F
Fırtına
Guest
Sakat hakları aktivistleri hamileliğin sakatlığı olan bir bebeğin doğumuna yol açacağı belirlendiği takdirde kürtaj niyetiyle yapılan doğum öncesi teşhis pratiklerinin bir eleştirisini dillendiriyor. Bu eleştirinin temelinde ABD, Almanya, İngiltere ve birçok başka ülkede büyüyen bir aktivizmi besleyen tarihsel etkenler yer alıyor, ki bu sakatlığı olan insanların toplumsal yaftalanmasına karşı çıkan bir aktivizm..
Sakat insanlar için, kadınların 60 ve 70′lerde bilinç-yükseltme grupları uğradıkları baskı “görünmez” kalan bir toplumsal grupta yer alan diğer kişilerle biraraya gelmek ve yaygın toplumsal baskı deneyimini açığa çıkarmak adına (“sen de aynı şeyi yaşadın, öyle değil mi?”) bir model sundu. Bu grupların katılımcıları sakatlara uygulanan baskının temel ideolojik öğelerinden birine meydan okumaya başladı; sakat insanların düşük sosyoekonomik statüsüne sakatlıklarının neden olduğu görüşüne. Kolektif bilinç-yükseltme pratiği ‘neden’in toplumsal yaftalanma olduğunu açık etti.
1950′lerden beri tıp ve rehabililtasyon alanındaki bazı gelişmeler de aktivizmi besledi. Antibiyotikler ve gelişen cerrahi teknikler önceden ölümcül sayılacak koşulları hafifletti. Bunun sonucunda, sakat insanlar daha uzun ve daha sağlıklı bir yaşam sürdürmeye başladı, ve ciddi sakatlıkları olan nüfüsun sayısı arttı. Akülü sandalyeler, asansörlü vanlar, taşınabilir nefes alma cihazları ve bilgisayar ve iletişim teknolojieri sakatlıkları yüzünden önceden toplumdan sürgün edilen insanların eğitim ve istihdama erişimini kolaylaştırdı.
Kör, sağır, hareket sakatlıkları olan vatandaş grupları ve öğrenci sakatların etkili kolektif örgütlenmeleri 60′larda gelişip serpildi ve yeni yasaların çıkarılmasını sağladı. 1973′teki Rehabilitasyon Yasası’nın 504. bölümü (Malhotra'nın makalesine bakınız -çev.) devletin finanse ettiği programlarda ayrımcılığı yasakladı. 1990′ın Engelli Amerikalılar Yasası (ADA) sakatların sivil haklarının korunmasında önemli bir basamak teşkil etti ve aşağı yukarı 45 milyon Amerikalının kolektif öz-imgelerinde çok önemli bir dönüşüm sağlanmasına yardımcı oldu. Bugün, birçok sakat insan kendilerini belirli bir azınlık grubunun üyesi sayıyor ve sakatların kusurlu, topluma yük ve çekicilikten yoksun olduğuna dair yaygın sakat insan prototipini reddediyor.
Tam da sakat vatandaşların mücadelesinin bu kadar başarıya ulaştığı bir zamanda, yeni üreme ve gen teknolojilerinin sakat çocukların –Down Sendromlu, spina bifida’lı, musküler distropili, hücre anemesi, diğer yüzlerce koşul dahil– doğumunu önleme “vaadiyle” işlemesi ironiktir. Görünen o ki Amerika’da kamu, bu teknikleri doğum öncesi tarama ve elemeci kürtajın potansiyel olarak hastalık ve sakatlık oranlarını düşürerek hayat kalitesini arttıcağına dair “sağ duyusal” varsayımlar temelinde onaylıyor. Medikal sistemin sakatlık anlayışının ve sakat ayrımcılığına yol açan daha geniş ölçekteki toplumsal etkenlerin derinden incelenmesi bu varsayımlara meydan okuyacaktır.
Sakatlık Bağlamında Üreme Hakları;
Üremeye ilişkin özgürlük sözkonusu olduğunda üreme hakları hareketinin ve sakat hakları hareketinin amaçları arasında temel bir fark var; ilki kürtaj hakkını savunuyor; ikincisi ise, kürtaj olmama hakkını..
Sakat hakları savunucuları sakat kadınların çocuk doğurma ve anne olma hakkının olduğunu ve tüm kadınların da fetusun potansiyel olarak sakatlığa sahip olacağı belirlendiğinde kürtaja yönelik baskıya direnme hakkının olduğunu savunuyor.
Sakatlığı olan kadınlar bu meseleleri 1994′te Vancouver’da yeni üreme teknolojileri üzerine düzenlenen bir konferansta dile getirdi. Birçok katılımcı için, biz “rahatsız edici” bir gruptuk; tekerlekli sandalyede kadınlar, yardımcı köpekleriyle kör kadınlar, işaret dili çevirmenine gereksinim duyan sağır kadınlar; yanık yaraları veya yüzlerinde anomaliler olan kadınlar; kol ve/ya bacakları olmayan kadınlar, koltuk değnekli, beyaz bastonlu kadınlar. Orada da, genelde bizle ilk defa karşılaşan insanlardan edindiğimiz deneyimin benzerini yaşadım: kaydırılan gözler, ya da kaçak bakışlar, tereddütlü gülümsemeler, yersiz ya da aşırıya kaçan bir yardımseverlik –diğer bir değişle, yok gibi yapılması için mücadele edilen bir rahatsızlığın mevcudiyeti..
Böyle bir durumun iletişimi sınırladığı açıktı, ben de bunun için bir şey yapmaya karar verdim. Birçok engelsiz kadına yaklaşıp, bu kadar farklı bir kadın topluluğuyla buluşunca nasıl hissettiklerini sordum: Birçoğu buna açıkça davet edildiğinde, dürüstlükten şaşmadı; “Gerginim. Acaba alınacakları bir şey söyler miyim?” “Garip hissediyorum. Bu kadınların bazılarının bedeni o kadar farklı ki!” Kendi de sakat olan bir kadın, sakat bir başka kadının çok farklı bedeninin imgesini kabusunda gördüğünü söyledi. Bir kadın da itiraf etti ki; “Bu talihsiz kadınların bazılarının durumuna fena halde içim aciyor, ama onlara acımamam gerektiğini de biliyorum. Çok kötü bir şey yapıyorum, değil mi?”
Bu rahatsızlık toplumun genelinin ve ilerici feministlerin dahi sakatlığı olan insanlardan ne kadar yalıtılmış olduğunu örnekliyor. Sakatlığa dair tehlikeli bilgi yoksunluğu kamunun doğum öncesi teşhis ve elemeci kürtaj üstüne tutumunun şekillendiği bağlamı oluşturuyor. ABD’de bu bilgi yoksunluğu gerçeklikle sınanmamış birçok varsayım üretti; sakat insanların yaşam kalitesinin ve yaşamdan duydukları hazzın zorunlu olarak düşük olduğu, sakatlığı olan bir çocuk büyütmenin tamamen arzu edilmez bir deneyim olduğu, elemeci kürtajın anneleri sakat çocuğu büyütmenin getireceği yüklerden kurtaracağı, ve son kertede bizim toplum olarak kimin doğmamış olmakla daha iyi edeceğini belirleme araçlarına ve hakkına sahip olduğumuz gibi..
Vancouver konferansında sakatlığı olan kadınların yapmak istediği ve benim bu makalede yapmak istediğim şey elemeci kürtajın ya da bazı sakat aktivistlerin buna verdikleri adı kullanacak olursak, öjenik kürtajın nasıl da sadece sakatlığı olan insanlar üstünde baskı kurduğu değil, nasıl da tüm kadınlar için zararlı olduğu..
Öjeni ve Doğum Denetimi Hareketi;
Bugün doğum öncesi tarama ve elemeci kürtaja başvurmayı destekleyen öjenik eğilim üreme politikalarında yarım yüzyıldan fazla bir süredir merkezi bir yer işgal etti. 19. yy’de öjenistler yoksulluk, alkolizm ve hırsızlık gibi birçok insani “kusur”un, ve aynı zamanda, zeka, müzik yeneteği, ve iyi karakter gibi arzulanan özelliklerin kalıtımsal olduğuna inanıyordu. İnsan ırkını kontrollü çoğalmayla mükemmelleştirme arzusuyla, “sağlıklı sürü”den olanları çiftleşmesini desteklerken toplumsal olarak “uygunsuz”, yani istenmeyen özelliklere sahip olanların üremesini önlemek istiyorlardı. Bir dizi yasa ve mahkeme kararıyla Amerikan öjenistleri bir toplumsal mühendislik programını devreye soktu. Bunlardan en önemlisi, 1927′de Amerikan yüce Mahkeme’sinin Bell’e karşı Buck davasındaki kararıydı.
Erken dönem doğum denetimi hareketinin, Margaret Sanger dahil ABD’deki liderleri genel olarak öjenik bir bakış açısını benimsemişti: beyaz Anglo-Saksonların üremesini teşvik ederken, beyaz olmayanlar, göçmenler ve sakat insanların üremesini azaltmaya çalışıyorlardı. Öjeniğin öncüleri özellikle sakat kadınları üremeye “uygunsuz” ve anne olarak ise ancak “yetersiz” gösteriyorlardı. 20′lerde, Margaret Sanger’in gurubu, Amerikan Doğum Denetimi Federasyonu, Amerikan Öjeni Derneği başkanı Guy Irvıng Buch’la ortaklaştı. Bu koalisyon epilepsi olan, gerizekalı ve zihinsel özürlü olarak teşhis edilenlerin zorunlu sterilizasyonunu destekledi. 1937′de Büyük Bunalım’ın ortasında, yirmi sekiz eyalet özellikle “kendileri için üremenin tavsiye edilemez olduğu” kadınları hedefleyen öjenik sterilizasyon yasalarını benimsemişti. Bu yasalar, 1930 ve 1970 arasında 200.000 kadının sterilizasyonunu zorunlu kıldı.
Bugünkü feministler, öncekilerin öjenik önyargılarından sorumlu değilse de, bu önyargılardan bazıları bugünkü üreme hakları hareketinde mevcudiyetini koruyor ya da sorgulanmadan kalıyor. Sonucunda, sakatlığı olan birçok kadın kendilerini bu hareketten dışlanmış hissediyor. Öte yandan, kürtaj hakkını destekleyen bazı feministler kendilerini sakat cemaatinden o kadar yalıtılmış durumda buluyorlar ki, “sağ, bizim kusurlu bebekler doğurmamızı istiyor” bile diyebiliyorlar. Açıktır, yapılacak iş çok..
