Silgi

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
SİLGİ​
Aslında her hikaye biraz gerçek biraz da hayalin ürünüdür. Ama bu hikaye tamamen gerçeğin ürünü. İlk okulu öğretmeni olan ben (yani adını söylemeye bile utanan şahıs) bu hikayeyi yazmayı kendime borç bildim çevresinde gördüğü engellilere sadece engelli gözüyle bakan biz gönül engelliler adına kaleme aldım.
Onu ilk gördüğümde içimde inanılmaz bir sıkıntı ve hayal kırıklığı uyanmıştı. Öğretmenliğimin daha ilk senesinde heyecanla biraz da utana sıkıla girdiğim sınıfımda beni gören öğrenciler hemen ayağa kalkmış, merakla bana bakıyorlardı. Hızlı ama ufak adımlarla sınıfın ortasına gelip tahtanın önünde durup tam ‘Oturun çocuklar’ diyecekken bir şey dikkatimi çekmişti, arka sıralardaki bir öğrenci ayağa kalkmamış, öylece duruyordu. Sebebini anlayabilmek için birkaç adım attığımda gerçek gün gibi ortaya çıkmıştı. Tekerlekli sandalyede oturan küçük bir kız çocuğu oturduğu yerden bana bakıyordu. O an benim için tam bir fiyaskoydu ‘Şimdi ben bu çocukla da mı ilgilenmek zorundayım’ diye söylenerek içimdeki hüsranı dışa vurmuştum. Demek sınıfımda engelli bir öğrenci vardı. Diğer çocuklarla ilgilenmenin haricinde özel ilgi göstermem gereken bu öğrenci kim bilir beni ne kadar yoracak bana ne güçlükler yaşatacaktı. İlk günüm işte bu düşüncenin kıskacında kıvranarak geçmişti.

Bir hafta sonra öğrencimle oldukça kaynaşmıştık. Çizgi çalışmalarını yaptırıp ev ödevlerini veriyordum. Onlara dersi daha çok sevdirebilmek için kafamda yeni yeni projeler kuruyor çocuklara yakın olmak istiyordum. Bir gün sınıfa gittiğimde ‘Çocuklar iki gün sonra sizi çizgi çalışmasından sınav yapacağım en iyi yapan öğrenciler benden top alacaklar’ dedim. Sınav günü gelip çattığında öğrencilerin tamamına kağıtları dağıtıp ‘hadi başlayın’ dediğimde ilk sınavımda en az onlar kadar heyecanlı olduğumu fark etmiştim. Az sonra herkes harıl harıl kağıtları doldurmaya başlamış küçük parmaklarıyla sağa yatık, sola yatık ve dik çizgi çizme yarışına başlamışlardı. Yalnız içlerinden biri dikkatimi çekmişti. Kalemi kağıdın üzerinde, kafasını eğmiş öylece duruyordu. Evet bu oydu. Tekerlekli sandalyesinin üzerinde öylece kala kalmış hiçbir şey yapmıyordu. Esasen sınıfın en zayıf öğrencisi de oydu. Çoğu zaman ödevlerini yapmaz defterini getirmez arkadaşları birbiriyle şakalaşıp oynarken o hiçbir şey söylemeden öylece sırasında oturur gözlerini sıraya diker akşam olunca da tekerlekli sandalyesini ite ite sınıftan çıkardı. Sınavda en zayıf alacak öğrenci için şimdiden emindim. Doğruyu söylemek gerekirse onunla ilgili umudum da baştan beri olmamıştı, şimdi o yaptıklarıyla daha doğrusu yapamadıklarıyla beni doğruluyordu.

Baştan sona yarış olan bu hayatta tekerlekli sandalyenin üzerindeki bir çocuk ne kadar başarılı olabilirdi ki. Sınavları okurken düşüncelerimin doğruluğunu bir kere daha gördüm bomboş bir kağıt ve üzerine kırmızı kalemle yazılmış kocaman sıfır. İşte her şeyin özeti buydu. Esasen onun bu hali beni cesaretlendirmiş, öğrenmeye karşı pek azim görmediğim bu çocuğa karşı ‘biraz daha ilgi’ düşüncemi tamamen kaybetmeme sebep olmuştu. Sınıfın en arkasında bıraktığım öğrencim ilerleyen günlerde benim için adeta yok olmuştu. Şimdi o yalnızlığıyla varlık ve yokluk arasında ki bir yerde duruyordu.

24 Kasım’ın önemi herkes bilir. Hele ben hayatım boyunca yüreğimde bir yara olarak kalacak o günü hatırlarken bile utancımdan ağlarım. İşte yine sınıfımdayım, sıraların üzerinde güller, mendiller, içinde henüz ne olduğunu bilmediğim küçük hediye paketleri. Hepsi birazdan tek tek getirilecek ve düşünceme göre dünyanın en iyi öğretmenlerinden olan bana sunulacak. Her şey tam da öyle olmuştu hediyeler güler yüzle ve yarışırcasına kısa zaman sonra önüme konulmuştu. Masamın üzeri tıklım tıklım hediye paketleriyle doluydu. Hediyelere bakıp ne kadar da gururlanmıştım o an. İşini iyi yapan biri olarak bunları hak etmiştim. Oysa ben zafer kazanmış komutan edasıyla, bunları düşünürken sen yerinden kımıldamıştın çocuk. Bir ara masanın üzerinden gözlerimi alıp sınıfa doğru baktığımda ilk kez siyah gözlerindeki keskin bakışla karşılaştım. Evet öyle derin öyle yakıcı bakıyordun ki zaman durmuştu artık. Öylece birbirimize baka kalmıştık. Tam ben bakışlarının altında ezilirken sen yavaşça tekerlekli sandalyeni itmeye başladın gözlerini yüzümden hiç ayırmadan masamın önüne kadar geldin. Bacaklarının üzerinde rengarenk bir defter duruyordu, fark ettim ki sağ elin sımsıkı kapalı, yavaşça kaldırdın elini, yüzüme çarparcasına, ve açtın parmaklarını ‘Öğretmenler gününüz kutlu olsun öğretmenim’ . O da ne! Küçük parmaklarının arasında bir silgi uzatıyordun bana. Sonra devam ettin, ‘Artık silin öğretmenim’ gözlerinde ki ateşte alev alev yanan ben anlamamıştım, ‘Neyi sileyim?’, ‘Önyargılarınızı, beni görmeyen gözlerinizi, ya da beni’. Ne diyebilirim ki sana çocuk susturmuştun beni. Yer yarılsa da yerin dibine girseydim keşke ama çatlayan yüreğimin sesi daha baskındı. Adeta yere çakılmışçasına duruyordum öylece, sınıfta ki herkes bize bakıyordu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi ikinci tokadı da vurmakta gecikmedin yüzüme. O minicik ellerinle bir defter fırlattın önüme ‘bu da ikinci hediyem’ dedin. Artık komutan sendin, zafer senindi ben hezimetin alasını yaşadım ne olur affet. Titreyen defterini açtığımda su gibi güzel bir yazı karşıladı gözlerimi ‘Öğretmenim ben top oynayamam’ sonra sayfalarını çevirdikçe itinayla yapılmış ödevlerin tek tek çarptı yüzüme gerçek acıttı sol yanımı. Daha önce neden getirmedin demeyecektim sana cevabını bildiğim soruları sormak aptallık olur.

Sen arkanı dönüp giderken sırana küçülen sen değil bendim aslında ben öğreten olduğumu zannederken meğer ne cahilmişim. Benim gibilere sesleniyorum ‘Meğer ne cahilmişiz’. Artık o gün benim değil senin günündü. Öğretmenler günün kutlu olsun yavrum.

Belki inanmayacaksın ama o akşam aynanın karşısına geçip o silgiyi kafama sürdüm ve sürdükçe hatalarımı biraz daha sildim.

YAZAR:
AHMET AYGÜN

ÖZGEÇMİŞİM:1992 yılında Trabzonda doğdum.İlkokul ve lise eğitimimi burada aldım.Karadeniz Teknik Üniversitesi Zihinengelliler Ögretmenliği 2.sınıf öğrencisiyim.Babam YAKUP AYGÜN çay fabrikası işçisi ve çiftçilikle uğraşan ailemin 3.çoçuğuyum.Böyle bir yarışma olduğunu duyunca sosyal sorumluluk duygusuyla katılma kararı aldım.Zaten bölümüm gereği engellilere bakış açısını oldukça iyi bildiğim için hikayenin giriş bölümünde dikkat çekmek amacıyla“gerçeğin ürünüdür”sözünü kullanmaya dikkat ettim.Katıldığım ilk yarışma herkese başarılar dilerim.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst