F
Fırtına
Guest
Testis (erbezi) dokulannın sürekli çoğalma etkinliği göstererek tümör gelişimine oldukça uygun bir ortam hazırlamasına karşın, testis tümörleri seyrek görülür. Testis kanserinin cinsel yaşamın en etkin olduğu dönemlerde ortaya çıkması, hastanın psikolojik durumuna dikkatle eğilmeyi gerektirir.
Görülme Sıklığı
Testis tümörleri erkeklerde görülen tümörlerin yüzde 1′ini, idrar ve üreme yollan tümörlerinin yüzde 3-10′unu oluşturur. Her yıl 100 bin kişiden 3′ünde testis tümörü görülür. Bu oran 20-40 yaş arasında 100 binde 6′ya çıkar. Testis tümörleri 18-34 yaşlarında kan kanseri (lösemi), lenfom ve beyin tümörlerinden sonra kanserden ölüm nedeni olarak 4. sırada yer alır.
Nedenleri
Testis dokusunda travma ve kriptorşi-dizm (testislerin doğuştan torbaya inmemiş olması) tümör oluşumunu kolaylaştıran etkenlerdir. Karında bulunan testislerin altı yaşından önce cerrahi girişimle yerine konması (orşidopeksi), sayesinde oluşabilecek kütle daha çabuk fark edilebilir. Bazı uzmanlara göre ergenlikten sonra kriptorşidizmin en etkili tedavisi orşidopeksi değil, testisin cerrahi girişimle alınması, yani orşiek-tomidir. Hastalığın kalıtsal olduğuna ilişkin kesin kanıt yoksa da, testis tümörlerine bazı ailelerde daha sık rastlandığı bilinmektedir. Aynca deneysel olarak, kemirici hayvanlarda testis içine çinko ve kadmiyum gibi metal tuzlan verilince tümör oluştuğu görülmüştür.
Tümör Tipleri
Testis içindeki herhangi bir hücreden kaynaklanabilen tümörler, bu hücrelerin tipine göre yapısal ve işlevsel farklılık gösterir. Olguların yüzde 98′e varan büyük bölümünde tümörler doğrudan sperma üretmekten sorumlu dokudan kaynaklanır. Bu tür tümörlerin en sık (yüzde 50′den fazla) görüleni, birincil sperma hücrelerinden (spermatosit) kaynaklanan seminomlardır. Aynı dokudan kaynaklanan teratokarsinom, embriyonsu karsinom ve koryokarsinom ise daha az farklılaşmış hücrelerden çıkan kötü huylu tümörlerdir. Testislerde Leydig ve Sertoli adlarıyla bilinen iki ayrı hücre tipi vardır. Çok daha az görülen bu hücrelerin tümörleri sırasıyla leydigom ya da Leydig hücresi tümörü ve androb-^ lastom adlarıyla tanınır.
Belirtileri
En sık (olguların yüzde 75-90′ında) rastlanan belirti, tek bir testisin, genellikle ağrısız biçimde büyümesidir. Testis üzerinde tümsekleşme, olgulann yüzde 15-35′inde kasığa yayılan bir ağrıya neden olur. Muayene sırasında fark ‘ edilen teslisteki kütle farklı büyüklüklerde olabilir. Yeni gelişen ve özellikle seminom tipinde olmayan tümörlerde seyrek olarak tümörün testis torbası (skrotum) derisine yapıştığı görülür. Olgulann yüzde 53-57’sinde tümör sağ testistedir. Genellikle hasta hekime geç gitmekte, ilk belirtilerin ortaya çıkmasından tanı konmasma değin geçen süre 6 ayı bulmaktadır. Hasta bel ağrılarından yakınıyorsa, tümörün karın zarı (periton) arkası lenf düğümlerine sıçradığından kuşkulanmak gerekir. İlerlemiş evrede, karam elle derinleme muayenesinde, sağn bölgesinde veya da omurganın dış bölgesinde kütle saptanabilir. Bazı olgularda, büyümüş lenf düğümlerinin idrar yollanna baskı yapmasına bağlı olarak idrar akımı kesilebilir. Koryokarsinom ya da androblastom tipi tümörler söz konusu olduğunda memelerde büyüme (jinekomasti) ve meme başlarında koyulaşma saptanır. Bazı androblastomlar erkeklik özelliklerinin belirginleşmesine yol açmakla birlikte testis tümörlerinin önemli bir bölümü hormonal açıdan etkin değildir. Leydig hücrelerinden kaynaklanan tümörler erkeklik özelliklerinin ergenlikten önce ortaya çıkmasma neden olur.
İncelemeler
Testiste ortaya çıkan her türlü kabarıklıkta önce tümörden kuşkulanmak gerekir. Böyle bir kütlenin niteliğini saptamak için testisin içinden parça alınması (biyopsi) gerekir. Biyopsi incelemesi ancak lezyonun tümör olup olmadığını anlamaya yarar. Testis tümörü saptanınca hastanın durumu ve kesin tanı için çok daha ayrmtılı incelemeler yapmak gerekir.
Testis tümörlerinin tanısında, iki aşamada gerçekleştirilen ayrıntılı radyolojik incelemelere başvurulur. İlk aşamada orşiektomi girişiminden Önce göğüs filmi ve lenfografiden (kontrast madde verilerek lenf sistemi filminin çekilmesi) yararlanılır. Orşiektomi sonrası incelemeler ise bel-aort bölgesinin, bel göğüs bölgesine kadar olan bölümünün bilgisayarlı tomografisi, ürografi ve alt anatoplardamarın filminin çekilmesini içerir. Bu incelemelerin amacı, semi-nom dışı tümörlerde karın zarı arkasındaki lenf düğümlerinde bulunabilecek ikincil tümör odaklarının (metastaz) saptanmasıdır. Böyle bir durumla karşılaşılırsa yapılan İncelemeler bu odakların çıkarılma yöntemlerini belirlemeye, seminomlarda ışm tedavisi yapılacak bölgenin doğru biçimde saptanmasına ve ilaç tedavisinden (kemoterapi) sonra gerileme olup olmadığının anlaşılmasına yardımcı olur. Gerektiğinde karaciğer ve karın zarı arkasının incelenmesi için ultrasonogra-fiden yararlanılabilir. Kuşkulu bir kütleye rastlanırsa bu görüntüleme yönteminin yardımıyla ince bir iğne kullanılarak biyopsi yapılabilir. Bilgisayarlı tomografi hastalığın durumuna ilişkin çok yararlı bilgiler verir. Bilgisayarlı tomografi uygulamasının ilaç tedavisinden önce yapılması karın zarı arkasındaki değişikliklerin önceden bilinmesini ve ilaçlara verilen yanıtın daha sağlıklı değerlendirilebilmesini sağlar.
İskelet ve beyin sintigrafisi gibi incelemeler herhangi bir belirti beklenmeksizin yapılmalıdır. Sindirim sistemi ve karaciğer filmlerine, kuşku verici belirtiler varsa başvurulur. Yapılacak inceleme belirtilere yol açan organlarla sınırlıdır. İlk tedavinin ardından hastalığın bütünüyle gerilediği ve belirtilerin kaybolduğu durumlarda önce 1-2 ay arayla, 2. ve 3. yıllarda 3-4 ay arayla göğüs filmi çekilir. Üç ayda bir bilgisayarlı tomografi incelemesi önerilir. Ayrıca lenfografi yapılabilir.
Son yıllarda laboratuvar incelemelerine ağırlık verilmektedir. Özellikle belirteç denen bazı biyolojik maddelerin tümör tanısında taşıdıklan önem daha iyi anlaşılmışın”. Bunlar dölütte plazma proteinlerinin büyük bölümünü oluşturan alfa-fetoprotein (AFP) ve eteneden (plasenta) salgılanan koriyon gonadot-ropininin beta parçasıdır (B-HCG). Radyoimmünolojik yöntemlerle yapılan ölçümlerde, seminom dışında testis tümörü olan hastaların yüzde 65-70′inde AFP, yüzde 55-60′ında B-HCG değerleri yüksek bulunmuş, her iki belirtecin bir arada ölçülmesiyle bu oran yüzde 85-87′ye kadar yükselmiştir.
Bu belirteçlerin testlerde olumlu (pozitif) sonuç vermesi, klinik ya da yapısal olarak ortaya konamasa bile, tümörün varlığını ve etkin halde olduğunu göstermeye yeterlidir. Her iki belirtecin düzeyleri mutlaka eşzamanlı olarak ölçülmelidir. Seminom dışı tümörlü hastaların yaklaşık yüzde 40′ında bu iki belirteçten yalnızca birinin düzeyi yüksektir. Aynca hastalığın gidişi sırasında iki belirtecin düzeyi paralellik göstermez. Cerrahı girişim, ışm ve ilaç tedavisinin ardından belirteçlerin kanda yeterince azalmaması, tümörün gizli artıklarının bulunduğunu düşündürmelidir. Belirteç düzeylerinde ani yükselmeler ise hastalığın yinelemekte olduğunun bir göstergesidir. Ama bu durumdan emin olmak için başka incelemeler de gereklidir. Genel olarak belirteçlerin düzeyindeki değişiklikler, hastalığın yinelediğini ya da gerilediğini birkaç ay öncesinden gösterdiği için AFP ve B-HCG’nin düzenli olarak saptanması tedavide büyük önem taşır. İlk klinik muayenede ve tedavi amacıyla yapılan her türlü girişimden sonra Ölçüm yapılmalıdır.
Hastalığı tam anlamıyla gerileyen, tedaviden önceki belirteç düzeyleri yüksek olan ya da teslisleri çıkanlmadan önceki belirteç düzeyleri bilinmeyen hastalarda, incelemeler belirli bir düzen içinde sürdürülür. İlk yılda her ay, 2. ve 3. yıllarda 4 ayda bir, 5. ve 6. yıllarda 6 ayda bir yapılacak incelemeler hastalığın gidişinin iyi bir biçimde izlenebilmesini sağlar. Aynca klinik ve radyolojik nicelemeler sırasında doğacak her yineleme kuşkusu karşısında belirteç düzeylerine bakılmalıdır.
Belirteç olarak kullanılabilecek öbür rnaddelerden laktikdehidrogenaz özel-_-Je seminomlar ya da seminom dışı büyük kütleler olduğunda yararlıdır. Karsinoembriyonal antijen ise düzbağır (rektum) ve kalınbağırsak kanserlerde daha önemlidir. Testis tümörü olan hastaların ersuyunda (semen) canlı sperma sayısının ızalmasına sık rastlanır. Ayrıca ilaç tedavisi de üreme hücrelerine zarar verebilir. DNA yapısına girerek tümörlü hücrenin, aşırı çoğalma eğilimini ketleyen alkilleyici ilaçlar kullanılmıyorsa, bu tür etki geçicidir.
Ayırıcı Tanı
Testis tümörlerini, verem (tüberküloz), genellikle testisin darbe görmesine bağlı olarak gelişen kan oturması (hematom), restis iltihabı (orşit) ve seyrek olarak başka bir organdan sıçrayarak testiste ortaya çıkan ikincil tümörlerden ayırt etmek gerekir. Verem testisin üstünde, bu organa yapışık duran ve sperma hücrele*rine depo işlevi gören epididimde ortaya çıkar. Veremin özgün lezyonu olan tü-berkül kütleleri, tespih tanesi gibi yuvarlaktır, bazen de testis dokusunda kireçlenme görülür. Verem tanısı için daha ayrıntılı bir inceleme için radyografiden yararlanılır. Testise bir darbe geldiğinin bilinmesi hemen her zaman testis dokusunda hematom oluşumunu düşündürmekle birlikte, pıhtının testis dokusunda yarat-nğı kalıcı şişliğin ve onarım sürecinde ortaya çıkan lifsi dokunun ayırıcı tanısı güçtür. Basit bir testis iltihabı, akut iltihap belirtilerinin varlığından dolayı kolaylıkla ayırt edilebilir. Çeşitli irilikte nodüllerin oluştuğu granülomatoz ilti*hap ise seyrek görülür ve yanlışlıkla tü*mör tanısı konmasına yol açabilir. Ama ayırt edici tanı mikroskopik incelemeyle kesinlik kazanır.
Hastalığın Gidişi ve Komplikasyonlar
Tümör önce bütün testise yayılır. Bölgesel lenf düğümlerine sıçrama (metastaz) oldukça sık görülür. Seminomlulann yüzde 50’sinden fazlasmda, seminom dışı tümörlerin yüzde 75-80′inde, klinik tanı sırasında bu metastazlara rastlanmaktadır. Tanı gecikirse büyüyen lenf düğümlerinin dokulara basınç yapmasından kaynaklanan belirtiler ortaya çıkar. Kasık lenf düğümlerine metastaz yalnızca bütün testis torbasına yayılan tümörlerde ya da kasık kanalından torbaya inmeyen testisten çıkan tümörlerde görülür. Testis tümörlerinin yayılımı testis torbası içinde yer alan spermatik kordon toplardamarları aracılığıyla, tümör sağ testisteyse alt anatoplardamara, sol testisteyse sol böbrek toplardamarına doğru olur. Koryokarsinomlar özellikle lenf düğümlerine yayılmadan doğrudan toplardamar yolunu kullanır. Akciğerler lenf düğümü dışındaki metastazların en sık görüldüğü organlardır. Metastazlar en çok yuvarlak biçimli, çok sayıda ve farklı büyüklüktedir. Daha ileri evrelerde akciğer zarında (plev-ra) sıvı toplanır, karaciğer, kemik ve beyin metastazları görülür.
En sık görülen komplikasyonlar aşağıda sıralanmıştır;
• Baskı ve tıkanmaya bağlı belirtiler – Karın zarı arkasındaki büyük lenf düğümlerinin idrar yollarına, alt anatoplardamara ve omurganın yanlarında bulunan sinirlere baskı yapmasından kaynaklanır. İlerlemiş olgularda mideye yayılma olabilir.
• Solunum yetmezliği – Akciğer dokusundaki metastazların yaygınlığına ya da akciğer zan katmanları arasındaki sıvıya bağlı olarak akut ya da kronik solunum yetmezliği ortaya çıkabilir.
• Beyin metastazları – Tek bir odakta ya da olguların yüzde 15′inde görüldüğü gibi çok sayıda olabilir.
Görülme Sıklığı
Testis tümörleri erkeklerde görülen tümörlerin yüzde 1′ini, idrar ve üreme yollan tümörlerinin yüzde 3-10′unu oluşturur. Her yıl 100 bin kişiden 3′ünde testis tümörü görülür. Bu oran 20-40 yaş arasında 100 binde 6′ya çıkar. Testis tümörleri 18-34 yaşlarında kan kanseri (lösemi), lenfom ve beyin tümörlerinden sonra kanserden ölüm nedeni olarak 4. sırada yer alır.
Nedenleri
Testis dokusunda travma ve kriptorşi-dizm (testislerin doğuştan torbaya inmemiş olması) tümör oluşumunu kolaylaştıran etkenlerdir. Karında bulunan testislerin altı yaşından önce cerrahi girişimle yerine konması (orşidopeksi), sayesinde oluşabilecek kütle daha çabuk fark edilebilir. Bazı uzmanlara göre ergenlikten sonra kriptorşidizmin en etkili tedavisi orşidopeksi değil, testisin cerrahi girişimle alınması, yani orşiek-tomidir. Hastalığın kalıtsal olduğuna ilişkin kesin kanıt yoksa da, testis tümörlerine bazı ailelerde daha sık rastlandığı bilinmektedir. Aynca deneysel olarak, kemirici hayvanlarda testis içine çinko ve kadmiyum gibi metal tuzlan verilince tümör oluştuğu görülmüştür.
Tümör Tipleri
Testis içindeki herhangi bir hücreden kaynaklanabilen tümörler, bu hücrelerin tipine göre yapısal ve işlevsel farklılık gösterir. Olguların yüzde 98′e varan büyük bölümünde tümörler doğrudan sperma üretmekten sorumlu dokudan kaynaklanır. Bu tür tümörlerin en sık (yüzde 50′den fazla) görüleni, birincil sperma hücrelerinden (spermatosit) kaynaklanan seminomlardır. Aynı dokudan kaynaklanan teratokarsinom, embriyonsu karsinom ve koryokarsinom ise daha az farklılaşmış hücrelerden çıkan kötü huylu tümörlerdir. Testislerde Leydig ve Sertoli adlarıyla bilinen iki ayrı hücre tipi vardır. Çok daha az görülen bu hücrelerin tümörleri sırasıyla leydigom ya da Leydig hücresi tümörü ve androb-^ lastom adlarıyla tanınır.
Belirtileri
En sık (olguların yüzde 75-90′ında) rastlanan belirti, tek bir testisin, genellikle ağrısız biçimde büyümesidir. Testis üzerinde tümsekleşme, olgulann yüzde 15-35′inde kasığa yayılan bir ağrıya neden olur. Muayene sırasında fark ‘ edilen teslisteki kütle farklı büyüklüklerde olabilir. Yeni gelişen ve özellikle seminom tipinde olmayan tümörlerde seyrek olarak tümörün testis torbası (skrotum) derisine yapıştığı görülür. Olgulann yüzde 53-57’sinde tümör sağ testistedir. Genellikle hasta hekime geç gitmekte, ilk belirtilerin ortaya çıkmasından tanı konmasma değin geçen süre 6 ayı bulmaktadır. Hasta bel ağrılarından yakınıyorsa, tümörün karın zarı (periton) arkası lenf düğümlerine sıçradığından kuşkulanmak gerekir. İlerlemiş evrede, karam elle derinleme muayenesinde, sağn bölgesinde veya da omurganın dış bölgesinde kütle saptanabilir. Bazı olgularda, büyümüş lenf düğümlerinin idrar yollanna baskı yapmasına bağlı olarak idrar akımı kesilebilir. Koryokarsinom ya da androblastom tipi tümörler söz konusu olduğunda memelerde büyüme (jinekomasti) ve meme başlarında koyulaşma saptanır. Bazı androblastomlar erkeklik özelliklerinin belirginleşmesine yol açmakla birlikte testis tümörlerinin önemli bir bölümü hormonal açıdan etkin değildir. Leydig hücrelerinden kaynaklanan tümörler erkeklik özelliklerinin ergenlikten önce ortaya çıkmasma neden olur.
İncelemeler
Testiste ortaya çıkan her türlü kabarıklıkta önce tümörden kuşkulanmak gerekir. Böyle bir kütlenin niteliğini saptamak için testisin içinden parça alınması (biyopsi) gerekir. Biyopsi incelemesi ancak lezyonun tümör olup olmadığını anlamaya yarar. Testis tümörü saptanınca hastanın durumu ve kesin tanı için çok daha ayrmtılı incelemeler yapmak gerekir.
Testis tümörlerinin tanısında, iki aşamada gerçekleştirilen ayrıntılı radyolojik incelemelere başvurulur. İlk aşamada orşiektomi girişiminden Önce göğüs filmi ve lenfografiden (kontrast madde verilerek lenf sistemi filminin çekilmesi) yararlanılır. Orşiektomi sonrası incelemeler ise bel-aort bölgesinin, bel göğüs bölgesine kadar olan bölümünün bilgisayarlı tomografisi, ürografi ve alt anatoplardamarın filminin çekilmesini içerir. Bu incelemelerin amacı, semi-nom dışı tümörlerde karın zarı arkasındaki lenf düğümlerinde bulunabilecek ikincil tümör odaklarının (metastaz) saptanmasıdır. Böyle bir durumla karşılaşılırsa yapılan İncelemeler bu odakların çıkarılma yöntemlerini belirlemeye, seminomlarda ışm tedavisi yapılacak bölgenin doğru biçimde saptanmasına ve ilaç tedavisinden (kemoterapi) sonra gerileme olup olmadığının anlaşılmasına yardımcı olur. Gerektiğinde karaciğer ve karın zarı arkasının incelenmesi için ultrasonogra-fiden yararlanılabilir. Kuşkulu bir kütleye rastlanırsa bu görüntüleme yönteminin yardımıyla ince bir iğne kullanılarak biyopsi yapılabilir. Bilgisayarlı tomografi hastalığın durumuna ilişkin çok yararlı bilgiler verir. Bilgisayarlı tomografi uygulamasının ilaç tedavisinden önce yapılması karın zarı arkasındaki değişikliklerin önceden bilinmesini ve ilaçlara verilen yanıtın daha sağlıklı değerlendirilebilmesini sağlar.
İskelet ve beyin sintigrafisi gibi incelemeler herhangi bir belirti beklenmeksizin yapılmalıdır. Sindirim sistemi ve karaciğer filmlerine, kuşku verici belirtiler varsa başvurulur. Yapılacak inceleme belirtilere yol açan organlarla sınırlıdır. İlk tedavinin ardından hastalığın bütünüyle gerilediği ve belirtilerin kaybolduğu durumlarda önce 1-2 ay arayla, 2. ve 3. yıllarda 3-4 ay arayla göğüs filmi çekilir. Üç ayda bir bilgisayarlı tomografi incelemesi önerilir. Ayrıca lenfografi yapılabilir.
Son yıllarda laboratuvar incelemelerine ağırlık verilmektedir. Özellikle belirteç denen bazı biyolojik maddelerin tümör tanısında taşıdıklan önem daha iyi anlaşılmışın”. Bunlar dölütte plazma proteinlerinin büyük bölümünü oluşturan alfa-fetoprotein (AFP) ve eteneden (plasenta) salgılanan koriyon gonadot-ropininin beta parçasıdır (B-HCG). Radyoimmünolojik yöntemlerle yapılan ölçümlerde, seminom dışında testis tümörü olan hastaların yüzde 65-70′inde AFP, yüzde 55-60′ında B-HCG değerleri yüksek bulunmuş, her iki belirtecin bir arada ölçülmesiyle bu oran yüzde 85-87′ye kadar yükselmiştir.
Bu belirteçlerin testlerde olumlu (pozitif) sonuç vermesi, klinik ya da yapısal olarak ortaya konamasa bile, tümörün varlığını ve etkin halde olduğunu göstermeye yeterlidir. Her iki belirtecin düzeyleri mutlaka eşzamanlı olarak ölçülmelidir. Seminom dışı tümörlü hastaların yaklaşık yüzde 40′ında bu iki belirteçten yalnızca birinin düzeyi yüksektir. Aynca hastalığın gidişi sırasında iki belirtecin düzeyi paralellik göstermez. Cerrahı girişim, ışm ve ilaç tedavisinin ardından belirteçlerin kanda yeterince azalmaması, tümörün gizli artıklarının bulunduğunu düşündürmelidir. Belirteç düzeylerinde ani yükselmeler ise hastalığın yinelemekte olduğunun bir göstergesidir. Ama bu durumdan emin olmak için başka incelemeler de gereklidir. Genel olarak belirteçlerin düzeyindeki değişiklikler, hastalığın yinelediğini ya da gerilediğini birkaç ay öncesinden gösterdiği için AFP ve B-HCG’nin düzenli olarak saptanması tedavide büyük önem taşır. İlk klinik muayenede ve tedavi amacıyla yapılan her türlü girişimden sonra Ölçüm yapılmalıdır.
Hastalığı tam anlamıyla gerileyen, tedaviden önceki belirteç düzeyleri yüksek olan ya da teslisleri çıkanlmadan önceki belirteç düzeyleri bilinmeyen hastalarda, incelemeler belirli bir düzen içinde sürdürülür. İlk yılda her ay, 2. ve 3. yıllarda 4 ayda bir, 5. ve 6. yıllarda 6 ayda bir yapılacak incelemeler hastalığın gidişinin iyi bir biçimde izlenebilmesini sağlar. Aynca klinik ve radyolojik nicelemeler sırasında doğacak her yineleme kuşkusu karşısında belirteç düzeylerine bakılmalıdır.
Belirteç olarak kullanılabilecek öbür rnaddelerden laktikdehidrogenaz özel-_-Je seminomlar ya da seminom dışı büyük kütleler olduğunda yararlıdır. Karsinoembriyonal antijen ise düzbağır (rektum) ve kalınbağırsak kanserlerde daha önemlidir. Testis tümörü olan hastaların ersuyunda (semen) canlı sperma sayısının ızalmasına sık rastlanır. Ayrıca ilaç tedavisi de üreme hücrelerine zarar verebilir. DNA yapısına girerek tümörlü hücrenin, aşırı çoğalma eğilimini ketleyen alkilleyici ilaçlar kullanılmıyorsa, bu tür etki geçicidir.
Ayırıcı Tanı
Testis tümörlerini, verem (tüberküloz), genellikle testisin darbe görmesine bağlı olarak gelişen kan oturması (hematom), restis iltihabı (orşit) ve seyrek olarak başka bir organdan sıçrayarak testiste ortaya çıkan ikincil tümörlerden ayırt etmek gerekir. Verem testisin üstünde, bu organa yapışık duran ve sperma hücrele*rine depo işlevi gören epididimde ortaya çıkar. Veremin özgün lezyonu olan tü-berkül kütleleri, tespih tanesi gibi yuvarlaktır, bazen de testis dokusunda kireçlenme görülür. Verem tanısı için daha ayrıntılı bir inceleme için radyografiden yararlanılır. Testise bir darbe geldiğinin bilinmesi hemen her zaman testis dokusunda hematom oluşumunu düşündürmekle birlikte, pıhtının testis dokusunda yarat-nğı kalıcı şişliğin ve onarım sürecinde ortaya çıkan lifsi dokunun ayırıcı tanısı güçtür. Basit bir testis iltihabı, akut iltihap belirtilerinin varlığından dolayı kolaylıkla ayırt edilebilir. Çeşitli irilikte nodüllerin oluştuğu granülomatoz ilti*hap ise seyrek görülür ve yanlışlıkla tü*mör tanısı konmasına yol açabilir. Ama ayırt edici tanı mikroskopik incelemeyle kesinlik kazanır.
Hastalığın Gidişi ve Komplikasyonlar
Tümör önce bütün testise yayılır. Bölgesel lenf düğümlerine sıçrama (metastaz) oldukça sık görülür. Seminomlulann yüzde 50’sinden fazlasmda, seminom dışı tümörlerin yüzde 75-80′inde, klinik tanı sırasında bu metastazlara rastlanmaktadır. Tanı gecikirse büyüyen lenf düğümlerinin dokulara basınç yapmasından kaynaklanan belirtiler ortaya çıkar. Kasık lenf düğümlerine metastaz yalnızca bütün testis torbasına yayılan tümörlerde ya da kasık kanalından torbaya inmeyen testisten çıkan tümörlerde görülür. Testis tümörlerinin yayılımı testis torbası içinde yer alan spermatik kordon toplardamarları aracılığıyla, tümör sağ testisteyse alt anatoplardamara, sol testisteyse sol böbrek toplardamarına doğru olur. Koryokarsinomlar özellikle lenf düğümlerine yayılmadan doğrudan toplardamar yolunu kullanır. Akciğerler lenf düğümü dışındaki metastazların en sık görüldüğü organlardır. Metastazlar en çok yuvarlak biçimli, çok sayıda ve farklı büyüklüktedir. Daha ileri evrelerde akciğer zarında (plev-ra) sıvı toplanır, karaciğer, kemik ve beyin metastazları görülür.
En sık görülen komplikasyonlar aşağıda sıralanmıştır;
• Baskı ve tıkanmaya bağlı belirtiler – Karın zarı arkasındaki büyük lenf düğümlerinin idrar yollarına, alt anatoplardamara ve omurganın yanlarında bulunan sinirlere baskı yapmasından kaynaklanır. İlerlemiş olgularda mideye yayılma olabilir.
• Solunum yetmezliği – Akciğer dokusundaki metastazların yaygınlığına ya da akciğer zan katmanları arasındaki sıvıya bağlı olarak akut ya da kronik solunum yetmezliği ortaya çıkabilir.
• Beyin metastazları – Tek bir odakta ya da olguların yüzde 15′inde görüldüğü gibi çok sayıda olabilir.