Siyah

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
SİYAH​
Hissediyorum, ay ışığı çok parlak bu gece. Şehrin ışıkları da öyle.. soluğumu kesmek istercesine düğümleniyor boğazımda kahve. Her şey bir şeyler anlatmak istiyor; hissediyorum, biliyorum hatta. Şiir yazmaya başlıyorum hafızama. Zaten şimdiye kadar hiç ihtiyacım olmadı kağıda. Nefretimi insanlara, acımı, hüznümü yazıyorum haykırırcasına. Ağlamaya başlıyor sonra o şiir gözlerimin önünde. Evet gözlerimin önünde! Annem çok beğenirdi ona okuduğum şiirlerimi; ölmeden önce. ‘ilham hüzünle gelir’ demişler şairane bir dille. Cevap oldu bu şiirlerimin beğenilme sebebine. Ne zaman mutlu oldum ki ben; mutlu görünmeme rağmen. Kendimi atıyorum evden dışarı. Demirlere tutunarak yavaş yavaş iniyorum merdivenlerden. Yürüyorum bomboş sokaklarda. Yüzüm ıslanıyor, yağmur yağıyor. Biranda göğsümde bir ağrı oluşuyor. Sonra sol kolum ve çeneme yayılıyor o ağrı. Ardından nefesim daralıyor.

Tıpkı oksijensiz bir ortamda nefes almaya çalışmak gibi. Yere düştüğümü fark ediyorum. Sessizliğin tadı iyi gelmiyor tenime. Yıldızlarda parlamıyor, hissediyorum. Karanlık hafızamda sesler duymaya başlıyorum sonra.. gökyüzü alıp çocukluğuma götürüyor adeta. Nasıl da ağlamıştım annemin kollarında. Annemin eli yüzyılların acısını tanıyan bir şefkat dağıtmıştı saçlarımın arasından bedenime; ama yinede sitem etmiştim ona. Neden istediğim oyuncağı almıştı hemen? Neden hiç ağlamama izin vermemişti? Bir şeyi gerçekten istemenin nasıl bir duygu olduğunu ne zaman öğrenecektim ya da istediğim her şeyin olmayacağını? Kucağını açıp ‘hadi sesime gel’ derken güvendiğini fark ettirmeseydi keşke. Ona doğru koşarken kaçsaydı gizlice. Ulaşamasaydım hiç sevgisine.’kimi daha çok seviyorsun?’ sorusuna ‘seni tabi ki’ deyince vursaydı yüzüme, alıştırsaydı o ateşe, izin vermeseydi kimseyi en çok sevmeme. Şimdi küllerimden daha fazla ben olurdu belki de elimde.. Dünyamın karanlık olduğunu fark etmeye başladığım zaman bu kadar yanımda olmasaydı keşke, alıştırmasaydı kendine ya da gitmeseydi cennete beni bırakıp bu cehennemde. Okul günlerimi hatırlamaya başlıyorum biraz. Annem elimden tutup götürmüştü okula. Kapının önünde durup elime değneğimi verdi ve ‘ hadi bakalım artık kendin yürüyebilirsin’ dedi sonra gitti. Bahçenin içinde elimde değnekle bulmaya çalışmıştım merdivenleri.

Annem öldükten 5 yıl sonra yaşlı bir teyzeden öğrenmiştim ben içeri girene kadar gitmeyip beni beklediğini. Sınıfım geliyor biranda gözümün önüne pardon zihnime. Yılsonu gösterisi vardı da ‘sen göremiyorsun nasılsa,gelme boşuna.’ Demişlerdi arkadaşlarım. Nasıl da ağlamıştım hıçkıra hıçkıra. Nefret etmiştim hepsinden. Yağmurda ıslanmıştım o gün. Dolaşmıştım saatlerce. Bana her saat karanlıktı ama gören insanlar içinde kararmıştı hava galiba. Yüreğimdeki tüm kara düşünceleri, nefreti eritip yok etmeyi umarak ıslanmıştım belki de. Daha sonra öğrendim ki öyle duygular ancak gözyaşının samimiyetiyle eriyip gidiyormuş. Eve döndüğümde gözü yaşlı görmüştüm annemi. Evet görmüştüm! Ben görebiliyordum ki aslında. Kötülüğü,kıskançlığı, sevgiyi, merhameti anneliği görebiliyordum. Hem asıl görmek renklerin, bedenlerin şeklini algılayabilmek mi? Daha ötesi yok mu? Ben gördüm o gece annemi,merakını,telaşını.. Önce sarıldı sonra tokat attı;ilk kez hem de. Bu da bir sevgi göstergesiydi galiba. ‘odana git çabuk!’ diyerek odama gönderdiği için teşekkür etmem gerekiyordu ona.

Çünkü ilk defa odamı iyice incelemiş ve kendimle ilgili birçok gerçeği öğrenmiştim. Yatağımın baş ucunda en sevdiğim şiir kitabı bulunuyordu. Parmaklarımla her gece okuyordum onu. Yatağımın üstündeydi kıyafetlerim dokundum onlara. Büyük bir özenle dağıtılmışlardı adeta. Acaba hayatım da bu kadar dağınık ve karışık mıydı? Çiçekli kabartma bir halım vardı. Annemin zevkiyle beğenilip alınmış bir halı. Uzun uzun dokundurmuştu halılara anlatmıştı desenlerini; ama yine de o beğendiği için alınmıştı. Üzerinde çocukluğumdan kalma eski bir radyo.. ne zaman kötü hissetsem kendimi müziğin kollarına bırakırdım. Belki inanmazsınız ama ben notaları da görebiliyorum. Açık penceremden içeriye giren rüzgarla usul usul dans ediyorlar tenimde. Peki ben hiç rüzgarla dans edebilmiş miydim? Duvarıma ellerimi sürüp ilerlerken duvarımın kenarından sızan su damlalarına dokunuyorum. İlk defa dikkatimi çekiyor o damlacıklar. Duvar da mı ağlıyordu yoksa? Kimin için peki? Ders çalışma masama çarptım sonra. Odamın yarısını kaplıyordu o masa.

Hayatımın yarısını da dersler kaplamıştı zaten. Mahkum edilmiştim o test kitaplarına. Başka çarem yoktu ki hem. Benim gibi karanlık dünyada yaşayan birinin kitaplardan başka arkadaşının olması görülmüş şey miydi? En azından dalga geçmiyorlardı her an aynı duruma düşeceğinin farkında olmayan insanlar gibi. Kendimi otobüs durağında beklerken’ gördüm’ bir anda. Elimde çiçekçinin en güzeli bu dediği çiçek buketiyle bekliyordum ayakta. Buz gibiydi hava buna rağmen hiç üşümüyordum. O henüz bilmese de içimde aşkı alev olmuş birisi vardı hayatımda. Ona ‘seviyorum seni,evlen benimle’ diyecektim biraz sonra. Uykusuzdum, uyuyamamıştım heyecandan. Gecenin bir yarısı uyanmıştım birkaç kere sevgiye susamış bir halde. Emindim onu sevdiğime ve mutlu olacaktım . Sevgisiyle uyanıp başlayacaktım her yeni güne. Durakta küçük bir kızın ve babasının seslerini duydum. Eminim babasının elinden tutmuş etrafa bakıyordu. Yaşlı bir teyze durağa geldi sonra. Otobüsü kaçırıp kaçırmadığını sordu. Ses tonundan çok yaşlı olduğu anlaşılıyordu. O sırada otobüs geldi. Hayatı boyunca umutla bekleyiş içinde olduğu nefes alıp verişinden anlaşılan teyzeye verdim sıramı. Beklemesini istemedim bu defa. Paramın üstünü verirken şoför ‘buyurun’ dedi. Yüreğinden kocaman gülücükler akıyor, ses tonuna vuruyordu. Belki kızı okumayı öğrenmiştir diye geçirdim içimden.

Belki birkaç saat önce oğlu merhaba demiştir dünyaya. Belki de benim gibi bu gece ‘evlen benimle’ diyecektir sevdiği kadına. Mutlu olmuştum onun adına. ‘hayırlı olsun’ dedim geçerken yanından. Ve şaşkın gözlerle baktı bana. Göremeyen bir insan hayatımı nasıl çözdü diye düşündüğüne eminim. Oysa göremediğim, yalnızca sezinlediğim bir hınzır çocuğun ayak izleri, çılgın bir rüzgarın serseri uğultusu vardı sesinde. Bazen gözlerin kapalıyken, daha fazla şey görürsün;ama görmeseydim keşke. İnsanların yüzlerini görmediğim gibi ruhlarını da görmeseydim. Yüreğimi alıp götüren kadının aslında beni sevmediğini görmeseydim mesela. Sadece acıdığını bu yüzden benimle vakit geçirdiğini görmeseydim evlenme teklifimi geri çevirirken.. Daha birçok şey geçti gözümün önünden; ama o kadar hızlıydılar ki yetişemedim onları izlemeye. Bir oğlum bir de kızım olsun isterdim. Bir de onlardan dinlemek isterdim dünyanın manzarasını. Onların gözünden görmek isterdim hayatı. Oğlum kız kardeşine öğretsin acımasız hayatı ve korusun onu tüm kötülüklere karşı. Aşık olduğum kadınla beraber bastığımız topraklarda koşup oynasınlar. Sahi var mıdır o günden bu güne kalan bir toprak zerreciği? Kızımın ağabeyimi daha çok seviyorsunuz diye ağlayışını duymak isterdim. Annesinin ise sakinleştirmeye çalışıp onu da çok sevdiğimizi anlatışını.. Her geçen gün artan beyaz saçlarımı hissetmek isterdim. Annem söylemişti insanlar yaşlandıkça saçların rengi beyazlaşıyormuş. Eşimle kavga ettikten sonra daha fazla kırışan yüzümü görmek için aynaya bakıp elimle yoklamak isterdim. Eski fotoğraf albümlerine gizlenen maziyi gözlerimde değil de parmaklarımla yad etmek isterdim mesela.. daha çok şey geçti gözümün önünden;ama göremedim yine.. Parlamıyordu yıldızlar hala. Bana dost olan ay da kaçmıştı dağların arkasına. Minicik bir ışık sızıyordu buradayım ama yanında değilim dercesine. Ben genç değildim artık. Etkilemeyi başardılar basit olsalar da.Usul usul fark ettirmeden yine yalnızlık çöktü sonra.

Düşündü ruhu 35lik genç. Zaten ne zaman çift kişi oldu hayatım? Ömrüm boyunca yaşadım 2 oda 1 salon yalnızlık içinde. Ama mutlu rolü yapabiliyorum yine de. En azından sadece hayatım karanlık, duyabiliyorum en güzel sesleri, hissedebiliyorum duyguları, koşabiliyorum en önemlisi; dağlara, kuş seslerinin geldiği tarafa,huzura.. Kolaymış eğer hayatın sınavı buysa. Ben yaşayabildim bu renksiz dünyada.

Bir anda üşüdü şehir,toz kaçtı gözlerine ve kendinden emin fısıldadı rüzgar gencin kalbine zor geçmiyor mu her ömür?seninki de böyle geçecek,acele etme.Sadece bekle..

Ertesi sabah gazetelerde bir yazı görüldü. 19 yaşındaki genç sokak ortasında kalp krizi geçirmiş. Doktorlar aşırı stres ve şeker hastalığı yüzünden olduğunu, eğer çevredeki insanlar görüp ambulans çağırmasaydı çok geç kalınmış olacağını ve gencin öleceğini söylediler. En azından şimdi bel altı felç ile atlatabildiğini gencin hala uyanmadığını yeni engelinden haberi olmadığını belirttiler ve gence bu söylenmeden önce tanıdıklarının hastaneye gelmesini rica ettiler..


Rabia Ü. Dalkılıç

1994 yılında Almanya’da doğdum. Denizli’de yaşıyorum. Cumhuriyet Anadolu lisesinde okurken kompozisyon yarışmalarına katılmaya başladım ve birçok derece aldım. En son 21 ili kapsayan idealimizdeki yarınlar adlı yarışmada Denizli’yi temsil ederek 1.oldum. Şu an Pamukkale üniversitesinde çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri okuyorum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst