Tekerlekli Sandalye

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
"...küçüğüm daha çok küçüğüm,
bu yüzden bütün saçmalamam,
yenilmem bu yüzden,
bu yüzden hala kendime güvensizliğim,
ne kadar az yol almışım,
ne kadar az yolun başındaymışım meğer,
elimde yalandan kocaman rengarenk
geçici oyuncak zaferler..."

...... ....... ....... ........

Rana başucundaki küçük radyodan yükselen şarkının sözlerinde uzunca süre kendini arayıp durdu, bu gece yine kendi ile derin bir hesaplaşma içine gireceğinden emindi, bir yanının her seferinde diğer yanına galip geliyor olması ona acı veriyordu doğrusu.

Küçük odasının perdesini araladı, mevsim sonbahardı, dışarıda serin, kışa demlenen bir hava vardı, vakit gece yarısını devireli çok olmuştu.
Kentin uzak zengin mahallerinden ve deniz kıyısı boyunca uzayıp giden lüks otel ve eğlence mekânlarında, gökyüzünde pervasız birer rakkase gibi oynayıp, karanlığı delip geçerek helezonlar çizen ateş toplarını saymazsak hayata dair bir belirti yoktu.

Antalya yazın yorgunluğunu atıyordu adeta, sonbaharın dinginliği doğrusu kent için bu mevsim için en arzulanan şeydi.
Yeryüzünde yetmiş iki milletin akın ettiği kentte şimdilerde ise gelip Antalya'ya yerleşmiş ve adeta kentli gibi olmuş Rus ve Almanlardan başka da yabancı bulmak zordu bu mevsimde.

Rana bu sene yirmi beş yaşına ayak basacaktı, dile kolay tam yirmi beş sene!
Bu yaş kuşkusuz normal bir insan için daha yolun başı sayılırdı; kavak yellerinin efil efil tepemizde dolaştığı deli-dolu yıllardır yirmi beşli yaşlarımız, ama tam yirmi beş yıldır; daha doğrusu ömrünüz boyunca ve yaşınız ne olursa olsun hiç yürüyemediyseniz, hiç göremediyseniz bir rengi bir cismi, duyamadıysanız bir ses, dokunamadıysanız bir yerlere, işte o size kısa gelen yıllar tüm bu sayılanlardan yoksun olan insanlar için bin yıl gibi gelir, üstelik öyle sıradan bin yıl değil ,acı ve keder ile yoğrulmuş bir bin yıl gibi gelir.
Genç ve güzel bir kızdı, adeta Hintli dilberleri andırıyordu, omuzlarına kadar düşen siyah parlak saçları, iri şehla gözleri ve bu bütünü tamamlayan dudakları ile kıskanılacak bir güzelliği vardı.

Çocukluğundan beri kendisini bir karabasan gibi takip eden "çocuk felcinin" bedeninde bıraktığı kalıcı hasarın izdüşümüydü yüreğindeki acılar. Yürüyemiyordu ve tekerlekli sandalyeye adeta kendini zincirlenmiş gibi his ediyordu.

Uyku bu gece de uzak limanlara demir atmış bir gemi gibi ulaşılmazdı onun için, radyoda demin çalan şarkının yerini boğuk sesli bir adamın şiirlerine bırakmıştı.
Rana yatağından doğruldu, ranzanın konsollarından destek alıp yanı başındaki tekerlekli sandalyeye oturup odanın loş ışığında salona doğru sessizce yol aldı, balkonun kapısını usulca açıp dışarı çıktı, gökyüzünde açık yıldızlı bir hava vardı.

Hayat adeta her evresinde genç kıza tuzaklar kurmuştu, daha on iki yaşında babasını kaybetmişti, annesi onu ve erkek kardeşini bin bir güçlükle kimseye muhtaç olmadan büyütüp bu yaşa getirmişti, oysa iki sene önce iki kardeş annelerini de kaybedince adeta acı ve keder girdabında boğulup kalmıştılar.
Kimseleri kalmamıştı, Rana mahkûm olduğu tekerlekli sandalyede kardeşine yük olduğunu, kendini işe yaramaz biri olarak görüyordu.
Çok kızmıştı kardeşi o gece, Rana’nın bunu ağlayarak haykırdığı gece ve saatlerce iki kardeş birbirilerine sarılarak ağlamıştılar o gece.
Sonra üzerine yüklenmiş ağır bir sorumluluğun bilinci ile toparlanan erkek kardeş biraz da ses tonundaki kızgınlık ifadesi ile -"her ne olursa olsun biz ömrümüz boyunca beraber kalacağız, biz anne ve babamızın birbirimize emanetleriyiz, hep seninle olacağım abla!" demiş ve sözünde durmuştu.

Evlenmişti erkek kardeş, Rana'sını biricik ablasını yanına almıştı ilk başlarda ikisi de tedirgindi doğrusu, ya "gelin hanım" buna karşı çıkarsa diye, ama ilk defa belki de hayat kendilerine gülümsemiş, korkularını boşa çıkarmıştı.
Rana ve gelin arasındaki dayanışma kıskanılacak cinstendi doğrusu.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst