Sosyal Devletin Bize Lütuf Diye Yutturdukları

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Eflatun’a göre siyasetin temeli sevgiye dayanır. Sevgi ile yapılmayan hiçbir hizmet, beraberinde demokrasi getirmez. “Devlet” isimli kitabında değindiği çarpık bürokrasi düzeni, her ne kadar Sokrates’in idamı üzerinden dönemin şartlarını ele alıyorsa da, temelinde yatan şey “öteki”ye duyulan nefret ve onun beraberinde işle(ye)meyen demokrasidir. Elbette üzerinde duracağım devlet-toplum ilişkisini şu dönemde içi boşaltılmış “sevgi” kavramı üzerinden “pozitif” bir hacme sokacak değilim. Anlatmak istediğim şey metafizik bir kavramın ötesinde, demokratik bir işleyiş. Nedir, peki bu “demokratik” işleyiş?

Ya sev ya terk et.

Milliyetçi damarlara sahip her ülkenin kapısında yazar. Sevmek zorunludur. Sevmeyen terk etmeli yahut bavulunu toplayıp gitmelidir. Sevmenin zorunlu olduğu topraklarda işleyen demokrasi ise, yönetici kesim dışında bütün “ötekileri” menzile iter. Bunun temelinde yatan nedense; zorbalıkla dayatılan sevginin bizzat korkunun kendisi olmasıdır. Örneğini verdiğim Eflatun’un Devlet isimli kitabında meslek grupları üzerinden yapılan çıkarsamalar, bugün içinde bulunduğumuz durumun özeti olsa da, dönemin “modern” şartları çok daha farklı sonuçlar doğurmaktadır. Berbat bir dönemde yaşadığımızı kabul etmekle birlikte, aranan demokrasinin nasıl bulunacağına dair her birey kadar benim de işlemeyecek birkaç fikrim var elbet. Ne kadar gerçekçidir, tartışılır.

Biraz uzaktan bakınca, benim de her siyasetçi gibi esas konuya geçmeden evvel gevezelik ettiğim dikkatinizi çekmiştir. Fakat bu boş lakırdıların maksadıma gölge düşürmesine izin verecek değilim. Esas gayemizin sevgi etrafında şekillenen demokrasi olduğunu düşünecek olursak, ülkemizde bu olgunun “metafizik” yansımalarının ne kadar acıklı olduğunu görebiliriz. Ben hatırlatmak adına bu konumda madde-madde gideceğim için şimdiden küçük iki maddemi not düşeyim:

-Kanser hastası kıza para vermek,

-Gözleri görmeyen bir vatandaşa “daha ne beklediğini” sormak ve buna inanarak, bu tutumdan utanmamak.


Sözünü ettiğim bu maddeler elbette demokrasi ya da benzeri herhangi bir kavramla uyuşmasa da, ülkemizde görev nezdinde icra edilen sadakalar, vicdanî bir “sevgi” ve “demokrasi” gösterisi olarak algılanıyor. Ama bu yazımda siyasal, geleneksel ve “genel” bir yoldan ilerlemek yerine, konuyu çok daha basite indirgemeyi ve hepimizin hayatlarında yer eden kavramlar üzerinden sürdürmeyi tercih ediyorum.

Daha basite indirgeyerek örneklendirmek gerekirse; bir babanın oğluna harçlık vermesi, yalnızca “sevgi” göstergesi olarak değil, “görev” olarak da addedilir. Çünkü “sevgi dolu” ve “demokrat” olan er, “sorumluluklarını” bilir. Bu “sorumluluklar” kişiyi yalnızca “demokrat” bir kaba sokmakla kalmaz, kişiyi “örnek” ve “bilinçli” biri hâline getirir. Yani demokrasinin özünde yatan şey; yalnızca yapmanız gerekeni yapmaktır; yaptığınızı duyurmak değil.


Yukarıda da bahsettiğim üzere “demokrasinin” öngörülebilir koşulları sorumluluklardır. Devlet olmanın, sorumluluk sahibi bir iktidar olmanın şartları da demokrasinin tabiatında yer eder. Bunları örneklendirme aşamasına geçecek olursak:

Hepimizin malumu olduğu üzere gündemde olan torba yasada yer eden ve engelli yurttaşları ilgilendiren kanunlara göre engelli yurttaşların “iş” sahibi olabilmesi için bazı “teşvik” kanunları yer alıyor. Nedir, bu “teşvik” kanunları?

a)Devlet, işverene; “Eğer istihdam edeceğin personel arasına engelli yurttaşları dâhil edersen; maaşının yarısını ben öder, sigortasını ben yatırır ve vergi muafiyetine tabi tutarım.

b)Özel sektörde %3, kamu sektöründe %4’lük bir istihdam kontenjanı.

Dışarıdan bakıldığında yukarıdaki maddeler ne kadar “demokrat” görünüyor, değil mi?

Ama biz, konuya bu toprakların vatandaşı olarak değil, adil bir dünyanın vatandaşı olarak bakalım.
Her birimizin özgürlük rejiminde “eşitlik” kavramının temelinde yatan şey; güçlünün-zayıfın, zenginin-fakirin, normal ve ötekinin yan yana olduğu andır. Çünkü bu eşitlik, “öteki” olarak addedilen gruba, bu gibi “teşvik” ve “ayrıştırıcı” kanunlarla “öteki ayrıcalığı” tanımaz. Çünkü “ayrıcalık” tanımak “eşitlik” değildir. Demokrasi denen icadın temelinde yatan şey; eşitliktir. Güçlüler tarafından yalnızca “işçi” kesimin istediğine dair dikta edilen “eşitlik” kavramı, ülkemiz topraklarında “milliyetçi” ve “ayrıştırıcı” bir “öteki hâl” de barındırıyor. Nedir, peki bu “ayrıştırıcı” ve “ötekileştirici” durumlar?

a)”Öteki” olarak addedilen engelli yurttaşlara verilen 2022 ve evde bakım “maaşı,” bizzat iktidar tarafından aşındırılabilir, kaldırılabilir ve keyfince değiştirilebilir bir “hizmet” olarak görülüyor. Yani demokrat olduğunu iddia eden siyasal iktidar; bu toprakların her karışında vermesi gereken eğitimi vermiyor, bilinçli nesiller yetiştirmiyor, o peşinden koştuğu genç neslin düşünmesine değil, kabul etmesine neden olacak koşullar hazırlıyor; tüm bunların gölgesinde kendisini “sosyal devlet” kalıbına sokacak görevlerini bir “şükran” ve “takdir bekleyen” duyguyla yapıyor.

İlk maddenin dipnotu: Devlet size bir şey vermez, siz ondan alırsınız.

b)Maruz kaldığımız dönem koşullarını ele alacak olursak ve gündemimizde yer eden meşguliyetlerden biri olduğunu kabul edecek olursak; torba yasa, siyasal iktidarın “öteki” olarak kabul ettiği engelli yurttaşlar üzerinde ne gibi bir algı yarattığının ve engelli yurttaşlar hakkında ne düşündüğünün en somut kanıtıdır. Ne diyor bu yasalarda, hatırlayalım:

-Kamu sektöründe %4, özel sektörde %3’lük bir istihdam karşılığında; sigorta, vergi ve maaş desteği.

İkinci maddenin dipnotu: Madem demokrat bir partiyim, o hâlde yaptığım hizmetleri yedi diyara duyurmalıyım.

Yani siyasal iktidar, “ötekileştirdiği” kitle üzerinden kendisine rol kesmekle kalmıyor, bu demokrasi dışı rüşvetle birlikte kendisine duyulan “şükran” duygusunu beslemiş oluyor.

Demokrasiden ve demokrasi rüzgârlarının getirmesi gereken öngörülebilir şartlardan bahsediyorsak; üstünü örtmek için kanun düzenlemekten değil, “iyileştirmekten” ve “sorumluluklardan” bahsetmeliyiz.

Eğer siyasal iktidar öteki olarak kabul ettiği engelli yurttaşları yalnızca yaşam alanında değil, iş sahasında da “kontenjan dolduracak bir kitle” olarak görüyorsa, o topraklarda demokrasinin esamesi okunmamalıdır.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Şimdi doğru söze ne denir ki :)

Sn. Halil Yılmaz yazdığınız yazıyı çok beğendiğimden olsa gerek iki kere okudum ama anlayamadığımdan değil aldığım okuma keyfinden dolayı. Bana bu mutluluğu yaşattığınız için ve düşüncelerinizi bu kadar net ifadelerle yazıya döktüğünüz için ( bu kadar samimi yazıları okumak ne yazık ki her zaman mümkün olmuyor) teşekkür ederim. Sanırım bu ülkenin son yıllarda en çok samimiyete, doğruluğa, dürüstlüğe ihtiyacı var tıpkı demokrasiye, insan haklarına, karşılıklı saygı ve sevgiye ihtiyacı olduğu kadar...

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hukuk devleti olup olmadığının bile hiç bu kadar tartışılmadığı bir dönemde bu yazının aslında ne kadar değerli ve anlamlı olduğu da aşikar fakat insanlara dayatılan kabullenilmiş çaresizlikle beslenen ve kendilerine verilen imkanların ( 2022 maaşı gibi, evde bakım maaşı gibi örnekler çoğaltılabilir hatta engelli raporunun onaylanması gibi) karşılığında alması gereken hakkının çok çok aşağısında bir mevcudiyeti bile şükranla bağrına basmayı kabullenmiş biz ötekilerin daha ne kadar sessiz kalacağı da bilinmeyen gerçeklerden birisi.

Engellilik kavramının bile henüz tam anlamıyla kavranmadığı ve engelli vatandaşına ikinci sınıf gözüyle bakan hatta bizzat kendisi ötekileştiren bir devletin sosyal devlet olmadığı da hepimizin bildiği bir gerçek değil midir?
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
1013815_401165430004624_1400412977_n.jpg



Forumların arasında resimli söz pek de yakışık durmuyor ama bu resim devletin engellisine uzatmış olduğu yardım elini ve göstermiş olduğu desteği öyle güzel anlatıyor ki dayanamadım abicim istersen silebilirsin tabii ki ama şimdi ben yine eminim ki hani biz ne kadar çırpınırsak haklı söylemlerimizle bir o kadar bizimle ters düşünen '' Allah devletime zeval vermesin '' şeklinde şükran duygularıyla beslenmiş ve aslında sosyal devletin ne olduğunu bilmediği için fasulyeyi bile nimetten sayan bir kesim üyenin tüm tepkileri de üzerimizde olmaya devam edecektir.

Önemli olan burada farklı renklerin birarada kaynaşması olduğu kadar farklı görüşlerinde birbirlerinin hak ve düşüncelerine saygı gösterme zorunluluğudur ki sevginin olmadığı yerde bana kalırsa saygı da olmaz. Bizim sitemizde sevgi varoldukça diğer farklı düşünenler de kendi fikirlerini diğer tarafa ısrarla kabul ettirmek yerine kendi bildikleri doğrularla istedikleri kadar beyan edebilirler. En kötüsü tepkisiz kalmak olduğu için ben farklı görüşü olanlarında düşüncelerine saygı gösteriyorum yeter ki kimse kimseyi incitmesin.
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Sevgili Halil,

Platon’un adını görünce yazdıklarını okudum. Doğrusu, çıkarımların bana biraz zorlama gibi geldi. Sanki Platon’a biraz haksızlık mı etmişsin ne? Platon kitabında yalnızca yönetenlerin niteliklerinden söz etmez. Toplum yapısından da söz eder. Sevgiyle siyaset yapmanın nesi kötü? Ayrıca, bir toplumda sevginin yanında güvenin de olmasını söyler. İnsanlar yanlış eğitimle bozulur, der. Şiiri ve sanatı tehlikeli görür bu açıdan.

“Devlet” isimli kitabında değindiği çarpık bürokrasi düzeni, her ne kadar Sokrates’in idamı üzerinden dönemin şartlarını ele alıyorsa da, temelinde yatan şey “öteki”ye duyulan nefret ve onun beraberinde işle(ye)meyen demokrasidir, demişsin.

Ben kitabı okudum. Hatta kitapta var elimde. Nerden bu kanıya vardın, bilmiyorum. Çünkü işlemeyen demokrasiyi Platon özgürlük düşkünlüğüne bağlar. Kaldı ki, ,Platon’u kendi dönemine göre değerlendirmek gerekir. Her ne kadar kitabında engellilere olumsuz yaklaşmışsa da, kadınlar için söyledikleri yönünden Aristo’dan bile ilerdedir.

Ben Platon’un erdemle ilgili söylediklerini çok severim. Hadi bu öznel yanım. Kimseyi ilgilendirmez. Ama nesnel olarak baktığımda, sitede bir kast sistemi vardır. Sınıflara ayırır toplumu. Yöneticiler, askerler ve işçiler. Yöneticilerin bilge kişiler olmasını söyler. Askerler yöneticilerin emirlerini yerine getirmeli, işçiler ise, onların buyruklarına uymalıdır. Bunlar, günümüzden baktığımızda zorbalık olarak görülebilir.

“-Kanser hastası kıza para vermek,

-Gözleri görmeyen bir vatandaşa “daha ne beklediğini” sormak ve buna inanarak, bu tutumdan utanmamak.

Sözünü ettiğim bu maddeler elbette demokrasi ya da benzeri herhangi bir kavramla uyuşmasa da, ülkemizde görev nezdinde icra edilen sadakalar, vicdanî bir “sevgi” ve “demokrasi” gösterisi olarak algılanıyor.” Demişsin.

Aslında tam da bunu eleştirir Platon. Demokrasi özgürlük bolluğundan bozulur. Çocuğun babaya saygısı kalmaz. Küçük küçüklüğünü bilmez. Büyük büyüklüğünü. (syf. 318)

Platon, ideal devletin demokrasi yoluyla bozulacağını söyler. Onun devletinde öyle keyfi şeylere izin yoktur. İnsan hazlarına göre yaşayamaz. Aklına göre yaşar bilge kişiler. Zaten yönetenler altın kategorisine girer. Yönetenler, sorumludur site halkına karşı. İşçilerin öyle bir sorumluluğu yoktur. Hani, bunu sevgi kavramından girerek bağlamışsın ya! Onun için dedim.

Ayrıca, sorumluluk özgürlüktür. Özgürlük demokrasidir. Tabii, bir başkasına zarar vermemek koşuluyla. Ayrımcılık kavramına çok kötümser bakmamış mısın? Pozitif ayrımcılık, engellilerle engelsizler eşit koşullara gelinceye kadar olmalıdır bence. Eğer bunu kabul etmiyorsan çözümün ne?

İktidar tabii ki, yaptıklarını kamuoyuna anlatacaktır. Bu gayet doğal. Niye yaptıklarını bizlere bir iyilik gibi sunuyor meselesine gelince. Ya! Buna inananların da hiç mi sorumluluk payı yok? Sen kendi haklarını öğren önce. Sosyal devlet nasıl olmalıdır bir sorgula hele. Bu olmayınca iktidarlar da istedikleri nutuk atıyorlar. Ha! Bu arada muhalefet olmadan iktidar olmaz. Muhalefette iktidarın eksik kalan yönlerini tamamlar ya da eleştirir.
 

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Konu doğrudan platon’la ilişkili olmasa da satır aralarında Platon’a atıfta bulunulmuş. Ha illa da platon’u eleştirmek gerekirse onun için ojeni teorisiyle Platon’un görüşleri arasında bire bir bağ kurmak hiçte zor olmasa gerek. Platon ideal toplumun oluşması için ruhsal ve bedensel açıdan tam sağlıklı kadın erkeklerin bir birleriyle evlenip üremeleri gerektiği söyler. Ona göre engelliler evlenmemeli ve toplumdan tecrit edilmiş bir şekilde yaşamalıdır. Aman allahım bu nasıl bir anlayıştır. Sadece engelliler mi? Platon’a göre İşçi sınıfının erdemi kanaatkâr olmaktır. İliklerine kadar kapitalist bir söylem.

Tüm bunların yanısıra platon erdem, ahlak, ideal insan üzerine edilmiş ve herkesin mutabık kalacağı sözleride vardır ama bunlar (yukarda anlattıklarımın ışığında) Platon’u benim gözümde masum kılmaz.

Her neyse konuya dönecek olursak benim derdim siyasal iktidarın icraatlarını halka anlatması değil, bunları “lütuf” diye göstermesi. Papağan gibi tekrar edip duruyorsun diyebilirsiniz ama ben papağan olmayı kabul edip yine tekrarlayacağım. Gözlerin görmediğin halde sana iş verdik daha istiyorsun? Al sana yapılanları anlatmak. Hani algı yönetimi diyoruz ya işte tamda o… :)
 

akanyildiz

Üye
Üye
Katılım
Ara 18, 2011
Mesajlar
49
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Benim Platon’uma laf yok:) Herkes okusun onun kitabını. Sokratik diyaloglarını. Sonra da düşünmenin erdemine varsınlar, dermişim:)

Evet, öyle söylemiş. Adam çünkü yaşamda hep ideali arıyor. Güzellik kavramı da ondan kalmamış mı? İki dünya yaratmamış mı? Bunlar yüzyıllarca insanları etkilemiş. Halen de etkiliyor. Ah! Platon! Ne yaptın bize sen?

Aslında, devletin bireyin önünde olmasının da, o devletin sınıflara bölünmesinin de, belki de eşitsizliğin temelini o atmış. Demokrasiyi savunan sofistlere ateş püskürmüş. Tüm derdi sofistlerle. Ha! Bu arada, o devlette mülkiyetin olmaması komünizme dayanak olmuş. Marx ondan etkilenmiş diyenler de var.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst