Tümleyen

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Kar haddini bilircesine usulca kaplamaktaydı yeryüzünü. Tenlere değip ani bir fiziksel değişimin kurbanı olacağından bi haber ilerledi onca yolu sebepsiz ve aheste. Zamanımız korkuların ve hayal kırıklıklarının hüküm sürdüğü, umudun reçetelerle satıldığı bir an ve diyarlar puslu akşamları yalnız mum aleviyle geçirme eğiliminde. Yılların verdiği bekleyiş, gebe kalışların ötesinde arzuların kutsal varlığını göstermekteydi Tok ailesi için. Bir anda baba, bir anda ana olmanın haklı gururunu yaşadılar. Kucaklarında iki bin sekiz yüz elli gramlık bir canlıyı taşırken tonlar altında kalmıştı yürekleri ve basıncı dengeleyecek tek şeyin gözyaşları olduğu inancıyla salıverdiler yelkensiz oluk oluk boşluğa damlacıklarını. Mutluydular, sağlıklıydılar. Günler bu heyecan, telaş, git gellerle doluversin onlar içlerindeki pırıltıyla ısıttılar minik yuvalarını. Sabahat koydular çocuklarının adını ve o karlı akşamın haddini bilmesine hep saygı gösterdiler. Önceleri pek farkında olamasalar bile zamanla kızlarının anlamsız bakışlarına kucak açtılar. Öylece durup kundağında etrafa bakan kızlarının hiçbir hareketi takip etmediğini, o okyanus mavisi gözlerinin sadece bir emitasyon ürünü gibi durduğunu çok sonra fark edebildiler. Kızlarının hayatı asla göremeyeceğini ilk duydukları an tonlar tonların davetine kulak kabartıp koşarak geldi ve artık bu basıncı dengeleyebilecek hiçbir insan özelliği kalmadı. Gözyaşları aktı ama en çok yara alan omuzlar kaldı geriye.

Zaman, naz yapabilecek hiçbir yare sahip olamamıştı. Ondandı bu acele gidişleri ve asla dönmeden geriye daima bir yerlerde bulacağına inancındandı. Yine akıp geçti suyun öte yamacından, insanlar büyüdü, insanlar öldü ve daima reçetelerine her öğün alınması gereken umut terimini karalattılar, bir başka umutsuz insanlarca.

Sabahat göremeden kavradı evreni. Okuması için parmak uçları yetişti imdadına ve savaşılmadan kaybedilmiş bir hayatı ötekileştirdi beyninde, savaştı sadece. Tadı ilkbahar olan buğulu bakışları, anlamsız cümlelere nazire yapsa da çok güzeldi. Zordu böyle yaşamak ama insan neye alışmaz ki. Gururluydu da. Gözlerinin göremeyişine hiç aldırmadan, insanların arasında o hayata tutunuş aracı güzel değneğiyle dolaştı sokaklarda. Kokusunu tattı yaşamın ve kokularda saklıydı her şey bir tılsım gibi. İnsanlar onu gördüklerinde yüreklerindeki kötü kalmış pas tadını silmek için yaklaştılar, yardım etmek, en azından karşıdan karşıya geçirmek istediler. Kelime anlamı ‘acımak’ olsa da kabul etmezdi hiç biri duygularının bu olduğunu; onlar sadece iyilik yapmak istemekteydi temelinde hasarlı fikirlerince. Sabahat kimseyi kırmak istemez ve yardımların tümüne teşekkür ederek geri çevirirdi. Herkes gibiydi o. Tek başına yaşayabilir, gerekirse koşabilir, dans edebilir bu eksikliğini kapatacak her şeyi sağlayabilirdi çünkü güçlülüğüne inancı sağlamdı. Tok ailesi kenetlenmiş ve dünyalar güzeli Sabahat büyümüştü. Ailesi tonlarca ağırlığın aslında bir hiç oluşunu anladıklarında kızlarının var olabildiği için dua ettiler. Onun bu anlamlı savaşında daima yanında kaldılar; şevkat güzel yürekleri daha da özelleştirdi.

Sabahat okumaya devam etti. Akrabaları, komşuları evde kalmasını dışarıda zifiri karanlıklarda yolunu bulamayacağını söyledi. Sabahat gülümsedi. İçinden, buradan baksanız hayata aslında o kadar da fena bir şey değil, deyiverdi. Tamam özümseyemediği renkler olabilirdi ama kelimelere duygular yükleyerek onları çoktan aşmıştı. Kırmızı iliklerine dolan heyecanı, sarı sıcaklığı, yeşil ilkbahar kokusunu andırıyordu. Bu bir başkaldırı değildi sadece olması gerekendi ve o ekstra bir şey yapmadığına inanıyordu, yaşamaya çalışıyordu, herkes gibi. Adalete inancını da bu evrede kazanmış olmalı, insanların fikirlerini dinleyerek kararları kendi süzgecinden geçirip mutlak doğruyu aramaya başlamasıyla sanıyorum. Bu duygusu mu ağır bastı tam olarak bilemiyorum hukuk okumak istiyordu ki başardı da. Şehrinin ve ülkesinin en saygın hukuk fakültesinde öğrenimine devam ediyor. Derslere büyük bir heyecanla gidiyor, hocalarıyla sohbet ediyor ve hayata karşı duruşuyla acınmak yerine imrenilecek bir yaşam sürüyordu. İnsanlara engelsiz oluşunu bir şiir tadında hissettiriyor, gözlerinin görmeyişini unutturuyor ve bazen bireylerin acaba engelli olan ben miyim iç çatışmalarına girmelerine vesile oluyordu. İnsanlar sadece yüreklerinde engelli olabilir, diyor ve tüm hayatını özetleyerek sevmenin altını defalarca çiziyordu. Zaman hala aradığı sevdiceğini bulamamış olmalı ki hızlı akışına devam ediyor sorgusuz sualsiz, radarlara takılmadan ilerliyordu. Hukuk fakültesini bitirdiğinde Sabahat 22 yaşındaydı. Staj dönemleri de hayatının bundan önceki evresine benzer bir şekilde geçmekteydi. İnsanlar onun görme engelli olduğunu sohbetlerinin bir küsür saati sonunda farkediyor hayretler içerisinde kalıyor ama yüzlerinden gülümseme de eksik olmuyordu. Üzülmüyordu hiç kimse ve iç çatışmalar alabildiğine seri bir şekilde ilerliyordu. Yazarak, söylemlerle, bakışlarla düşündürmek yerine Sabahat insanları yaşayarak düşündürüyor ve bunun etkisi kat bet kat artarak ilerliyordu. Stajından sonraki iş hayatı da neşeli bir biçimde sürüyor saygın bir avukat olarak görev yapıyordu. Genellikle kişi haklarına saldırı davalarına bakmaya çalışıyor. Kişiliğin tam olarak korunması için elinden geleni yapıyor. Sevmenin unsurlarını müvekkillerine anlatarak dosyaları kabul ediyordu. Yaşama prensipleri bir çerçevede saklı ve olgunluğu sert zeminlerden geliyordu. Tabi ki defalarca düşmüş, bilahare kaldırımlara sövmüş olması da kaçınılmaz. Dedik ya o da herkes gibiydi. Giderek tanınan bir avukat olmaya başlamıştı. Girdiği davalarda hakime savunmadan çok insan haklarının temel vurgusunu yaparken kendine olan inancı ve hakimin ona olan bakışı belki yanlı karar çıkmasına vesile oluyor ama özenle vurguluyordu: “İnsanlık, yüreklerde sevginin temel unsurudur. Temel olan sevmektir. Saygılı olmak sevmekten gelir. Bütünlük doğuşla eksiksiz tümler insanı. İnsanlığın yaşamdan alacağı tek şey sevmeyle belirlenir ve bu karşılıksız imzalanmış bir sözleşmedir. Bu yüzden insan onuru ve haysiyeti sonuna kadar korunmalıdır.” Diyerek her şeyden bağımsız kanunlar çerçevesince doğrunun yapılmasını istiyor, diliyor ve betimliyordu.

İnsanlara koşulsuz güveni birkaç davasında onun yüzüne tokat gibi çarpıyordu. Müvekkilleri tarafından yanlış yönlendirildiğini, kendine yalan söylendiğini fark ediyor ama yine de sevmekten cayamıyordu. Zaman evsiz sancılar doğurmaya devam ederken mesleğinin beşinci senesinde bir davayla karşılaştı. Müvekkili işitme engelli bir doktordu. Bürosunda bir dava üzerinde çalışırken yine haddini bilen bir kar yağışına sahne olan günde bürosundan içeri bir insan girdiğini fark etti. Seslendi. Buyurun şöyle oturun diyerek koltuğu gösterdi ve nasılsınız diyerek devam etti sözcüklerine. Karşılığında bir ses ya da bir hareket duyamadı. Saatin tik takları yankılanırken odada, Sabahat’in yardımcısı fark etti durumu ve büroya giren adamın işaret diliyle bir şeyler anlatmaya çalıştığını gördü. Sabahat’in yardımcısı seslenerek odaya giren adamın işitme engelli olduğunu söyledi Sabahat’a. İlk defa böyle bir müvekkili olacaktı Sabahat’ın daha önceleri sayıları azımsanmayacak kadar çok engelli arkadaşı olmuştu ama ilk defa bir engellinin davasına bakacak olması onu olayı dinlemeden heyecanlandırıyordu. Sabahat’in yardımcısı Ayşe’nin işaret diline hakim olmasıyla konuşmaya başladılar.
Ayşe Sabahat’ın çocukluktan beri tanıdığı arkadaşıydı. Yüreğinde hiçbir engel barındırmayan bir insandı. Sevmeye birlikte başlamışlardı yıllar öncesinden insanları ve insanların bütünleri olmak için yoğun çaba sarf etmişlerdi birlikte. Ayşe Sabahat vesilesiyle engelli insanların hayatlarına ilgi duymuş onlarla iletişim kurabilmek için büyük emek sarfetmiş biriydi. Aslında öğretmen olmak istemiş ama o kadar azimli olmasına rağmen ülkesindeki eğitim sistemine karşı boynu bükük kalarak ideallerini gerçekleştirememişti. Şimdiyse Sabahat ile beraber çalışmaktalar, eskiden olduğu gibi insanlara sevecen yaklaşımlarıyla reçetelere yazılan umut terimini somutlaştırıp sunuyorlardı. Ayşe çevirmen olarak anlaştı içeriye giren adamla ve adının Soner Gören olduğunu öğrendi, bilahare olanları aktardı Sabahat’a. Soner de Sabahat gibi doğuştan engelliydi. O da Sabahat’in izlediği yollarda ilerlemiş hayata tutunmuş, kendini tamamlamak için elinden geleni yapmıştı. Çocukluğunda kurduğu hayalleri için çalışmış ayakta kalmayı başarmıştı. Tıp fakültesinde gördüğü eğitimle insanlara olan sevgisi ve yardım hissi katlanarak artmıştı. İnsanların dudaklarını okumaktaki kusursuz başarısı ona çok yardımcı olmuştu. Ne kadar duymasa bile bu okuma sanatıyla 5 farklı dili anlayabilir hale gelmişti ve temel iletişim aracı işaret diliyle anlaşılmaya çalışması tatlı mimiklerini ön plana çıkarıyordu. İşaret dilini anlamayan hastalarına ise yazarak cevaplar veriyor ve bu yazmaya bağlı olarak yazım dili gelişmeye devam etmişti. Birkaç deneme ve henüz bir kalıba sığdıramadığı yazıları mevcuttu. Belki bir gün insanlara olan bu sevdam sona ererse diye hobisini sürdürüyor ama insanları sevmeden nasıl yazabilirim sorunsalında da kafa patlatmaktan geri duramıyordu. Yazmaya devam edeceği gerçeği havaya çizdiği her işarette saklıydı. Devlet ve araştırma hastahanesinin acil bölümünde çalışmaktaydı. 24 saatte bir 24 saat izni oluyor ve yoğun tempoyla çalışmaya sevdiği insanlara yardımda bulunmaya devam ediyordu. Öyle ki bu acil servisinde görüp, yaşadıkları onun hayata olan bağlılığını daha arttırmıştı. Kollarında ölen hastaların sayısını hatırlamak bile istemiyordu.

Büroda bulunuş amacı ise yine çok sevdiği mesleğiyle ilgiliydi. İki hafta önce yoğun tempoda çalıştığı acil bölümünde 21 saatlik mesaisinin ardından bir kaza haberi gelmiş ve hemen cankurtarının gelmesini beklemeye koyulmuşlardı. Hazırlıklarını tamamlamışlar kazada yaralananlara ilk yardımda bulunulmuş ve baktığı kazazedenin ufak sıyrıklarla bir şeyi olmadığını anlamıştı. Yine de iç kanama ihtimaline karşı tedbir adına yaralıyı gözlem altında tutmakta yarar vardı. Soner ilk müdahalenin ardından kazazede çocuğun yakınlarına bilgi vermek için gitmişti. Çocuğun akrabaları Soner’in bir şeyler işaret etmesinden ve onlara bir şeyler söyleyememesinden yola çıkarak çocuğun can verdiğini düşünmüş ve bu yanlış anlamanın sonucunda anlık bir kararla Soner’i suçlamışlar ve onu darp etmeye başlamışlardı. Güvenlik yetişmeseydi Soner başına aldığı darbeler sonucunda can verebilirdi. Çocuğun yakınları olayı daha sonra anlamış Soner’den özür dilemişler ve şikayetçi olmaması için adeta yalvarmışlardı. Bu şekilde daha önce de başına olmadık işler gelmesine alışkındı Soner ama son zamanlarda ülkesinde doktorlara uygulanan şiddetin son bulmasını istiyordu. Şikayetçi olarak bu kişilerin ceza almasını değil en azından ne yaptıklarını düşünmelerine yol açmak istiyordu. Tek istediği şey buydu.

Olayları öğrenen Sabahat ona düşüncesinde hak verdi ve dava açmalarının doğru olacağını söyledi. Bu şekilde tanışmışlardı ve Soner müvekkili olmuştu Sabahat’in. Dava açıldı. Mahkeme tarafından cüzzi bir ceza verildi ve olay basında yer bularak en azından insanların algıları açısından önemli bir örnek teşkil etti. Soner için bu olayın en güzel tarafı Sabahat’le tanışmak olmuştu ve davanın sonuçlanmasının ardından aralarındaki ilişkide son bulacaktı. Sabahat zamanın durduğuna ilk olarak bürosunda sessizce duran adamla şahitlik etmişti. Bunca zaman diye düşündü kafasında kurguladığı arayış bu muydu? Şimdi zamanı fark edemeden yaşama bulamacında mıydı? Soner’i savunurken bile içi içine sığmıyor. Onu en ateşli konuşmalarıyla savunuyor ve içinde büyüyen coşkuyu fark ediyordu. Nasıl olabilirdi diye düşünerek varlığını tümlediği bunca sene acaba engellerim diye de düşünmeden edemiyordu. Bu kafa karışıklığı içerisinde tamamlandı dava süreci ama ne Sabahat ne de Soner kendilerinden bir şeyleri eksik gördüler. Sevmeye programlıydı beyinleri ve bunca zaman hep böyle yaşamışlardı. Bu kodlar onlara işlenmişti. Soner dava bitiminden sonra Sabahat’le konuşmayı düşündü. Konuştu da. Ondan ayrılmak istemediğini yanında, çevresinde bulunmak istediğini söyledi ve sustu. Söyleyişleri üçüncül kişilerle olmuştu ama ne önemi vardı ki. İronik olan, engelsiz olmak değil miydi? Sabahat Soner’in işaretlerini göremiyor, yazdıklarını okuyamıyorum aralarında yalnız başlarınayken dokunuşlardan başka iletişimleri kalmıyordu. Kabartma yazılar da vardı öyle yazardı Soner de. Her şeyin bir çözümü vardı. Sevmek olsun dedi Soner her şeyin çözümü vardı. Sabahat de hissetti bunu yüreğinde ve zamanın donmuş bakışları arasında evlilikle son bulan bir ilişkiye başladılar. Mutluydular, yürekleri ve tümleyenleriyle. Onlar için hayatın anlamı engel değil tamlanmaktı ve tek engel yürekte olandı. Artık bürodaki masasında Sabahat’in adı daha bütünleyici duruyordu. Sabahat Tok Gören.

Emre Şimşek

28.05.1992 tarihinde Sivas’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladı. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenimine devam ediyor. Serbest şiir, deneme ve öykü türünde yazılar kaleme alıyor.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Mutluydular, yürekleri ve tümleyenleriyle. Onlar için hayatın anlamı engel değil tamlanmaktı ve tek engel yürekte olandı.

Selam Emre,

İyi bir avukat olacağından şüphem olmadığı gibi ayrıca iyi bir yazar olabileceğine de inanıyorum. . Başarılarının devamını dilerim genç kardeşim. Engeller yeter ki yürekte olmasın ! insan istedikten ve bu kadar başarılı olduktan sonra bir kaç işi de birarada yapabilir bence.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst