Sesi Kırmızı

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Çok acelesi vardı. Her insan gibi onun da yetişmesi gereken yerler olabiliyordu. Kalabalıklar arasında bulunmaktan bazen çok mutlu, bazen de çok mutsuz olsa da bugün, şu anda, düşünecek durumda değildi. Biraz önce aldığı telefonla evden fırlamış ve kendini dışarının kalabalık koşturmacasına bırakıvermişti. Oysa evinin camları o kadar korunaklıydı ki! Pencereyi her açışında dışarıdaki dünyanın içindeymiş gibi hissedebiliyor, istediği an bu dünyanın dışına kaçabiliyordu. Fakat bugün hayatı bir kez daha değişmişti. Telefondaki ses, “Naciye Hanım siz misiniz? Anneniz yolda düştü. Şimdi hastaneye kaldırıyoruz.”dediği andan itibaren yeryüzünde yalnız, yapayalnız kalma düşüncesine anne telaşı da karışmış ve Naciye hiç düşünmeden kendini dışarı atmıştı.

Güneş yakıcıydı. Naciye, alnında biriken terleri el yordamıyla sildikten sonra otobüs durağının direklerine tutundu. Etrafındaki sesler; hareketi, neşeyi, sinirli halleri olduğu gibi ortaya koyuyor ve Naciye otobüse binmek için kimden yardım alması gerektiğini düşünüyordu. Aklında, annesinin zorla ezberlettiği taksi durağının telefon numarası vardı elbette; ama korku, bütün benliğine yayılmaya başladığı andan itibaren o numara da uçup gitmişti.

Yaklaşan motor sesi, Naciye’ye otobüsün geldiğini gösterdi. Kocaman otobüs tıslayarak önünde durduğunda bir itiş kakış yaşandı. Naciye, omzuna çarpan, sonra da yüzüne bakmadan sadece laf olsun diye, “Pardon!”deyip geçen insanları dinledi. “Önemli değil.”deyişini duyacak kadar bile durmayan bu insanların arasında, kendi ruhunun dehlizlerinde kaybolur gibi kayboldu. Sonunda otobüs yine tıslayarak duraktan ayrıldığında etraftaki sesler de azalmıştı. Fakat biraz sonra yine insanlar toplaşmaya başlayacak ve Naciye bir kez daha ne olduğunu anlamadan durağın direklerine sarılmış halde kalakalacaktı. Elleri titremeye başladığı sırada omzuna dokunan bir el ile irkildi, “Kimsiniz?”derken kendi sesini bile duyamayacak kadar korkmuştu. Yanındaki, “Korkma arkadaşım, benim adım Seda.”diye cevap verdi. Naciye, sesinde huzur olan bu kızın kötü biri olamayacağına o anda karar verdi.

Yıllarını kör bir karanlıkla paylaşırken Naciye’nin duyguları keskinleşmiş, kendi içinde yeni doğrular ve yeni tecrübeler edinmesine yardım etmişti. Annesi her zaman, “Saklayacak bir şeyi olmayan insanlar su gibi konuşur.”derdi. İşte Seda da su gibi konuşanlardandı. Naciye, elinin birini direkten çekti ve sırtını dikleştirerek kendini toparladı. “Merhaba benim adım Naciye.” “Nereye gidiyorsun Naciye?” Naciye yutkundu. “İbn-i Sina Hastanesine gidiyorum. Annem bir kaza geçirmiş.” Seda üzüntüyle, “Yaaa.”deyip sustu. Kısacık bir an yaşanan sessizlikten sonra “Bak ne diyeceğim. Ben de o tarafa gidiyorum. Seninle gelmemi ister misin?” “Evet!”dedi Naciye. “Gelirsen çok, ama çok sevinirim.” Seda, Naciye’nin boşta kalan elini tuttu. Duraktaki gürültü arttığında bile kızın elini bırakmadı. Yaklaşan otobüsün sesini ilk önce Naciye duydu. “Bir otobüs geliyor.” Seda, yolun diğer tarafına baktı. “Evet, haklısın, çok uzakta ama geliyor.” Herkes durağın ön tarafına yığılmaya başladığında Seda, kızın elini bırakmadan hareket etti. Otobüs kapılarını açar açmaz da Naciye’yi sürükleyerek merdivenleri çıkarttı ve yeni bir kalabalığın içine bıraktı. “İlerle” dedi. “Ben, biletleri alıp geliyorum.” Naciye, otobüsün içinde tutunacak bir yer arayarak yürüdü. Kokular birbirine karışmıştı. Ter kokularının içindeki parfüm ve yemek kokuları midesini alt üst etti. Pek mümkün görünmese de ilerlemek istiyordu elbette. Çünkü bir durak sonra otobüs daha da kalabalıklaşacaktı. Seda’nın sesini duydu. “Lütfen izin verin. Arkadaşımın yanına gitmeliyim.” İnsanların homurtuları arasında, sonunda Naciye’nin yanına ulaştığında otobüsün yarısı ile kavga etmişti. Naciye, yeniden elini tutan arkadaşının varlığı ile gülümsedi.

Birkaç durak sonra yolculuk çekilmez hale gelmişti. Naciye’nin yanında duran yaşlı adam nefes almakta güçlük çekiyordu. Naciye, Seda’ya dönüp, “Seda, bir pencere açar mısın? Adam biraz sonra hiç nefes alamayacak.”dedi. Seda, en yakın pencereye uzandığında önlerindeki koltukta oturan ve elindeki kitabı hevesle okuyan genç çocuk, başını kitabından kaldırmadan pencereyi kapattı. Seda, yeniden cama uzandığında delikanlıya da çıkıştı. “Kardeşim, burada yaşlı insanlar var, onlara yer versene.” Delikanlı, kafasını kitabından kaldırdı. “Sen onların sözcüsü müsün?” “Hayır!”dedi Seda. “Yalnızca etrafına baksana. Zaten sıcak, zaten kalabalık. Üstelik sen zaten gençsin.” Delikanlı, kavgaya hazırdı. “Sen kendi işine bak. Önce binen yeri kapar dostum.” “Evet, haklısın.”dedi Seda. “Bu Amerikan filmlerinden alıntı gibi duran cümlelerine bakılırsa senin nasıl bir anlayış içinde olduğun da ortaya çıkıyor. Ağaç kovuğunda mı büyüdün acaba?” Delikanlı gerildi, “Kızsın diye lafı uzatmıyorum. Sen de uzatma!” Naciye’nin yanındaki yaşlı adam nefesini toparlayıp lafa karıştı. “Boş ver kızım, ben şu durakta ineceğim. Yürümek çok daha kolay.” Seda’nın yanakları kızardı. Delikanlı, “Bak, gördün mü, o zaten inecekmiş.”deyip kendini haklı gösterme gayretine girişti. Seda tam ağzını açmıştı ki Naciye bunu anladı ve kızın kolunu tuttu. “Seda, yapma. Hayatta bunların kaç tanesine derdini anlatabilirsin ki!” Delikanlı, Naciye’ye ters ters baktı. “Benim hakkımda konuşup durmasanıza. Kitap okumaya çalışıyorum, görmüyor musun, kör müsün kardeşim!” Naciye ilk defa, hayatında ilk defa kendinden çok emin, “Körüm.”dedi. “Görmüyorum, ama galiba sen benden daha körsün!” Çocuk şaşırdı. Dikkatlice Naciye’nin yüzünü inceledi. Özür dilemesi gerekiyordu; ama bunu yapmak yerine başını kitabına gömdü. Seda kıkırdadı. “Çok iyi yaptın Naciye, harikasın!” Naciye, söyleyecek söz bulamadı. Gerçi Seda Naciye’nin bir cevap vermesini beklemiyor gibiydi. Kafasını ileri uzatarak önlerindeki durağı görmeye çalışıyordu, “Hadi Naciye bizim durağa geldik, inmemiz lazım!”der demez kızın koluna yapıştığı gibi insanları ite kaka arka kapıya ulaştı. “Önündeki basamaklara dikkat et.” Naciye, ileriyi yoklaya yoklaya sonunda otobüsten indi. Trafiğin, uğultuyu andıran sesi Naciye’nin yönünü kaybetmesine neden oldu; ama önemli değildi. Seda, kızın koluna girmiş ve onu hastaneye doğru yürütmeye başlamıştı bile. “Biliyor musun Naciye, sen söylemesen ben senin kör olduğunu anlamazdım. Hiç tökezlemiyor ve bir yerlere çarpmıyorsun.” Naciye, “Evet, gittikçe ustalaşıyorum. Adımlarımı dikkatli atıyor ve bunu yaparken bir sonraki adımda karşıma çıkacakları tahmin etmeye çalışıyorum.” Seda, kendince Naciye’ye ayak uydurmaya çalıştı. Birkaç kez tökezlese de Naciye onu sıkı sıkı tuttu.

Hastanenin içi bir başka kokuyordu. Naciye’nin yüreği daraldı. Acil servisin girişinde insanlar bekleşiyor; birileri ağlıyor, birileri bağırıyordu. Seda hala Naciye’nin elini tutuyordu. Etrafta hızla hareket eden bir doktor yakaladı ve Naciye’nin yanına getirdi. Naciye annesini sorduğunda doktor bir an önce işinin başına dönmek için hızlı bir iki cümle sıraladı ve koşarak uzaklaştı. Naciye derin bir nefes aldı. Annesi iyiydi ve önemli olan buydu. Seda, Naciye’nin yanağını öptü. “Seninle birlikte annenin uyanmasını bekleyeceğim.” Naciye şaşırdı. “Çok teşekkür ederim Seda. Ama ya senin işlerin ne olacak?” Seda gülümsedi. “Bugün benim işim sensin arkadaşım.”

Birlikte dışarıda bir bankın kıyısına iliştiler. Naciye o kadar çok konuştu ve kendinden o kadar çok bahsetti ki buna kendi bile şaşırdı. Seda da halinden memnundu. Konu konuyu açarken sakatlıklardan, engellerden bahsettiler. Seda, “Tanıdığım bir çocuk vardı.”dedi. “Babasının her akşam eve girdiğinde ilk işi, bacağındaki protezi çıkartmak oluyordu. Bir gün evlerine gelen misafirleri karşılayıp içeri aldıklarında çocuk koşarak o ailenin babasının yanına gitmiş ve ‘Rahat edin. Bacağınızı çıkarın.’demişti. Herkes bir anda şaşırdı ve çocuğun annesi, çocuğa o amcanın iki bacağı olduğunu anlattı. Çocuk, bunu kabul edemedi. ‘Hayır, babaların tek bacağı olur. Öbür bacaklarını eve gelince çıkarırlar!” diye uzun süre ağladı. Bu durum beni çok etkilemişti Naciye.

Naciye, çocuğun duygularını anlayabiliyordu. İlerde baba olmak ve tek bacağını kaybetmek arasında bir seçim yapacağını düşünmüş ve sonra da baba olma duygusu daha ağır basmıştı anlaşılan. Bunun için de bacağına çok fazla alışmamaya çalışmıştı muhtemelen. Oradaki ağlayışı da gerçeklerin bir anda karşısına çıkışının, babasının aslında hiç iki bacaklı olmadığının farkına varışının gözyaşlarıydı. Bu sefer de babası için çok üzülmüş olmalıydı.

“Neden sustun?”diye sordu Seda. Naciye, düşüncelerini kendine saklayarak konuştu, “İnsanları sevmenin birçok yolu vardır. Bütün insanların duaları da en başta sağlıklı olmak üzerine kuruludur. Fakat o kadar ince bir çizgi üzerinde ve o kadar savunmasız yaşıyoruz ki aslında. Bugün kendi bedenini çok seven birisi; kolunu, bacağını, parmaklarını, gözlerini ve hatta akıl sağlığını kaybedebilir. Kimse, kendisi için böyle şeyleri konduramaz. Ama gördüğün gibi birilerinin başına geliyor. Ben küçükken annem bana renkleri tarif ederdi. ‘Neşeli seslerle dolu renkler olsa olsa kırmızıdır.’ derdi. Gün geçtikçe kırmızı seslerin yok olmaya başladığı hissine kapılıyorum. Bu da bana, insanların mutlu olmadığını anlatıyor. Çocukken bir ara engelliler için düzenlenen eğlencelere giderdim. İnan bana, engelli sesler kadar pürüzsüz ve kendisi ile barışık bir kırmızı yoktur. Ne olduğunu bilirsin. Olmayanının yerine bir başka olanını koyarsın ve hayatı dengede tutarsın. Her şeye sahip olanlarsa, hep mutsuz olmak için sebepler üretirler ya da bizlere bakıp kendileri için, sevdikleri için şükrederler. Beraberinde gelen duygunun adı acımadır. Biz ‘öteki’ oluruz. Çoğunluktan olmayan herkes ötekidir.”

Seda, Naciye’nin sözleri karşısında gözyaşlarını tutamadı. “Ben sana acıdığım için burada değilim, bunun farkındasın değil mi arkadaşım?” Naciye, kızın ellerini tuttu. “Evet, farkındayım. Neden burada olduğunu bilmiyorum; ama seninle konuştuğum için çok mutluyum Seda.” Konuşmalarını bir ambulansın acı dolu çığlıkları bozdu. Tam da önlerinde duran aracın kapıları hızla açıldı ve hemşireler sedyeyi hazırladılar. İçerden çıkardıkları delikanlı kendinden geçmişti. Hemşirelerden biri sargılarından kan damlayan kopmuş kolu düşürmeden taşımaya çalışıyordu. Seda’nın içi ürperdi. Bu delikanlı, otobüste kavga ettikleri çocuktan başkası değildi. Tek fark otobüste sayfaları çeviren kolunun artık yerinde olmayışıydı. Naciye korkuyla sordu, “Neler oluyor?” Seda kekeledi. Genç bir adam… Kolu kopmuş…

Önlerindeki telaşlı koşturmaca bittiğinde bile her ikisinde de konuşacak hal kalmamıştı. Yanlarına yaklaşan doktoru duymadılar. Doktor, Naciye’nin beti benzi sararmış haline bakakaldı. “Özür dilerim, Naciye Hanım siz misiniz?” Naciye sesi titreyerek cevap verdi, “Benim.” Doktor, annesinin ayağa kalktığını ve onu görmek istediğini söyledi. Naciye ayağa kalktı. Seda, “Ben burada ayrılıyorum. Yapmam gereken başka bir işim olduğunu hatırladım.”dedikten sonra Naciye’yi doktorla birlikte bırakarak arkasına bakmadan hastaneye doğru yürümeye başladı. Naciye ayakta kalakaldı. “Ona veeda edemedim.”diye fısıldadı. Doktor, “Anlamadım.”dedi. “Kime veda edecektiniz?” Naciye, doktorun sesindeki su gibi merakı hissetti. “Yanından şimdi ayrılan arkadaşıma, Seda’ya.” Doktor etrafına bakındı. “Ama siz burada yalnız başınıza oturuyordunuz.” Naciye’nin gözleri doldu. Sessizce doktorun koluna girdi ve annesine doğru yürümeye başladı.

Annesi kızını sevinçle bağrına bastı. “Yavrum! Seni telaşlandırdığım için çok üzgünüm. Tansiyon ilaçlarımı almadan dışarı çıktım. Başım dönünce de düştüm kaldım. Hepsi bu. Sakın merak etme olur mu?” Naciye, başını annesinin göğsüne gömdü ve ağlamaya başladı. Annesi, kızının başını okşayarak onu sakinleştirdi. “Nasıl geldin buraya yavrum?” “Seda, durakta tanıştığım kız, bana yardım etti anne. Ama sonra yok oldu.” Annesi durdu. “Yok mu oldu?” “Evet.”dedi Naciye. “Beni buraya getiren doktor onu göremedi. Oysa saatlerdir onunla konuşup duruyorum ben.” Annesi kızına sıkıca sarıldı; “Kaldırımlarda ayağı olmayanların da ayak izi, gözleri olmayanların bakışları, sesi olmayanların gürültüleri dolaşır yavrum. Nefes alan herkesin varlığı aynıdır. Aynı şeyden acı duyar, sevinci aynı duyguyla yaşarız. Hep yarımlıkta tamız aslında. Sen, diğer yarının sana verdiği güçle tanışmış ve buraya kadar yalnız başına gelmişsin anlaşılan.” Naciye, annesinin bilmece gibi sözlerini anlamasa da artık ne zaman istese Seda’yı görebileceğini fark etti. Kollarını annesinin boynuna sardı ve anne kokusunu içine çekerek tebessüm etti.

Hastanenin başka bir odasında delikanlı kopan kolunun bir daha yerine dikilemeyeceğini öğreniyordu. Kendisi ile konuşan doktorun arkasında bir kız ona gülümsüyor ve “Merak etme, ben senin diğer kolun olurum.”diye fısıldıyordu. Delikanlı doktorun bitmek bilmez tesellisi arasında kendi kendine konuştu; “Ben bu sabah o kör kıza ve yaşlı adama yer vermediğim için mi bunlar başıma geldi? Oysa onlara acıdığımı düşünmesinler istemiştim.” Doktorun arkasındaki kız öne doğru ilerledi,”Unutma, acımamak ve umursamazlık arasında ince bir çizgi vardır.”

Delikanlı, kaza sonrasında toplanan eşyalarına, eşyalarının arasındaki kitabına baktı. Kitabın sayfaları kopuk kopuktu ve yere düşecekmiş gibi duran bir sayfada Necip Fazıl’ın şiiri onunla konuşuyordu;

“İnsan… İplikte büklüm, suda bir anlık suret
Allah… Olmanın O’na mahsus olduğu kudret.”


HİKAYENİN ADI : SESİ KIRMIZI


Itır EKİCİ ÇELİK 8 Nisan 1971 Ankara doğumludur. 42 yaşındadır. İlköğrenimini Samsun, orta ve lise öğrenimini Urfa’da tamamladıktan sonra Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1993 yılında bitirmesini müteakip aynı üniversitede Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsünde yüksek lisans çalışması yapmıştır. Aynı zamanda 2004 yılında Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümünde yüksek lisansını da tamamlamıştır.

Itır EKİCİ ÇELİK 2012 yılında; içinde ilköğrenimden lise öğrencilerine kadar her kesimin yararlanabileceği web tasarımlı ve enteraktif çalışmalarla oluşturduğu dil bilgisi kitabı “Türkçeme Teşekkürler” i yayımlatmıştır.

Halen Ankara’da yaşamakta olup edebiyat öğretmenliği görevini sürdürmektedir.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst