Tekerlekli bedenler

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Tekerlekli sandalyeleri hep hastanede görmüştü küçüklüğünde. Hep üstünde yaşlı insanlar dikkatini çekmişti. Zor yürüdükleri için, yorgun oldukları için onların yardımına koşan sihirli sandalye olarak düşünürdü hep tekerlekli sandalyeyi. Çok da fazla bir anlam yüklemeye çalışmazdı. Zaten daha çocuk yaştaydı. Yükleyebileceği anlamlar sınırlıydı. Daha saymayı bildiği sayılar kadar sınırlı. “Hayal dünyası çok geniş” diye tanımlardı çevresindekiler Bilge’yi hep. Ablası Gonca ile aralarında 3 yaş vardı. Gonca, kardeşi olacağını öğrendiğinde tam olarak kardeş nedir bilemiyordu. Bilge’nin sandalyeye yüklediği anlamlar gibi, o da annesinin karnındaki şişliğe anlam yüklemeye çalışıyordu. O kadar neşeliydi ki, hiç kıskançlık göstermedi Bilge doğduğunda. İlk başlarda oyuncak bebeklerinin canlısı olarak gördüğü çok açıktı. Her yediğinden ona da yedirmek istiyordu. Kendine can veren şeyleri, Bilge ile de paylaşmak istiyordu. Yavaş yavaş, artık küçük kardeş Gonca’nın gözünde canlı oyuncak bebek olmaktan çıkıp “can” olmaya başlamıştı. Bu sahneleri görünce en mutlu olanlar tabi ki Batuhan ve Zuhal’di.. İkinci çocuk için karar aldıklarında tereddütleri vardı. İki memur oldukları ve çocukları için iyi bir gelecek planladıkları için ikinci çocuk olursa isteği hayatı Gonca’ya sunamamaktan korkuyorlardı. İkisi de fedakar bir aileden geldikleri için, ellerinden gelenleri çocukları için yapacaklarından şüpheleri yoktu. Bu düşüncelerini hiçbir zaman dillendirmezlerdi. Dışardan duyan birisinin yanlış yorumlamasından korkarlardı belki. Belki de nazar değmesinden. Gene de karı koca bunu içten içe hissederdi. Her şeyi söze dökmek gerekmezdi ki. Öyle olsa gözler ne işe yarardı ki zaten.

Çekirdek aile olarak yaşadıkları kutu şeklindeki evlerinde şehir merkezinde yaşıyordu Kuzu ailesi. İki çocuk yapma kararlarının en büyük destekçileri kuşkusuz anneanne ve babaanneydi. Ailenin büyükleri ile aynı şehirde yaşamanın iyi yanlarından biri de buydu. İki dünür de okumayı çok severlerdi. Okudukları kitapları paylaşan, üzerinde saatlerce tartışabilen başka dünürler zor bulunurdu. Torunları büyütürken bu yüzden hiç huzursuzluk yaşamadılar. O kadar sevgi dolu bir ortamda büyüttüler ki torunlarını, Zuhal ve Batuhan çocuklarının sevgi arsızı olmalarından korkmaya başlamışlardı. Artık Gonca ilkokula, Bilge de anaokuluna başlayacaktı. İçlerinde oluşan sevgi yumağını sınıf arkadaşlarıyla paylaşmaları yetmiyordu. İkisinin de bir kardeş daha istediği her hallerinden belliydi. Batuhan ve Zuhal içten içe bunun maddi olarak onları çok zorlayacağı konusunda hemfikirlerdi. Bu yüzden onlara bir köpek almaya karar verdiler. Sürpriz yapmak istedikleri için çocuklarına hiçbir şey belli etmediler. Laf arasında ağızlarını yokluyordu Zuhal. Parka gittikleri zaman da hiç korkmadan köpeklere yaklaşıp onlarla deliler gibi oynayan kızlarını görünce, kesin kararını verdi. Batuhan ile evden çıkarken kızlarını anneannelerine bıraktılar. Daha ev kapısı açılır açılmaz Bilge de Gonca da mutfağa fırladılar. Bütün ailenin arasındaki neşeli kahkahalar hiçbirinin kulağından silinmedi yıllarca. “Zuhal, sen aç mı bırakıyorsun Kuzugilleri?” diye latife yapıyordu anneanneleri. Anneanneleri de sürprizden haberdardı. Zuhal ile annesi aralarında kaş göz hareketleri ile anlaştılar. Kızlar mutfaktayken Zuhal ve Batuhan hayvan barınağının yolunu tuttu. Araba da en sevdikleri müzikler çalıyordu. Neşe ile şarkılara eşlik ediyorlardı. Kış aylarında olmalarına rağmen o gün tam bir bahar günüydü. Araba’nın camını Zuhal hafif aralamıştı. Küçüklüğünden beri sıcağa hiç dayanamazdı zaten. Saçları savrulmaya başladı camdan gelen esinti ile. Batuhan yıllardır aşık olduğu karısına bir kez daha aşık oldu. Hayatta onu ne üzebilirdi ki yanında böyle neşeli ve güzel bir yol arkadaşı varken? Gerçek sevginin ve yaşları geldiğinde gerçek aşkın ne olduğunu ailelerinden öğrenebilen şanslı çocuklardandı Bilge ve Gonca.

Gonca aşkı ilk tattığında lisenin son yılındaydı. Dershanede tanıştığı Erdem ile evleri çok yakındı. Beraber vakit geçirmekten sadece çok fazla ortak noktaları olduğu için zevk almıyorlardı. Onların sadece sözleri değil gözleri de birbirleriyle konuşuyordu. Birbirlerine konuşmasalar da hep gözleri birbirine fısıldıyordu. Gonca ve Bilge’ye sevgilerine boğmaları için hediye edilen Sisli’yi gezdirmeye bayılıyordu genç aşık çift. Bilge zaman zaman onları kıskansa bile hiç belli etmedi bunu. Sevgi paylaşıldıkça güzel bir duyguydu. Bunu ailesinden öğrenmemiş miydi? Bazen dördü giderlerdi park gezmelerine. O günlerin Bilge için ayrı bir özel yeri vardı. Gerçek sevgiyi anne ve babasından başka, ablası ve erkek arkadaşının gözlerinde gördükçe hayata daha da bağlanırdı. Bu dörtlünün buluşmaları, Gonca ve Erdem’in üniversiteye başarı ile girmeleri ile eski sıklığında değildi ama önemi eskisinden de anlamlıydı. Genelde genç yaşta başlanan ilişkiler hep biterdi. Gonca ile Erdem’inki tam tersine, onlar büyüdükçe daha da güçleniyordu. Erdem’in okulu şehrin dışında sayılabilecek uzaklıktaydı. Dersleri de çok fazla yükümlülük istiyordu. O yüzden en azından aynı şehirde olmalarının keyfini çıkarmaya çalışıyorlardı. Yılların Fırat nehri gibi hızla akıyordu. Çok olaylı değildi belki ama büyüdüklerini hissediyorlardı. Bilge’nin üniversiteye sınavına girme zamanı geldiğinde, Bilge’nin aldığı en büyük karar, sınav puanı başka şehirdeki üniversitelere de yetmesine rağmen ailesinin yanında kalması oldu. Bu sevgi dolu, korunaklı ortamı bırakmak istemedi. Belki bunun için yeterince güçlü olduğunu hissetmediği için belki de gerçekten bu sevgi dolu yaşamda fazlasıyla mutlu olduğu için. Arkadaşları şehir dışında yaşama sevdası ile yanıp tutuşurken, yıllar sonra bunun aldığı en doğru karar olduğunu anlayacaktı.

Gonca’nın son yılında dersleri genelde öğleden sonraya denk gelmişti. Bu yüzden Sisli’yi genelde sabah yürüyüşlerine Gonca çıkarıyordu. Bir yandan da mezuniyet stresi yüzünden kaygı dolu günler geçiriyordu. Sisli ile yürüyüşleri ona iyi geliyordu. Gene bir sabah çıktıklarında bacaklarında hafif bir halsizlik hissetti. Yeterince dinlenemediğini düşündü ve çok önemsemeden yürüyüşe devam ettiler. Bu günler ardı ardına devam etti. Bacaklarında bu halsizlikten kimseye bahsetmeden, hatta kendisi bile hissetmemeye çalışarak günlerine devam etti. Akşamları Bilge okuldan gelince bacaklarına masaj yapmasını istiyordu. Aslında çok isteklerde bulunan biri değildi Gonca. Bunu en iyi bilenlerden biri Bilge’ydi. Bir süre sonra Bilge bu durumdan kuşkulanmaya başladı. Ablasının ondan bir şey saklamayacağından emin olduğu için de aslında zaman zaman kuşkusunun yersiz olduğunu düşünür, dikkatini başka şeylere verirdi. Bir gün dörtlü olarak yürüyüşe çıktılar. Eskisi kadar sık olmayan bu günlerinin keyfini çıkarıyorlardı. Sisli bir dişi köpek gördü ve onun peşinden koşmaya başladı. Genç ekip aralarında neşeli kahkahalar atıyorlardı. Onlar kahkaha atarken Sisli git gide görüş alanlarından çıkıyordu. En sonunda Gonca kahkahalarına bir ara verip Sisli’nin peşinden gitmeye başladı. Sisli’nin gerçekten ilk sisli, buğulu bakışını o gün, peşinden giderken gördü. Gonca birden bacaklarının üzerine yığılmıştı. Bilge ile Erdem hemen yanlarına koştu. Onlardan önce Sisli gitmişti Gonca’nın yanına. Hemen yanaklarını yalamaya başlamıştı. Bilge ile Gonca’yı kızdırdığında affettirmek için yapardı bu hareketi. Gonca’ya karşı kendini suçlu hissettiği için yalıyor diye düşündüler. Gonca ne olduğuna anlam vermeye çalışırken yanına gelen kardeşine ayağım takıldı yalanını söyleyip gülecekleri bir şeyler söyleyip durumun üstünü örtmeye çalıştı. Böylelikle evdekilere bir şey söylemelerini engelleyeceğini düşündüğü için istemsizce söylediği bir yalandı bu.

Yılın ikinci dönemi başladığında Gonca etrafı zaman zaman bulanık görmeye başladığını fark etti. Gözlerinde bir sorun olabileceğini düşündüğü için annesini durumdan haberdar etti ve doktora gittiler. Doktor gözlerinde herhangi bir sorun olmadığını söyleyince annesi yorgunluktan olduğunu düşündü. Gonca gene yaşadıklarını saklama taraftarı olarak hayatına devam etme kararı aldı. Bilge ve Erdem durumdan şüphelenmeye başladılar ve Gonca’dan gizli gizli durumu konuşmaya başladılar. Erdem okulunu büyük bir başarı ile dört yıl yerine üç buçuk yılda bitirdiği için bu dönem onun boş dönemiydi. Kendisine bu dönemi tatil ilan etmişti, ailesi de bunu memnuniyet ile karşılamıştı. Yılların emeği karşısında küçük bir ödül olarak düşünmüşlerdi. Erdem, Gonca’ya bu boş zamanlarını onunla geçirmek istediğini söyleyerek, ona okul yolunda eşlik etmeye başladı. Bilge ile Erdem’in bu küçük planından Gonca’nın haberi yoktu. Eğer haberi olsaydı onlara karşı güveni kırılır diye korkuyorlardı. Gonca aslında yürümekten çok zevk alan biriydi. Müzik çalarını açar, kulaklıklarını büyük bir zevkle kulağına takar ve yürürdü okula. Kendini sıklıkla yorgun hissettiği için toplu taşıma araçlarını kullandığını, Gonca’ya eşlik ederken ilk fark eden Erdem oldu. Enerji dolu olduğu yetmediği gibi çevresine enerji saçan Gonca, çok çabuk yoruluyordu. Bu normal değildi. Erdem bu gözlemlerine Bilge’den başkası ile paylaşamıyordu. Bir gün karar verdiler. Artık Gonca ile konuşmanın zamanı gelmişti. Muhteşem dörtlünün bir arada olacağı bir hafta sonu planı yaptılar hemen. Şehrin dışında, ormanın içinde bir yere gideceklerdi hafta sonu kaçamağı olarak. Orada konuşacaklardı Gonca ile. Böylelikle Gonca’nın da kaçabileceği bir yer olmayacaktı.
Yemek yerken artık konuya girmenin zamanı gelmişti. Zaten gene sözlerden önce gözler konuşmuştu ve Gonca kendisinden gizli bir şeyler olduğunu anlamıştı. Bilge söze girer girmez Gonca göz yaşlarına hakim olamadı. Başından geçenleri yani sakladığı hastalık belirtilerini tek tek paylaştı en yakınlarıyla. Doktora gitmek için Gonca’yı ikna etmeleri zor olmadı. Bundan sonra hiçbirşey olmamış gibi davranamazlardı elbette ama ellerinden geldiğince huzur dolu bir hafta sonu geçirmeye çalıştılar. Gonca’yı çok yormadan ama ona hastaymış gibi de davranmadan. Hastalığa en iyi gelen şey sevgi değil miydi? Gonca da bu açıdan oldukça şanslıydı. Hatta fazlasıyla…

Bilge, ailesinden birisini hiç düşünmemişti sihirli sandalyelerin üzerinde. Hele ki ablasını… Keşke zaman bu kadar çabuk geçmeseydi, keşke ablasının kasları bu kadar hızlı erimeseydi. Ailede en fazla etkilenen Bilge’ydi. Ne annesi ne babası ne de Gonca bu kadar çok etkilenmemişti. Belki de tekerlekli sandalyeye küçükken yüklendiği o sihirli anlam yüzünden bu kadar çok etkilenmişti. Gonca, üniversitesini normal hayatına devam ederek bitirdi. Vücudundaki kasları belki zayıflıyordu ama zihnen Gonca her geçen gün kuvvetleniyordu. Bütün gücünü bilime vermişti. Hastalığına çare bulmaya çalışanlardan değildi. Kendini geliştirip insanlığa yardımcı olmaya çalışmaktan başka hiçbir amacı yoktu. Kendi ile verdiği bu sınav ile de Erdem ve Bilge’ye hayat dersi veriyordu Gonca adeta. Ben yıkılmadım siz de yıkılmayın dermiş gibiydi bu azmi. Ailesi Gonca’nın bir dediğini iki etmiyordu. Hasta olduğu için değildi bu yardımlar. Araba kullanmayı bilmeyen çocuklarına okula bırakmak gibiydi Gonca’yı her gün okula götürmek. Gonca’nın hastalığından en çok etkilenen Bilge olduğu gibi azminden de en çok etkilenen Bilge’ydi. Yaşananları kaleme almaya karar verdi ve hikayesine başladı. Tekerlekli sandalyeleri hep hastanede görmüştü küçüklüğünde…”
 
Tekerlekli Sandalye
Üst