Senai Demirci

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi
F

Fırtına

Guest
hoş geldin ey suskun sevgilim;
tut sözünü; sus.. mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı.. nahoş avazların uçurumlarından çek dilimi.. yalanların kuyularından çekip çıkar nefeslerimi.. göklü söz ağaçlarının bengisuyuna kat hecelerimi...

hoş geldin ey yüzü gamzelim;
b/akışının menzilinde tut gözlerimi.. tir-i müjgan dokunuşlarınla delik deşik et kibrimi.. gör (e) meyip de seni, göster (e) meyip de yanımda yöremde, görür gibi huzurunda tut çaresiz yetimliğimi...

hoş geldin ay yüzlüm benim;
tut saçlarımın kakülünden, kaldır yüzümü yerden.. utancımı tebessümünün kıvrımlarına dola, yut.. pişmanlığımı gül yanağının yamaçlarına sar, uyut.. dağıt neşemin saçlarını, hüznün tenine yasla umarsızlığımı...

hoş geldin ey hesapsız sevincim;
tut elimi.. avuçlarında tut uzanamadığım uçurum çiçeklerimi.. geri ver uzak dal uçlarına terk ettiğim huzur meyvelerimi.. tut Ferhad’ımın elinden, şirin vuslatların köyüne taşı yüreğimi.. tut züleyha’mın elini, önü/ardı yırtık gömleklerin kuyusuna zindanına düşürme nefsimi...

hoş geldin ey ruh ikizim;
tut, ardında tutulduğum aynalara tut yüzümü.. tut ki aynalarda avuntu bulamayan, bakışlarında kendini tanımayan, özlediğinde kendine varamayan, yüzünü yakmış bir hastayım.. gözbebeğinde tut beni.. ayıplamadan, tiksinmeden bakışının ışığından yüz ver bana.. tut ki resimli el ilanları asılmış bir kayıp çocuğum; duvar diplerine asılı umarsız bakışların kovduğu bir lüzumsuzum.. tut kolumdan, ardın sıra sürükle, yuvama götür.. tut ki mürekkebin hiç hatırını sormadığı yırtık bir kâğıt, kalemin hiç içmeyeceği unutulmuş bir sözüm.. aklında tut beni; diline dola, dudağına değdir, cümlede kullan, tut bir şiire kafiye eyle beni.. tut ki üzerindeki rakamları ciddiye alınmayan kalp parayım.. elinde tut, say beni, inci mercana sat beni.. ışığa tut yüzümü; sahih kıl beni...

hoş geldin ey son tesellim;
göz yaşımı yanağında tut, taç yapraklarına taşı ağlayışımı.. şehvetin kirinden sıyır, tenin tozundan ayıkla kalbimi...

hoş geldin ey kalbimin göğü;
tut kanatlarımdan, rahmete yapıştır teleklerimi, yücelere yükselt bedenimi.. yağmurları tut sakla hüznümün bulutlarında...

hoş geldin ey bin bahar neşesi;
tut elimden sımsıcak, karanfillerin kûyuna götür beni, güllerin suyuna kat demimi, demkeş eyle gönlünün pervazına kalbimi...

hoş geldin ey ışıltılı libasım;
tut yakamdan, giy beni, giyindir beni, ört bencilliğimi, üşümeye terk etme bendeni.. omuzlarıma sarıl şal gibi, rızana razı eyle beni...

hoş geldin ey kan davalım;
tut (i) ki yakamdan, tutukla beni, yetimlerin yüzüne çalıp pare pare eyle cimriliğimi.. bağla ayağımı yokluklara gitmekten.. bileklerimi kelepçele, yasakla ellerime biriktirmeyi...

hoş geldin ey açlığım;
tut ve at sahte doymuşluklarımı, teni üzerimden sıyırıp ruhun semâsına savur beni.. çıplak bırak cümle duyarsızlıklardan.. yırt at yüreğimdeki yalancı tesellileri...

hoş geldin ey sırdaşım;
tut beni, sobele.. saklandığım yerde bul beni.. şehrayinlere kat.. gizlice kaçır evden.. mahyaların ışığına kat gözlerimi.. kan/dillerin fısıltılarını lerzan gönüllere karıştır.. kanlıyı hunrîz ile barıştır ki ihanetler yatışsın, nefretler sönsün, yalnızlıklar sussun...

hoş geldin ey gam telim;
tut getir o mahur besteleri.. notaların ahengine böl kırgınlıklarımı.. şarkı eyle, ezberinde tut kırık sözlerimi.. mızrabının ucunda titretiver yüreğimi, aşka sürgün et kelimelerimi, göklü salkımından emzir kuşluk vaktimin ümitlerini...

hoş geldin ey güz yağmurum;
sağanağına tut bu çorak gönlü.. seline kat yangınlarımı.. damla damla denize at kanayan yanlarımı.. içimde uyuyan tohumları uyandır, baharlara taşı/r yüreğimi.. hüznümün sarı yapraklarını toprağa kat...

hoş geldin ey orucum;
acıktım sana; sofrana oturt beni
acıttım içimi; göğsünde avut beni
aktım sana; damla damla yut beni
aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni
ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni
azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni
ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni
ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni
ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni
arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni.. tut beni


Senai Demirci
 
F

Fırtına

Guest
Taş değil misin ey yar

Ey yâr, susuşum sözümü esirgemekten değil
Sana değen sözleri çoktan yitirdim; dudağım avare, dilim perişan


Aklım ermiyor ki, sustuğumu bileyim
Kalbim ayılmıyor ki sana hitap edeyim
Kelimelerin sıcağı kaçmış, hece hece küllenmişler
sükût lehçesinde aç susuz bir mülteciyim şimdi
Seni taşa benzettiler.. öyle dilsiz, öyle hayatsız, öyle duygusuz diye
Değirmende konuşan taş değil midir peki
Acıyı öğütüp ekmek eyleyen senin dönüşün değil mi
Sen değil misin kabrimi bekleyen sadık yâr
Dillerin sustuğu yerde sen değil miydin ısrarla adını söyleyen unutulanların
Sen değil misin nice dertlinin derdini hiç itirazsız dinleyen

Sahiden taş mı kesildin
Oysa, sen sözlere efsûn bağışlayan dudaksın
Nefesi boşluğun hapsinden kurtarırsın


(Belki de her ses bir mahpusun kırılmış zincirlerinin şakırtısıdır)


Sana değdiği yerde dirilir sessizlik
Sana vuruldukca hece hece kanatlanır suskunluk
şiirlerin ufkuna yükselir söz, öykülerin kuytularında giyinir
Sen, dağı delen ferhat'sın
söz ki dağı kar gibi eritir de şirin yâri sımsıcak kucaklar
Sen aslı'ya kerem'sin; ses ki çatlak dudaklardan sızan kevserdir
Sen kerem'in aslı'sın; söz ki tek bir hecesi bizi varlığın koynuna saklar


"Ol" sözü hatırına yokluk varlığa yüz bulur

Taşın sözü yok mudur ey yâr
Taş dediğin konuşur.. zamanın dudağıdır.. çatlaklarından acılar sızar
kuytularında çocuk gülüşleri gibi neşeler saklar
Taş dediğin susar.. zamanın dilidir; bir bakışında nice gürültüyü susturur
anlamsız telaşları dağıtır, hoyrat koşturmaları durdurur
Kadîm zamanlar içinden sızıp gelen bir kan gibidir taş; nabzımızı doldurur

Taş zamanla eskimez mi
Sen zamansın, ey yâr, gelir ve gidersin
Saatlerin kadranında uslu uslu gezinirsin amma saçlarımı değil sadece kemiklerimi dağıtırsın
Usulca sokulursun odama "tik-tak" sadece "tik-tak"
eşyalarımı değil sadece beni de benden çalarsın
elbisemi değil sadece tenimi de soyarsın
sevdiğimle arama ayrılıklar koyansın
Sen çoğaldıkca ben azaldım; seni tükettim derken ben tükendim

Sen zamansın, ey yâr, pek kıskançsın

Taş kesilmişsin ki sana vefasız dediler.. tanımazmışsın beni
Adımı bile anmazmışsın.. güzellikten hiç anlamazmışsın
Mehtabı kucaklayan sen değil misin her defasında
Günün ilk ışıkları sana koşmadı mı her sabah
Nice surlarda masum bebekleri bekleyen sendin
Nice sütunlarda fısıltılı dualara fısıltını ekleyen sensin
Köprülerde kemerlerde yâri yâre kavuşturan senin metanetin değil mi
Çeşmelerden serin sulara yol veren senin serinliğin değil mi
Dereler boyu suların elinden tutup şarkılar söyleyen sen değil misin

Aslında kendi taşını dikiyor değil mi insan
Her gün bir önceki günde bırakırız bedenimizi
Her yeni günün sabahında eskimiş bedenlerini yüklenir gibi insan
Sanki yakamızda çocukluk fotoğrafımızı taşır gibi yürürüz yeni zamanlara
Kendi cenazesini kaldırır gibidir insan
Baktığımız her yüzün ardında eskimiş yüzler saklıdır
Şimdiki bedenimiz daha öncekilerin başını bekleyen konuşkan bir taştır
Ölmüş yanlarımızı hatırlatır.. bir taş gibi ağırlaşır gözlerimizin karası
Var-yok arası bir titreyişe dönüşür nefesimiz
İki nefes ortasında dikilir taşımız
Taştan taşa koşar bakışımız
Hatıralarda saklı, solgun fotoğraflara nakışlı yüzler üzerine uzanır gölgesi

Sen değilsin; taş benim ey yâr.. kendimi taşımaya mecâlim yok
Kendime söyleyecek sözüm yok
Kabrimden kalbine taşınıyorum ey yâr
Suskunluğum taş olmaklığımdan
Sözsüzlüğüm sözümü taşa devrettiğim için

Bağrımda ağır ve soğuk bir suskunluk
Taşıdığım sensin ey yar
Söze sığdıramadığım.. ve hiç susturamadığım
Ne oldu kalbime? katılaştı, katılaştı
Taştan da katılaştı
Ağlarsa, taşlar ağlar
Ben ağlayamadım; sen ağla
Taş değil misin ey yar


Senai Demirci
 
F

Fırtına

Guest
Noktalama İşaretleri

uzun ince bir yolda yürüyorum.. sevdiğime giden yolda.. yürürken, ayağıma incecik bir şeyin battığını farkettim.. ah evet, bir virgüldü bu.. benden önce okuluna giden bir öğrencinin kitabından düşmüş olmalıydı.. ah, şu çocuklar, ilk okumaya başladıklarında virgülleri gereksiz görürler.. yeni yeni tanıdıkları kelimelerin arasında ayrık otu gibi duran bu tuhaf garip şeyleri pek sevmezler.. yazarken de en çok virgülleri unuturlar.. hemen cebime attım bulduğum ilk virgülü.. böylece sevdiğime daha çok şey söyleyebilecektim.. daha uzun cümlelerle ifade edebilecektim kendimi.. ona iltifat ederken bir çok güzel sıfatı arka arkaya sıralayabilirdim...

aralarında virgüller olan güzel sıfatların hepsini ona söyleyebileceğimi düşününce, sevinçle bağırmak istedim.. içim içime sığmıyordu “ne güzel” diye bağıracaktım ki, boğazım düğümlendi.. duygularımı haykıramadım.. tam o sırada, elime sıcak bir şey dokundu.. evet, bir ünlem işaretiydi bu! biraz önce yoldan bağıra çağıra geçen gençlerin ağzından düşmüş olmalıydı.. ah şu gençler.. olur olmadık yerde ünlem kullanırlar.. ağızlarında sakız gibi çiğnerler ünlemleri.. heyecanlarını ünlemlerin sivri uçlarına asarlar.. ben de kulağıma küpe yaptım bulduğum iki ünlemi.. artık haykırabilirdim aşkımı.. hep tek düze konuşmak yerine, heyecanlarımı sevgi sözlerine yükleyebilirdim...

yürümeye devam ettim.. kendimden emindim.. bütün sorularını cevaplamış, bütün şüphelerini gidermiş bir yetişkin olarak adımlıyordum tozlu yolu.. derken, saçlarıma bir şeylerin takıldığını farkettim.. elimle çekip aldım.. bunlar soru işaretleriydi.. biraz önce altından geçtiğim ağacın dallarından bulaşmış olmalıydılar saçlarıma.. avucumda karınca gibi kıpır kıpır dolaşıyorlardı.. hemen avucumdan atmak istedim.. yolun kenarında akan dereye doğru savurdum.. ama nafile.. avucuma yapışmışlardı.. avucumdan fırlatabildiklerim de pıtırak gibi elbisemin orasına burasına yapışıverdi.. etrafıma baktım.. benden önce bir bilge yürümüş olmalıydı bu yoldan.. düşünceli ve sessiz bir bilge.. soru işaretlerini herkesin başının değebileceği bir ağaç dalına takmış olması bilgece bir işti.. oysa benim soracak bir şeyim yoktu sevdiğime.. çaresiz, soru işaretlerini alıp saçlarıma taktım yeniden.. öyle ya, belki sevdiğim sormak isterdi.. sevgililerin soru sormasının nedeni, sorunun cevabını bilmemeleri değildir.. cevabı bir kez daha duymak içindir.. o halde sevdiğime hediye edebilirdim soru işaretlerini.. defalarca “beni seviyor musun” diye sorması için.. ben de her soru işaretinin olduğu yerde aşkımı bir defa daha ifade edebileceğim.. evet, evet, bundan eminim.. soru işaretlerinin hepsini ona hediye edeceğim...

yürümeye devam ettim.. sürprizlere alışık olmalıydım.. en azından şaşkınlıklarım için benim de birkaç soru işaretine ihtiyacım olacaktı.. az sonra, yüzüme küçük ve serin bir şeylerin dokunduğunu hissettim.. sanki gökten düşüyor gibiydiler.. gözlerimi kaldırdığımda bulutlar dikkatimi çekti.. hayır, yağmur yağmıyordu.. parmağımın ucuyla yokladım ‘iki nokta üstüste’ işaretiydi bu! bulutların arasına saklanmış olmaları son derece anlamlıydı.. insanlar yıllardır bulutların önüne ‘iki nokta üstüste’ koyarak beklemişlerdi yağmuru, karı ve doluyu.. hep şöyle düşünmüşlerdi meselâ “bulut: yağmur yağacak ” ya da şöyle düşünmüşlerdi “bulut: kar yağacak” yeryüzünde pek az insan ‘iki nokta üstüste’yi işine yarar görüyordu.. çünkü ‘iki nokta üstüste’yi kullanmak için ara sıra durup düşünmek gerekiyordu.. soru işaretinin yanına yerleştirdim özenle.. bak, bu işime yarayabilir diye düşündüm.. bazen sözlerimin sebebini, davranışlarımın gerekçesini açıklamam gerekebilirdi.. iki nokta üstüste’yi yanımdan ayırmamalıyım...

az sonra yol kenarında bir ağacın dibinde unutulmuş bir ‘üç nokta’ gördüm.. benden önce buradan geçmiş biri düşürmüş ya da unutmuş olmalıydı.. noktalama işaretleri içinde yetişkinlerin en az ihtiyaç duyduğu ‘üç nokta’ydı.. çünkü ‘üç nokta’ susmak için gerekiyordu.. öyle sıradan susmalarda değil, düşünceli suskunluklarda lazım oluyordu.. bu yüzden bolca ‘üç nokta’ bulabilirsiniz yollarda, kaldırımlarda.. çünkü düşünceli suskunluklar ya bebeklerin işidir ya da gün görmüş yaşlıların.. aradakiler ancak konuşarak anlaşabileceklerini sanırlar.. oysa, bazen susmak ve ‘üç nokta’nın müsaade ettiği derin boşlukta göz göze bakışmak binlerce sözcüğün söylediğinden fazlasını söylerdi.. birden içim ısındı ‘üç nokta’ya.. dilimin altında erittim “sus.. sus ki, söz bakışı bulandırır” diye okumuştum bir keresinde “sus..” dedim yüreğime...

biraz ilerde bir çiçeğin üzerindeki tırnak işaretlerini görünce heyecanlandım.. susmak kadar konuşmak da güzel olabilir diye düşünmeye başladım.. çiçekler adına “vız vız” konuşan arılar ya da “cırcır” böcekleri bol bol tırnak işareti bırakırlardı oraya buraya.. bana lazım olur mu diye düşündüm “neden olmasın” dedim.. benden önce söylenmiş nice güzel sözleri ben de tırnak içinde sevdiğime söyleyebilirdim.. toplayabildiğim kadar çok tırnak işareti topladım...

yolun sonunda bir karınca yuvası dikkatimi çekti.. yüzlerce karınca siyah noktacıklar taşıyorlardı yuvalarına.. şaşırdım.. elime tırnak işaretini ve soru işaretini alıp “neden ben de düşünemedim” dedim.. söylediklerimin sonunda nokta olmazsa, kendimi tam olarak anlatamazdım ki!

“seni seviyorum” dedim heyecanla...

yüzüme baktı...

beni ilk defa görüyormuş gibi şaşkınlıkla cevap verdi...

“beni seviyor musun” dercesine baktı yüzüme...

soru işaretlerimden biri eksildi...

dilim tutuldu.. bu karşılığı beklemiyordum.. şaşırdım...

“?!”

uzun bir süre bakıştık...

o kadar uzun bir süre suskun kaldı ki, elimdeki bütün ‘üç nokta’lar tükendi...

“…”

“…”

her bir ‘üç nokta’ için iki tane tırnak işaretini tüketmek zorunda kaldık...

böylece başkalarından ödünç alabileceğim güzel sözleri arasına saklayabileceğim bir şey kalmadı.. kırık dökük cümleler kurmaya çalıştım, elimde kalan virgülleri kullanarak...

“sen, ben, sevmek, birbirimizi, ben, sensiz...” böylece elimde kalan son ‘üç nokta’yı, tırnakları, virgülleri harcayıverdim...

kelimeler ipi kopmuş uçurtmalar gibi kafama oraya buraya savruluyordu...

son noktayı hemen bu cümlenin sonuna koydum...

gözlerim önümde mahçup yorgun ve umutsuz biçimde kalakaldım...

sıcak ve geniş bir tebessümle bana döndü, avuçlarını açtı, gözlerini gözlerime dikti...

hayretle gördüm ki, bütün noktalama işaretleri avucunda saklıydı.. söylenmiş ve söylenecek en güzel sözler dudaklarının arasında bekliyordu.. yaşanmış en tatlı suskunluklar gözlerinin içinde konuşuyordu...

ilk kez konuşmaya başladı...

“uzun bir yoldan geldiğini biliyorum...” dedi.. halden anlayan bir hali vardı.. “görüyorum ki, aşk için en çok ihtiyacın olan şeyi unutmuşsun” dedi...

şefkatle kucakladı beni (bütün benliğimi sardı) elindeki noktalama işaretlerinin hepsini göğe savurdu.. fısıltıyla konuştu “söyleyeceklerinin hepsini zaten biliyorum.. noktalama işaretlerinin hepsi de bende var.. sende olması gereken tek şey kocaman bir parantezdir.. kendini o parantez içinde, bana teslim olmuş olarak getirmelisin”

kollarının arasında kendimi kaybetmişim...

neden sonra ayıldığımda, elimde hiçbir noktalama işaretinin kalmadığını öğrendim...

artık aşk için onlara ihtiyacım olmadığını biliyorum...

(şimdi yana yakıla parantez arıyorum)


Senai Demirci
 
F

Fırtına

Guest
Sana hayranlığımı Senin öğrettiğin sözle ifade ediyorum

Öylesine çok güzellikler yaratırsın ki
hayranlığım Senin methine yetmez
Seni, Senin öğrettiğin gibi övüyorum

SUBHANALLAH

Öyle bol nimetler verirsin ki
Şükrüm SANA teşekküre yetmez
Sana, Senin öğrettiğin gibi hamd ediyorum

ELHAMDÜLİLLAH

Öyle hoş lutuflarda bulunursun ki
Ne kadar minnettar kalsam lutfuna denk gelmez
Sana, Senin öğrettiğin sözle minnetimi ifade ediyorum

BAREKALLAH

Öyle güzel işler eylersin ki
Ne kadar düşünsem hikmetine aklım ermez
Sana hayranlığımı Senin öğrettiğin sözle ifade ediyorum

MAŞAALLAH



Senai DEMİRCİ
 
F

Fırtına

Guest
Cenazeme Gelirmisin.?

 
Tekerlekli Sandalye
Üst