Su: Öykü

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
SU
"Lanet olsun! 500 defa şu herife; durağa gelmeden 15-20 dakika evvel ara beni dedim. Buna rağmen hala durağa geldikten sonra arayıp "Davut bey sizi bekliyoruz, lütfen acele edin!" demiyor mu? Yemin ediyorum bir gün üstüne atlayacağım pislik herifin."
Davut her zaman ki tondan uyandı hayata, yine her zaman olduğu gibi sinirli, hırslı, aceleci ve inatçıydı. Daha iki ay evvel girdiği işine, geç kalma düşüncesi bile onu çıldırtmaya yetiyordu. Yatağından kalkıp kıyafetlerini giydi, soluğu durakta aldı, kahvaltı yapmaya bile fırsatı olmadı. Pekte umurunda değildi zaten. O’nun kafası farklı yerlerdeydi. Hayallerini, hedeflerini düşünüyor, istediklerini başarabilmek için gerekirse “yıllarca aç kalmaya razıyım” diyordu.

Servise bineceği durağa doğru koşarken çok terlediği fark etti. “Şu halime bak! Aptal bir şoförün yüzünden sabah sabah ter içinde kaldım” dedi ve ekledi “ şu marketten su alayım dilim damağım kurudu!” Markete gidip pet şişede su aldı ve hızlı adımlarla durağa geldi. Davut üniversiteden mezun olalı iki ay olmuştu. Mezun olur olmaz bir iş bulmuş ve çalışmaya başlamıştı. Onun iş bulması hiçte zor olmamıştı çünkü ülkenin en iyi üniversitelerinden birinden birincilikle mezun olmuş, bunun vesilesiyle o işi değil, iş onu bulmuştu. Buna rağmen çok sıkı çalışıyor, işe en erken başlayıp, en geç çıkıyordu. Bazen öğle yemeğine bile gitmezdi. Hırslıydı, çalışkandı, bir an evvel hayallerini gerçekleştirmek istiyordu.

Durağa geldiğinde banka oturup nefeslendi. Marketten aldığı suyu bir dikişte içti. Tam şişeyi çöp kovasına atacakken bir şey dikkatini çekti. Çöp kovasının bulunduğu yerde bir direk, direğin üstünde de ağız kısmının kesilerek direğe bir ip yardımı ile bağlanmış 4-5 litrelik bir su şişesi vardı. Direğe bağlanmış olan su şişesi mavi kapaklarla doluydu. İlk başta duruma anlam veremediyse de daha sonra vaziyeti anladı. “Evet” dedi.“Şimdi hatırladım, bi kampanya vardı engellilere tekerlekli sandalye almak için mavi kapak toplanıyordu, sanırım bu kapaklar onun için toplanmış.” Elinde ki şişenin kapağını alıp mavi kapaklarla dolu şişeye koyduktan sonra boş şişeyi de çöp tenekesine attı.

Tam bu sırada arkasından bir ses duydu “teşekkürler!” Gözlerini kıstı, şaşırmıştı. Arkasını döndüğünde karşısında yedi – sekiz yaşlarında küçük bir kız çocuğu gördü. Tekerlekli sandalyesinin üstünde, ufacık ellerini dizlerinin üzerine koymuş öylece ona bakan küçük bir kız. Güneşe neden yandığını, dünya’ya neden döndüğünü, sulara neden akıp, rüzgârlara neden estiğini unutturan bir kız. Davut hemen kendini toparlayıp “önemli değil” diyerek servise binip işine gitti. O günde, her zaman yaptığı gibi hiç durmadan çalıştı. Patronun gözdesi olmuştu. Hep “aferin” leri o topladı. Herkes ona gıpta ile bakıyordu. “Robot gibi çocuk” diyorlardı. “Yorulmak nedir bilmiyor.”

Günler günleri kovaladı, Davut işe gitti, çalıştı, yoruldu, ama pes etmedi, durmadı düşünmedi, hep çalıştı tıpkı patronun istediği gibi. Hayat bu şekilde akıp gidiyor; Davut erkenden kalkıyor, işe gidiyor akşama kadar çalışıyor eve geldiğinde televizyonun karşısında uyuya kalıyordu. Bununla beraber arada sırada da o kızı görüyordu. Kız, İçinde mavi kapakların bulunduğu şişenin yanında duruyor, öylece etrafa bakınıyordu.

Davut, bir gün dayanamayıp kızın yanına gitti. “Merhaba” dedi. Kız şaşırmıştı fakat kendini toplaması pek uzun sürmedi küçük kızda ona “merhaba” dedi. Davut, yüzünde şaşkınlığını belirten bir ifade ile “neden her gün sabahın köründe buraya geliyorsun?” dedi. Küçük kız mavi kapakları göstererek anlatmaya başladı; “bu kapaklarla yürüyemeyenlere akülü sandalye alınıyor, bende buraya kapak getirenlere teşekkür ediyorum.” Davut kızın verdiği cevaba çok şaşırmıştı fakat bu cevap hoşuna da gitmişti, kızın saçlarını okşayıp, “benim adım Davut, senin ki ne” dedi. Kızda cevap verdi “Su.”

- Annen ve baban her gün buraya gelmeyene kızmıyorlar mı?
- Onlar depremde öldü, babaannemle kalıyorum.
Davut, küçük kızın bacaklarını işaret ederek; “bacaklarına ne oldu?”
- Onlarda aynı depremde öldü.


Davut, aldığı cevaplar karşısında hüzünlendi. Kızın yanında ki kaldırım taşına oturup onunla sohbet etmeye devam etti. İçinden “yazık, küçücük kız neler çekmiş, bari onunla biraz sohbet edeyim de belki yaşadıklarını bi nebze olsun unutturabilirim” dedi. Koyu bir sohbete koyuldular.

Su, sanki yedi değil de yetmiş yaşında gibiydi. O kadar tecrübeli o kadar bilgiliydi ki Davut onunla sohbet ederken bir an olsun şaşırmadan duramıyordu. Su, ağzından çıkan her kelime, her cümle ile kalın bir kitabın anlattıklarını özetliyor, Davut hiç tahmin etmediği bir durumla karşı karşıya kalıyordu. Davut, Su’ya hayran kalmıştı.
“Bana bir gününü anlatsana” dedi. Bunu Su ile konuşmaya başlarken düşündüğü gibi “onunla biraz konuşayım da mutlu olsun” anlamında değil, gerçekten merak ettiği için sordu. Çünkü Su, Davut’a öyle cevaplar veriyordu ki Davut, bu küçük kızın verdiği cevapları ne okuduğu okullarda, ne kalın kalın kitaplarda, nede en seçkin profesörlerden öğrenemediğini fark ediyordu.

Su anlatmaya başladı. “Sabah erkenden kalkıp buraya geliyorum, biraz burada durup insanları seyrediyorum, kapak getirenlere teşekkür ediyorum, sonra parka gidiyorum. Parkta ağaçlar var, çocuklar var, bide her mevsim farklı çiçeklerde oluyor, isimlerini bilmiyorum ama hepsini kokusundan tanırım. Küçük çocuklar geliyor parka, çok tatlılar, onları seviyorum, bazen benden korkuyorlar, o zaman sevemiyorum. Ama onlara da küsmüyorum, onlar küçücük çocuklar benden korkabilirler, ama büyüklere küsüyorum, büyükler neden benden korkuyorlar ki?

Bazen dışarıda gezerken bana seslenip durduruyorlar, sonra kucağıma biraz bozuk para koyuyorlar, parayı onlara geri verip, “ben aç gözlü bir kızım çok daha fazla değerli şeyler istiyorum” diyorum. Anlamıyor, suratıma öylece bakıyorlar, sonra devamını getiriyorum “beni sevmenizi mesela” böyle deyince genelde ağlıyorlar, bende ağlıyorum. Birlikte ağlıyoruz.

Parkta işim bitince fırına gidip sıcak ekmek alıyorum, babaannemin dişleri yok, ancak sıcak ekmeğin içini yiyebiliyor. Onu da soğutmamak için hızlı hızlı eve gidiyorum. Babaannemle kahvaltı yapıyoruz, sonra onunla gezmeye çıkıyoruz. Çocuklar büyüklerinin anlattıklarını dinlemekten hoşlanmaz değil mi? Ama ben bayılıyorum. Bu fırsatı nasıl kaçırabilirim ki? Yanımda 75 yaşında babaannem var, İstanbul’da, Erzurum’da, Konya’da, Ankara’da geçen 75 yıl. Ne kadar değerli hikâyeleri vardır kim bilir, gezmeye çıktığımızda ona yalvarmaya başlıyorum, ilk başlarda “unuttum kızın hatırımda bir şey kalmadı” dese de sonra başlıyor anlatmaya.
Nenemle gezmemiz bitince okuldan dönen arkadaşlarımın yayına gidiyorum, onlar bana derslerini anlatıyorlar, ben okula gidemiyorum çünkü okula girmemi sağlayacak bir giriş yok. Her yer dik dik merdivenlerle dolu. Sanki beni okula almamak için bilerek yapmışlar.
Arkadaşlarımla konuştuktan sonra eve dönüyorum, nenemle yemek yapıyoruz, yemeği yedikten sonra ona masal okuyorum. O uyuyunca bende ortalığı toparlayıp uyuyorum işte. Peki ya sen? Sen neler yapıyorsun.”

Davut, bir yandan Su’nun söylediklerini hazmetmeye çalışıyor, bir yandan kendi hayatını düşünüyordu. O an ne kadar boş, ne kadar yavan bir hayatının olduğunu idrak etti. Su heyecanlı heyecanlı anlatıyor, bazen soluksuz kalıyor, derin bir nefes alıp tekrar kaldığı yerden devam ediyor, anlattıklarına elleri ve mimikleride eşlik ediyordu. Fakat Davut ne yazı k ki Su gibi heyecanlanamadı, anlatamadı, çünkü anlatacak bir şeyi yoktu. Suskun bir şekilde “çalışıyorum” dedi. Su güldü, “niçin” diye sordu. Davut yine şaşırdı, yine düşündü ve cevap verdi; güzel bir hayata sahip olmak için!

“Aaa şu an ki hayatın güzel değil mi?” Dedi Su.
- Şey.. Güzel tabi ama daha da güzel olabilir.
- Günde kaç saat çalışıyorsun, Davut ağabey?
- En az on iki bazen on beş – on altı saat bile sürüyor.


Su, kulaklarına inanamadı. Gözlerini kocaman açıp ellerini ağzına götürdü. Sustu hiçbir şey söylemedi. Davut Su’nun bu kadar şaşırmasına anlam veremedi. İçinden; “bunda bu kadar şaşıracak ne var ki? Herkes çalışıyor, doğru olan bu olmasa herkes niye böyle yapsın ki?” dedi.

Su, şaşkınlığını üzerinden atınca sormaya başladı: bu kadar çalışıyorsan parka ne zaman gidiyorsun? Yaşlılardan hikâyelerini ne zaman dinliyorsun? Ailenle ne zaman vakit geçiriyorsun? Çiçekleri ne zaman koklayıp, ağaçlara ne zaman tırmanıyorsun? Peki ya çimenlerde çıplak ayaklarla ne zaman geziyorsun? Bebekleri ne zaman seviyorsun? Senin gibi güçlü kuvvetli olmayanlara, düşkünlere, yetimlere, fakirlere, hastalara, yaşlılara, engellilere ne zaman yardım ediyorsun? Yada Davut ağabeyim sen bunları yapıyor musun?

Davut yine şaşırdı, Davut yeniden şaşırdı. Bugün kaçıncı defa şaşırdığını o bile bilmiyordu. Su öyle şeyler konuşuyor, öyle şeyler anlatıyor öyle şeyler soruyordu ki Davut her seferinde tekrar tekrar şaşırıyordu. Bu soruları ona daha önce kimse sormamıştı, cevapları da kimse öğretmemişti. Ne üniversitesinde ki profesörler, ne lisesinde ki hocalar, ne ailesinde ki büyükler, ne dostları… “Sahi ya” dedi içinden, “en son ne zaman kendim için bir şey yaptım? En son ne zaman başka biri için karşılıksız olarak bir şey yaptım? En son ne zaman yaşadığım anın tadına vardım?” Sorular birbirini kovalıyor, fakat cevaplar bir türlü gelmiyordu. Ama o yinede sormaya devam etti, cevap veremese bile sordu. Çünkü ilk defa yapıyordu bunu, hayatını ilk defa sorguluyor, ve bundan garip bir haz duyuyordu. Bu, kanserden kurtulmak için kemoterapiye girmek gibi bir şeydi. Anlık olarak acı çekiyordu, kızıyordu kendine, öfkeleniliyor, üzülüyordu fakat gözünün açılmasına da seviniyordu.

Ellerini Su’nun saçlarına götürdü “gitar çalmayı biliyor musun?” dedi. Su hayır anlamında kafasını salladı. “Sana öğretmemi ister misin?” dedi. Su gözlerini kocaman açıp “çokkkk” dedi. Davut ellerini dudaklarına siper ederek Su’nun kulağına eğilip “bir şartım var ama” dedi. Su önce şaşırdı sonra Davut’un az önce yaptığı gibi yapıp ellerini dudaklarına siper ederek onun kulağına eğildi ve cilveli bir tonla “neymiş o?” dedi. Davut cevap verdi:
“Sende bana insan olmayı öğreteceksin.

Onur YALÇIN


06/06/1991 Kocaeli/Gebze doğumluyum. 2010 yılında Ahmet Parmaksızoğlu Ticaret Meslek Lisesinden mezun oldum. Şuan Kocaeli üniversitesinde dış ticaret bölümünde 1. sınıfta okuyorum. Bugün(1 Nisan 2013) ilk kitabım olan “Cipcip” çıkıyor benim için çok büyük manevi değeri olan bugünde yarışmanıza katılmak çok hoş bir tesadüf oldu.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst