Sinsi, Dilsiz - Dilli Çocuk

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
SİNSİ, DİLSİZ - DİLLİ ÇOCUK

Eren altı yaşına girecekti bugün. Kardeşleri sokakta oyun oynuyorlardı. Her zamanki gibi onu oyuna çağırmamışlardı, o da oynamak istediğini söylememişti. Zaten konuşamıyordu ama beden diliyle de belli edebilirdi, yapmadı. Hiç oyun oynamadı sokakta. Kendisiyle dilsiz diye alay eden çocuklarla oyun oynamayacak kadar gururlu bir çocuktu. Kardeşlerinden yana da çok şanssızdı. Üç abisi ve bir de ablası vardı. Hiç korumaz kollamazlardı Eren’i. Onlar bile bazen dalga geçerlerdi. Bütün bunlar Eren’i onlara karşı düşman yapabilirdi ama yapmadı. O özel bir çocuktu. Kimseye kızmazdı, kin tutmazdı. Konuşamamak ona bir yük değildi.

Konuşamaması annesini sinirlendiriyordu ve her geçen gün birbirlerinden daha da uzaklaşıyorlardı. Anne Sebahat Eren’ e karşı iyi bir anne olamamıştı ve diğer çocuklarını da Eren’den daha üstün tutuyordu. Bunu neden yaptığını o da anlayamıyordu ama elinden gelen buydu. Kocası öldükten sonra dengesini kaybetmişti. Beş çocukla yapayalnız kalmıştı ve fakirlerdi. Evde terzilik yaparak bakmaya çalışıyordu çocuklarına. Bu zorluklar içinde bir de Eren’in bitmez tükenmez sessizliğine katlanamıyordu ve kızıyordu ona. Her fırsatta azarlıyordu onu.

Eren’in kardeşleri halen oyun oynuyorlardı ve annesi de mutfakta bulaşıkları yıkıyordu. Eren sessizce yatak odasına girip dua etmeye başladı. İstediği tek şey konuşabilmekti. Defalarca diledi bunu içinden. Sebahat dağılan saçlarını toplamak için yatak odasından tokasını almak için geldiğinde Eren’i dua ederken gördü. Bu haliyle o kadar acınası gözüküyordu ki Sebahat ilk defa ona sarılmak istedi. Sarılıp teselli edilmeye o kadar muhtaçtı ki. Ama Sebahat de merhamete muhtaç bir insandı işte. Demek buradasın diyerek odaya dalan Sebahat Eren’i hem korkutmuş hem utandırmıştı. Kolundan tutup çekiştirmeye başladı Eren’i. Annesinin konuşsana çocuk, konuşsana çığlıklarına kayıtsız kalan Eren annesine kızmıyordu ama onu rahat bırakmasını istiyordu sadece.

Bir annenin kendi çocuğunun halini bu kadar anlamaması şaşılacak şeydi. Oğlunun konuşamadığını ve buna çok üzüldüğünü bilen bir anne böyle yaparsa, sokaktaki çocukların dalga geçmesi de şaşılacak bir şey değildi. Ve kardeşlerinin de Eren’i umursamamaları tabi ki. Konuşmamakta kararlısın bakıyorum dedi annesi. Böyle davranarak onu konuşturabileceğini zannediyordu.

Cahil bir kadındı Sebahat ve akli dengesi de sağlam sayılmazdı. Seni sinsi dilsiz dilli, dedi annesi. Dili de dönmemişti bu kelimelere, birkaç kerede ancak söyleyebilmişti. Seni sinsi dilsiz dilli. Bir tekerleme gibi söylediği bu cümle Eren’in kulaklarında çınlıyordu. Nasıl çınlamasın ki. Annesi mutfağa geri dönüp bir yandan bulaşıkları yıkamaya devam ediyor, bir yandan da seni sinsi dilsiz dilli diye tekrar tekrar söyleniyordu.

Kardeşleri oyun bitince eve girdiler. Ev kuşu, yine mi evdesin, dilsiz fare diye alay ettiler her zaman ki gibi. Uzaylıya bakar gibi bakıyorlardı Eren’e kardeşleri. Sebahat ellerinden akan suları halıya damlata damlata çocuklarının yanına geldi. Anne demesini bekliyorum ondan, bu benim hakkım dedi Sebahat. Oysaki ortada bir hak varsa, onu dünyaya getirenlerden alacağı olan Eren’di, onlardan kucak dolusu sevgi alacağı vardı. Babası öldüğü için bu görev annesinindi ama o dilsiz olduğu için çocuğunu dışlamayı seçmişti. Herkes gözlerini Sebahat’a dikmişti. Sonra annesinin bu lafları karşısında kahkahayı patlatan Eren’in acımasız kardeşleri bu sefer bakışlarını Eren’e çevirdiler. Dakikalarca süren bu acımasız kahkahalar Sebahat’ın dengesizliğinden kaynaklandığı için Eren annesine sitem dolu bir bakış fırlattı. Oralı olmayan Sebahat ellerinin ıslaklığını bu defa da eteklerine sile sile mutfağa gitti. Eren annesini çok seviyordu aslında, anne demeyi o kadar çok isterdi ki. Ama bunun olmayacağını doktor amcalar konuşurken duymuştu. Eren dilsizliğini kabullenen olgun bir çocuktu ama ihtiyaç duyduğu tek şey olan aile sevgisini anne sevgisini görememesi onu mutsuz ediyordu.

Ertesi gün Eren’in ablası Yasemin’in bir oğlanla kaçtığını duyan annesi ağlamaktan harap olmuştu. Gece yarısı evden kaçan Yasemin’den bir daha haber alamadılar. Aradan geçen iki aydan sonra iki oğlunu da askere gönderen Sebahat iyice dertlenmişti. Sebahat artık hiç gülmüyordu, konuşmuyordu, sabahlara kadar dikiş dikiyordu. Eren, annesi ve küçük abisi Mehmet ile birlikte geçiriyordu artık günlerini.

Annesine terzilik işinde yardımcı olmaya başlamıştı Eren. Sebahat de bundan çok memnundu. Onun diktiği elbiseleri sahiplerine götürüyordu, karşılığında aldığı parayı da cebine koyup annesine getiriyordu. Böylece annesi bir de yollara düşüp yorulmamış oluyordu. Eren’in konuşamaması bazen işe de yarıyordu. Elbiseleri teslim ettiği kişiler onun utangaçlığından dolayı konuşmadığını düşünerek ona yakınlık gösterip bahşiş veriyorlardı. Eren bunu da annesine veriyordu. Çünkü annesi onlar için gece gündüz demeden çalışıyordu. Mehmet’in pek umurunda değildi annesinin emekleri. Okulu bırakmıştı o yaz. Oysaki Sebahat okusun istiyordu.

Sebahat Eren’in küçücük yaşına rağmen canla başla kendisine yardım etmesine çok seviniyordu. Eren’e yeni bir gömlek dikti artan kumaş parçalarından. O da isterdi elbette yeni bir kumaş alıp dikmeyi ama şu parasızlık geçit vermiyordu onlar için çoğu şeye. Birbirine yakın renklerde birkaç kumaş parçasını birleştirip diktiği gömlek Eren’in üzerine biraz büyük gelmişti ama pantolonunun içine sokunca pek de belli olmuyordu. Eren bunun farkında değildi zaten. Yeni gömleğiyle birlikte dünyalar onun olmuştu.
Bir öğle vakti kötü haber geldi Sebahat’a. Askerdeki iki oğlu da hayatını kaybetmişti. Yasin tatbikat sırasında, Nuri ise arkadaşıyla kavga ederken silahla yaralanarak ölmüştü. Oğullarını sapasağlam gönderip cenazelerini alacağı aklına bile gelmemişti. Yasemin’den sonra iki oğlu da onu terk etmişti. Bu kadar acıya nasıl dayanacaktı.

Artık elleri tutmuyor, gözleri görmüyordu. İyice bırakmıştı kendini. Neyse ki Mehmet çalışmaya başlamıştı. O bakıyordu artık annesine ve kardeşine. Mehmet bir ay kadar çalıştıktan sonra Eren’e karşı yumuşamaya başlamıştı. Çalışmak onu kısa zamanda olgunlaştırmış, abi olduğunu anlamasını sağlamıştı. Hatta sabah işe giderken Eren’e sarılıp sen benim canım kardeşimsin demişti. İki kardeş her geçen gün daha da yakınlaşmaya başladılar ve annesinin Eren’e karşı davranışları da tamamen düzelmişti. Eren yine konuşamıyordu ama artık mutlu bir çocuktu. İki abisi, ablası ve babası yoktular ama yetinmeyi bilen Eren, annesi ve küçük abisiyle hiç olmadığı kadar huzurluydu. Sokaktaki dalga geçen çocukları tek tek döven Mehmet sokakta da huzurlu bir ortam sağlamıştı Eren’e. Artık dilsizliğiyle dalga geçen kimse yoktu. Onu seven, oyunlarına kabul eden ailesi ve arkadaşları vardı.

Eren her akşam oyun oynamaktan yorgun düşmüş bir halde eve giriyordu ama çok mutluydu. Senelerdir oynayamadığı sokak oyunlarının tadını çıkartıyordu. Eve geldiğinde ise annesinin sevgi dolu kucaklaması ve onunla ilgilenmesi onu bulutların üstüne çıkmışçasına mutlu ediyordu ve rahatlatıyordu. Artık dilsiz olması kimsenin onu sevmesine engel değildi.

YAZAR: Sema KOÇ
 

KARDELEN

Üye
Üye
Katılım
Mar 16, 2011
Mesajlar
60
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
bu öykü beni çok duygu dolu anlar yaşattı yaşadım bu öyküde çok büyük mesaj var bunu anlayana tşkler bu yaşanmış öyküleri paylaşanlara ben çok etkilendim anlayana :(
 
Tekerlekli Sandalye
Üst