağımlılığı olan kişiler de gerek bu sosyal faktörlerin gerekse kullandıkları bağımlılık yaratan maddelerin etkisiyle şiddet uygulamaya yatkındırlar.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Mobing (İşyerinde Duygusal Şiddet)

Yaşadığımız psikolojik travmalar genel olarak hayatımızı ve ruh halimizi etkilediği gibi iş yaşantımızda da sorunlar yaşamamıza neden olur. Bu travmatik yaşantıların kaynağı kişilerin çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde olabildiği gibi işle ilgili ve işyerinde yaşanan olumsuzluklarla da ilgili olabilir.
İşyerinde Duygusal Şiddete Maruz Kalmak

İşyeri birçoğumuz için güvenli bir yerdir. İşyerindeki insanların da güvenilir olduklarına inanırız. İşimizi yaparken iletişim içine girdiğimiz insanların makul olduklarını ve bize zarar vermeyeceklerini varsayarız. Bu güvenli ortamda ve güven duyduğumuz kişilerle birlikte iken zarar görmeyeceğimize dair bir inancımız vardır. Aslında buna inanmak bir ihtiyaçtır. Zarar görmeyeceğimize inanma ihtiyacı duyarız. Bu, ailemizde öğrendiğimiz bir beklentidir. Eğer normal bir gelişim sürecinden geçtiysek, aile içinde koruma altında olduğumuza ve kötülüklerin bize ulaşamayacağına dair sağlam bir inanç geliştiririz.
İşimiz bizim ikinci adresimiz gibidir. Aile yaşantımızda olduğu gibi, işte karşılaştığımız olumsuz durumlar ve haksız davranışlar güvenli sandığımız bir kalenin duvarlarının sarsılmasına ve yıkılmasına yol açabilir ve bizi travmatik biçimde etkileyebilir. İş yerinde yaşanan kazalar, duygusal ve cinsel tacizler ve haksız muameleler çalışanlar üzerinde travmatik sonuçlar doğurabilir.

Yöneticilerin Yaklaşımı

Bir çalışan travmatik bir olay yaşadığında bağlı olduğu üstünün desteğine ihtiyaç duyar. Yönetici yeterince duyarlı ve durumu nasıl ele alması gerektiği ile ilgili yeterli bilgiye sahip ise yaşanan olay sonrası süreç çok daha az sorunla atlatılabilmekte ve uzun dönemli travmatik bir etkilenmenin önüne geçilebilmektedir. Yöneticiler yeterli duyarlılığı gösteremediğinde hatta sorunu görmezden geldiğinde çalışan kişide öfke duygusu ortaya çıkar. Bu öfke duygusu yönetici ile yeni sorunlar oluşmasına yol açacağı gibi aynı zamanda mevcut travmanın çözümlenmesini de geri plana atar. Böylece, hem bozulan ilişkiler hem de yaşanan olayın travmatik etkisinin devamı mevcut sorunu daha da büyütür, yeni sorunlar ortaya çıkarır ve sonuç olarak iş ortamının kendisi travmatik bir hal alır.
Bazı durumlarda yaşanan psikolojik travmanın kaynağı yöneticinin kendisi olmaktadır. Çalışan üzerinde duygusal baskı kurulması bu duruma bir örnektir ve ‘mobing’ olarak isimlendirilir.


İşyerinde kendi yöneticisi ya da dolaylı biçimde iş ilişkisi içinde bulunan bir kişi ya da bir grup tarafından duygusal şiddete maruz kalmış kişilere yönetim tarafından uygun biçimde yaklaşıldığında bu kişiler normal işlevsellik seviyelerine dönebilmektedirler. Ancak ne yazık ki süreç çok daha kolay atlatılabileceği halde bazen yöneticilerin tutumları sorunu çözmeyi kolaylaştırıcı olmayabilmektedir. Bunun nedenlerinden birisi, yöneticilerin bu tür durumların ciddi sonuçları olabileceği ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmamalarıdır. Yaşanan travmatik bir olayın çalışan kişiyi ve çalışma arkadaşlarını nasıl ve ne ölçüde etkileyebileceği ve bunun kişilere ve işyerine verebileceği zararın büyüklüğü hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarından, yöneticiler olan biteni önemsiz görebilmektedirler. Bazen, durumun önemini kavrasa dahi, ne yapacağını bilmediğinden ya da olaya duyarlı olursa bir şeylerin kontrolü dışına çıkabileceği ile ilgili kaygısı nedeniyle yönetici duruma müdahale etmekten kaçınabilir. Çalışan tarafından iş yerinde yaşanan olay ya da olaylar ortaya çıkarsa zarar göreceklerini düşünmeleri de yöneticilerin kişinin durumunu görmezden gelmelerinde etkili olabilmektedir. Profesyonel bir yardım alındığında olayın açığa çıkacağına inanan yönetici yaşanan olayı normalleştirmeye çalışabilir ve her işyerinde bu tür olayların olabileceğine ve kişilerin bunların üstesinden kendi başlarına gelmeleri gerektiğine kendini inandırabilir. Duygusal şiddet uygulayan yöneticiyi ya da grubu karşısına almak istememek de, yönetimi bu tür sorunların üstüne gitmekten alıkoyabilir; bir yönetici ya da grupla kötü olmaktansa bir çalışılanın feda edilmesi çokça karşılaşılan bir durumdur.

Ancak asıl sorun, bu veya diğer nedenlerden dolayı duygusal şiddete maruz kalan bir kişiyi görmezden gelmenin çalışan kişi üzerinde ciddi psikolojik etkiler yaratması ve diğer çalışanlar üzerinde yönetime karşı güvensizlik duygularının oluşmasına yol açmasıdır. duygusal şiddete maruz kalan kişinin içine düştüğü duruma şahit olmak ve bunun yönetim tarafından görmezden gelinmesi diğer çalışanlarda ciddi manada güvensizlik oluşturur.

Öfke, Suçlama ve Suçluluk

İşyerinde yaşanan duygusal şiddet sürecinin ardından, uyuşmuşluk ve donma halinden korku ve şiddetli öfkeye kadar uzanan bir aralıkta çeşitli duygular ortaya çıkar. Travmaya maruz kalmış kişi ya da kişiler başlangıçta daha çok duygusal donukluk ve şok hali ile tepki verirken, olaya daha az şiddette maruz kalmış olanlar öfke ve kızgınlıklarını daha kolay ifade edebilirler. Duygusal donukluk ve şok hali atlatıldıktan sonra da öfke, kaygı, depresyon gibi semptomlar kendini göstermeye başlar.

İşyerindeki hiyerarşik yapı nedeniyle çalışanlar yaşanan olumsuzluklarda üstlerini suçlama eğilimine girerler. Yaşananların, duygusal şiddeti yapan kişinin kendisi ile ilgili dönemsel sorunlarından kaynaklandığı ve bir süre sonra sonlandığı durumlarda dahi çalışanların kuruma ya da bazı yöneticilere karşı kızgınlık besledikleri görülebilmektedir. Burada en büyük sorun maruz kalınmış olan duygusal şiddetin kendisi ile beraber bu duruma yönetim tarafından gerekli ehemmiyetin verilmemesi ve ilgisiz kalınmasıdır. Himayesindekileri her ne olursa olsun korumakla yükümlü olduğuna inanılan ve güvenilen kişilerin bu sorumluluklarını yerine getiremediklerine inanılır ve bu durum kişide yoğun öfke ve kaygıya yol açar. Duygusal şiddet devam ederse ve/veya buna yönetimin ilgisiz kalma durumu devam ederse tükenme ve depresif şikayetler de ortaya çıkmaya başlar.

Yöneticiler Ne Yapmalı?

İşyerinde yaşanan duygusal şiddet sonucunda ortaya çıkabilecek sorunların ciddiyetini kavrama konusunda yöneticilerin eğitilmesi kurumlarda atılacak adımlardan ilki olmalıdır. Bunun nedeni, süreçteki tıkanmanın genellikle ortadaki sorunun öneminin ve niteliğinin kavranamaması aşamasında ortaya çıkmasıdır. Müdahale etmeye ve üzerinde durmaya değer bir sorun olduğu düşünülmüyorsa çözüm de üretilemez. Travmanın ne olduğu, ne tür olayların ve durumların kişileri travmatize edebileceği, travmaya maruz kalmış kişilerin ne tür psikolojik belirtiler gösterebilecekleri, davranışlarında ne tür değişimler olabileceği, bu durumlarda kişinin kendisinin, çalışma arkadaşlarının ve kurumun ne tür etkilere maruz kalabilecekleri konularında yöneticileri eğitmek bu doğrultuda atılması gereken ilk ve en önemli adımlardandır.

Yöneticilerin, duygusal şiddete maruz kalmış bir çalışana nasıl yaklaşmaları gerektikleri konusunda kafaları karışık olur. Konudan hiç bahsetmemeli midirler? Kişiyi kendi halinde mi bırakmalıdırlar? Kişi başından geçenleri anlattığında ne demelidirler? Sadece dinlemeli midirler yoksa tavsiyelerde mi bulunmalıdırlar? Söz konusu travmatik bir olay olduğunda yönetici ve diğer çalışanların iyi niyetli yaklaşımları gereklidir ancak genellikle yetersiz kalır. Çünkü yaşanan deneyim normal dışıdır ve karşımızdaki kişi normal dışı tepkiler vermektedir. Yaşadığı duygusal çalkantının büyüklüğü, kişiye çevresindeki insanların söylediklerini mantıklı biçimde değerlendirme imkanı vermeyebilir. Bu durumda kesinlikle bir uzman yardımına başvurulmalıdır. Ancak ilk dönemde işyerindeki diğerlerinin dikkat edebilecekleri bazı hususlar da vardır. Kişinin tedavi arayışına girip girmediği takip edilmeli, gerekirse yakınları ile konuşulmalı ve bir arayışta bulunulmaları ile ilgili kendisi ve yakınları ikna edilmelidir.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Terör

Terör, korku, endişe, güvensizlik ve geleceğe yönelik kaygı yaratan her türlü fiziksel ve psikolojik şiddeti içine alan eylemdir. Bu eylemler kişiler üzerinde, travma etkisi yaratmaktadır. Olayı yaşayan, olaya tanık olan veya olay esnasında sevdiği bir kişiyi kaybeden kişi korku, endişe ve çaresizlik duygusu hissedebilir. Sıklıkla bu olay ile ilgili yaşantılar istemediği halde aklına gelebilir. Örneğin, yanında bir kişiyi kaybetti ise, o anın tekrar tekrar aklına gelmesi gibi. Rüyalarda tekrar tekrar bu olayı yeniden kabuslar şeklinde yaşantılayabilir. Kişi travmatik yaşantıyı hatırlatan yerlerden uzak durabilir. Örneğin, terör olayında yanında birini kaybetti ise onu kaybettiği yerlere gidememesi gibi. Yada kişinin hava karardığında sokağa çıkamaması gibi.
Bu durum kişinin tehdit algısında bozulmalara neden olabilmektedir. Kişi günlük hayatına devam ederken, tehdit edici böyle bir olayla karşılaştığında, günlük hayattan uzaklaşır ve dikkatini bu duruma odaklar. Uykuya dalma ve sürdürme konusunda güçlük yaşayabilirler. Bunun yanısıra, sürekli tetiktedir . Örneğin; ani bir ses duyduğunda, terleme, titreme, huzursuzluk yaşayabilir. Bu yaşanan süreç kişinin işine, okuluna devam etmesini, günlük aktivitelerini yerine getirmesini engelleyebilir.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Okulda Travma

Okul çocuğun yaşamında uzun süre zaman geçirdiği yerdir. Okul yaşamında çocuğun oldukça olumsuz yönde etkilendiği travmatik yaşantılar, onun hayatını ciddi ölçüde etkilemektedir. Her insanın doğal olarak etkilendiği, benimsemekte zorlandığı travmatik olaylardan, yaşama ilişkin bakış açısı henüz yeterince gelişmemiş ve olumlu başa çıkma yöntemlerini kullanmayı daha öğrenmemiş olan çocuklar, çok daha fazla etkilenir. Hatta yetişkinler için normal olan bazı olaylar bile çocuklar üzerinde travma etkisi yaratabilir. Aile ve okul yönetimi çocuğun yaşadığı travmayı farketmediğinde ya da önemsemediğinde, çocuk çok daha fazla zarar görecektir.

Travma yaşayan çocukda, yaşanan olayın defalarca hatırlanması, o sıradaki görüntülerin tekrar tekrar gözün önünden geçmesi, olayın yaşandığı yerlere gitmek istememe (kaçınma) gibi tepkiler görülür. Ayrıca vücut, heyecan ve korku durumundaki gibi fizyolojik uyarılmışlık haline geçer; nabız artışı, göz bebeklerinin büyümesi, işitmenin keskinleşmesi gibi tepkiler verir. Çocuk yağmur, rüzgâr gibi doğal olaylardan korkabilir, güvensiz ve bağımlı hale gelip önceki yaşlardaki davranışlarına gerileyebilir; daha küçük bir çocuk gibi davranabilir, yatağını ıslatabilir. Ayrılık kaygısı yaşayabilir; aileden, sevdiklerinden ayrılmak istemez, onların yokluğunda başına kötü şeyler geleceğinden ya da kendisi bir yere gidince geride kalanların böyle olaylarla karşılaşabileceğinden korkar, bunun sonucunda okula da gitmek istemez. Evde ve okulda davranış bozuklukları yaşayabilir, okul başarısı düşebilir. Sinirli olabilir, aşırı huzursuzluk, suçluluk ve değersizlik duyguları içinde kalabilir. Dikkat, konuşma sorunları yaşayabilir, konsantre olmada, karar vermede zorlanabilir.

Travmanın etkisiyle çocuğun davranışlarında da değişiklikler görülebilir; daha hareketli, saldırgan veya tersine sessiz, mesafeli olabilir, içine kapanabilir, sürekli bir şeyler isteyebilir, hırçın ve isyankâr davranabilir. Ayrıca ölüme ve hayatın yaşamaya değmediğine ilişkin düşünceler içinde kalabilir. Sevdiği etkinliklere, yapması gereken şeylere ve oyunlara karşı ilgisi azalabilir, ya da aynı oyunları sürekli tekrarlayabilir. Kabuslar, uyku sorunları, kilo kaybı veya alımı, enerji kaybı, derin bir yorgunluk hissi, aşırı yavaşlık ile vücutta ağrılar da olabilir.

Travmaya Neden Olabilecek Durumlar

Öğretmenin fiziksel ve/veya sözel şiddet uygulaması
Öğretmenin ilgisizliği ve ihmali
Arkadaş çevresi tarafından dışlanma
Arkadaş çevresi tarafından alay edilme
Akranları ya da daha büyük çocuklar tarafından fiziksel ve sözel şiddete maruz kalma
Akranları ya da daha büyük çocuklar tarafından cinsel tacize uğraması
Ailenin fiziksel ve/veya sözel şiddet uygulaması
Ailenin ilgisizliği ve ihmali
Okulda ve ailede geleneksel bakış açısı

Öğretmenin, ailenin ve/veya arkadaş çevresinin çocuğa fiziksel ve/veya sözel şiddet uygulaması, çocuk için ciddi bir travma kaynağıdır. Çocuk bu durumda içe kapanabilir ya da saldırganlaşabilir ve huzursuzluk, huysuzluk hali git gide artabilir. Her iki durumda da çocuğa psikolojik destek gereklidir.
Arkadaşları tarafından alay edilen ve dışlanan çocuk da duygusal olarak istismar edilmiş durumdadır. Öğretmenin, okul yönetiminin ve ailenin bu durumu farketmesi, çocukta meydana gelen travmaları ve duygusal hasarı görebilmeleri, çocuğa psikolojik destek sağlanması gereklidir. Aynı zamanda geleneksel bakış açılarını değiştirmeleri, aynı uygulamaları(ceza niteliğinde) kendilerinin de okulda ve evde uygulamamaları oldukça önemlidir.

Öğretmenin ve/veya ailenin ilgisizliği ve ihmali de çocuk için duygusal olarak yaralanma nedenidir. Çocuğun ihtiyaçları ve istekleri, özellikle duygusal durumu gözardı edilir. Bu durumda çocukta güvensizlik, içe kapanma, sosyal kaygı gibi durumlar oluşabileceği gibi tersi olarak agresyon, antisosyal davranışlar gibi durumlar da söz konusu olabilir.

Çocuk yaşadıklarını dile getirmeyebilir. Bu durumda davranış değişiklikleri gözlenmeli ve mutlaka nedenleri araştırılmalıdır. Eğer çocuk yaşadıklarını dile getiriyorsa mutlaka dinlenmeli ve bir uzmana başvurulmalıdır.

Bebekler ve Yeni Yürümeye Başlayan Çocuklarda Travma Sonrası Tepkiler (doğum-üç yaş arası)

Kolay şaşırma.
Kaygılı görünme.
Yatak ıslatma, konuşma problemleri gibi gerileme davranışları.
Anne-babaya yapışma ve onlardan ayrılmamacc.
Uyku sorunları, kabuslar.
Çevreyle ilişkilerde tutukluk ve ürkeklik.
Kontrol edilemeyen saldırganlık.
Travmayla ilgili tekrarlanan oyunlar.

Okul Öncesi Çocuklarda Travma Sonrası Tepkiler (4-6 yaş)

Yatak ıslatma, parmak emme, bebeksi konuşma gibi gerileme davranışları.
Anne-babaya yapışma ve onlardan ayrılmama(Ayrılık Kaygısı).
Tikler.
Uyku sorunları, kabuslar.
Kaçınma davranışı ve içe kapanma.
Genel bir kaygı hali, ani heyecanlanma, hayvanlardan ve yabancılardan korkma.

Travmayla ilgili tekrarlanan oyun ve ritueller (belirli davranışları saplantılı bir şekilde tekrarlama)
Kendi hayal ettikleri şeylerle (örneğin, kendilerine ait saldırgan fantazilerle) ve gerçek olanları karıştırma. Bu yaş grubundaki çocuklar kötü olayların kendi kötü düşüncelerinden kaynaklandığını düşünüp üzülebilirler. Bu tip bir hayalci düşünce zihinsel bulanıklık, utanç, kaygı ve dünyayla ilgili yanlış yorumlar yapmaya yol açabilir.

Okul Çağındaki Çocuklarda Travma Sonrası Tepkiler (7-12 yaş arası)

Okul öncesi dönemdeki davranışlara gerileme; bu durum, akranları tarafından reddedilmeye yol açabilir ve yeni gelişmeye başlayan yeterlik ve özerklik duygularının ortaya çıkmasını engelleyebilir.
Okula gitmek istememe ve okul başarısının düşmesi
Travmayla ilgili tekrarlanan oyunlar.
Saldırganlık: Erkek çocuklarda özellikle silahlara, savaş oyunlarına ilgi gösterme.
Uyku sorunları, kabuslar.
Anne-babaya yapışma ve onlardan ayrılmama(Ayrılık Kaygısı).
Doğal olaylardan (yağmur ve rüzgar gibi) korkma
Dikkat ve konuşma sorunları.
İsyankar davranışlar.
Vücutta ağrılar

Ergenlerde Travma Sonrası Tepkiler (13-18 yaş arası)

Dünya ve kendi gelecekleri hakkında olumsuz tutumlar.
Kendi korkuları ve travmaya verdikleri tepkilerle ilgili endişe; özellikle kendilerini suçlu ve çaresiz hissetme gibi tepkilerinin anormal olup olmadığını merak etme.
Risk-alma veya duygularını davranışlarla dışa vurma davranışları (örneğin okuldan kaçma, rastgele cinsel birliktelik, madde kullanımı).
İştah ve uyku sorunları.
Günlük etkinliklere karşı ilgi kaybı.
Okul sorunları.
Travmatik yaşantıdan sonra almak zorunda kaldıkları sorumluluklar nedeniyle yetişkinliğe erken girme.
Anne-babalarla çatışma ve tartışmaların artması.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Kazalar

Kazalar motorlu araç kazaları, iş kazaları vb. şeklinde ayrılmaktadır. Özellikle motorlu araç kazalarında akut stres bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğuna sık rastlanmaktadır. Yapılan çalışmalarda motorlu araç kazası geçiren kişilerde travma sonrası stres bozukluğu görülme sıklığı %10 ile %46 arasında değişmektedir. İş kazalarına yönelik yapılan çalışmalarda ise, iş kazası sonrasında akut stres bozukluğunun görülme sıklığı ise %6 olarak bulunmuştur. Kazaların sonrasında, travma sonrası stres bozukluğunun yanısıra depresyon, anksiyete bozuklukları da görülebilir.
Kişi, kaza anını tekrar tekrar hatırlar, kaza anını sık sık rüyalarında görür. Kişiler, kazayı hatırlatan yerlerden, kişilerden uzaklaşabilir. Örneğin; trafik kazası sonrasında kişinin arabaya binememesi. araba kullanamaması gibi. Bunun yanısıra o anı hatırlayamama da görülebilir. Her türlü uyarana karşı ani tepki gösterme (fren sesi, motor sesi vb.) ve insanlardan uzaklaşma durumunda olabilir. Bazı kişiler de “Neden ben hayatta kaldım. O kadar insan öldü neden ben ölmedim?” diye kendini suçlama eğilimi içerisinde olabilir. Bir geleceklerinin kalmadığı düşüncesine kapılabilirler.
Kaza geçiren bazı kişiler olayı felaket olarak nitelendirirken, bazıları ise felaket olarak nitelendirmeyebilir. Felaket olarak algılamış kişi için bu durum travmatik olay niteliği kazanmaktadır.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Kayıplar Ve Yas

Yaşamımız boyunca kontrol edebildiğimiz olayları deneyimlemekle beraber kontrolümüz dışında olan ve bizi derinden etkileyen olaylara da maruz kalırız. Üzerinde nispeten kontrol sahibi olduğumuz durumlar evlilik, iş değiştirme, çocuk sahibi olma, eğitim görmek gibi deneyimlerdir. Kontrol edemediğimiz olayların başında kayıplar gelir. Sevilen birinin kaybı sonunda ondan yoksun kalma durumunda yas tutarız. Yas süreci normal ve yaşanması gereken bir dönemdir.

Yas Yaşanılması Gereken Bir Dönemdir

Yas geri döndürülemeyecek bir kayıp karşısında verilebilecek en doğal tepkidir. Bu doğal tepkiye müdahale edilmemesi gerekir. Yas tepkileri depresyon semptomlarına çok benzediğinden kayıp yaşayan kişinin yas dönemi, çevresi tarafından sorun olarak görülebilir.

Yas süreci, zaman içinde yaşanan duygularda bir azalma olmadan devam ediyor ve durumu kabullenme gerçekleşmiyorsa, kaybın travmatik etki bıraktığı ortaya çıkar. Bu şekilde uzayan süreçler yas kapsamına girmez ve müdahale edilmesi gerekir.

Kişi yas tuttuğu zaman sosyal ortamı da bundan etkilenir. Haftalarca işyerinde devamsızlık yapabilir, arkadaşlarıyla bağlantısını koparabilir. Ancak zaman içinde bu durumda kademe kademe düzelme olması ve kişinin kayıptan önceki hayatındaki işlevselliğine dönmesi beklenir. Bu, kişinin kaybettiği insanı özlemeyeceği anlamına gelmez. Kaybedilen kişinin özlenmesi ve beraber yaşanan güzel anların zihinde canlanması son derece doğaldır. Sorun, kaybın ardından kaybedilen kişinin sürekli kayıp dönemindeki hali ile akla geldiği ve acı, aşırı üzüntü, çökkünlük gibi olumsuz duygu hallerinin azalmadan sürdüğü zaman ortaya çıkar. Yaşanan kayıptan 3-6 ay sonrasında kişinin bu halinde değişim olmuyor ya da daha şiddetli biçimde bu hali yaşıyorsa depresyondan şüphelenmek gerekir.

Yas Evreleri

Yas tutma biçimi, kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu farklılık çoğunlukla kişilik yapısına bağlı olmakla birlikte; önceki yaşam deneyimleri, kaybedilen kişinin yas tutan kişi için anlamı, kaybın şekli, beklenip beklenmediği, kaybı yaşayan kişinin kayıptan önceki psikolojik durumu gibi unsurlar yas tutma sürecinin ne şekilde geçeceğini belirler.

Evre: Şok ve İnkar

Kişi bu dönemde aşırı bir üzüntü çektiğinden dolayı kaybettiği kişinin ölümünü bir türlü kabullenmek istemez. Kişi bu dönemde aynı zamanda çok yalnız kalacağını düşünmek istemediğinden de bu ölümü kabullenmeme yoluna başvurabilir. Özellikle kaybedilen kişi çok yakın bir kişi ise, yas tutan kişi eskiden gelen alışkanlıklarından dolayı bu süreci kabullenemez ve kaybedilen kişi hayatta iken yaşananları tekrar edebilir. (Kaybedilen kişi için masada yer ayırma, ekstra bir tabak da onun için koyma, elbiselerini ütüleyip hazırlama, telefonuna mesajlar bırakma gibi). İnkar mutlaka davranış biçiminde görülmeyebilir; kaybettiği insanın ölmemiş olduğu ile ilgili istem dışı hayaller, düşünceler ya da çeşitli söylemler de inkar sürecinde görülen durumlardır.

Evre: Sıkıntı Huzursuzluk Hali ve Sosyal Geri Çekilme

Kişi bu dönemde ölümü daha çok kabullenmiş bir haldedir. Fakat buna rağmen yaşam standartları çok düşüktür. Kişi işe gitmede büyük zorluk yaşayabilir, işe gidemeyebilir ya da gitse de rahat ve huzurlu olamaz ve işinde verimli olamaz. Arkadaşlarıyla iletişime geçmeyi reddeder, bazen en yakınıyla bile konuşmaktan çekinir. Kişi kendi öz bakımını bile aksatabilir, banyo yapmak istemeyebilir. Bu durumun uzaması, kişinin depresyona girme olasılığını oldukça arttırır.

Evre: Yeniden Yapılanma

Kişi, 1. ve 2. evreyi olması gerektiği gibi atlatırsa ve 2. evreden belli bir süre sonra depresyona girmeden çıkarsa, kendiliğinden yaşama uyum sağlayacaktır. Eski hayatındaki rollerine geri dönebilecek, sosyal ilişkilerini yeniden kurabilecek ve iş ya da akademik hayatına devam edebilecektir.

Patolojik Yas Belirtileri - Travmatik Yas

Yas süreci olması gerektiği şekilde ve sürede tamamlanmazsa psikolojik sorun oluşmuş demektir. Bu durumda kişide bazı belirtiler görülür:

Bedensel Yakınmalar
Ölene ait eşyalarla sürekli uğraşma
Suçluluk duygusu (normal tutulan yasta suçluluk duygusu yaşanmaz, başlangıçta yaşansa bile sürmez)
İntihar etme isteği (normal tutulan yasta bu istek görülmez)
Öfkeli davranışlar

Yas ve Depresyon Arasındaki Fark

Yas ve depresyon birçok yönden aynı etkileri ve belirtileri gösterir. İkisinde de kişi iştahını kaybeder, sürekli mutsuzdur ve uykusuzluk çeker. Yas normal bir süreçtir ve bir rahatsızlık olarak kabul edilmez. Yas ve depresyon arasındaki en büyük fark, yas sürecinde kişi depresyon belirtileri gösterse bile destek bulduğu zamanlarda bu etkilerde azalma gözlenmesi ve bu belirtilerin zaman içinde azalarak bir süre sonra da ortadan kalkmasıdır. Depresyonda ise zaman geçtikçe duygularda hiçbir değişiklik yaşanmaz. Yasta tetikleyici bir olay (sevilen kişinin kaybı) vardır ve bu olay sonucunda da normal bir şekilde kötü hissedilir. Depresyonda ise kaybedilen kişi ile ilgili yaşanıyor olan örseleyici duygular geçmediği gibi kötü hissetme hali yaşamın birçok yönüne yansır.

