Son Yazı

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Ben her sabah Beşiktaş’tan Galata’ya kadar yürürüm. Hiç trafiğe takılmam. Sabahların geç geldiği günlerde Güneş’i karşılarım. Dolmabahçe Sarayı’nın on metrelik duvarlarının yanındaki o çınarlı caddenin her mevsimde rengi değişir. Kabataş’ı geçince yolun sağına doğru seğirtir ve o sarp merdivenlerden gözüme kestirdiğime dalarım. Merdivenin bitiminden sola ve tekrar sağa dönünce işte bizim dükkân, bizim yokuş ve bizim kediler. Bu yokuş kışın arabaların, yürüyenlerin korkulu rüyasıdır, yazınsa sıcaktan bunalan kedilerin bile çıkmaya cesaret edemedikleri bir yerdir. Ben hep kedilerin bu dünyaya çok yakıştığını ve onlarsız dünyanın daha neşesiz bir yer olacağını düşünürüm. Dükkânın kapısına anahtarı sokunca mutlaka üç şeye selam veririm: arkamı dönüp Galata Kulesi’nin külahına, sağ tarafımdaki Boğaz’a ve kapının önündeki kedilere.
Dükkânın içi her zaman ki gibi ahşap kokar ve ben önce derin bir nefes alır sonra plakçalarımın iğnesini yavaşça boyun eğdirip Meral Uğurlu’yu sabahıma davet ederim: Sen şarkı söylediğin zaman mevsimler değişir gibi kımıldardı içim... Çayım hazır ve işbaşı. Ben ahşaba hayat veririm. Onu mobilya, kapı, takı yapıp kandırmam, konuştururum. Rüzgârla konuştuğu günlere hasret o ağaç parçasını günlerce yontarım, zımparayla okşarım, cila ile nazlarım, üç bağırsak telle süsler ve onu klasik kemençe yaparım.

***​
Annem çocukluğunda elinde üç katlı tek kişilik sefertası ile her öğle vakti dedeme yemek getirirmiş. Beşiktaş’tan dolmuşa atlar Tophane’de iner ve merdivenleri çıkarmış. Şimdiki kedilerin büyük dedelerine selam verir kemençe dükkânına girermiş. Dedem tezgâhı bırakıp üstünü silkeler ve sefertasında hangi yemekler olduğunu tahmin etmeye çalışarak tek tek açarmış. Bazen üçte üç de yaparmış. O zaman da kahvaltıda yumurta tokuşturup en sağlam yumurta sahibi olarak zafer kazandığı zamanki gibi küçük mutluluklardan çıkardığı büyük keyifle yemeğini yermiş. Annem her gidişinde dedemden yemek sonrasında bir parçayı klasik kemençeyle çalmasını istermiş. Genellikle de nihavend. Ben annemin dedemi izlediği gibi bir adamı izleyen bir kadın görmedim. Yüzüne ciddiyet çöken dedemin burun delikleri genişler, alnı gerilir ve son derece ciddiyetle icrasını yapardı. Annemse iki dirseği masada elleri çenesinde onu izlerdi. Annemin ne kadar büyürse büyüsün en büyük kahramanının dedem olduğunu düşünürdüm. Dedemse parçayı bitirince annemin gözlerine döner ve bir hayranlık arardı, bulurdu da. Sanırım bu hayranlık bana da geçti. On beşime bastığımdan beri tek başıma sefertası işini yüklendim. Okuldan sonra doğru dükkâna gidiyorum. Şimdi dedem benim yemeklerimi tahmin ediyor ve benim isteğimi çalıyor. Bense çoğu zaman akşama kadar onun yanında duruyorum. Aklıma ne gelirse sorup her şeyimi anlatıyorum. O ise bazen susarak, bazen gülümseyerek, bazense bana cevap yetiştirmeye çalışarak önündeki ahşapla ilgileniyor. Dedeme neden dün akşam eve çok geç döndüğünü ve neden o kadar korkmuş göründüğünü ve anneme niçin o kadar kederli baktığını sordum. O ise işini yavaşça bırakıp bana döndü. Uzattığı elini tutunca beni kendisine doğru çekti ve sımsıkı sarıldı. Gözlerimi bir süre seyretti ve seni seviyorum dedi.

***​

Bu sabah çıktığım evimi akşam bulamadım. Doktor, unutkanlık hastalığının başlangıcındasın dedi. Peki, ne olacak doktor dedim. Korkma dedi acı çekmezsin. Ben ise kapağı açık unutulmuş bir kolonya gibi zihnimdekilerin uçup gitmesine engel olamıyorum. Neyi unuttuğumu ve şu an neleri unutmakta olduğumu, şu yazdıklarımı da bir zaman sonra hatırlamayacağımı düşünüyorum. Bundan sonra ne yaptığımı bilmeyecek ve hatırlamayacaksam mesul değilim demektir ve ölüyorumdur. Sanırım bu ilk aşamadan sonra ben yokum. Bu yazdıklarım son nefesim. Amansız bir hastalığa yakalanıp kendini bırakan birinden farklı benim durumum; dönüşmek üzere olduğum, benimle aynı surette ancak ben olmayan birine istemesem de dönüşeceğim. Dolunayda kurt adama dönüşmüş gibi, reenkarne olup hayvan olmuş gibi olacağım. Şimdi, okuduğum ve gördüğüm her şey anlamsız, yalnızca yaptıklarım…

Caminin avlusuna adımımı attım. Benden önce binlercesinin ayağını hissetmiş taşlar umarsız, sessiz ve ıslak durdular. Yağmur yağdıkça yavaşlamak isteyen bedenimi ağır ağır şadırvana çevirdim. Revaklarla çevrilmiş şadırvan, çenesinden yağmur damlayan kuşatılmış yalnız bir savaşçı gibi mağrur bekliyor. Şadırvana ve bekleyişine dayanamayan avlu o tarafa meyletmiş ve yağmur sularını ona doğru akıtıyor. Avlu taşlarının üzerindeki su ile birlikte ben da şadırvana aktım. Mermere oturdum. Pirinç musluğu çevirdim. Su aktı ve giderde yağmur suyuyla buluştu. Sahi musluk suyu yağmur suyuna karşı mahcup mudur? İçindeki katılmışlığa ve eskimişliğe bakıp yağmurun arı haline gıpta eder mi? Dolaşmış, dolaşmış ve dolaşmış olan bu su yeryüzüne yeni inen yağmura ne söylemek ister? Dedelerin torunlarında gördükleri o yaşanmamışlık ve aynı anda ruhlarında beliren yaşanmışlık bunun gibi değil midir? Ellerimi suya tuttum. Su, dirseklerimde, yüzümde, başımda, boynumda ve ayaklarımda dolandı. Camiye doğru yürüdüm. Ayakkabılarımı, etiketlerimi, yüksekliklerimi çıkardım ve kapıdan adımımı attım. Her zaman kabule hazır bir anne gibi mabet beni kubbelerinin altına çağırdı. Islak bedenimi sağ taraftaki derin pencerelerden birine attım. Ceketimi çıkardım ve bir kenara bıraktım. Dizlerimin üzerine, önünde diz çökmeye layık olan için çöktüm. Bana verilenleri saydım ve saydım. Sonra nankörlüklerimi ve umarsızlıklarımı. Ve dedim ki ‘‘Affet’’. Nicelerini kabul eden pencere, hemen dışındaki lokma parmaklıklar ve cama vurup duran damlalar şahit oldular.

***​

Dedem evden çıkmış. Annem endişeli, bu sefer bulamamaktan korkuyor. Ceketinin içine her ihtimale karşı koyduğu adres notu olsa da dedemi geri getirecek kişi konusunda bir önceki sefer kadar şanslı olamayacağımızdan korkuyor. Bense nerede olduğunu biliyormuşçasına havanın yağmuruna rağmen doğru Kılıçalipaşa Cami’ne gittim. Sağdaki pencerede oturan adamı anında tanıdım. Yaklaştım ve gidelim dede dedim. Anlamsız ve ürkek bakarak sen kimsin dedi. Ben de yanına diz çöktüm ve seni seven biri dedim.
Önünde tezgâhı elinde zımparasıyla çoğu zaman karşı duvara bakakalmış bulduğum dedemin işini şimdi ben yapıyorum. Birlikte sefertasından dün ne çıktığını hatırlamaya çalışıyoruz. Plakların ve kedilerin getirdiği seslerde, sahil yolunun köşelerinde, tanıdıkların suretlerinde hep bir iz arıyoruz. Onu düzenli olarak rehabilitasyon merkezine götürüyorum. Doktorun verdiği zihin egzersizlerini birlikte yapıyoruz. Dedemin bana öğrettiği her şeyi şimdi ben ona öğretiyorum. İnsanın hatırlamasının ne büyük nimet olduğunu, yapılanların hatırlandığı sürece bir anlamı olduğunu ve insanın hatırladıkları ile bir şahsiyet bulduğunu dedemde gördüm. Çoğu zaman dedem ziyaretine gelenleri tanımadığında ve ilk anda ziyaretçilerde görülen bir hayal kırıklığı anlayışlı bir gülümsemeye dönüp karşılarındakinin kendilerini bir önceki görüşünden hatırlayamayacak bir çocuk gibi olduğunu anladıklarında ben hep her alzheimerlının bir ünlü gibi olduğunu düşünürüm. Herkes onu tanır ancak o kimseyi tanımaz.

YAZAR: Furkan Akkaya
Mayıs 1989’da İstanbul’da doğdum. Üç kız iki erkek beş kardeşin ikincisi olduğum ve devamlı gülümseyen bir anne ve sorumluluk sahibi bir babanın bulunduğu bir ailem var. İlkokulu İstanbul’da altı farklı okulda okudum. Çocukluğumun her yazını İzmit’te bir dağ evinde geçirdim. Bahçeyi işlediğim, suladığım, yağmurun altında dört kardeşimle oyunlar oynadığım, yıldızları seyrettiğim, ateş yakıp mısır közlediğim, dışarıda çadırda yattığım, ağaçtan ev, ok ve yay yaptığım, tuzak kurup kuş yakaladığım, arılarla uğraştığım, köpekler beslediğim bu yer bende derin bir iz bıraktı ve dağlara karşı geri dönülemez bir sevgi yerleştirdi.

Üniversite eğitiminin, İstanbul trafiğine mahkum, hayallerini bir kenara koyan ve daha fazla kazanıp daha mutlu olacağını düşünen insanlar üretmekten başka pek bir işe yaramadığını anladıktan sonra kardeşim Tarık’la, ki kendisi bu gerçeği benden önce görmüştü, hayatı soluyabileceğimiz ve huzur duyabileceğimiz işlerle uğraşmaya karar verdik. İki bisikletle onlarca ülke gezdik ve yüzlerce insan tanıdık. Şimdi ikimiz de kaya tırmanışı ve bisiklet ile uğraşıyor, çevremizdekilere ve kendimize faydalı olmaya çalışıyoruz.

İlk görüşümde göğsümü hızlandıran, şimdi bile bazen karşısında heyecanlandığım bir kadınla üç yıldır evliyim ve ikiz kızlarımız ve bir oğlumuz var. Ailenin bir çocuğa kattıklarını görmüş biri olarak çocuklarıma sıcak ve güvenli bir yuva, bir ömür yetecek hayal dünyası ve kendilerine ve çevrelerine faydalı olacakları erdemler sağlamak için çalışıyorum.
Kendimi bildim bileli yazıyorum. Yazdıklarımı genelde arkadaş çevremle paylaşıyorum. Yedi yıldır ney üflüyorum. Fotoğrafçılıkla uğraşıyorum.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst