Sevgiye Engel Olunabilir Mi?

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,524
Tepkime Puanı
196
Puanları
63
Yaş
50
Zilin; kulakları sağır eden, dersin bittiğini haber veren şıngır mıngır tınısı tüm koridor ve derslikleri doldurduğunda Yıldız ve 3,5 yaşındaki down sendromlu öğrencisi Deniz yerlerdeki puf minderlerde oturmuşlar, ellerindeki oyuncak bebekleri bir ileri bir geri sallayarak “eee, eee, …” diye ninni söylüyorlardı. Deniz’in bebeğini uyutacağına inancı tamdı. Ne var ki bebeği uyutmaya çalışırken tam 4 aydır “e” sesini çıkarmaya uğraştıklarının farkında bile değildi. Yıldız ise uzun uğraşların sonucu olarak Deniz’e tek bir sesi kullanmayı öğrettiği için mutlu olarak yerinden kalktı. Deniz’i kucağına aldı. Çocuk, vücudunu henüz taşıyamayan cılız bacaklarını sevgiyle Yıldız’ın beline dolayıverdi. Birbirlerini öptüler.

Deniz’i grup öğretmenine teslim ettikten sonra çantasına derin bir hırsla sarıldı. Dünden beri hayatını alt üst eden baş ağrısı için aradığı ilacı buldu ve programına baktı. Tam 10 dakika sonrası için Zeynep’in seansını gördü. Geçeceğini umduğu baş ağrısı tüm şiddetiyle üzerine yeniden çöküverdi. Derin bir iç geçirdi. “Boşa kürek sallıyorum.” diye düşündü. Bu sefer de olmayacaktı, biliyordu. O sırada yüzünde hiçbir durumda değişmeyen kocaman ve anlamsız gülümsemesiyle kapıda Zeynep beliriverdi.
Yıldız ve Zeynep son 3 aydır beraberdiler. Uzun zamandır aynı özel eğitim kurumuna devam eden Zeynep’in öğretmeni atanmış ve Zeynep de sosyal beceriler modülüne bağlı olarak yetersiz bulunduğu, hafif düzeyde MR’si olduğu ve duygu durum bozukluğu yaşadığı göz önünde bulundurularak kurumun psikolojik danışmanı Yıldız’a teslim edilmişti. Kurumun herkesçe sevilen psikolojik danışmanı Yıldız yeni öğrencisi için hemen tüm çalışmaları başlatmış, raporları incelemiş, çalışma kayıtlarını gözden geçirmiş ve kendine bir yol haritası çıkarmıştı. Zeynep’in konuşmayı bilip bilmediğini anlamak imkânsızdı. Ne evde ne halen devam ettiği ilköğretim okulunda ne de özel eğitim kurumunda ağzından tek bir kelime duyulmuştu. Okulda veya kurumda bir şey istediğine dair bir cümle kurmuş olması görülmüş duyulmuş şey değildi. Evde ise bir ihtiyacı olduğunda ya kendisi gidip temin ediyor ya da parmağıyla işaret ediyordu. Gözleri donuktu. Konuşurken insanın yüzüne bakmaz sadece hep aynı ifadeyle gülümserdi. Geçen yıl küçük kardeşi bir trafik kazasında öldüğünde taziyeye gelenleri bile aynı gülümsemeyle karşılamıştı kapıda. Daha önceki öğretmeni yaklaşık 1 yıldır Zeynep’in derslerine girmesine ve her türlü yolu denemelerine rağmen iletişim kuramadıklarını ifade ediyordu notlarında. Ailesi onun küçükken canı istediğinde konuştuğunu ancak sonra konuşmaya konuşmaya unuttuğunu iddia ediyordu.” Demek ki Zeynep konuşmayı biliyor ama bilinçli olarak konuşmamayı seçiyor.” diye düşündü. Ailenin iddialarını doğrulamak ister gibi Zeynep 3 aydır her hafta düzenli devam ettiği bireysel seanslarında ne tek bir kelime etmiş ne de kocaman gülümsemesinden vazgeçmişti. Her durumda her şartta gülümsüyor olması ve Yıldız’la bunca zamana rağmen konuşmuyor olması artık Yıldız için bir işkence gibiydi. Yıldız ilk seanstan itibaren bildiği tüm yöntemleri kullanmış, geçirdikleri her 45 dakikalık zaman diliminde büyük bir coşku ve neşeyle monolog yapmış, ilgisini çekebileceğini düşündüğü her materyali dersliğe doldurmuş hatta zaman zaman sırf o kendini rahat hissetsin diye kendi kendine çocukluklar yapmış, kendi kendine gülüp oynamıştı derslik içerisinde. Onu da dahil etmek istediği anda anlamsız gülümsemesi ve mesafeli bir el hareketi her seferinde şevkini kırmıştı.

Yavaş yavaş umutlarını yitirmeye başlayan “Bu çocuğa ulaşamadım.” diye üzülen, kendini başarısız hisseden Yıldız; baş ağrısının da etkisiyle şimdiki seansı için gerekli enerji ve neşesini toplayamıyordu. Bir müddet masada karşılıklı oturarak pencereden dışarıyı izlediler. Evlerin çatılarına, neşeyle koşuşup oynaşan köpek yavrularına, ağaçlarda cıvıldaşan kuşlara baktılar. Yıldız daha önce yaptığı gibi Zeynep’in dikkatini bir yöne çekmeye çalışmadan kıpırtısız durarak dışarıya uzunca bir süre baktı. Sonra Zeynep’e döndü. Zeynep’se gözlerini kaçırmadan ve tabi gülerek ona bakıyordu. Yıldız son bir taktik uygulamaya karar verdi. “Biliyor musun…” dedi “Şuan son derece üzgünüm. Aylardır beraberiz seninle. Sana tüm hayatımı, ailemi, arkadaşlarımı tanıttım. İlgini çekebilmek için her yolu denedim. Ama sen benimle tek bir kelime bile etmedin. Doğrusu ben arkadaş olabiliriz sanmıştım. Beni seversin sanmıştım ama sanırım yanılmışım. Sen benimle konuşmadığına göre demek ki beni sevmiyorsun ve arkadaş olmak da istemiyorsun. O yüzden seni daha fazla zorlamayacağım. Şimdi gidip müdürle konuşacağım ve seni başka bir öğretmene vermesini söyleyeceğim. Çünkü ben sana yararlı olamıyorum. Cevap vermediğine göre sanırım anlaştık. Şimdi grup sınıfına dönebilirsin.” Yıldız daha sözlerini bitirmeden fark ettiği şey Zeynep’in gülümsemeden onu dinlediği oldu. Çocuk ilk defa bir duruma duygusal bir tepki vermişti. Bir anda umutlandı. Oyuna kaldığı yerden devam etmesi gerektiğini düşündü. Ayağa kalkıp kapıyı açtı ve hem sert hem kırgın bir ifadeyle “Çıkabilirsin.” dedi. Zeynep duyduklarına inanamıyor gibi çok ağır hareketlerle doğruldu. Kendini toparladı. Bir anlık asılan yüzü şimdi yeniden gülümseme maskesinin ardındaydı. Zeynep 14 yaşında ve bağımsız hareket edebilen bir çocuktu. Sınıfına kendi gidebilirdi. Ancak Yıldız çaktırmadan onu sınıfına kadar takip etti. Zeynep’in ses çıkarmadan koridorlarda yavaşça süzülen bedeninin peşinden gitti. Çocuk sınıfın kapısını tıklatmadan önce durakladı. Acaba ne yapıyordu? Arkası dönük olduğu için tam karar veremedi. Tam geri dönecekken Zeynep’in eliyle gözlerini sildiğini gördü. İçinden sevinç çığlıkları atmak geldi. Bu müthiş bir çelişkiydi. Öğrencisi kendi oyunu yüzünden üzülüp gözyaşı dökerken o, arkasında mutluluktan havalara uçuyor ve gülümsemekten kendini alamıyordu. Yıldız oyunun işe yaradığını görmüştü, çocuğun ağlamasına içi kan ağlasa da peşini bırakacak değildi. Aynı gün grup sınıfına bilerek çokça uğradı. Zeynep’e küs gibi yapıp dönüp bakmadığı halde onun gözlerini üzerinden hiç ayırmadığını fark edebiliyordu.

Ertesi gün şaşırtıcı bir gelişme oldu. Zeynep’in devam ettiği ilköğretim okulundan sınıf öğretmeni ve çok sık görüştükleri için artık arkadaş oldukları Meltem Hanım aramış ve Zeynep’in oturduğu yerde ilk defa bir şeyler mırıldandığını yüzünün de asık olduğunu bildirmişti. İşte bu iyi haberdi! Yıldız hemen ertesi günkü planını hazırlamaya koyuldu.
Ertesi gün tam saatinde Zeynep bu sefer üzgün ifadesiyle derslik kapısının önünde içeri alınmayı bekliyordu. İçeriye girmiyor, çağrılmayı beklediği her halinden belli olarak bir şeylerle uğraşıyormuş gibi yapıyordu. Yıldız onu çağırmadı, buna rağmen tam karşısına kararlı bir ifadeyle dikilip sordu. “Seni içeri alayım mı Zeynep?” Zeynep susuyordu. Yıldız bir kere daha ve bu sefer biraz daha yüksek sesle sertçe sordu. “Seni içeri alayım mı dedim.” Zeynep öğretmeninin ne istediğini anlamıştı anlamasına da duymamış gibi yapıp zamanı ertelemeyi seçmişti. Yıldız’a bir ömür kadar uzun gelen bir süre için çevresine, ayakkabılarına, kapının kenarlarına ve duvarlara bakındı. Çaresi olmadığını anlayınca da yarı duyulur bir sesle. “Al.” dedi usulca. İşte olmuştu!
Tüm bir ders saati boyunca yaptıkları yegâne şey sınıfın kurallarını belirlemek oldu:
Sınıfa her girildiğinde “Günaydın. Nasılsınız?” gibi ifadeler kullanılacak.
Öğretmen soru sorduğunda cevabı bilinmese dahi mutlaka cevap verilecek. Cevabı bilinmeyen sorulara “Bilmiyorum.” ifadesi kullanılacak.
Her gün 10 dakika sesli hikâye okunacak.
Grup arkadaşlarıyla sohbet edilecek.
Kurallara uyulmadığı takdirde Zeynep ile ders yapılmayacak.

Zeynep kuralları dinliyor, her kuralın sonunda sessiz bir “Tamam.” kelimesi duyuluyordu dudaklarından.
Kapı bir kere aralanınca gerisi hem çok daha zorlu bir mücadele hem de müthiş bir keyifti Yıldız için. Her seansa mutlaka “Merhaba. Nasılsın?” cümleleri ile başlıyorlar; beraber geçirdikleri süre boyunca kendini ve aileyi tanıtma, telaffuz, sesli hikâye okuma, okuduğunu anlama ve ifade etme çalışmaları yapıyorlardı. Zeynep’in her seferinde cılız çıkan sesinin zamanla daha da gür olacağını hisseden Yıldız bu sefer de inatla ona duygusal ifadeler verdirmeye çalışıyor, Zeynep’in direnci Yıldız’ın inatçılığının üstesinden geliyor, yapılan çalışmalar zamanla Yıldız’ı tatmin etmemeye başlıyordu. Yıldız onu grup derslerinde de çokça gözlemliyordu. Bir kere tam 20 dakika boyunca arkadaşından kendinde olmayan renkteki boya kalemini isteyememiş, içi içini yiyerek kalemlere bakmış ve özenle yapmakta olduğu çiçek resmini tamamlayamamıştı. Yıldız’ın teşvikleri de para etmemişti tabi.

Bu arada Yıldız'ın hayatında da bazı sürpriz gelişmeler yaşanıyordu. Evlenip başka bir şehirde yaşama ihtimali günden güne artan Yıldız bu kararı için sevinç duyarken bir taraftan da arkasında bırakacağı ve çok sevdiği öğrencileri için kaygılanıyordu. Öyle ya, hepsi öğretmenlerine alışmış, beraber belli bir noktaya gelinmişti. Üzücü olan, yeni öğretmenle beraber çocukların adaptasyon sürecini bazen ağır atlatmaları hatta eğitimin ve ilerlemenin en başına geri gelindiğiydi. Bu da Yıldız’ın ve çocukların tüm çabalarını heba etmek demekti. Hele ki yıllardır ağzını bıçak açmayan Zeynep’in artık cümle kurmaya başlaması düşünüldüğünde içi daha bir acıyordu. Öğrencilerini çocukları gibi gören Yıldız için onları başka birine teslim etmek de ayrı bir muammaydı ancak yapacak bir şey yoktu.

Günler hızlı geçiyordu Yıldız için. Hazırlıklardı provaydı derken ayrılık günü gelip çatmıştı. Yıldız’ın kurumdan ayrılma kararı hem kurum yetkilileri hem iş arkadaşları için üzücü bir haberdi. Ancak öğrencilerine nasıl açıklayacaklardı? Bu tür öğrencilerden ağır duygusal tepkiler gelebilirdi, hassas davranılmalıydı. Kurum yöneticilerinin de kararıyla bir veda partisi yapmaya karar verdiler. Yıldız’ın kurumdaki son günü tüm öğrencileri büyük salonda toplayıp eğlenceli bir müzik açtılar. Görkemli yaş pasta hepsinin aklını başından almış, çocuklar güle oynaya kendilerini eğlenceye kaptırmışlardı. İçlerinde tek buruk olan Yıldız’dı. Dokunsalar ağlayacak gibi bir yüz ifadesiyle bir köşeye geçmiş öğrencilerini izliyordu. Arkadaşları onun duygusallığını fark etmişler ve üstüne gitmeme yolunu seçmişlerdi. Tam o esnada kurum yöneticilerinden Ahmet Bey ayağa kalkıp söz aldı. İlk önce Yıldız’ın çalışkanlığından, işini severek yaptığından, başarısından, neşesinden ve kurum içerisinde herkese kendini sevdirmesinden söz etti. Sonra öğrencilere dönerek artık aralarında bulunamayacağını ve onu çok özleyeceklerini ifade etti. Kurulan güzel cümleler Yıldız’ı hem onurlandırmış hem de iki damla gözyaşını tutamayacak kadar duygusallaştırmıştı.

O sırada öğrenciler arasında bir uğultu bir dalgalanma oldu. Dersine girsin girmesin, onu seven tüm öğrenciler itiraz etmeye, kimisi ağlamaya kimisi isyan etmeye başladı. İşi yalvarmaya kadar götürüp Ahmet Bey’e: “Ne olur öğretmenimizi kovmayın. Biz onu çok seviyoruz.” diyen bir öğrenciye hep birlikte güldüler. Küçük Deniz bile grup öğretmeninin kucağında şaşkın şaşkın bakınıyor ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. O esnada beklenmedik bir şey oldu. Konuşmaları en başından beri asık suratla dinleyen Zeynep yavaşça ayağa kalkıp Yıldız’ın yanına geldi. Yine yarı duyulur bir sesle: “Öğretmenim ben konuşmadığım için mi gidiyorsunuz?” dedi. Yıldız böyle bir soru beklemiyordu. Çocuk daha önce yaşananları hatırlamış ve durumu kendisine yormuştu. Hele ki Zeynep’in herhangi bir konuda herhangi bir soru sormadığı düşünülecek olursa bu olağanüstü bir durumdu. Bir anlık şaşkınlığını atlatan Yıldız: “Tabi ki hayır canım. Ben sadece gitmek zorundayım.” diyebildi yutkunarak. Zeynep’se inanmayan gözlerinden akan yaşların farkında bile olmadan Yıldız’ın boynuna atıldı. Çocuk bir taraftan ağlıyor bir taraftan da: “Öğretmenim lütfen burada kalın. Söz veriyorum bundan sonra hep konuşacağım. Giderseniz sizi çok özlerim, lütfen…” diye sayıklıyordu. Yıldız aylardır tek bir duygusal tepki alamadığı öğrencisinden duyduğu bu cümleler karşısında daha fazla dayanamadı. Gözyaşları içinde ona sımsıkı sarıldı. Bundan daha büyük bir mutluluk var mıydı? Tek bir insanı değiştirebilmek için sabırla inatla aylarını vermişti ve şimdi, ne acı ki o tam giderken çocuk çözülmeye başlamıştı. Diğer öğrenciler de masadan birer ikişer kalkıp gelmişler, ikisine sarılarak kocaman sevgi dolu bir daire oluşturmuşlardı. Artık gözyaşlarını saklamaya çalışmayan Yıldız: “Canım Zeynep’im… Canım öğrencilerim… Sizin bu sevgi dolu, saf ve masum kalplerinize hangi engel dayanabilir? Adımlarınız hangi engelin önünde durabilir?” diye düşünüyor; bu mesleği seçmiş olmanın ona verdiği tüm güzelliklere şükrediyordu.


Eser Sahibinin;
Adı Soyadı:
Bengül Gözde Uğur

ÖZGEÇMİŞ

Bengül Gözde Uğur 9 Temmuz 1986 günü Mersin'in Tarsus ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini bu ilçede tamamladı. Liseyi bitirdiği yıl İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünü kazandı. Üniversite 3. sınıftayken aldığı derslerin içerisinde olan özel eğitim alanına ilgi duymaya başladı. 4. sınıftayken özel eğitim kurumları olan ders hocasının İzmir Halkapınar'daki Işık Özel Eğitim Okulu'nda gönüllü çalışmaya başladı. Bu okulda yaşadığı deneyimlerin sonucu olarak devlet ataması isteyerek herhangi bir ilköğretim okulunda kadrolu psikolojik danışman olmak yerine Mersin'e dönüp özel eğitime devam etme kararı aldı. Mersin merkezde ilk önce bir işitme engelliler okulunda görev yaptı. Başka hiçbir yerde edinemeyeceği bilgileri burada edindi. Daha sonra 3 farklı özel eğitim kurumunda çalıştı. 2. yılın sonunda müdürlük teklifi aldı. Ancak bu teklifi değerlendiremeden atama istedi ve Siirt ilinde bir ilköğretim okuluna atandı. 1,5 yıllık okul deneyiminden sonra değişik projelerde görev almaya başladı ve milli eğitimin projeler biriminde görevlendirildi. Şuan halen 3 uluslararası ve 2 ulusal projeden sorumlu olarak görevine devam etmektedir.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst