Seçil İle Sırma

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
SEÇİL İLE SIRMA


Seçil, hemen yanında oturduğu pencereden dışarıyı seyrediyordu. Elinde tuttuğu cep telefonu çalmaya başladı. Seçil'in bu telefonu çok uzun zamandır bekliyormuş gibi bir hali vardı. Telefonu cevaplayınca,

çok nazik bir erkek sesi, kulaklarını okşamaya başladı:

- Seçil hanımla mı görüşüyorum?

Seçil: Evet, benim.

- Ben, Berke Seçici. Yatırım Holding insan kaynaklarından, yapmış olduğunuz iş başvurusunun olumsuz neticelendiğini üzülerek bildirmek için sizi rahatsız etmiştim. Sizi üzmeyi hiç istemezdik ama...

Seçil: Niye üzülecek mişim ki? Sınavlarını birincilikle kazandığım halde sırf tekerlekli sandalyedeyim diye işe kabul edilmemeye o kadar alıştım ki, biriniz de şaşırtın beni diyorum ama tıpkı erkekler gibi

şirketlerin de hepsi aynı.

Berke: Seçil hanım, alanınızda çok başarılı olduğunuz, sınav performansınızdan ve öz geçmişinizden hemen belli oluyor. Buna karar vermek inanın, bizim için de çok zordu ama işe girmiş olsanız, her gün

her gün nasıl gelip gideceksiniz? Sizin için çok daha zor olurdu.

Seçil-alay ederek-: Beni benim iyiliğim için işe almıyorsunuz ve benim buna inanmamı bekliyorsunuz.

Berke: Sizi işe almak demek, gereksiz yere fazladan masraf yapmak anlamına geliyor. Tamamen sağlıklı birini çalıştırmak, çok daha az maliyetli. Çünkü şirketin pek çok yerine mimari değişiklikler

yaptırmamız gerekeceği gibi, servislerimizi de ona göre yeniden dizayn etmemiz gerekecek.

Seçil: O kadar masraflı değilim ben. Evden bile çalışabilirim. İlla gelmem gerekiyorsa ki, niye şart olsun? Evim, holding binasının hemen karşısındaki apartmanda. Ulaşım derdim yok. Merdivenleri

tırmanmam için ucuz bir mekanizma kurulması yeterli olur.

Berke: Sorun o ucuz mekanizmanın 40Bin liradan aşağı olmaması. Patronum da sizi mutlaka sürekli görmeyi ve ona bizzat rapor vermenizi isteyecektir. Gelmeniz de şart olurdu.

Seçil: Teknikler o kadar gelişti ve değişti ki artık bütün resmi bağlantılar, e-devlet ile bilgisayar üzerinden yapılıyor. Bizzat başvuruları da, ben belgeleri buradan hazırlarım, siz orada imzalarsınız, ayak işlerini

yapan gençten bir arkadaşla de ilgili kuruma ulaşmasını sağlarız. Herkes işini yaparsa, başka masrafa ihtiyaç olmaz zaten.

Berke: O halde patron, işe ilişkin rapor isteyince, zahmet edip sizin yürüyemeyen ayağınıza gelecek. Doğru mu anladım?

Seçil: Telefon da edebilir. Hem buraya gelmesinin ne sakıncası var?

Berke: Gerçek dünyada işler öyle yürümez hanımefendi. Patronlar, özellikle yüksek cirolu işlerde, çalışanları üzerinde aynı anda denetim kurmak isterler. Hiçbir insan halinin, bu otoriteyi zedelemesine izin

vermek istemezler. Temsil ettiğim kurum ve ben durumunuza çok üzüldük. Dileriz en yakın zamanda sağlığınıza kavuşursunuz. İyi günler efendim.

Berke, Seçil'in "size de iyi günler" demesini beklemeden telefonu kapattı. Kısa bir süre önce odaya giren Sırma, telefonla konuşan Seçil'in kendisini fark etmediğini anlayarak, onu sessizce izlemeye başlamıştı.

Seçil, telefonla konuşmayı bitirince, söze başladı:

-Karadeniz'de gemilerin mi battı kız? Ne bu yüzünün hali? Pencere camındaki yansımandan dudaklarını tam okuyamadığım için anlayamadım ama bir sevgilin olmadığını bilmesem, sevgilin terk etti derdim.

Seçil, oldukça üzgün bir halde şöyle dedi:

- Sevgili ne ki? İşim olsaydı bile ben o defteri kapatmışım bir defa. Kaldı ki, iş bulamadığım için o defterin açık veya kapalı olmasının bir önemi de yok, şimdilik.

Sırma: İş de önemli tabi. Bu sefer kim?

Seçil: Karşıdaki holding. Ciroları yüksek olduğu için beni istemiyorlarmış. Fakir olsalarmış, beni hemen işe alacaklarmış.

Sırma: Şekerim, o zaman da maaş ödeyemezlerdi.

Seçil, başını cama çevirdi ve güldü. Sırma, şöyle dedi:

-Kız, başını ters çevirme şöyle, gülüyor musun? Ağlıyor musun? Anlayamadım.

Seçil, başını Sırma'ya çevirerek, şöyle cevap verdi:

- Endişelenme, gülüyorum, ağlanacak halime.

Sırma: Neren ağlanacak halmiş senin? Kaç tane engelsizin, konuştuğu zaman ağzının içine bakan arkadaşı varmış? Söyle bakalım.

Seçil: Sen sağırsın, beni ancak dudaklarımı okuyarak anlayabilirsin. O yüzden sürekli ağzımı kontrol etmen gerekiyor.

Sırma: Sonuçta, başkasında yok böyle şans. Ayrıca her sağır da benim kadar iyi dudak okuyamaz. Sen, bizim kategoride de şanslısın.

Seçil: Güldürme beni.

Sırma: Ne kötülük var bunda? Bırak güldüreyim seni.

Seçil, tekrar başını camdan tarafa çevirmişti ki, dışarıda, holding binasından çıkanları gördü. Sırma'ya bakarak, şöyle dedi:

-Dışarıda gördüğün amcalar, büyük ihtimalle, bana iş vermeyen holdingten çıktılar.

Sırma: Bunu tahmin etmek sana ne kazandırdı?

Seçil: İmrenmek dışında bir şey yok.

Sırma: Neye imrendin? Erkek olmalarına mı? Yürüyebiliyor olmalarına mı? İş güç sahibi olmalarına mı?

Seçil: Çok ilginçsin, önce soruyorsun, sonra da hiç aklıma gelmemiş olanları bile sırayla sayıyorsun.

Seçil konuşurken, Sırma, dürbünüyle amcaları izlemeye başladı. Kısa bir süre sonra da şöyle dedi:

Sırma: İş güç sahibi olma kısmında yanılmışım. Yüzü bana dönük olanların söylediklerinden anladığım kadarıyla, tabi sen daha iyi bilirsin ama sanırım bunlar, üç kuruş karşılığında üzerlerine hayali şirket

kurulan gariban tayfası. Sürekli olarak, anlamadıkları işe kimlik ibraz edip, imza attıklarından ve kendilerine vaat edilen paranın ödenip ödenmeyeceğinden bahsediyorlar.

Seçil: Saçmalama, bana iş vermediler diye çamur atma holdinge. Kesin yine yanlış okumuşsundur o dudakları.

Sırma: Asıl sen saçmalama! Ne zaman yanlış okudum ki ben?

Seçil: Hani tam karşıda çay ocağı vardı ya o zamanlar. Çok yakışıklı çocuklar oturuyor diye biz de seyre dalmıştık. Çocuklardan birinin söylediğini "özürlü kızlardan hoşlanıyorum" diye çevirmiştin. Seni,

bu halimle zor zaptetmiştim. Sonradan anladık ki, meğer KPSS'nin özürlü kontenjanı uygulamasının çok hoşuna gittiğini anlatıyormuş.

Sırma: Sonuçta bir hoşlanma kısmı vardı, "Kamu Personeli Seçme Sınavı" kısmını gözden kaçırmışım o kadar.

Seçil: Bu da yanlış okuduğun anlamına geliyor, canım.

Sırma: Hiç de bile! O yakışıklı, o tatlı dudaklarını bana göstererek konuştuğu sürece her dediğini anladım. Yoksa eksik kısmı da asla tamamlayamazdım, öyle değil mi?

Seçil: O halde şimdi de bir eksik kısım vardır, mutlaka.

Sırma: Arkadaşım, senin bana karşı bu önyargın neden kaynaklanıyor? Söyler misin lütfen?

Seçil: Sana değil de, dediğin doğruysa amcalar için üzülürüm. Namuslu işlerden para kazanabilen insanlar olsalardı, hazır sağlıkları da yerindeyken, ne kadar mutlu olurlardı, bir düşünsene.

Sırma: Türk rüyası hesabı. Bak, bizi iyileştiremeyecekleri için onların bize bir faydası yok ama bilincimiz ve ufkumuz onlarınkinden daha açık olduğu sürece, bizim onlara bir faydamız olabilir.

Seçil-gülümseyerek-: Durumu polise mi anlatacağız?

Sırma: Ya yanılıyorsak veya yanılmıyor olsak bile ya ciddiye alınmazsak, hangi vakıayı bildireceğiz polise? Ne olup bittiğini bilmiyoruz ki. Hem tespitimiz doğruysa, bizim de bunu fark ettiğimiz için bir

ödülümüz olmalı. Amcalar da tazminatını almalı, haksız mıyım?

Seçil: Planın ne?

Sırma: Önce amcalara ulaşmak lazım. Onları, yönlendirmek gerekli.

Seçil: Orası kolay. Önlerinden geçtikleri telefon kulübelerinin numaralarını biliyoruz. Onlar açana kadar sırayla ararız.

Amcalar, konuşarak yürüyorlardı ki, birden önlerinden geçtikleri ankesörlü telefon çalmaya başladı. Telefonu açmak ve açmamak arasında kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra yollarına devam ettiler. Bu

sefer o telefon sustu ve bir sonraki çalmaya başladı. Amcalardan biri, telefona doğru yöneldi ve cevap verdi. Seçil, amcanın telefona cevap verdiğini pencereden görünce konuşmaya başladı:

-Dayı, sen az önce o şirkette, imza attın ve kimlikli vekalet bıraktın değil mi?

Amca: Evet de ne oluyor? Sen kimsin?

Seçil: O kıytırık soruları boş ver şimdi. Sana başına ne geldiğini ve neler geleceğini anlatacağım. Senin üzerine kurdukları sahte şirket için bankadan kredi çekip, cebe atacaklar. İşin hem borcu hem de

cezası, senin ve arkadaşlarının üzerine kalacak.

Amca: Ama bana takım elbise alacaklar, dişlerimi de yaptıracaklar.

Seçil: Yalan be dayı, hepsi yalan. Seni bir daha görmezler ve tanımazlar. Dediklerimi aynen yaparsan, sözümden hiç çıkmazsan, bu işten çok kazançlı çıkarsın.

Amca: Neymiş senin sözün?

Seçil: Senin adına çekecekleri krediyi var ya,

Amca: He var.

Seçil: Onu sen al.

Amca: Nasıl olacakmış o?

Seçil: Bak anlatıyorum, beni iyi dinle...

Amcalar, Berke'yi çok uzun bir süre bekledi. Onu görür görmez, saklana saklana takip etmeye başladılar. Bereket, adam arabaya binmediği için taksi masrafı çıkmadı. Berke, bir bankadan içeri girdi. Onu gizlice

takip eden amcalardan biri de peşi sıra gitti ve Berke'nin her hareketini gözledi. Uzun bir bekleyişten sonra Berke'nin deste deste parayı siyah, deri, lüks ve büyük evrak çantasına doldurduğunu gördü. Bunu, hemen cep telefonu ile

Seçil'e haber verdi. Seçil, Sırma'ya "demek beni gerçekte bu yüzden işe almamışlar. Dürüstlüğümü ve çalışkanlığımı anladılar, çevirdikleri dolabı hemen fark edeceğimi ve buna sessiz kalmayacağımı isabetli bir şekilde tahmin ettiler.

Masraf falan hikaye yani. Adam deste deste banknotu, kocaman çantaya dolduruyormuş" diyerek, dert yandı. Bu sırada, Berke, işini bitirmiş ve bankadan dışarı çıkmıştı ki, bir kaç saat önce başından savdığı bütün amcaları birden

karşısında görünce, neredeyse korkudan ve şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Amcalar, Berke'yi ortaya alarak, sırayla konuşmaya başladılar.

-Yaa! Adamı, tek fiske vurmadan mos mor ederler, böyle.

- Çok mu korktun çocuğum?

-Hiç beklemiyordun ama değil mi bizi görmeyi?

Arkadaşları konuşurken, diğer amcalar da kahkaha atıyordu. İlk konuşan amca, tekrar dile geldi:

-Ver şu parayı. Bizim adımıza aldın, bizim paramız.

Berke -paniğe kapılarak, bağırdı-: Bırakın, bu paranın sizinle hiçbir ilgisi yok. İmdat! Bu moruklar, adam öldürüyorlar.

Amca -aynı ölçüde bağırarak-: İmdat! Bu zibidi, yaşlı başlı herkesi dolandırıyor.

Berke: Ben kimseyi dolandırmadım. Kimlik bilgilerinizi kendi isteğinizle verdiniz.

Amca: Asılları bizde ama.

Berke: Ne olmuş?

Amca: Şimdi şu bankadan içeri girsek, kendimizi tanıtsak, yaptığını anlatsak, sen, kim bilir kaç yıl yersin?

Berke: Sen, bankanın bundan haberi yok mu sanıyorsun? Böyle bir işte herkes payını alır.

Amca: Biz de payımızı istiyoruz.

Berke: O zaman bana kalmaz.

Amca: Mesele adliyelik olunca, banka seni korur mu sanıyorsun?

Berke: Mesele adliyelik olursa, bu paradan sana kalır mı sanıyorsun?

Amca: Yani bize de biraz vereceksin, değil mi?

Berke: Dur bakalım, önce pazarlık yapalım da.

Diğer Amcalardan Biri: Ne pazarlığı yahu? Zaten bütün iş bizim üzerimizde kalıyor. Riski üstlenen biziz, para bizim hakkımız ama sana da pay veririz.

Berke: Sen böyle dersen, ben de beli silahlı agresif ortaklarımı çağırırım. Zaten yaşamışsınız yaşayacağınız kadar.

Amca: Ne diyorsun? Biz kaç kişiyiz fark etmedin mi? Seni döve döve öldürürüz, tetikçin gelsin, onu da öldürürüz.

-Hoop! Yavaş gel! Ne tetikçisi? Kim kimi öldürüyor beyler? Dağ başı mı burası? Biz neciyiz?

Hem Berke hem de bütün amcalar birden çok şaşırarak, aynı anda şöyle bağırdı:

-Aaa! Polis. Siz nereden çıktınız yahu?

Polis: Ya işte böyle, biz, hepinize yetişiriz. Zorluk çıkartana kelepçe takarız. Hadi bakalım, bizimle merkeze geliyorsunuz.


Seçil ve Sırma, kendi evlerinde, ifadelerini almakla meşgul bir savcı ve çok sayıda polisin tam ortasında kalmıştı. Salonda her yanı, polislerin ifade almak için kullandığı diz üstü bilgisayarların kabloları kaplamıştı. Seçil

ve Sırma ise bu kargaşa ve dağınıklığa rağmen kendilerini bir kahraman gibi hissettiklerinden, çok mutluydu. Savcı, iş bittikten sonra polislere toparlanmalarını emretti sonra da Seçil ve Sırma'ya dönüp şöyle sordu:

- Gayri resmi olarak soruyorum, sırf merak ettiğimden, neden amcaları parayı sizin banka hesabınıza yatırmaları konusunda ikna edecek bir plan yapmadınız? Amcaları ikna edememekten mi korktunuz? Yoksa

bu sorun değildi de asıl yakalanmaktan mı korktunuz?

Seçil: Beni şu sıralar işsizlik dışında korkutan bir durum yok. Öyle her para, benim işimi görmez ama. Hem kendime hem topluma faydalı bir iş yaparak, saygınlığıma uygun miktarda para kazanmalıyım.

Sırma: Siz bize hep engelli diyorsunuz ya bana da engelsizlerin adaleti engellemesinden gına geldi. Tek derdimiz, buna, gücümüz yettiğince dur demekti.

Savcı: Bunu hatta çok daha fazlasını başardığınızı rahatlıkla söyleyebilirim. Çok sayıda insanın canını yakmışlar, biz onları bu kadar kolay içeri aldığımız için bu, ekipteki herkesin terfi gerekçesi olacaktır.

Savcı, tam konuşmasını bitirdiğinde, odaya karizmatik görünümlü, bütün polislerin saygı duyduğu, savcının bile gıpta ettiği hemen belli olan, yaşlı olduğu anlaşılmasına rağmen genç gösteren yakışıklı bir adam girdi.

Savcı: Başkanım, hoş geldiniz. Bizim de işimiz bitmişti, birazdan gideriz, siz rahatça konuşabilirsiniz.

Seçil ve Sırma, savcının bu kadar hürmet ettiği adamın kim olduğunu çok merak etmişti. Tam soracak oldular, savcının "başkanım" diye hitap ettiği adam "sabredin, şimdi konuşacağız" diyerek onları engelledi. Savcı ve

polis, evi terk ettikten sonra başkan, konuşmaya başladı:

- Ben Ticaret mahkemesi başkanıyım. Meslek hayatım boyunca hem özel hem de ceza hukuku davalarında görev aldım, bundan sonra da devlet beni nerede görevlendirirse, çalışmaya devam ederim. Adaletin bu

ülkedeki en büyük sıkıntısı, asıl sorunun ne olduğunun bir türlü anlaşılamamasıdır. Davaya yön verecek olan delilleri ise davaya göre ya tarafların ortaya koyması ya da mahkemenin bizzat bulup çıkarması gerekir. Kanıtın bulunması

için de iki şartın aynı anda var olması gerekir. Birisi, kanıt arayıcının, o delile, kimseye zarar vermeden ulaşma isteğinde, iyi niyetli ve samimi olması şartıdır. İkincisi ise olayı aydınlatmak için neyi, nerede, nasıl yapacağını bilmesi

gerekir ve bunları, kendisini tehlikeye sokmadan yapabilmelidir. Az önce ifadenizi alan savcı, belalı bir çeteyi, tere yağından kıl çeker gibi nasıl çökertip, onları, adalete teslim ettiğinizi anlattı. Dahası elinizde olmasına rağmen, kendi

çıkarınızı düşünmemişsiniz. Adaletin tecellisine öncelik vermişsiniz. Bu, sizi, benim bakış açıma göre tabir yerindeyse, "efsane" yapar. Ben sizden, bazen mahkeme aleyhine sonuç verebilen ama sağladığı kolaylık sebebiyle bir türlü

vaz geçilemeyen bir kurumla ilgili yardım istemeye geldim.

Seçil ve Sırma, aynı anda heyecanla, şöyle dedi:

- Buyurun tabi, ne isterseniz? Biz, hep göreve hazırız.

Savcı: Siz de çalışmaya başlayınca anlayacaksınız, mahkemelerde, gayri resmi olarak anılan ve adına "bilirkişi adaleti" denilen bir kurum vardır. Mahkeme, elindeki davalarda, aslında ne olduğunu bulmak, maddi

gerçeği, insan hakları kriterlerine uygun olarak araştırmak için bilirkişi kullanır. Böyle hallerde, hukukun işleyişi, tamamen bilirkişiliği yapan muhteremin vicdanına kalmıştır çünkü karar, o doğrultuda çıkacaktır. Ben, sizden, bilirkişim

olmanızı istiyorum. Dudak okumak ve insan hareketlerini dahası evrak çeşitlerini analiz etmek, işinizi iyi yapmanızı sağlayacaktır. Elbette etik açıdan tartışmalı kısımlar, resmi açıdan, benim bilgim dışında kalacak.

Sırma: Bunu nasıl yapacağız?

Başkan: Örneğin, adliye kafeteryasında veya koridorlarında, kendi aralarında konuşmakta olanların ne söylediğini anlayarak, gerçek niyeti öğrenip, size gelen dosyadaki belgeleri daha doğru değerlendirebilirsiniz.

Sizi aşan durumlar olursa, beni el altından bilgilendirin, bir çare düşünürüz.

Seçil: Bu kadar mı? Kulağa kolay geliyor. Peki, bize maddi bir getirisi olacak mı?

Başkan -gülerek-: Elbette olacak. Bu, gayri resmi yönleri de olan resmi bir iş. Hem aksi anayasaya aykırı olurdu. Anayasamızın 55. maddesine göre ücret, emeğin karşılığıdır. Biz, paha biçilemez emeğinizin tam

karşılığını maalesef ödeyemeyiz tabi ama saygınlığınıza yakışan parayı mutlaka kazanırsınız. Eee, var mısınız?

Hem Seçil hem Sırma, keyifle cevap verdi:

- Elbette varız, başkanım.

Başkan, elindeki dosyayı işaret ederek, şöyle dedi:

-Güzel, hemen başlayalım o halde.

YAZAR:
Volkan Karaoğlu
 
Tekerlekli Sandalye
Üst