Türkiyede özürlü olmak.!

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi
F

Fırtına

Guest
Özürlü hakları insan haklarının bir parçasıdır.

Bu nedenle özürlü olmakla hiç kimsenin;

İnsanca ve onurlu bir yaşam standardına ulaşma,

Kendi tercihlerini kullanma,

Kendine yeterli birey olarak yetişme ve toplumla kaynaşma,

Bilgi kaynaklarına ulaşma ve kendini özgürce geliştirme,

Bir meslek, bir iş sahibi olma,

Ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve eğitsel alanlarda fırsat eşitliğine sahip olma,

Erişilebilir bir çevrede yaşama,

Kendi sorunlarının çözümüyle ilgili konularda söz ve karar sahibi olma hakkı engellenemez ve kısıtlanamaz.

Özürlülerin en büyük düşmanı stigma, yani damgalanmadır. Damgalanma toplumun sosyo-kültürel yapısından gelen önyargıların oluşturduğu olumsuz bir yaklaşımdır. Toplumun yapıştırdığı stigma sonucu; özürlü denince akla hasta, zavallı, çaresiz, muhtaç, yetersiz, asalak gibi olumsuz düşünceler gelir. Tarih boyunca özürlüler; her zaman insanlık dışı en kötü muamelelere uğrayan, ezilen, dışlanan, istismar edilen bir kesim olmuşlardır. Eğer özürlüler bazı hakların elde edildiği, bazı olanakların sağlanabildiği, yaşam koşullarında belli düzeyde iyileşmenin gerçekleştirilebildiği bugünlere ulaşabilmişlerse; bunun arkasında çok uzun yıllara dayanan çetin mücadeleler, büyük fedakârlıklar, ağır çileler, derin acılar vardır.

Özürlülerin taşlı, dikenli yollardan geçerek fiziksel ve sosyal devasa engelleri aşmaya çalışan temel mücadelesi diğer insanların sahip olduğu bütün fırsat ve olanaklardan eşit düzeyde yararlanmayı ve kendisini toplumun ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettirmeyi başarmaya çalışan onurlu bir mücadeledir. İnsanların olumsuz tutum ve davranışları; önyargılı ve ayrımcı yaklaşımları Özürlüleri işsizlikten de, eğitimsizlikten de daha fazla etkilemektedir. Çünkü iş de bulsanız, eğitim de alsanız her zaman ve her yerde insanların bu olumsuz yaklaşımları karşınıza en büyük engel olarak çıkacaktır. Ayrımcılığın her türü temel insan haklarını tehdit eden, insan onurunu zedeleyen, en olumsuz, en çağ dışı yaklaşımlardan biridir. Ayrımcılıktan en fazla etkilenen kesimlerin başında özürlüler gelmektedir.

Bir okula, bir işe girerken, sokakta yürürken, arkadaş edinirken, aile kurarken, bankada, tapuda, noterde bir işlem yaptırırken ayrımcılık her yerde özürlülerin yakasına adeta bir kene gibi yapışmaktadır.

Ayrımcı ve önyargılı yaklaşım ve uygulamaları sona erdirme konusunda örgütlü mücadelenin her zaman en güçlü ve en etkili yollardan biri olduğu deneyimlerle ortaya çıkmıştır. Toplumda örgütlenme düzeyi zayıf, demokrasi bilinci yetersiz olan kesimler kendilerine sunulan sınırlı hizmetlerle sınırlı özgürlüklerle yetinmeye mahkûm olurlar. Ülkemizde toplumdaki genel örgütlülük oranı en iyimser tahminle % 15’i geçmemektedir. Bu oran engelliler arasında ise % 5’in altındadır.

Her alanda fırsat eşitliği, yaşanabilir engelsiz bir çevre, insanca ve onurlu bir yaşam gibi umut ve özlemlerini gerçekleştirmek isteyen özürlüler mutlaka yaygın ve güçlü bir örgütlenmeyi gerçekleştirmek zorundadırlar.

Bunu yeterince başaramadıkları sürece yanlış inanç ve değer yargılarıyla örülmüş, bireyi kendine ve topluma yabancılaştıran, damgalayıcı, soyutlayıcı anlayışların egemenliğini kıramayacaklar, başkalarının kendilerine biçtiği kalıpların içinde kalmaya mahkûm olacaklardır.

Örgütlü olmak güçlü olmak demektir. Örgütlü olmak kendi sorunlarının çözümüyle ilgili konularda söz ve karar sahibi olmak demektir. Örgütlenerek özgürleşmek, özgürleşerek kendi geleceğini belirlemek her özürlünün en temel hedefi olmalıdır. Örgütsüz toplumlar her şeye boyun eğen kaderine razı, suskun bireylerden oluşur.

Eğer bugün kentlerimizde yollar, kaldırımlar, kamuya açık yapılar, ulaşım hizmetleri yıllardan beri bir türlü uygun standartlara kavuşturulamamışsa bunun tek nedeni özürlülerin yeteri kadar güçlü bir örgütlenmeyi gerçekleştirip bu duruma baş kaldıran demokratik tepkilerini sonuç alıcı biçimde ortaya koyamayışlarındandır.

Eğer bugün özürlü bireyler bazı çıkar çevrelerince herkesin gözü önünde ticari bir meta gibi kullanılarak istismar ediliyorlarsa ve buna seyirci kalınıyorsa, eğer, ayrımcı ve önyargılı uygulamalar bir türlü sona erdirilemiyorsa, eğer özürlülerin yüzde sekseni işsizse, yüzde 36’sı okur-yazar değilse, üniversite mezunu olanların oranı yüzde iki buçuğu geçemiyorsa ve bu çarkı tersine çevirmek zor gibi görünüyorsa bunun tek nedeni özürlülerin bilinçli, kolektif, demokratik örgütlü bir güce erişemeyişidir.

Özürlüler hiç kimseden bir imtiyaz istemiyor. Eşitlik temelinde başı dik, insanca ve onurlu bir yaşam istiyor. Her zaman ve her yerde önce özürlü olarak değil önce insan olarak görülmek istiyor.

Özürlülerin sorunlarına acıma duygusuna, sadaka anlayışına dayalı sadece bağış ve yardımlardan ibaret himayeci yaklaşımlarla asla kalıcı bir çözüm getirilemeyeceği bilinmelidir.

Kentlerimizde, köylerimizde yaşayan yoksul özürlüye, işsiz özürlüye, eğitimsiz özürlüye, evden dışarı çıkamayan, soyutlanan, dışlanan her bir özürlüye ulaşamayan, onun kendine yeterli, üretken, toplumla bütünleşebilen güçlü ve özgür birey haline gelmesine katkı sağlayamayan yaklaşımların sorunları çözmesinin mümkün olamayacağı artık anlaşılmalıdır.

Dünyada ve Türkiye’de görme özürlüler tarih boyunca örgütlü özürlü hareketinin her dönemde itici gücü olmuşlardır. Nitekim ülkemizde 1969 yılında ilk eylemli mücadele görme özürlü kesimin öncülüğünde Ankara’da başlatılmış, daha sonraki yıllarda Altı Nokta Körler Derneği öncülüğünde açlık grevleri, kitlesel mitingler, oturma ve işgal eylemleri, zorunlu ziyaretler, gibi biçimlerde sürdürülmüştür. Bu mücadele süreçlerinde en ön saflarda hep görme özürlüler yer almışlardır.

2002 tarihinde yapılan araştırmaya göre Türkiye’de görme özürlülerin oranı binde 6’dır. Yani ülkemizde 400 bin civarında görme özürlünün bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu araştırmaya tek gözü görmeyenler ve şaşılar da dâhildir. Kuşkusuz her araştırmanın belli oranda bir yanılma payı olabileceği de unutulmamalıdır.



Altınokta Körler Derneği Genel Merkezi
 
Tekerlekli Sandalye
Üst