Elemeci Kürtaja Karşı Olumlanan-Sakat Kimliği;
Bazı tıp uzmanları ve kamu sağlığı görevlilerinin doğum öncesi teşhis ve kürtajı, bazı sakatlık kategorilerini yok etmek adına, Down Sendromu ya da benim kendi sakatlığım, spina bifida gibi– desteklediği açıktır. Bu ve diğer nedenlerle birçok sakat aktivist ve feminist elemeci kürtajı “yeni öjeni” olarak değerlendiriyor. Bu insanlar doğum öncesi tarama ve elemeci kürtaja direniyorlar.
Sakat cemaatinde elemeci kürtaja direnip direnmemek son kertede kendimizi nasıl tanımladığımızla bağlantılı. Feministlerin kadınların öz-imgesini dönüştürmesi gibi, sakat cemaati de sakatlığa sahip olma deneyimini yeniden biçimlendirdi. Kısmen bir topluluk bilinci oluşturarak, “trajedi” ya da “sakatların çektiği acılar” gibi stereotipik düşüncelerin sakat insanların toplumdan yalıtılmasına neden olduğunun farkına vardık. Gerçekten de, yaşadıkları yerlerde sakatlıkları olan diğer insanlarla bağı olmayan sakat insanlar kendilerine trajik, kusurlu bir varoluş atfeden toplumsal rolle cebelleşmek zorunda kalıyor. Doğru, bildiğim birçok sakat insan bana kendilerinden emin bir biçimde, sakatlığın, acının ve bunları hafifletecek aletler ve yardımlara olan ihtiyacın hissedilir bir rahatsızlığa yol açtığını söyledi. Ama bu rahatsızlık sakat insan gündelik yaşama katılabildiğinde minimum hale geliyor. Hayatı zorlaştıran şey, ayrımcı tutumlar ve düşüncesiz davranışlar, ve bunların sonucunda yaşanılan toplumdan sürgün edilme ve erişilebilirlik koşullarının yokluğu. Sakatlığa ilişkin en “sakatlayıcı” şey, sakatların toplumsal ezilmesi..
Birçok sakat insanın “sakatlığı olan insanlar” kimliğinden duyduğu, hala tamamen oturmasa da giderek artan bir gurur var. Onlarca yıllık çabayla sakat aktivistler kurumlara kapatılmaya karşı savaştı ve istihdam, eğitim, ulaşım ve ikamet politikalarında ayrımcılığa karşı çıktı. Rehabilitasyon ve Bağımsız Yaşam programları için mücadele ettik, ve sakat insanların topluma katılabileceğini ve topluma katkı sunabileceğini kanıtladık.
Siyasi bir hareket olarak, sakat hakları topluluğu tam vatandaşlık talebimizi kamuya duyurmak adına protestolar ve etkili sivil itaatsizlik eylemleri düzenledi. Taktiklerimizin birçoğu 60′ların kadın hareketinden ve siyahların sivil haklar hareketinden ilham aldı. ABD’de en geniş sivil haklar yasasından biri, Engelli Amerikallılar Yasası, için savaştık ve kazandık. Bu yasa, çoğu sakat insanın acıma ve yardım nesneleri olduğu, düşük toplumsal ve hukuksal statüde oldukları ülkelerde yaşayan uluslararası sakat cemaatinden birçok sakat aktivistin kıskanacağı ölçüde temelli bir yasa. Sakat aktivistler sakatlığı olan erişkinlerin yönettiği danışma ve bakım programları için savaştı. Biz sakat çocukları hareketin “genç pınarı” olarak, sakat insanlar için yaşam koşullarının nesiller boyunca daha da iyileşeceği umudunu bize veren insanlar olarak görüyoruz.
Kısmen sakat çocukların bize verdiği bu umut nedeniyle, 80′lerin “Baby Doe” vakaları büyüyen sakat hakları hareketinin dikkatini çekti. Bu vakalar sakat bebeklerin maruz kaldığı “elemeci tedavisiz bırakılma”nın (sakat bebeklerin ebeveynin ya da doktorun antiyotikler gibi rutin tedavi yöntemleriyle müdahale etmek istememesi nedeniyle ölüme terkedilmesi) geçmişte kalan bir uygulama olmadığını gösterdi. Aynı dönemde, birçok “yanlış doğum” davası da dikkatimizi çekti –doktorlara karşı ve sözde sakat çocuklar adına çocuğun durumunun doğum öncesi teşhis edilmesi gerektiğini düşünen ebeveynin açtığı yanlış tıbbi uygulama davaları. Bu davalar, sakat çocukların bir kere doğdular mı, büyük bir yük olduklarını ve “hasarlı” fetusu yok etmeyi becerememiş doktorların maddi olarak cezalandırılması gerektiğini iddia ediyor.
Ancak aynı zamanda sakat çocuklara sahip birçok ebeveyn sakat bir çocuk büyütmenin getirdiği sevinç ve tatminler adına sesini yükseltti. Bu ebeveynlerin yazdığı birçok kitap ve makale sakat bir çocuk büyütmeyi zorlaştıran şeyin bakım gerekliliğinden çok daha fazla ayrımcı tutumlar olduğu görüşünü kanıtlıyor. Sakatlık-merkezli bir perspektif geliştiren birçok erişkin sakat çocukların ebeveynlerine katılarak sakat bir çocuk büyütmenin zorunlu olarak arzu edilmez bir şey olduğu görüşüne karşı çıkıyor.
Sakat insanları korkutucu ya da insanlık-dışı sayan tutum sakat insanlarla anlamlı bir etkileşimin olmamasından kaynaklanıyor. Yalıtma, her durumda olduğu gibi, bu durumda da stereotipleri mantar gibi üretiyor. Ancak, sakat insanlarla etkileşimi savunmak dışında, sakat hakları için mücadele edenler “kabul edilebilir biçimde insan” olan tanımının sınırlarına meydan okumanın elzem olduğunu iddia ediyorlar. Down sendromuna sahip birçok çocuğun ebeveyni çocuklarının kendilerine mutluluk verdiğini söylüyor. Ama sakat insanlarla bağı olmayan insanlar arasında, bunun hasarlı bir çocuğa sahip kişilerin yaptığı bir romantikleştirme ya da rasyonelleştirme olduğu düşüncesi çok yaygın..
Elemeci kürtaja direnen birçok kişi ciddi bir sakatlığa sahip bir çocuğu ya da erişkini sevmekte güncel düşüncenin terimleriyle aktarmak zor olsa da temelden değerli ve özsel olarak insani bir şey olduğunda ısrar ediyor. Yani, insanların katkısı onların normallik çerçevesine ne ölçüdde sığdığı, ya da üretkenlik ve getiri-götürü açılarından yapılamaz. Bizden (sakatlık, yaş veya renk veya etnik köken açısından) farklı insanların insan olmanın anlamına dair paylaşacakları çok şey var. “Ağır sakat” olarak etiketlenen insanların varlığını inkar ederek kendimizi insanlığa dair temel bir duruma açma olanağından mahrum bırakmamalıyız.
Karmaşık Duygular; Sakat İnsanların Elemeci Kürtaja Tepkisi;
Sakat aktivistler elemeci kürtaja meydan okumaya başladı. Ama genel olarak sakat insanlar arasında bu meseleler üzerinde anlaşma yok. Nihayetinde sakat cemaati de, “kadınlar” ya da “işçi sınıfı” kadar farklılıklar barındıran bir topluluk. Bu meselelerin bazı tarafları deneyimlediğimiz önyargı nedeniyle sakat insanlar için kafa karıştırıcı olabiliyor. Örneğin, kültür genel olarak bedenlerimizi geçersiz kılıyor, cinselliğimizi ve ebeveyn olma potansiyelimizi yadsıyor. Bu kültürel etkiler doğum öncesi kontrol pratikleri ile çoğul biçimde bağlantılı. 1990′ların ilk yarısından beri, sakat hakları aktivistleri sakatlık literatüründe elemeci kürtaja karşı tutumları inceledi ve tartıştı. Buna ek olarak, genel popülasyonun kürtaja karşı tutumunda olduğu gibi, sakat insanların elemeci kürtaja karşı tutumu da onların kişisel deneyimiyle (burada, sakat kişinin kişisel tarihi) ve sınıf, etnik ve dinsel konumlarıyla ilintili..
Farklı sakatlıkları olan kişilerin doğum öncesi taramaya ilişkin farklı fikirleri de olabiliyor. Bazı sakat insanlar bu teknikleri bir tür soykırım olarak görürken, diğerleri bu görüntüleme tekniklerinden sakat bir çocuğun doğumunu önlemek için kendileri de yararlanıyor. Ama sakat insanlar bu testleri hakim kültürün sakatlık-karşıtı önyargısını paylaşan kadınlardan farklı biçimlerde de kullanabiliyor.
Örneğin, birçok cüce, bir çiftin ya da kadının sırf fetus cüce olacağı için kürtajı tercih etmesinden derin bir kızgınlık duyar. Ancak, cücelik özelliğine genetik olarak sahip bir kişi, aynı özellikteki bir başka kişiyle çiftleştiğinde, iki partnerin de fetusa birer aşkın cücelik geni aktarması olasılığı bulunuyor. Bu da, “ekstra gen dozu” biçiminde ciddi tıbbı komplikasyonlara ve erken ölüme neden olan “çifte baskınlık” denilen bir duruma yol açar. Böylece, cücelik geni barındıran ya da kendileri de cüce olan ebeveyn, kendileri hiç şüphesiz cüce bir çocuğun doğumundan sevinç duyacak olsalar da, yine de “çifte baskınlık”a sahip bir çocuk doğurmamak için bu tarama tekniklerini kullanabilir.
Sağırlık, tamamen farklı bir başka örnek teşkil ediyor. Şimdilik sağırlığı teşhis edebilecek bir tarama tekniği yok; ama, ahlaki çıkmaz da burada yatıyor, eğer işitme engeli olmayan bir çiftin sağır olacağı tespit edilen bir fetusu kürtajla alma hakkı varsa, neden kendi özgün işaret dili kültürlerinden gurur duyan sağır insanların sağır bir çocuk seçme ve (sağır olmayacağı teşhis edilen) fetusu paralel nedenlerle aldırma hakkı olmasın?
Elemeci ya da öjenik kürtaja karşı çıkanlar sakat olmanın nasıl bir şey olduğuna dair bilgi sahibi olanların sakatların kendileri olduğunu iddia ediyor. Medikal sistem, bizi tedavi etmeye ya da “düzeltmeye” gücü yetmeksizin, sakatlığın getirdiği acıları ve kısıtlamaları abartıyor. Medya, özellikle filmler, sakatlığı bir kötülük, güç yoksunluğu, sonsuz bağımlılık ve trajedi –ya da tersten, cesaret, ilham, ermişlik– metaforu olarak kullanarak yaşamlarımızı çarpıtıyor.Bu tarama teknikleriyle karşılaşan kadınlarla sadece sakat insanlar konuşabililr. Gerçek yaşamlarımız, gündelik, sıradan yaşamlarmız, ve sakat çocukların yaşamı üstüne sadece biz konuşabiliriz.
Sakat insanlar için, kadınların 60 ve 70′lerde bilinç-yükseltme grupları uğradıkları baskı “görünmez” kalan bir toplumsal grupta yer alan diğer kişilerle biraraya gelmek ve yaygın toplumsal baskı deneyimini açığa çıkarmak adına (“sen de aynı şeyi yaşadın, öyle değil mi?”) bir model sundu. Bu grupların katılımcıları sakatlara uygulanan baskının temel ideolojik öğelerinden birine meydan okumaya başladı; sakat insanların düşük sosyoekonomik statüsüne sakatlıklarının neden olduğu görüşüne. Kolektif bilinç-yükseltme pratiği ‘neden’in toplumsal yaftalanma olduğunu açık etti.
1950′lerden beri tıp ve rehabililtasyon alanındaki bazı gelişmeler de aktivizmi besledi. Antibiyotikler ve gelişen cerrahi teknikler önceden ölümcül sayılacak koşulları hafifletti. Bunun sonucunda, sakat insanlar daha uzun ve daha sağlıklı bir yaşam sürdürmeye başladı, ve ciddi sakatlıkları olan nüfüsun sayısı arttı. Akülü sandalyeler, asansörlü vanlar, taşınabilir nefes alma cihazları ve bilgisayar ve iletişim teknolojieri sakatlıkları yüzünden önceden toplumdan sürgün edilen insanların eğitim ve istihdama erişimini kolaylaştırdı.
Kör, sağır, hareket sakatlıkları olan vatandaş grupları ve öğrenci sakatların etkili kolektif örgütlenmeleri 60′larda gelişip serpildi ve yeni yasaların çıkarılmasını sağladı. 1973′teki Rehabilitasyon Yasası’nın 504. bölümü (Malhotra'nın makalesine bakınız -çev.) devletin finanse ettiği programlarda ayrımcılığı yasakladı. 1990′ın Engelli Amerikalılar Yasası (ADA) sakatların sivil haklarının korunmasında önemli bir basamak teşkil etti ve aşağı yukarı 45 milyon Amerikalının kolektif öz-imgelerinde çok önemli bir dönüşüm sağlanmasına yardımcı oldu. Bugün, birçok sakat insan kendilerini belirli bir azınlık grubunun üyesi sayıyor ve sakatların kusurlu, topluma yük ve çekicilikten yoksun olduğuna dair yaygın sakat insan prototipini reddediyor.
Tam da sakat vatandaşların mücadelesinin bu kadar başarıya ulaştığı bir zamanda, yeni üreme ve gen teknolojilerinin sakat çocukların –Down Sendromlu, spina bifida’lı, musküler distropili, hücre anemesi, diğer yüzlerce koşul dahil– doğumunu önleme “vaadiyle” işlemesi ironiktir. Görünen o ki Amerika’da kamu, bu teknikleri doğum öncesi tarama ve elemeci kürtajın potansiyel olarak hastalık ve sakatlık oranlarını düşürerek hayat kalitesini arttıcağına dair “sağ duyusal” varsayımlar temelinde onaylıyor. Medikal sistemin sakatlık anlayışının ve sakat ayrımcılığına yol açan daha geniş ölçekteki toplumsal etkenlerin derinden incelenmesi bu varsayımlara meydan okuyacaktır.
Sakatlık Bağlamında Üreme Hakları;
Üremeye ilişkin özgürlük sözkonusu olduğunda üreme hakları hareketinin ve sakat hakları hareketinin amaçları arasında temel bir fark var; ilki kürtaj hakkını savunuyor; ikincisi ise, kürtaj olmama hakkını..
Sakat hakları savunucuları sakat kadınların çocuk doğurma ve anne olma hakkının olduğunu ve tüm kadınların da fetusun potansiyel olarak sakatlığa sahip olacağı belirlendiğinde kürtaja yönelik baskıya direnme hakkının olduğunu savunuyor.
Sakatlığı olan kadınlar bu meseleleri 1994′te Vancouver’da yeni üreme teknolojileri üzerine düzenlenen bir konferansta dile getirdi. Birçok katılımcı için, biz “rahatsız edici” bir gruptuk; tekerlekli sandalyede kadınlar, yardımcı köpekleriyle kör kadınlar, işaret dili çevirmenine gereksinim duyan sağır kadınlar; yanık yaraları veya yüzlerinde anomaliler olan kadınlar; kol ve/ya bacakları olmayan kadınlar, koltuk değnekli, beyaz bastonlu kadınlar. Orada da, genelde bizle ilk defa karşılaşan insanlardan edindiğimiz deneyimin benzerini yaşadım: kaydırılan gözler, ya da kaçak bakışlar, tereddütlü gülümsemeler, yersiz ya da aşırıya kaçan bir yardımseverlik –diğer bir değişle, yok gibi yapılması için mücadele edilen bir rahatsızlığın mevcudiyeti..
Böyle bir durumun iletişimi sınırladığı açıktı, ben de bunun için bir şey yapmaya karar verdim. Birçok engelsiz kadına yaklaşıp, bu kadar farklı bir kadın topluluğuyla buluşunca nasıl hissettiklerini sordum: Birçoğu buna açıkça davet edildiğinde, dürüstlükten şaşmadı; “Gerginim. Acaba alınacakları bir şey söyler miyim?” “Garip hissediyorum. Bu kadınların bazılarının bedeni o kadar farklı ki!” Kendi de sakat olan bir kadın, sakat bir başka kadının çok farklı bedeninin imgesini kabusunda gördüğünü söyledi. Bir kadın da itiraf etti ki; “Bu talihsiz kadınların bazılarının durumuna fena halde içim aciyor, ama onlara acımamam gerektiğini de biliyorum. Çok kötü bir şey yapıyorum, değil mi?”
Bu rahatsızlık toplumun genelinin ve ilerici feministlerin dahi sakatlığı olan insanlardan ne kadar yalıtılmış olduğunu örnekliyor. Sakatlığa dair tehlikeli bilgi yoksunluğu kamunun doğum öncesi teşhis ve elemeci kürtaj üstüne tutumunun şekillendiği bağlamı oluşturuyor. ABD’de bu bilgi yoksunluğu gerçeklikle sınanmamış birçok varsayım üretti; sakat insanların yaşam kalitesinin ve yaşamdan duydukları hazzın zorunlu olarak düşük olduğu, sakatlığı olan bir çocuk büyütmenin tamamen arzu edilmez bir deneyim olduğu, elemeci kürtajın anneleri sakat çocuğu büyütmenin getireceği yüklerden kurtaracağı, ve son kertede bizim toplum olarak kimin doğmamış olmakla daha iyi edeceğini belirleme araçlarına ve hakkına sahip olduğumuz gibi..
Vancouver konferansında sakatlığı olan kadınların yapmak istediği ve benim bu makalede yapmak istediğim şey elemeci kürtajın ya da bazı sakat aktivistlerin buna verdikleri adı kullanacak olursak, öjenik kürtajın nasıl da sadece sakatlığı olan insanlar üstünde baskı kurduğu değil, nasıl da tüm kadınlar için zararlı olduğu..
Öjeni ve Doğum Denetimi Hareketi;
Bugün doğum öncesi tarama ve elemeci kürtaja başvurmayı destekleyen öjenik eğilim üreme politikalarında yarım yüzyıldan fazla bir süredir merkezi bir yer işgal etti. 19. yy’de öjenistler yoksulluk, alkolizm ve hırsızlık gibi birçok insani “kusur”un, ve aynı zamanda, zeka, müzik yeneteği, ve iyi karakter gibi arzulanan özelliklerin kalıtımsal olduğuna inanıyordu. İnsan ırkını kontrollü çoğalmayla mükemmelleştirme arzusuyla, “sağlıklı sürü”den olanları çiftleşmesini desteklerken toplumsal olarak “uygunsuz”, yani istenmeyen özelliklere sahip olanların üremesini önlemek istiyorlardı. Bir dizi yasa ve mahkeme kararıyla Amerikan öjenistleri bir toplumsal mühendislik programını devreye soktu. Bunlardan en önemlisi, 1927′de Amerikan yüce Mahkeme’sinin Bell’e karşı Buck davasındaki kararıydı.
Erken dönem doğum denetimi hareketinin, Margaret Sanger dahil ABD’deki liderleri genel olarak öjenik bir bakış açısını benimsemişti: beyaz Anglo-Saksonların üremesini teşvik ederken, beyaz olmayanlar, göçmenler ve sakat insanların üremesini azaltmaya çalışıyorlardı. Öjeniğin öncüleri özellikle sakat kadınları üremeye “uygunsuz” ve anne olarak ise ancak “yetersiz” gösteriyorlardı. 20′lerde, Margaret Sanger’in gurubu, Amerikan Doğum Denetimi Federasyonu, Amerikan Öjeni Derneği başkanı Guy Irvıng Buch’la ortaklaştı. Bu koalisyon epilepsi olan, gerizekalı ve zihinsel özürlü olarak teşhis edilenlerin zorunlu sterilizasyonunu destekledi. 1937′de Büyük Bunalım’ın ortasında, yirmi sekiz eyalet özellikle “kendileri için üremenin tavsiye edilemez olduğu” kadınları hedefleyen öjenik sterilizasyon yasalarını benimsemişti. Bu yasalar, 1930 ve 1970 arasında 200.000 kadının sterilizasyonunu zorunlu kıldı.
Bugünkü feministler, öncekilerin öjenik önyargılarından sorumlu değilse de, bu önyargılardan bazıları bugünkü üreme hakları hareketinde mevcudiyetini koruyor ya da sorgulanmadan kalıyor. Sonucunda, sakatlığı olan birçok kadın kendilerini bu hareketten dışlanmış hissediyor. Öte yandan, kürtaj hakkını destekleyen bazı feministler kendilerini sakat cemaatinden o kadar yalıtılmış durumda buluyorlar ki, “sağ, bizim kusurlu bebekler doğurmamızı istiyor” bile diyebiliyorlar. Açıktır, yapılacak iş çok..
Elemeci Kürtaja Karşı Olumlanan-Sakat Kimliği;
Bazı tıp uzmanları ve kamu sağlığı görevlilerinin doğum öncesi teşhis ve kürtajı, bazı sakatlık kategorilerini yok etmek adına, Down Sendromu ya da benim kendi sakatlığım, spina bifida gibi– desteklediği açıktır. Bu ve diğer nedenlerle birçok sakat aktivist ve feminist elemeci kürtajı “yeni öjeni” olarak değerlendiriyor. Bu insanlar doğum öncesi tarama ve elemeci kürtaja direniyorlar.
Sakat cemaatinde elemeci kürtaja direnip direnmemek son kertede kendimizi nasıl tanımladığımızla bağlantılı. Feministlerin kadınların öz-imgesini dönüştürmesi gibi, sakat cemaati de sakatlığa sahip olma deneyimini yeniden biçimlendirdi. Kısmen bir topluluk bilinci oluşturarak, “trajedi” ya da “sakatların çektiği acılar” gibi stereotipik düşüncelerin sakat insanların toplumdan yalıtılmasına neden olduğunun farkına vardık. Gerçekten de, yaşadıkları yerlerde sakatlıkları olan diğer insanlarla bağı olmayan sakat insanlar kendilerine trajik, kusurlu bir varoluş atfeden toplumsal rolle cebelleşmek zorunda kalıyor. Doğru, bildiğim birçok sakat insan bana kendilerinden emin bir biçimde, sakatlığın, acının ve bunları hafifletecek aletler ve yardımlara olan ihtiyacın hissedilir bir rahatsızlığa yol açtığını söyledi. Ama bu rahatsızlık sakat insan gündelik yaşama katılabildiğinde minimum hale geliyor. Hayatı zorlaştıran şey, ayrımcı tutumlar ve düşüncesiz davranışlar, ve bunların sonucunda yaşanılan toplumdan sürgün edilme ve erişilebilirlik koşullarının yokluğu. Sakatlığa ilişkin en “sakatlayıcı” şey, sakatların toplumsal ezilmesi..
Birçok sakat insanın “sakatlığı olan insanlar” kimliğinden duyduğu, hala tamamen oturmasa da giderek artan bir gurur var. Onlarca yıllık çabayla sakat aktivistler kurumlara kapatılmaya karşı savaştı ve istihdam, eğitim, ulaşım ve ikamet politikalarında ayrımcılığa karşı çıktı. Rehabilitasyon ve Bağımsız Yaşam programları için mücadele ettik, ve sakat insanların topluma katılabileceğini ve topluma katkı sunabileceğini kanıtladık.
Siyasi bir hareket olarak, sakat hakları topluluğu tam vatandaşlık talebimizi kamuya duyurmak adına protestolar ve etkili sivil itaatsizlik eylemleri düzenledi. Taktiklerimizin birçoğu 60′ların kadın hareketinden ve siyahların sivil haklar hareketinden ilham aldı. ABD’de en geniş sivil haklar yasasından biri, Engelli Amerikallılar Yasası, için savaştık ve kazandık. Bu yasa, çoğu sakat insanın acıma ve yardım nesneleri olduğu, düşük toplumsal ve hukuksal statüde oldukları ülkelerde yaşayan uluslararası sakat cemaatinden birçok sakat aktivistin kıskanacağı ölçüde temelli bir yasa. Sakat aktivistler sakatlığı olan erişkinlerin yönettiği danışma ve bakım programları için savaştı. Biz sakat çocukları hareketin “genç pınarı” olarak, sakat insanlar için yaşam koşullarının nesiller boyunca daha da iyileşeceği umudunu bize veren insanlar olarak görüyoruz.
Kısmen sakat çocukların bize verdiği bu umut nedeniyle, 80′lerin “Baby Doe” vakaları büyüyen sakat hakları hareketinin dikkatini çekti. Bu vakalar sakat bebeklerin maruz kaldığı “elemeci tedavisiz bırakılma”nın (sakat bebeklerin ebeveynin ya da doktorun antiyotikler gibi rutin tedavi yöntemleriyle müdahale etmek istememesi nedeniyle ölüme terkedilmesi) geçmişte kalan bir uygulama olmadığını gösterdi. Aynı dönemde, birçok “yanlış doğum” davası da dikkatimizi çekti –doktorlara karşı ve sözde sakat çocuklar adına çocuğun durumunun doğum öncesi teşhis edilmesi gerektiğini düşünen ebeveynin açtığı yanlış tıbbi uygulama davaları. Bu davalar, sakat çocukların bir kere doğdular mı, büyük bir yük olduklarını ve “hasarlı” fetusu yok etmeyi becerememiş doktorların maddi olarak cezalandırılması gerektiğini iddia ediyor.
Ancak aynı zamanda sakat çocuklara sahip birçok ebeveyn sakat bir çocuk büyütmenin getirdiği sevinç ve tatminler adına sesini yükseltti. Bu ebeveynlerin yazdığı birçok kitap ve makale sakat bir çocuk büyütmeyi zorlaştıran şeyin bakım gerekliliğinden çok daha fazla ayrımcı tutumlar olduğu görüşünü kanıtlıyor. Sakatlık-merkezli bir perspektif geliştiren birçok erişkin sakat çocukların ebeveynlerine katılarak sakat bir çocuk büyütmenin zorunlu olarak arzu edilmez bir şey olduğu görüşüne karşı çıkıyor.
Sakat insanları korkutucu ya da insanlık-dışı sayan tutum sakat insanlarla anlamlı bir etkileşimin olmamasından kaynaklanıyor. Yalıtma, her durumda olduğu gibi, bu durumda da stereotipleri mantar gibi üretiyor. Ancak, sakat insanlarla etkileşimi savunmak dışında, sakat hakları için mücadele edenler “kabul edilebilir biçimde insan” olan tanımının sınırlarına meydan okumanın elzem olduğunu iddia ediyorlar. Down sendromuna sahip birçok çocuğun ebeveyni çocuklarının kendilerine mutluluk verdiğini söylüyor. Ama sakat insanlarla bağı olmayan insanlar arasında, bunun hasarlı bir çocuğa sahip kişilerin yaptığı bir romantikleştirme ya da rasyonelleştirme olduğu düşüncesi çok yaygın..
Elemeci kürtaja direnen birçok kişi ciddi bir sakatlığa sahip bir çocuğu ya da erişkini sevmekte güncel düşüncenin terimleriyle aktarmak zor olsa da temelden değerli ve özsel olarak insani bir şey olduğunda ısrar ediyor. Yani, insanların katkısı onların normallik çerçevesine ne ölçüdde sığdığı, ya da üretkenlik ve getiri-götürü açılarından yapılamaz. Bizden (sakatlık, yaş veya renk veya etnik köken açısından) farklı insanların insan olmanın anlamına dair paylaşacakları çok şey var. “Ağır sakat” olarak etiketlenen insanların varlığını inkar ederek kendimizi insanlığa dair temel bir duruma açma olanağından mahrum bırakmamalıyız.
Karmaşık Duygular; Sakat İnsanların Elemeci Kürtaja Tepkisi;
Sakat aktivistler elemeci kürtaja meydan okumaya başladı. Ama genel olarak sakat insanlar arasında bu meseleler üzerinde anlaşma yok. Nihayetinde sakat cemaati de, “kadınlar” ya da “işçi sınıfı” kadar farklılıklar barındıran bir topluluk. Bu meselelerin bazı tarafları deneyimlediğimiz önyargı nedeniyle sakat insanlar için kafa karıştırıcı olabiliyor. Örneğin, kültür genel olarak bedenlerimizi geçersiz kılıyor, cinselliğimizi ve ebeveyn olma potansiyelimizi yadsıyor. Bu kültürel etkiler doğum öncesi kontrol pratikleri ile çoğul biçimde bağlantılı. 1990′ların ilk yarısından beri, sakat hakları aktivistleri sakatlık literatüründe elemeci kürtaja karşı tutumları inceledi ve tartıştı. Buna ek olarak, genel popülasyonun kürtaja karşı tutumunda olduğu gibi, sakat insanların elemeci kürtaja karşı tutumu da onların kişisel deneyimiyle (burada, sakat kişinin kişisel tarihi) ve sınıf, etnik ve dinsel konumlarıyla ilintili..
Farklı sakatlıkları olan kişilerin doğum öncesi taramaya ilişkin farklı fikirleri de olabiliyor. Bazı sakat insanlar bu teknikleri bir tür soykırım olarak görürken, diğerleri bu görüntüleme tekniklerinden sakat bir çocuğun doğumunu önlemek için kendileri de yararlanıyor. Ama sakat insanlar bu testleri hakim kültürün sakatlık-karşıtı önyargısını paylaşan kadınlardan farklı biçimlerde de kullanabiliyor.
Örneğin, birçok cüce, bir çiftin ya da kadının sırf fetus cüce olacağı için kürtajı tercih etmesinden derin bir kızgınlık duyar. Ancak, cücelik özelliğine genetik olarak sahip bir kişi, aynı özellikteki bir başka kişiyle çiftleştiğinde, iki partnerin de fetusa birer aşkın cücelik geni aktarması olasılığı bulunuyor. Bu da, “ekstra gen dozu” biçiminde ciddi tıbbı komplikasyonlara ve erken ölüme neden olan “çifte baskınlık” denilen bir duruma yol açar. Böylece, cücelik geni barındıran ya da kendileri de cüce olan ebeveyn, kendileri hiç şüphesiz cüce bir çocuğun doğumundan sevinç duyacak olsalar da, yine de “çifte baskınlık”a sahip bir çocuk doğurmamak için bu tarama tekniklerini kullanabilir.
Sağırlık, tamamen farklı bir başka örnek teşkil ediyor. Şimdilik sağırlığı teşhis edebilecek bir tarama tekniği yok; ama, ahlaki çıkmaz da burada yatıyor, eğer işitme engeli olmayan bir çiftin sağır olacağı tespit edilen bir fetusu kürtajla alma hakkı varsa, neden kendi özgün işaret dili kültürlerinden gurur duyan sağır insanların sağır bir çocuk seçme ve (sağır olmayacağı teşhis edilen) fetusu paralel nedenlerle aldırma hakkı olmasın?
Elemeci ya da öjenik kürtaja karşı çıkanlar sakat olmanın nasıl bir şey olduğuna dair bilgi sahibi olanların sakatların kendileri olduğunu iddia ediyor. Medikal sistem, bizi tedavi etmeye ya da “düzeltmeye” gücü yetmeksizin, sakatlığın getirdiği acıları ve kısıtlamaları abartıyor. Medya, özellikle filmler, sakatlığı bir kötülük, güç yoksunluğu, sonsuz bağımlılık ve trajedi –ya da tersten, cesaret, ilham, ermişlik– metaforu olarak kullanarak yaşamlarımızı çarpıtıyor.Bu tarama teknikleriyle karşılaşan kadınlarla sadece sakat insanlar konuşabililr. Gerçek yaşamlarımız, gündelik, sıradan yaşamlarmız, ve sakat çocukların yaşamı üstüne sadece biz konuşabiliriz.