Yas İle İlgili Yanlış İnanışlar

Kaybedilen kişinin acısını görmezden gelmeye çalışmak ve yaşanması gereken üzüntü ve kederi itmek ve yaşamamaya çalışmak durumu daha da kötüleştirir. Bu sebeple kişi belli bir süre yasını yaşamalı ve içinde tutmamalıdır. “Ölenle ölünmez”, “Artık onu düşünme, o öldü”, “Çok kafana takıyorsun”, “Ağlayınca geri mi gelecek” gibi söylemler kayıp yaşayan kişinin yas sürecine girmesinin, bu süreci yaşamasının ve/veya bu süreci tamamlamasının önünde engel teşkil eden sorunlu çevresel yaklaşımlardır. Kaybedilen kişinin resimlerini kaldırmak, kayıpla ilgili konuşmamak gibi yanlış tutumlar da yas sürecinin sağlıklı bir şekilde yaşanmasını engeller. Bu tutumları kişinin kendisi de sergiliyor olabilir ya da çevresi tarafından bu şekilde yönlendirilebilir.

Ağlamak insana acı veren bir duruma ve üzüntüye verilen en doğal tepkidir. Bu dönemde ağlamamak kişinin yas tutmadığı anlamına gelmez, aksine yasını olması gerektiği gibi yaşayamadığının göstergesidir. Kaybedilen kişinin resimlerine bakmak ve onunla ilgili konuşmak yas sürecinde gerekli ve normal olan durumlardır.

Yas süresi kimse tarafından bilinemez, 1 ay, 1 yıl veya 2 yıl diye kesin bir rakam verilemez. Dışa vurulan tepkiler gibi yas tutma süresi de kişiden kişiye göre değişkenlik gösterir. Önemli olan hayatı ne derecede ve ne kadar yoğun bir şekilde etkilediği ve bu etkinin zaman içinde azalıp azalmadığıdır.

İçinde Bulunulan Toplumun Kayba Karşı Tutumu

İçinde bulunduğumuz toplumun kayıplara ve ölüm kavramına verdiği anlam ve gösterdiği tepkiler de kişinin yas sürecini sağlıklı ya da sağlıksız biçimde geçirmesinde oldukça etkilidir. Her toplumun kaybedilen kişi arkasından düzenlediği belirli ayinler, ritüeller vardır ve her toplum yasını farklı yollardan yaşar. Bunlar, ülkeden ülkeye değişebileceği gibi, bölgeler, şehirler, aileler arasında da farklılıklar görülür. İçinde yaşadığımız toplum kültürü, yasımızı tutmamızda kişiliğimiz kadar bizi etkiler. Kayıp ardından yapılan ya da yapılmayan ayinler, ritüeller ve tepki verme alışkanlıklarının, kaybedilen kişi için hüzün yaşamayı ve bunu ifade etmeyi, ağlamayı, kişi hakkında konuşmayı engelleyici bir şekilde olması durumunda kişinin yasını tutması ve bu süreci tamamlaması imkansız hale gelir. Bunun sonucu kaçınılmaz olarak psikolojik sıkıntılar ortaya çıkar.

Ne Zaman Bir Psikiyatri Uzmanına Başvurmalıyım?

Ölümden birkaç ay sonrasına kadar olan depresif durumlar normal kabul edilmektedir. Yas sürecinde yaşanan belirtiler depresyonla aynı olduğundan ve yas yaşanması gereken bir durum olduğundan depresyon belirtilerinin yas sürecinde görülmesi normaldir. Kişi, ölümden birkaç hafta sonra işine veya okuluna geri dönebiliyor, birkaç aya kadar öz bakımını sağlayabiliyor ve ölümü kabullenebiliyor, 6 aydan 1 yıla kadar ise yeni ve anlamlı ilişkiler kurmaya başlayabiliyorsa sorun yoktur. Fakat daha önce de belirtildiği gibi bunun süresi hakkında kesin konuşmak doğru değildir. Kişi eğer uzun süredir hayatından hiçbir keyif almıyor, ölen kişi ölmemiş gibi davranıyor (masaya onun için tabak koymak, eşyalarını yıkayıp ütülemek, odasını düzenlemek, onunla konuşmak), sürekli depresif bir hal içinde kalıyor, iletişim kuramıyor, geçimini işe devamsızlığı yüzünden sağlayamıyor ise kesinlikle bir psikiyatri uzmanından yardım alınması gerekir. Bu gibi durumlarda kişi eski hayat standardını tamamen kaybeder, kişinin öldüğünü kabullenmez ve yas süreci travmatik etki yaratan bir hale dönüşür.

Çocuklarda Yas Tepkisi

Çocukların yas tepkisi, erişkinlerinkinden farklıdır. Bu farklılık, yas tutmanın hem şeklinde hem de yoğunluğunda görülebilir. Çocuklar çoğunlukla, hiçbir şey olmamış gibi davranmayla, aşırı reaksiyon gösterme arasında gidip gelirler. Bu noktada çocuğun gelişim seviyesine bağlı olarak, kayıpla ilgili farklı unsurların ön plana çıkacağını ve zihninde değişik soruların uyanacağını bilmek gerekir. Yas tepkilerini tamamlamış olan erişkinler, çocukların olaya yönelik sonradan verdikleri tepkileri ve sorgulamaları anlamayabilir, hatta bastırmak için uğraşabilirler. Ebeveynle çocuğun yas süreçleri paralellik göstermeyeceğinden, sağ kalan ebeveynin ölenin ardından yasını yaşayıp, normal hayatına dönmesi; ölen ebeveyninin kaybından kaynaklanan sorgulamalarının cevabını bulamayan ya da büyüdüğü için farklı bir sorgulama seviyesine geçmiş çocuğuyla çatışma yaşanmasına yol açabilir. Mesela, eşi ölen bir adam yeni bir ilişki kurduğunda, çocuğunun annesi ile ilgili sorular sormasını yadırgayabilir ve bu durumu mevcut ilişkisi ile ilgili sorun çıkardığı şeklinde değerlendirebilir.

Ölen Ebeveynin Boşluğunu Doldurmak

Bazı çocuklar, ebeveynlerinin kaybını telafi etmek için ölen ebeveynin rollerini üstlenebilirler. Böylesi bir durum, çocuğun yapmacık bir olgunlaşma sürecine girme tehlikesini bünyesinde barındırır. Ancak, bazı ebeveynler farkında olarak ya da olmadan bu durumu teşvik etmektedirler. Çocuğun ölen eşin davranışlarını taklit etmesi, yaşayan ebeveynin hoşuna gidebilir ve bu hoşnutluğu da sözel veya davranışsal yollarla ifade ederek çocuğun tutumlarının pekişmesine yol açabilir. Bunun daha ileri aşaması, sağ kalan ebeveynin, çocuğundan ölen eşin yaptığı işleri üstlenmesini bizzat istemesi ve çocuğun istenenleri yapmakta zorlanmasıdır. Böyle bir durumda, çocuk yaşadığı kaybın travması ile baş etmeye çalışırken, bir de kendisine hiçbir şekilde uygun olmayan bir rolü yaşamak zorunda kalmanın travmatik etkisi ile karşı karşıya kalır.


Eş ve Sevgiliden Ayrılma

“Bir daha asla başkasını sevemem”
“Kimse ile onunla olduğum gibi mutlu olamam”
“Onun gibisini bulamam”

Eş ya da sevgiliden ayrıldıktan sonra yaşanan süreç bir yakının kaybı sonrasında yaşanan sürece benzerdir. Kişi yas süreci yaşar ve zaman içinde duygusal olarak bazı aşamalardan geçer. Öncelikle olaylara inanamaz, şok ve şaşkınlık içindedir. Ardından öfke ve pazarlık evresi gelir. Öfke evresinde onun sevmediği yanları büyütür. Onun adının anılması bile kişiyi rahatsız eder. Ardından gelen pazarlık aşamasında “Keşke şöyle söylemeseydim, benden ayrılmaz mıydı?” gibi soruların, hesaplaşmaların yapıldığı aşamadır. Kavuşmanın imkansızlaştığını, kişinin anlamasıyla yokluk, boşluk duyguları hissetmeye başlar. Son evre ise, çözülme evresidir. Kişi, eşi ya da sevgilisi ile ilgili anıları hatırladığında bir burukluk hisseder, ancak yaşamına da devam eder. Bu şekilde yaşanan yas süreci normaldir ancak bu süreç uzar ve yaşanan duygusal aşamalardan birinde takılma olursa ayrılığın travmatik etkisi oluşmuş demektir ve psikolojik sorunlar ortaya çıkar.

Ayrılık Sürecini Travmatik Duruma Getiren Unsurlar Nelerdir?

Ayrılığın travmatik etkisinin boyutu belirli etkenlere bağlı olarak büyür.
-İlişkinin süresi
-İlişkinin nasıl sonlandırıldığı
-İlişkiye yapılan yatırım
-İlişkiden beklentiler
-Sevdiği halde, devam etmek istediği halde, terk edilmek
-Bir kişi nedeniyle terk edilmek (Öfkeyi arttırmaktadır. Kişi kendisini sürekli olarak o kişi ile karşılaştırabilir)
-Ayrılık nedenlerinin konuşulmaması
gibi etkenler ayrılık nedeniyle yaşanan yas sürecinin süresini ve normal bir yas sürecinden geçilip geçilmeyeceğini belirler. Çocukluk ve ergenlik döneminde yaşanmış travmatik ayrılıklar ve önceki ilişkilerde yaşanan travmatik olaylar ve ayrılık süreçleri ilişkilerde ayrılmaya ve reddedilmeye olan duyarlılığın ve ayrılık sonrası psikolojik sorun gelişiminin belirleyicisi olan başlıca nedenlerdir.

Ayrılık Sonrasında Yaşanan Süreçler

Normal yas sürecinin yaşanamaması durumunda en çok karşılaştığımız psikolojik sorunlar depresyon, panik atak gibi anksiyete bozukluğu türleri ve alkol ve madde kötüye kullanımıdır. Kişinin ayrıldığı kişi ile karşılaşması, ona ulaşması ayrılık acısını daha da fazlalaştırabilir. Bu sorunlar eşliğinde umutsuzluk, hayal kırıklığı, öfke, suçluluk gibi birçok duygu yoğun bir şekilde kendini gösterir. Takıntılı aşk olarak bilinen ruh hali ayrılık sonrası oluşan psikolojik sorunların en yoğun yaşandığı durumdur.

Bazı kişiler ise, ayrılık acısını azaltmak için hemen yeni bir ilişkiye başlayabilirler. Bu durum yaşanması gereken yas sürecini engellediği için olumsuz duygu birikimi oluşur ve ileriki dönemde bu birikim mutlaka çeşitli psikolojik sıkıntılar şeklinde yüzeye çıkacaktır. Ayrılığın yasının tutulması önemlidir. Geçmiş ilişkinin bitmesi nedeniyle oluşan olumsuz duyguların doğal yas sürecinde işlenmesi başlanacak yeni ilişkinin sağlıklı yaşanması için ön koşuldur.

Ayrılık ve Psikoterapi

Ayrılık sonrasında kişi yas sürecinin aşamalarını sağlıklı olarak geçemediyse, ayrıldığı kişinin akla gelme sıklığı ve akla geldiğinde yaşanan rahatsızlığın seviyesi azalmıyorsa, yeni bir ilişki kurmaktan belirgin bir şekilde kaçınılıyorsa, bir psikolojik sorun oluştuysa ve ayrılık sonrasında günlük hayatın sürdürmesinde sürekli bir zorlanma varsa profesyonel bir yardım almalıdır. Ayrılık sonrası yaşanan ve zaman içinde geçmeyen sorunların temel iki kaynağı olan erken dönem ayrılık travmaları ve ilişki sürecinde ve ayrılık döneminde yaşanmış olan travmatik deneyimler psikoterapide çalışılır. Psikoterapi süresince kişinin yaşadığı sıkıntılar kademe kademe azalır, kişi hayatını ayrılık acısından bağımsız yaşamaya ve yeni bir ilişkiye kendini hazır hissetmeye başlar. EMDR, diğer bir çok psikolojik sorunda olduğu gibi psikoterapide ayrılık sorunlarının son derece etkili ve hızlı bir biçimde çözülmesini sağlayan bir yöntemdir.


İş Kaybı

İş kaybı kişinin hayatındaki ilk üç stresten biridir. Kişinin uzun süredir üzerinde yatırım yaptığı bir şeyi kaybetmesidir. Kişinin sevdiği bir kişiyi kaybettiğinde hissettiği duyguya benzemektedir. Tıpkı bir yas sürecidir. İş kaybı veya işi kaybetmeye yönelik tehdit birçok yoğun duyguyu tetikleyebilir. İşini kaybeden veya işini kaybetmeye yönelik tehdit altında olan kişi, korku, kaygı, şok, üzüntü, duygusal donukluk, içe kapanma vb. duygular yaşayabilir.

İlk aşama, şok aşamasıdır. Tam olarak ne olduğunun farkında olmayabilir. Sonraki aşama ise, inkardır. Kişi bir türlü işini kaybettiğini kabul edemez. “Bu durum benim başıma geliyor olmaz”. Öfke aşamasında ise, kişi işini kaybettiği için ya kendisini suçluluk duyar ya da çevresindeki insanları suçlar.” Ben suçluyum. Tüm suç ortağımın”. Kayıp süreci ile yüzleştiğinde ise, depresyon durumu yaşar. “Hiçbir şeyden zevk almıyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Son aşama ise, danışanın yaşadığı kabul aşamasıdır.” Artık kendime yeni bir iş bakmalıyım” Bu aşamada, kişi artık yeni bir işe aramaya başlayabilir. Ancak her zaman böyle bir bekleme lüksü de olmayabilir.

İş Kaybı Sonrasında Görülebilen Durumlar

-Örneğin; Patronun işten çıkarttığını söylediği anının kişinin tekrar tekrar aklına gelmesi, bu durumla ilgili sıkıntılı rüyalar görme, terleyerek, titreyerek uykudan uyanma
-İş görüşmesine gitmekten kaçınma
-İşini hatırlatan kişilerden, yerlerden uzaklaşma
-İnsanlardan uzaklaşma (içe kapanma)
-Güvensizlik “Kendime güvenmiyorum… İş yerlerine güvenmiyorum”
-Uykusuzluk
-Sinirlilik
-Konsantre olmakta zorlanma
-Tetiktelik
-Yetersizlik duygusu “Ben yetersizim, Ben başarısızım”
-Gelecek kaygısı “Ya iş bulamazsam … Yine işten atılırsam”

İş kaybı, çoğu zaman erken travmatik deneyimleri tetikleyebilir. Terapide, danışanın erken travmatik deneyimlerinin çalışılması önemlidir. İşini kaybeden kişinin “Ben yetersizim. Ben başarısızım” vb. şeklindeki olumsuz düşüncelerinin, bu düşüncelerin yarattığı duyguların belirlenmesi, bu düşüncelerin, duyguların yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir.

İş Kaybı Sonrasında Görülebilen Durumlar

-Örneğin; Patronun işten çıkarttığını söylediği anının kişinin tekrar tekrar aklına gelmesi, bu durumla ilgili sıkıntılı rüyalar görme, terleyerek, titreyerek uykudan uyanma
-İş görüşmesine gitmekten kaçınma
-İşini hatırlatan kişilerden, yerlerden uzaklaşma
-İnsanlardan uzaklaşma (içe kapanma)
-Güvensizlik “Kendime güvenmiyorum… İş yerlerine güvenmiyorum”
-Uykusuzluk
-Sinirlilik
-Konsantre olmakta zorlanma
-Tetiktelik
-Yetersizlik duygusu “Ben yetersizim, Ben başarısızım”
-Gelecek kaygısı “Ya iş bulamazsam… Yine işten atılırsam”

Tedavi

İş kaybı, çoğu zaman erken travmatik deneyimleri tetikleyebilir. Terapide, danışanın erken travmatik deneyimlerinin çalışılması önemlidir.

İşini kaybeden kişinin “Ben yetersizim. Ben başarısızım” vb. şeklindeki olumsuz düşüncelerinin, bu düşüncelerin yarattığı duyguların belirlenmesi, bu düşüncelerin, duyguların yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst