Sarı Ruh

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
‘’İnsan, yadırgadığı şeyleri anlayabilirse ruhu büyür.’’

Bir dervişten duyduğum bu bilgi, hayatımın küçük ve büyük amaçlarını belirlememde önemli rol oynadı. Anlayamadığım durumlara ve olaylara farklı bakış açısıyla yaklaşmaya çalıştım mümkün olduğunca. Gerçekten bana faydası var mı yok mu diye sürekli düşünüyorum. Bir sonuca vardığım da söylenemez açıkçası.

Kapalı bir günün sabahında okula gitmek için kalktım. 6 yıldır okuduğum ve muhtemelen birkaç yıl daha devam edeceğim okuluma gitmek için evden çıktım. Otobüs durağı her zaman olduğu gibi aşırı kalabalıktı. Ben de sabah kalkmanın verdiği sinirle insanları eleştirecek yer arıyordum. Bineceğim otobüs durağa yaklaştı. İnsanlar hınçla birbirlerini iterek otobüsün duracağı yerde yığıldılar. Otobüs kaldırıma yanaşabildiği kadar yanaştı, kapılarını açtı ve insanlar birkaç saniye boyunca insan olduklarını unutup birbirlerini iterek içeri girdiler. Ben de sinir olmuş vaziyette arkalarda bekledim. Otobüs tıklım tıklım olduğundan binmekten vazgeçtim. Diğer otobüsü beklemek için birkaç adım geri gittiğim sırada otobüsün yerden biraz yükselip, öyle harekete geçtiğini fark ettim. Neden böyle bir mekanizma olduğunu düşündüm. Bu sırada diğer otobüs geldi. Biraz alçaldı ve kapılarını açtı. O an anladım: Engelliler için kaldırım hizasına alçalıyordu otobüs.

Yolculuk esnasında düşünmek için bolca vaktim oldu. Önce engelliler için düşünülmüş bu mekanizmayı anlayabilmem hoşuma gitti. Daha sonra böyle bir şeyin olması mutlu etti beni. Fakat nasıl olur da insanlar kendilerine yer kapmak için engellilerin hakkını bu kadar kolay çiğneyebiliyordu? Ben de aynısını yaptım hep. Bu ne düşüncesizlik. Otobüsün kaldırıma yanaşması lazım ki tekerlekli sandalye kullanan insanlar kolayca binebilsin otobüse. Ama insanlar yola atladığı için otobüs kaldırıma yanaşamıyor.
Ve deli ruhum kendine yeni bir görev edindi bu olaydan sonra. Okuldan eve döndüğümde liseden samimi bir arkadaşımı aradım hemen:
‘’Alo Sarı, nasılsın?’’ (Birbirimize liseden beri hitap etme şeklimizdi; Sarı.)

‘’İyiyim Sarı, sen nasılsın?’’
‘’Ben de iyiyim sağ ol. Ya sana bir şey sormak istiyorum. Bana birkaç haftalığına bir tekerlekli sandalye lazım. Ayarlasana ya.’’
‘’Bir şey mi oldu lan?’’
‘’Yok yok, kişisel bir projem.’’
‘’Ne boş adamsın oğlum.’’
‘’Ayarlayabilir misin, bana onun cevabını ver!’’
‘’Tamam uğra hastaneye, bakarız.’’

Hemen ertesi gün sabah kalktım ve okula gitmem gerektiği halde gitmeyip, hastaneye, arkadaşımın yanına uğradım. Önce güzelce alay etti ama 3 gün sonra getirmek koşuluyla bir tekerlekli sandalye ayarladı bana.
Oturdum ve ileri geri hareket etmeyi öğrendim önce. Sonra sağa sola dönmeye çalıştım ama çok zorlandım. Kollarım yoruldu. Hastaneden çıkıp tekerlekli sandalye ile geçireceğim ilk günde ne yapsam acaba diye düşündüm. Hava güneşli ve ılıktı. Sahilde biraz turlamaya karar verdim. Zaten sahilde olan hastaneden kıyı şeridi boyunca ilerlemeye başladım.

Kaldırımlar çok dar ve engebeliydi. İlerlemekte çok zorlandım. Ön tekerim birkaç kere mazgala takıldı ve çok sinirim bozuldu. Devam ettim ilerlemeye. Bir ara başka bir tekerlekli sandalyeli insanla karşı karşıya geldik kaldırımda. Ama yer yok geçecek. Bir an gülümsedi bana. İçinde birçok anlam barındıran tatlı bir gülümsemeydi. Ben de karşılık verdim. Zar zor geçtik birbirimizi ve yoluma devam ettim. Kollarım yoruldu iyice. Nasıl bir şehir planlaması bu? Biraz daha ilerlediğimde var olan kaldırıma şükretmem gereken bir manzarayla karşılaştım: Kaldırımlara, yaklaşık bir kilometre boyunca aralıksız, arabalar park etmişti. İlerlemem için mecburen taşıt yolundan gitmem gerekti. Tekerlekli sandalye kullanan birinin taşıt yolundan gitmek zorunda bırakılması iyice çileden çıkarttı beni. Ne kadar tehlikeli! Burnumdan soluyarak devam ettim sahil gezime. Kaldırımın genişlediği, güzel manzaraya sahip bir yerde tatlı aracımı denize yaklaştırıp dinlendim. Biraz daha turlayıp eve dönmeye karar verdim.

Eve gitmek için otobüs duraklarına doğru ilerledim. Yol boyunca çıkamadığım ve çıkmakta zorlandığım birçok kaldırım vardı. Durakta otobüsü beklemeye başladım. Fakat evime giden otobüsün engelliler için düzenlenen mekanizması yoktu. Ne yapacağımı düşünürken otobüsün şoförü yanıma geldi ve binmem için bana yardımcı. Kendimi çok garip hissettim o an. Şoförün gelip benimle ilgilenmesi hoşuma gitti fakat muhtaç olmak, kısa süreli bile olsa hiç iyi hissettirmedi.

İkamet ettiğim dairemin içinde bulunduğu asansörsüz apartmanın önüne geldim. Bugünlük yolculuğumun sonuydu bu nokta. Utanarak kalktım sandalyeden ve beşinci kattaki evime merdivenlerden çıkarak ulaştım.

Sandalyeden kalkmıştım ama kafamda sorular oluşmaya devam ediyordu. Araştırmaya başladım. Bütün gece şehirde nasıl en engelsiz şekilde yaşanabileceği hakkında araştırmalar yaptım. Kaldırımlar, durak ve otobüsler nasıl olmalı; kolaylık sağlamanın neresi zor, diye düşündüm. Telefonum çaldı: sevgilim.

‘’Alo.’’
‘’N’aber kuzum n’apıyorsun?’’
‘’Hiç, oturuyorum boş boş. Sen n’apıyorsun?’’
‘’Yatıyordum da bi’ sesini duyayım dedim. Bir de yarın sana bir kahvaltı ısmarlamamı ister misin?’’
‘’Olur tabii ki. Sen ısmarlayacaksan neden olmasın.’’
‘’Salak. Hadi sana iyi geceler.’’
‘’İyi geceler tatlım.’’

Sabah kalktım ve midem açlıktan kazınır vaziyette çıktım evden. Yeterince zorlanarak kız arkadaşımla buluşacağımız yere vardım. Beni ilk gördüğünde ne tepki verecek diye düşünerek beklemeye başladım kafede. Etrafımdaki insanların bana bakıp bakmadıklarını kontrol ettim.

‘’Selaam! Ay! Ne oldu sana?’’
‘’Merhaba. Yok bir şey, otur.’’ dedim ve gülümsedim.
Birkaç saat oturduk. Uzun uzun muhabbet ettik. Araştırmalarımı anlattım hevesle.
‘’Biliyor musun nüfusun yüzde 10’u engelli.’’
‘’Neden hiç göremiyoruz peki dışarda? Ya da benim mi hiç dikkatimi çekmedi.’’
‘’Sanırım soyutluyorlar kendilerini.’’
‘’Evet ama neden?’’
‘’Bilmem ki, acaba bunun önüne geçilebilir mi?’’

Akşama kadar beraber vakit geçirdik. Sahilde gezdik. Sevgilim sandalyemi iterken kendimi farklı hissettim. Sanki eşit değildik. Sanki benden üstündü. Tabii ki benden üstünmüş gibi davranmıyordu fakat öyle hissettim ve bu duyguya engel olamadım bir türlü. Akşam yemek yedik ve vedalaştık.
Son günümü bitirdim tekerlekli sandalye ile. Gece yatağa girip başımı yastığa koyduğumda şiddetli bir huzursuzluk hissettim.
Bu yaptıklarım bana çok çirkin geldi. Ne yapmaya çalışıyordum ki? Anlamak adı altında bir oyun tasarladım kafamdan ve bunu oynamaya başladım düşüncesizce. Ama oyun özünde sahte ve değersiz miydi acaba? Belki öyleydi, belki değildi. Belki gayet çocukça idi. Aklıma küçükken yaşadığım bir olay geldi: İlköğretim yıllarımda bir gün, birkaç arkadaşımla sokakta yürüyorduk. Futboldan, sınıfımızdaki kızlardan konuşurken, karşımızdan koltuk değnekli, orta yaşlı bir adam bize doğru geliyordu. Ben bir an çok üzüldüm; çocukluk rahatlığıyla adamın yanına gidip ‘’Geçmiş olsun.’’ dedim ve gülümsedim. Adam da gayet içten gülümseyerek ‘’Teşekkür ederim.’’ dedi. Arkadaşlarımın yanına döndüğümde neden öyle bir şey yaptığımı, adamla alay edercesine davrandığımı söyleyip beni azarladılar. Şimdi düşünüyorum, o an yaptığım yanlış değildi. Hatta çok doğruydu. Belki de insanların davranışlarındaki acımayla alakalı bu iletişimsizlik, engelli insanların kendilerini soyutlamadaki sebeplerinden bir tanesidir. Acıma duygusu belki de olumlu bir duygu değildir.

Telefonum çaldı; annem. Her hafta konuştuğumuz gibi önce havadan sudan, sonra okulumun ne zaman biteceğinden konuştuk. Ben geçiştirmeye çalıştıkça o üzerime daha çok geldi. Her hafta olduğu gibi bir sonuca varamadan kapattık telefonu.
Telefonu kapatmamla birlikte ev arkadaşımın odamda belirmesi bir oldu.
‘’N’aber nasıl geçti günün?’’
Çoğu ayrıntısıyla anlattım günümü.
‘’Dışarı çıkıyoruz şimdi. Kopacağız bu gece. Hadi hazırlan.’’
‘’Tekerlekli sandalyeyle gelirim ama.’’
‘’Saçmalama oğlum ya.’’

Hazırlandım ve sandalyemi aldım yanıma. Ev arkadaşımın bana yardımcı olması ve ona muhtaç olmak kendimi çok kötü hissettirmedi. Ama yine de tuhaf bir burukluk oldu içimde. Metroya binmek için asansörü kullandık. Fakat indiğimiz durakta asansör çalışmıyordu. Ve eğer tek başıma olsam o durakta ne yapardım bilmiyorum. Nasıl bozuk olabilir bu kadar önemli bir alet?

Bir mekana oturduk ve içmeye başladık. Biraz sarhoş oldum ve keyiflendim. Güzel güzel muhabbet ettik ve sonra dans edilebilecek bir mekana gitmeye karar verdik.
Eğlenmeye devam ederek diğer mekana doğru ilerlemeye başladık. Mekana ulaştık ve beni içeri almadılar. Hiç sorgulamadım. Zaten dans edilen bir mekanda ne işim vardı ki? Keyfim kaçtı ve taksiye bindiğim gibi eve geldim. Yatağa uzandığımda başım dönmeye başladı. Yan döndüm ve düşündüm:
Engelli insanlarla kesinlikle farklıyız. Fakat bu doğal bir farklılık mı, yoksa insanların hatalarından mı kaynaklanıyor? Engelli insanların rahat yaşaması için sadece onların çabalaması yetmiyor. Bizim de bir şeyler yapmamız gerekiyor. Fakat acıma duygusu bir noktadan sonra ilerletemiyor şartları. Ve aşılması zor bir noktada kilitleniyor.
İnsan düşünme kabiliyetiyle diğer canlılardan ayrılır evet ama insan vücudunun da muhteşem bir önemi var. Sahip olduğumuz en büyük şeylerden biri vücudumuz ve onun bütün kısımları, bütün ayrıntıları. Vücudumuz yoksa biz de yokuz.

Tekerlekli sandalyemi katladım ve yeni doğan güneşin tatlı sıcaklığıyla evden çıktım. Doktor arkadaşımın yanına gittim.
‘’Nasıl geçti sandalyede günlerin?’’
‘’Normal.’’
‘’Yine buhranların üzerinde.’’

Lafı fazla uzatmadan teşekkür ettim ve vedalaştık. Hastaneden çıktığımda kendimi şapşal hissediyordum. Telefonumu çıkarıp ders programıma baktım. Yetişebileceğim bir ders gördüm ve gitmeye karar verdim. Duraklara doğru yürümeye başladım.
Ne oldu, elime ne geçti ki şimdi? Ya da bir şey mi katabildim hayata? Yararlı olabildim mi? Hayır.
Duraklara ulaştım ve otobüsü beklemeye başladım. İç sesim beni rahat bırakmadı:

‘’Zaten sen hiç ilerleyemezsin hayatta. Saçma sapan oyunlarla vaktini geçirmeye devam et. Şimdi okuluna git dersini dinle. Normal insanlar gibi yaşa.’’
Otobüs durağa iyice yanaştı. İnsanlar beni hafif iteklediler kaldırımdan aşağı inmem için. İnmedim. Otobüsün iyice kaldırıma yanaşmasını bekledim. Otobüs, kaldırıma yanaşmaya çalıştı fakat insanlar atlamıştı aşağıya, yanaşamadı. Ben de inatla kaldırımda beklemeye devam ettim.
Umarım ruhum büyümüştür.

Saygın Ali Demirtürk

31 Ekim 1988 yılında Yozgat’ta doğdum. Osmaniye Atatürk İlköğretim Okulu ve Osmaniye Fen Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümüne girdim. Ve halen bu bölümde okumaktayım.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst