TÜSİAD 2011 Türkiye İlerleme Raporu Değerlendirmesi‎

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
AB Komisyonu 12 Ekim’de içeriğinde Batı Balkan ülkeleri, Türkiye ve İzlanda ile

ilgili ilerleme raporları ve AB’nin bu ülkelere yönelik genişleme stratejisinin yer aldığı genişleme paketini açıkladı.

Genişleme Stratejisi Belgesi’nde Hırvatistan ile müzakerelerin sonuçlandırılması ve 2013’te bu ülkenin AB üyesi olacağının belirlenmesi ile birlikte AB Genişleme Politikası’nın yeni bir aşamaya girdiği belirtiliyor. Aralık 2006’da AB Konseyi’nin üzerinde uzlaşıya vardığı ilkelerin AB’nin genişleme politikasının çerçevesi olmaya devam ettiği, AB’nin mevcut barış, istikrar, demokrasi ve refah alanını bu politika sayesinde genişlettiği hatırlatılıyor.

Genişleme Stratejisi Belgesi’nin Türkiye ile ilgili bölümlerinde bölgede oynadığı rolü, dinamik ekonomisi ve AB’nin enerji ve dış politikalarına katkılarıyla Türkiye’nin AB’nin güvenlik ve refahı için anahtar ülke durumunda olduğu vurgulanıyor. Ticaret ve yabancı yatırımlar yoluyla büyük ölçüde AB’yle bütünleşmiş olduğu, birçok önde gelen Avrupalı şirket için önemli bir sanayi platformu olduğu ve bu nedenle de Avrupa’nın rekabet gücünün önemli bir bileşeni olduğu belirtiliyor. Katılım sürecinin Türkiye’deki AB reformlarının sürmesi, dış politika ve güvenlik konularıyla ilgili diyalogun sürmesi, ekonomik rekabetçiliğin güçlendirilmesi yolunda en etkin çerçeve olmaya devam ettiği; uzun bir dönemdir yeni bir başlığın müzakerelere açılamamış olmasını üzüntü verici olduğu belirtiliyor. Ortak çıkar alanlarında önemli adımlar atılarak sürecin daha yapıcı bir aşamaya taşınması isteği ortaya koyuluyor. Belgenin “aşılması gereken güçlükler” bölümünde Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü konusuna dikkat çekiliyor ve siyasi ve ekonomik baskılar, yolsuzluk ve suç eylemleri ile basının etki altında bırakılmaya çalışıldığı, gazetecilerin yeterince korunma altında olmadığı ve zaman zaman saldırılara uğradıkları ifade ediliyor. Türkiye’de yasaların ifade özgürlüğünü yeterince güvence altına almaması, gazetecilere yönelik davalar ve soruşturmalar endişe verici bulunuyor.

Belgenin ekonomi ve AB 2020 hedefleriyle ilgili bölümünde ise Türkiye’nin krizden daha büyük bir ekonomi ile çıktığı, büyümenin etkileyici olduğu ancak, bazı olumsuz sinyaller gelmeye başladığı belirtiliyor. Diğer bölümlerde ise Romanların topluma dâhil edilmesi konusunda Türkiye’nin AB Roman Platformu’na katılmaya davet ediliyor. Avrupa ve Ortadoğu’nun kesişme noktasında olan Türkiye’nin son dönemde havacılık ve uluslararası gaz piyasasında rekabeti artıracak olan Güney Gaz Koridoru alanındaki gelişmeler de göz önüne alındığında iki tarafın da yararına katkıları bulunduğu hatırlatılıyor. AB Komisyonu’nun limanların modernleştirilmesi ve yüksek hızlı demiryolları gibi ulaştırma alanlarında Türkiye’yi mali açıdan desteklediği, Türkiye’nin de gaz piyasasını sözleşmelere esneklik getirerek derinleştirmesi gerektirdiği belirtiliyor.

AB Komisyonu son günlerde Türkiye ve G. Kıbrıs arasındaki gerginliğin endişe verici olduğunu belirterek, AB Konseyi’nin iyi komşuluk ilişkilerini zedeleyecek tehdit, sürtüşme ve benzeri eylem kaynağı durumlardan kaçınılması ve anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü yönündeki kararını hatırlatıyor. AB üyesi ülkelerin AB müktesebatı ve Birleşmiş Milletler Deniz Yasası Sözleşmesi de dâhil olmak üzere uluslararası yasalarla uyumlu olmak üzere ikili anlaşmalara taraf olabilme hakları olduğu hatırlatılıyor. Türkiye’nin Ek Protokolü uygulamaya koyması ve böylece G. Kıbrıs ile ilişkilerini normalleştirme yolunda ilerlemesi; tehdit, sürtüşme ve benzeri eylemlerden kaçınılması isteniyor. Türkiye’nin sınır sorunları da dâhil olmak üzere komşularıyla ikili ilişkilerindeki sorunları çözümlemeye çağrılıyor. Yunanistan’ın Türkiye’nin karasularını ve hava sahasını ihlal ettiğine dair şikâyetleri olduğu belirtiliyor.

AB Komisyonu’nun Türkiye’nin katılım sürecinde yeni bir aşamaya geçmek üzere daha uygulamaya dönük bir yaklaşımla ve ortak çıkarların olduğu alanları ön plana alarak, AB ile uyum sürecinde yeni bir gündem oluşturulması için çaba göstereceği belirtiliyor. Bu gündem kapsamına vize, göç ve kişilerin dolaşımı, enerji, terörle mücadele, Türkiye’nin şehir eşleştirmesi, “Vatandaşlar için Avrupa” gibi Topluluk programlarına daha fazla katılımının sağlanması, ticaret ve Gümrük Birliği’nde süregelen sorunların ortadan kaldırılması, serbest ticaret anlaşmaları müzakerelerinde Türkiye ile yakın işbirliği içinde olunması için yollar aranması ve AB ile Türkiye’nin ortak ekonomik potansiyelini ortaya çıkarmaya dönük yeni yollar aranması gibi konular dâhil edilecek.

AB Komisyonu Türkiye ile işbirliğini daha kapsamlı hale getirerek, hali hazırda açılması mümkün olmayan müzakere başlıklarında da ilerleme sağlanması için destek vermeye devam edeceğini vurguluyor.

Ekim 2010 – Eylül 2011 dönemindeki gelişmeleri ele alan 2011 Türkiye Raporu’nda Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin devam ettiği, 33 tarama raporundan 1 tanesinin AB Konseyi’ne sunulmayı beklediği, 9 tanesinin AB Konseyi’nde görüşüldüğü, şu ana kadar 13 müzakere başlığının açıldığı, 1 tanesinin geçici olarak kapatıldığı belirtiliyor. AB – Türkiye arasında kapsamlı siyasi diyalogun sürdüğü, iki taraf arasında gerçekleşen toplantılarda Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini karşılama ve Katılım Ortaklığı’nda belirtilen öncelikleri gerçekleştirme alanında çektiği zorlukların görüşüldüğü, dış ilişkiler alanında da her iki tarafın ilgi duyduğu bölgelerdeki gelişmelerin tartışıldığına yer veriliyor. AB – Türkiye ikili ticaretinin 103 milyar €’ya ulaştığı vurgulanan rapor taslağında Türkiye’nin ortadan kaldırmaya söz verdiği ticaret engellerinden ithalat belgesi, AB’de serbest dolaşımda olan üçüncü ülke mallarıyla ilgili sınırlamalar, devlet yardımları, fikri mülkiyet haklarının uygulanması, yeni ilaçların kayıt süreciyle ilgili zorunluluklar alanında bir ilerleme kaydedilmediği belirtiliyor. Katılım öncesi mali yardım kapsamında Türkiye’ye 2011 yılında 781,9 milyon € ayrıldığı belirtiliyor. Türkiye’de sivil toplumun güçlendirilmesi için mali kaynak aktarıldığı, aktarılan bu kaynağın özellikle sivil toplumun kapasitesinin artırılması ve AB-Türkiye arasında sivil toplum diyalogunun güçlendirilmesi amaçlı projelere kullandırıldığına yer veriliyor.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
1. Siyasi Kriterler

1.1 Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü


Genel seçimler 12 Haziran 2011’de geniş katılımlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Seçimler özgür ve adil bir süreç içinde geçmiştir. Oylama ve oy sayım işlemleri profesyonelce yönetilmiştir.

Raporlama döneminde basın ve medyanın özgürlüğü de dâhil olmak üzere ifade özgürlüğü konusunda endişeler dile getirilmiştir. Mevcut siyasi hava siyasi partiler arasında diyalog ve uzlaşı ruhunu ortadan kaldırmış, kilit noktadaki kurumlar arasındaki ilişkileri kısıtlamış ve bütün bunlar da reform sürecinin devam etmesini engellemiştir.

Aralık 2010’da başlayan “Balyoz” davası Türkiye’de darbe iddialarına yönelik açılan ilk dava olma niteliği taşımaktadır. Gölcük Donanma Komutanlığı’nda bulunan deliller sonrasında 106’sı muvazzaf 163 asker hükümeti güç kullanarak görevinden almak iddiasıyla suçlanarak tutuklanmıştır. Sanıkların salıverilmesi istemi reddedilmiştir. Resmi verilere göre sanıkların sayısı 183’ü tutuklu olmak üzere 224’e çıkmıştır. İddianamede yer alan delillere erişim kısıtlanmış ve bu da sanıkların savunma makamları tarafından endişe verici bir uygulama olarak belirtilmiştir. Tutukluluk kararlarının nedenleri konusunda ayrıntılı bilgi verilmeyişi de savunma tarafından dile getirilen bir kaygı kaynağıdır.

“Ergenekon” davası raporlama süresince devam etmiştir. Adli soruşturma genişletilmiş ve resmi verilere göre sanıkların sayısı 53’ü tutuklu olmak üzere 238’e çıkmıştır. Medya bağlantısıyla ilgili soruşturma kapsamında aralarında Ergenekon soruşturmasını destekleyenlerin de yer aldığı bazı gazeteciler tutuklanmıştır. Mart 2011’de tutuklanan bir gazeteci tarafından yazılan henüz basılmamış bir kitap “terör örgütü belgesi” olarak nitelendirilerek el konulmuştur. Henüz basımı yapılmamış bir kitaba el konulması Türkiye’de basın özgürlüğü ve davanın meşruluğu hakkında endişe ve şüphelere neden olmuştur.

Ergenekon davası ve Malatya’da üç Protestan kişinin öldürülmesi olayı arasında bağlantı kurulmuştur. Olayla ilgili olarak Malatya Jandarma Eski Komutanı dâhil olmak üzere bazı kişiler tutuklanmıştır. Bunu Türkiye’de misyoner çalışmalarla ilgili araştırma yaptığı bilinen bazı ilahiyat profesörlerinin ev ve işyerlerinde yapılan aramalar takip etmiştir.

Tutuklanmalar ve iddianamelerin hazırlanıp sunulması arasında geçen süre, delillere erişimin kısıtlanması ve soruşturma emirlerinin gizliliği, sanıkların adli güvencelerine ilişkin şüpheler doğurmuştur. Aynı endişeler Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun tutuklulukla ilgili maddeleri için de geçerlidir. Yargılama öncesi tutukluluk süreleri endişe verici boyuttadır.

Ergenekon davasını yürüten üç özel görevli savcı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından başka görevlere atanmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde İstihbarattan sorumlu Müdür Yardımcısı başka bir göreve atanmıştır. Bütün bunlar adli makamların ve hükümetin soruşturmaların yürütülmesiyle ilgili rahatsızlıklarını ortaya koymaktadır.

Adli süreçlerle ilgili endişeler yaklaşık 2000 politikacı, yerel yönetim temsilcileri ve insan hakları savunucularıyla ilgili dava olan KCK davası için de geçerlidir. Ekim 2010’da başlayan ve 104’ü tutuklu 152 sanıkla ilgili olan asıl KCK davasına sanıkların savunmalarını Kürtçe yapmak istemeleri sonrasında ara verilmiştir. Adli gözaltı yerine tutuklama yönteminin izlenmesi, dosyalara erişimin sınırlandırılması, gözaltı kararının ayrıntılarının verilmemesi ve bu kararların revize edilmesi Türk adalet sisteminin uluslararası standartlara taşınması ve Terörle Mücadele Yasası’nın değiştirilmesi gereğini vurgulamaktadır.

Yerel seçimlerde seçilen politikacıların tutukluluğu yerel yönetimleri güç duruma düşürmekte ve Kürt sorununun çözümü için gerekli diyalogu güçleştirmektedir.

Ergenekon ve diğer darbe girişimleriyle ilgili soruşturmalar Türkiye’de demokrasinin işleyişine karşı suç niteliğindeki faaliyetlerin ortaya çıkarılması, demokratik kurumlarının işleyişinin güçlendirilmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması açısından önemli bir fırsat niteliğindedir.

Anayasa

• Anayasa reform paketi Eylül 2010’da halkoylaması ile kabul edilmiştir. Uygulamada öncelik adli yapının reformuna verilmiştir. HSYK ve Anayasa mahkemesi ile ilgili yasalar Aralık 2010’da kabul edilmiştir. Bu yasalar Katılım Ortaklığı’nda belirtilen bazı hususlara temas etmektedir. Süreç sırasında Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’na danışılmıştır.
• 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi konusunda görüş birliği mevcuttur. TBMM Başkanı anayasa hukukçuları ile danışma toplantısı gerçekleştirmiş ve kamuoyunun katılımını sağlamak üzere bir web sitesi oluşturulması yetkisi vermiştir.
• Anayasa sürecine sivil toplumun ve siyasi partilerin en geniş şekilde katılımının sağlanmasını güvence altına alacak yöntemler benimsenmelidir.
• 2010 anayasa değişiklik paketinin hazırlanması sırasında siyasi partiler ve sivil toplum ile bir danışma süreci gerçekleştirilmemiştir.
• Yeni anayasa kurumların istikrarını güçlendirerek demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlık haklarının korunması, Kürt sorunu da dâhil uzun süredir devam eden tüm sorunların çözümüne olanak sağlamalıdır.

Parlamento

• TBMM Temmuz ayı başında toplanmış ve 25. TBMM Başkanı olarak Cemil Çiçek seçilmiştir.
• Seçimlerde AKP yeni anayasayı diğer partilerin desteği olmasına gerek kalmaksızın halkoyuna sunabileceği çoğunluk olan 330 milletvekili sayısından 4 noksan kadar milletvekili çıkarmıştır.
• Kadın milletvekillerinin sayısı 48’den 78’e çıkmıştır.
• AKP görevlilerine seçimler öncesindeki gezilerinde eşlik eden bir polis görevlisi terör saldırısı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Ayrıca siyasi partilerin bürolarına yönelik saldırılar olduğu bilgisi edinilmiştir.
• Seçim sistemiyle ilgili hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Avrupa Konseyi üyeleri arasında en yüksek olan %10 seçim barajı devam etmektedir.
• TBMM, Nisan 2011’deki kapanışı öncesinde bir bölümü Kopenhag siyasi kriterlerine de temas eden bir dizi kanun onaylamıştır. Sayıştay Kanunu da bunlar arasında yer almaktadır. Bu kanun kamu harcamalarının TBMM adına Sayıştay tarafından denetlenebilmesini sağlamaktadır.
• TBMM’nin 2010-2014 Stratejik Kalkınma Planı kurumsal ve yönetsel önemli konulara değinmektedir.
• İktidar ve muhalefet partileri arasındaki kutuplaşma reform süreciyle ilgili çalışmaları engellemiştir.
• TBMM’nin iç tüzüğü geliştirilmemiştir.
• Siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili kurallar ve süreç Avrupa standartlarına getirilmemiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Halkın Demokrasi Partisi’nin (HADEP) kapatılmasıyla ilgili olarak Türkiye’nin toplanma ve örgütlenme haklarını ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu karar Türkiye’ye karşı parti kapamalarıyla ilgili dokuzuncu karardır.
• Parlamenterlerin dokunulmazlığı kapsamının yolsuzluklarla ilgili incelemelerin yapılmasını engelleyecek kadar geniş olması endişe vericidir. İfade özgürlüğü konusunun yanlış ve zaman zaman da noksan yorumlanması da endişe vericidir.
• Muhalefet partileri tarafından Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları dolayısıyla tutuklu olan sanıkların milletvekili adayı olarak gösterilmesi Anayasa’nın 14. Maddesinin yorumlanmasıyla ilgili bazı soru işaretlerine neden olmuştur.
• CHP milletvekili tarafından yapılan Milletvekilleri İçin Etik Kanunu önerisi ile ilgili süreç devam etmemiştir.
• TBMM’de kadınlar, engelliler, gayrimüslimler ve azınlıkların temsili yeterli derecede değildir.
• Siyasi partilerin ve seçim kampanyalarının finansmanı ile ilgili yasalar Avrupa standartlarında değildir.

Cumhurbaşkanlığı

• Cumhurbaşkanı kutuplaşmalarda uzlaştırıcı rol oynamaya ve yapıcı açıklamalarına devam etmiştir.
• Son on yılda Diyarbakır’ı ziyaret eden ilk cumhurbaşkanıdır. Burada BDP belediyesini ziyaret etmiştir ve Kürt sorunuyla ilgili çözüme yönelik taahhütte bulunmuştur.
• Hrant Dink davasının daha ayrıntılı incelenmesi için Devlet Denetleme Kurul’una emir vermiştir.
• Gözaltı sürelerinin uzunluğu konusunu eleştirmiştir.
• Dış politikada aktif rol oynamaya devam etmiştir.
• Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin 2012 ya da 2014’te sona ermesiyle ilgili belirsizlik devam etmektedir.

Hükümet

• Haziran seçimleri öncesinde Başbakan özellikle bakanlıkları hedefleyen ve yönetimle ilgili yeniden yapılandırma gerçekleştirileceğini açıklamıştır. Bu çerçevede AB Bakanlığı oluşturulmuş ve ilk defa bir AB Bakanı atanmıştır.
• 2010 Anayasa değişikliğinin yerel yönetimlerle ilgili bölümleri hazırlanan eylem planları çerçevesinde uygulamaya alınmıştır.
• Hükümet AB’ye üyelik konusunda kararlılığını çeşitli sebeplerle dile getirmiştir.
• Başmüzakereci katılım müzakereleri kapsamında bakanlıklar arasındaki eşgüdüm çabalarını ve sivil toplumu sürece dâhil etme çabalarını sürdürmüştür.
• Reform İzleme Grubu toplanmaya devam etmiştir.
• AB ile ilgili bilgilerin dağıtımı konusundaki çalışmalar iller ve belediyeler düzeyine inmiştir. 2010’daki karar sonrasında her ilde AB işlerinden sorumlu bir vali yardımcısı atanmıştır.
• 2008 tarihli AB Müktesebatının Uyarlanması İçin Ulusal Program kapsamındaki eylem planlarının sistemli denetimi iyileştirilmelidir.
• Yerel yönetimlere daha fazla yetki verilmesi konusunda ilerleme kaydedilmiştir. Belediyeler merkezden dağıtılan bütçeye bağımlıdır.
• 2007 Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi tavsiye kararları doğrultusunda Türkçeden başka dillerin kamu hizmetlerinde kullanımı ve belediye başkanlarının ve belediye meclislerinin adli takibe uğrama korkusu olmaksızın siyasi kararlar alabilmesini sağlamak üzere Belediyeler Yasası’nda reform yapılmamıştır.
• Seçilmiş belediye başkanlarının KCK davası kapsamında tutuklu bulunması yerel yönetimleri güç duruma düşürmektedir.

Kamu Yönetimi

• 2010 anayasa değişiklikleri ile birlikte vatandaşların bilgiye erişimi anayasal hak olarak belirlenmiştir.
• Ombudsman makamının kurulması için gerekli taslak yasa Ocak 2011’de TBMM’ye sunulmuştur. Taslak yasa hala kabul edilmemiştir. Taslak yasaya göre ordu tarafından gerçekleştirilen işlem ve eylemler Ombudsman’ın yetki alanına girmemektedir. Yasa Baş Ombudsman’ın TBMM tarafından en fazla dört turda seçilmesini öngörmektedir. AB ülkelerindeki genel uygulamaya göre Ombudsman askeri makamları da şu ya da bu şekilde denetlemektedir. Taslak yasada kamu makamları ile bireyler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde Ombudsman’a yetki vermektedir. Ancak Ombudsman’ın kendi girişimiyle soruşturmalar yapmasına olanak sağlanmamıştır. Vatandaşlara şikâyetlerini Ombudsman makamına iletmeleri için verilen 90 günlük süre AB ülkelerindeki genel uygulamalardan daha kısadır.
• Hükümet Avrupa Ombudsman makamı ile iyi bir çalışma ilişkisine girmiştir.
• Sayıştay Yasası Sayıştay’a kamu harcamalarını denetim yetkisi vermektedir. Bu denetimlere ait raporlar “ulusal güvenlik” klasmanı altına mümkün olduğunca alınmayarak kamuoyunun erişimine sunulmalıdır.
• Şubat 2011 Kamu Hizmet Yasası engelli, hamile ve yeni çocuk sahibi olan geçici ve sözleşmeli kamu çalışanları için ek güvenceler getirmiştir.
• E-hükümet çalışmaları devam etmiştir.
• Birçok projenin kalitesi yasal etki analizi ve uygulama etki analizleri sayesinde artırılmıştır.
• Kamu hizmetleri reformu kapsamında çağdaş bir insan kaynakları yönetimine ihtiyaç bulunmaktadır.
• Aşırı bürokrasinin azaltılması konusunda ilerleme sağlanmamıştır.
• Hükümetin isteği üzerine TBMM tarafından kanun hükmünde kararname (KHK) ile verilen merkezi yönetimin yeniden yapılandırılması yetkisi muhalefet tarafından eleştirilmiştir. Bu KHK hükümete Kamu Hizmet Yasası’nı değiştirme yetkisini vermektedir.
• Sayıştay Kanunu’nun uygulanması ve hükümetin denetlenmesi için kapasite artırımı gereklidir.
• Kamu Maliyesi Yönetimi ve Denetim Kanunu’nun uygulanması için iç denetim kapasitesinin ve strateji geliştirme bölümlerinin güçlendirilmesi gereklidir.
• Ağustos 2011’de kabul edilen KHK, son dönemde AB müktesebatı ve uluslararası standartlara uygun kurulmuş bağımsız kurumların faaliyet ve işlemlerini, konuyla ilgili bakanlıklar tarafından kontrol edebilir konuma getirmiştir. Bu değişiklik rekabet, enerji ve bilgi toplumuyla ilgili bu kurumların bağımsızlıklarına gölge düşürmüştür.
• İdarenin merkezden yerel yönetimlere kaydırılması konusunda ilerleme sağlanmamıştır.
• Kamu idaresinde reform için daha fazla siyasi irade gösterilmelidir.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Güvenlik Güçlerinin Sivil Denetime Tabi Olması

• Ekim 2010’da Milli Güvenlik Kurulu’nun onayladığı yeni Milli Güvenlik Politikası belgesi kamuya açıklanmamıştır.
• “Balyoz” davasının kapsamında tutuklamalar devam etmiş ve hava kuvvetleri mensupları da dâhil olmak üzere askerler tutuklanmıştır.
• Sivil toplum kuruluşlarının (STK) ve kayıp kişilerin ailelerinin talebi üzerine toplu mezarların açılması işlemlerine başlanmıştır.
• “Hakikat Komisyonu” oluşturulması talebi reddedilmiştir.
• 2010 Anayasa değişiklikleriyle görevden alınan ordu mensuplarıyla ilgili Yüksek Askeri İdare Mahkemesi kararları sivil mahkemelerce incelenebilir hale gelmiştir. Savunma Bakanlığı içinde kurulan komite görevden azledilen askerlerin devlet kurumlarında görevlendirilmesi ya da emekliliğe ayrılması ile ilgili başvuruları inceleyecektir.
• Uyuşmazlık Mahkemesi “Şemdinli” davası duruşmalarının Van 3. Ceza Mahkemesi’nde devam etmesine karar vermiştir. Mahkeme Genelkurmay Eski Başkanı da dâhil olmak üzere dört üst düzey askerin sorgulanmasını istemiştir.
• Askeri harcamaların sivil denetime tabi olması konusunda Sayıştay Kanunu’nun kabul edilmesi çerçevesinde ilerleme sağlanmıştır.
• Başbakanlığa bağlı olarak terörle mücadele politikalarının eşgüdümünü sağlamak üzere Kamu Düzenliği ve Güvenlik Müsteşarlığı kurulmuştur.
• Ağustos 2011’deki Yüksek Askeri Şura öncesinde Genelkurmay Başkanı’nın yanı sıra kuvvet komutanları istifalarını istemişlerdir. İstifalar sonrasında zaman geçirmeksizin yapılan atamalar hükümetin asker üzerindeki denetimini teyit etmiştir. Ancak terfilerle ilgili sivil denetimi halen sınırlıdır.
• Milli Güvelik Konseyi’nin kompozisyonu ve yetkileri ile ilgili reformlarda, özellikle terfilerde sivil makamın da yetkili olması konusunda ilerleme sağlanmalıdır.
• Ordu mensupları devam etmekte olan davalar ve soruşturmalarla ilgili yorumlar yapmaya devam etmiştir.
• Jandarma kuvvetleri İçişleri Bakanlığı’na bağlı olmakla birlikte, özlük hakları ve eğitim bakımlarından bu bakanlığa sorumlu değildir. Disiplin suçları İçişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı yerine Genelkurmay Başkanlığı tarafından ele alınmaktadır.
• EMASYA’nın iptal edilmesinin dayanağı olan İl İdaresi Kanunu, askeri operasyonların yerel sivil idarenin izni ile gerçekleştirilebilmesine olanak sağlayacak şekilde değiştirilmelidir.
• İstihbarat da dâhil olmak üzere güvenlik alanıyla ilgili kurumlar yeterince saydam değildir.
• Anayasa reform paketinde gerçekleştirilen değişikliği hayata geçirmek üzere askeri mahkemelerin işleyişi ve yetki alanıyla ilgili yasalarda değişiklik yapılmalıdır.
• Sayıştay Yasası’nın en büyük eksikliği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Güçlendirme Vakfı’nın mali harcamalarını denetleme yetkisinin Sayıştay’a verilmemiş olmasıdır.
• TSK İç Hizmet Yasası’nda değişiklik yapılmamıştır. Yasa ordu mensuplarının siyasete karışmasına olanak sağlamaktadır.
• Milli Güvenlik Kurulu Kanunu’nda yer alan “güvenlik” tanımı bütün politika alanlarını kapsayacak kadar geniştir. Bu yasada değişiklik yapılmalıdır.
• Yalnızca tercih edilen bazı medya kuruluşlarının akreditasyonuna devam edilmektedir.
• Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanı yerine Başbakan’a raporlama yapmaya devam etmektedir.
• Liselerde Milli Güvenlik dersinin ordu mensupları tarafından verilmesi uygulamasına devam edilmektedir.

Adli Sistem

• Yargının tarafsızlığı alanında Aralık 2010’da HSYK Kanunu kabul edilmiştir. Hükümet Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’na danışmıştır. Bu yasa ile HSYK’nın kompozisyonu daha çoğulcu ve yargı sistemini temsil edecek şekilde değişmiştir.
• Adalet Bakanı’nın etkisi sürmekte, Bakan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Başkanı olmaya devam etmektedir. Ancak artan üye sayısı sayesinde Bakanın etkisi toplam üye sayısının %10’undan azdır.
• HSYK için on asil ve altı yedek üyenin seçimi gizli seçim yöntemiyle yapılmıştır ve kampanya yapılması yasaklanmıştır.
• Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişiklik paketini iptal kararı sonrasında, HSYK üyelerinin belirlenmesi seçiminde hâkim ve savcıların tek adaya oy vermesi uygulanamamıştır; aday sayısı kadar oy kullanılabilmesi sebebiyle sadece çoğunluk tarafından desteklenen adayların HSYK’na seçilmesi mümkün olabilmektedir. Hâkim ve savcıların tek adaya oy verebilmesi sağlanmalıdır. HSYK’nın yargı mensubu olmayan dört üyesinin seçimi TBMM’nin yetkisi olmaksızın Cumhurbaşkanı’nın yetkisine bırakılmıştır.
• Mevcut kurallar baro üyelerinin HSYK’da sürekli temsilini güvence altına almamaktadır.
• Anayasa değişiklik paketinin uyarlanması çalışmalarının TBMM’de sürdüğü sıralarda yüksek mahkeme mensupları yargı reformu konusunda eleştiriler dile getirmişlerdir. Bazı bağımsız hâkimler ve savcılar birlikleri ile baro birlikleri yargının bağımsızlığı konularında endişelerini dile getirmişlerdir.
• Şemdinli davası sonuçlandırılmamıştır. Davaya bakan sivil savcının meslekten men edilmesi yargının bağımsızlığına şüphe düşürmektedir.
• Tarafsızlıkla ilgili olarak Mart 2011’de Anayasa Mahkemesi Kanunu kabul edilmiştir. Venedik Komisyonu’na danışılmıştır. Yasa ve Anayasa değişiklikleri sonrasında Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısında artış gerçekleşmiştir. Üyelerden üçü TBMM tarafından seçilmeye başlanmıştır. Yine de Mahkeme Türk adalet sistemini yeterince temsil etmemektedir. Üye adaylarının belirlenmesi ve üyelerin seçiminde TBMM’nin yetkileri sınırlıdır. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde çok fazla yetkisi bulunmaktadır.
• Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurular mümkün hale getirilerek, yetki alanı genişletilmiştir.
• Mahkeme salonlarındaki fiziki koşullar ve düzenlemeler iddia ve savunma makamının eşitliği ilkesini güvence altına alındığını yansıtmamaktadır.
• Adaletin etkinliği alanında Yargıtay ve Danıştay Kanunları üzerinde değişiklik yapılmıştır. Danıştay üyelerinin seçimleri saydam bir şekilde yapılmış, üyelerin aldığı oy sayıları İnternet sitelerinde yayımlanmıştır.
• İlk derece mahkemelerinin iş yünü azaltmak üzere Mart 2011’de yasa kabul edilmiştir.
• Yargının bütçesi 2010’da 4,7 milyar TL iken 2011’de 6,1 milyar TL’ye çıkarılmıştır; devlet bütçesinin %1,81’i kadardır.
• Adalet Bakanlığı ve HSYK tarafından mahkemelerin performansı ile adalet sisteminin tamamını değerlendirebilmek amacıyla ortak bir stratejik çerçeve, güvenilir göstergeler ya da kıstaslar oluşturulmamıştır. Böyle bir aracın oluşturulması sayesinde biriken eski davaların ve yeni davaların iş yükü sorununa daha kolay bir çözüm bulunabilecek ve kaynakların dağıtımı daha uygun bir şekilde gerçekleştirilebilecektir.
• Mahkemeler arasında farklı yapılar ve farklı kayıt süreçlerinin olması, aynı bina içinde çalışmalarını sürdürse bile farklı mahkemeler arasında bir bağlantı olmaması zaman ve kaynak kaybına neden olmaktadır.
• Yerel temyiz mahkemeleri hala kurulmamıştır.
• Temyiz mahkemelerinde incelenmeyi bekleyen dava sayısı çok yüksektir. 2009 sonunda bu sayı ceza davaları için 1,2 milyon iken 2010 sonunda 1,4 milyona ulaşmıştır. Özel hukuk davalarında 2010 sonunda 1,1 milyona; idari mahkemelerde ise 200 bine ulaşılmıştır.
• Yargılama öncesi gözaltı sürelerinin uzunluğu özellikle ele alınmayı gerektirmektedir. Bu davalara öncelik verilerek yargılama sürecinin sonuç kalitesini düşürmeyecek şekilde kısa tutulmasına gayret edilmelidir.
• Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun tutuklamayla ilgili maddeleri yoğun bir şekilde cezai uygulama şeklinde kullanılmaktadır. Tutuklama ve gözaltına alma uygulamalarına alternatif uygulamalar kullanılmamaktadır. Yasada 2005’te yapılan değişiklik, 2010’da birçok tutuklunun salıverilmesine neden olmuştur.
• Yargılama öncesi gözaltına alma uygulaması ancak kamu çıkarı için gerekli durumlarda yapılmalıdır.
• Terörle ilintili davalarda savunma makamı suçlayıcı delile ya da açıklamalara yargılama öncesinde erişip inceleyememektedir.
• Adli takip yerine tutuklamalar, bilgilerin, delillerin sızdırılması, dosyalara erişimin sınırlandırılması, gözaltı kararıyla ilgili gerekçelerin verilmemesi ve bu kararların değiştirilmesi endişe vericidir.
• Adalet Akademisi ve Danıştay tarafından sürdürülen çalışmalara rağmen savcılık makamı ve mahkemelerde sözcü uygulaması başlatılmamıştır.
• Kamuoyunda ilgi uyandıran davalar üzerindeki kuşkuları ortadan kaldırmak üzere polis, jandarma ve adalet makamları arasındaki çalışma ve işbirliği güçlendirilmelidir.
• 2005’te kabul edilen Adli Polis Yönetmeliği uygulamaya konulmamıştır. Savcılık makamlarına bağlı adli polis birlikleri oluşturulmamıştır.
• Arabuluculuk ve uzlaşı mekanizması uygulamaya konulmamıştır; yargıçlar, hâkimler ve avukatlar da bu konuda eğitim görmemişlerdir.
• Mahkeme uzman incelemesi sistemi uzmanların listesi ve resmi uzman inceleme ücretlerini sağlamamaktadır. Ekspertiz raporlarının sunulması için süre belirlenmemiştir.
• Adli tıp incelemelerinin devlet hastanelerine ve sağlık merkezlerine aktarılması yavaş ilerlemektedir. Adli Tıp Enstitüsü’nde bekleyen iş yığını ceza davalarının aksamasına neden olmaktadır.
• 2009’da kabul edilen yargı reform stratejisindeki bazı noktalar Anayasa değişikliklerine dâhil edilmiştir. Bu stratejinin Türk adalet sistemince benimsenmesi için sivil toplumun da katılımıyla, daha saydam ve kapsayıcı bir gözle değişiklikler yapılması gereklidir.

Yolsuzlukla Mücadele

• 2010-2014 Strateji ve Eylem Planı paralelinde Saydamlığın Artırılması ve Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Komisyonu yolsuzlukla ilgili 28 konuda çalışma gruplarının önerilerde bulunmasını sağlamış, öneriler ilgili bakanlık komitesi tarafından onaylanmıştır.
• Yolsuzlukla mücadelede ilgili kurumların bağımsızlığı ve gücü artırılmamıştır. Yeterli personel bulunmamaktadır. Sürece STK’ların katılımı artırılmalıdır.
• Türkiye Yolsuzluğa Karşı Devletler Topluluğu’nun (GRECO) 21 önerisinden 19’unu uygulamaya koymuştur.
• Milletvekillerinin yolsuzlukla ilgili suçlarda dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda bir gelişme sağlanmamıştır. Üst düzey kamu personelinin yolsuzluklarla ilgili suçlarda yargılanmasını sağlamak üzere nesnel koşullar ve kıstaslar belirlenmelidir.
• GRECO’nun üçüncü izleme sürecinden sonra oluşturduğu suçlama ve partilere mali kaynak aktarımında saydamlık konularıyla ilgili önerileri uygulamaya konulmalıdır.
• Siyasi partiler ve seçim kampanyalarının finansmanının saydamlaştırılmasıyla ilgili ilerleme kaydedilmemiştir.
• Siyasi partilerin denetimi yeterli değildir. Seçim kampanyalarının denetlenmesi için yasal dayanak mevcut değildir. Parti ve kampanya harcamaları için bir limit bulunmamaktadır. Yasada seçim kampanyalarıyla ilgili madde bulunmamaktadır. Partiler bu harcamalarını mali tablolarına yıllık raporlama kapsamında koyarak Anayasa Mahkemesi’ne sunmakta, Mahkeme sadece raporlama gereklerine uyulup uyulmadığını denetleyip, verilerin ve kaynakların doğruluğunu incelememektedir.
• Etik kurallarının akademi, adalet ve askeri personeli kapsayacak şekilde genişletilmesi konusunda ilerleme sağlanmamıştır.
• Sayıştay Yasası kamu kurumlarının saydamlığını ve güvenilirliğini pekiştirecektir.
• Yolsuzlukla ilgili soruşturmaların, iddianamelerin ve oluşturulan kararların kayıt altında toplanmasıyla ilgili ilerleme kaydedilmemiştir.
• Deniz Feneri davasıyla ilgili olarak RTÜK Eski Başkanı da dâhil olmak üzere dört üst düzey görevli gözaltına alınmıştır. İddianame mahkemeye sunulmamıştır. Soruşturmayı yürüten savcı ekibinin görevden alınması soru işaretlerine neden olmuştur.

1.2. İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması

Uluslararası İnsan Hakları Hukukuna Uyum

• Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel İstismar ve Cinsel Tacizden Korunması Sözleşmesi TBMM’de Kasım 2010’de kabul edilmiştir.
• 2005’te imzalan BM İşkenceyle Mücadele Sözleşmesine Ek İhtiyari Protokol (OPCAT) Eylül 2011’de onaylanmıştır.
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç ek protokolü halen onaylanmamıştır.
• Raporlama süresinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini belirleyen 418 karar almıştır.
• Türkiye verilen kararların birçoğunu dikkate almış ve 2010 yılında toplam 24,5 milyar € tazminat ödemekle yükümlü olmuştur.
• AİHM başvuruları sayısında beşinci yıldır artış gerçekleşmiştir. Ekim 2010’dan itibaren 7.764 yeni başvuru yapılmıştır. Başvuruların büyük çoğunluğu adil yargılanma ve mülkiyet haklarının korunması konusundadır.
• Türkiye AİHM kararlarının bazılarını seneler geçmesine rağmen uygulamaya koymamıştır. Hükümetin bu konuda adım atacağı yönündeki açıklaması hayata geçirilmemiştir.
• G. Kıbrıs-Türkiye davasında K. Kıbrıs’ta yaşayan Rumların mülkiyet haklarıyla ilgili sınırlamalar ve kayıp kişilere ilişkin AİHM kararı uygulanmayı beklemektedir.
• AİHM K. Kıbrıs’ta kurulan Taşınmaz Mallar Komisyonu’nu etkin bir yerel çözüm olarak değerlendirmiş, K. Kıbrıs’taki mülkiyet hakları ile ilgili 1500 civarında dava bu komisyona gönderilmiştir.
• “Ombudsman” makamı oluşturulması için hazırlanan kanun taslağı TBMM’ye iletilmiştir.
• Kamu personelinin, hâkim ve savcıların, polis mensuplarının insan hakları eğitimleri sürdürülmüştür.
• Adalet Bakanlığı içerisinde AİHM’de devam eden davaların takibi ve kararların uygulanması için bir İnsan Hakları Bölümü kurulmuştur.
• TBMM İnsan Hakları İnceleme Komitesi’ne 1500 dilekçe verilmiş, Komite 7 rapor yayımlamış ve özellikle tutuklu bulundukları dönemde özellikle ülkenin güneydoğusunda ve 1980 darbesi sonrasında kaybolduğu iddia edilen kişilerle ilgili bir alt komisyon kurmuştur.
• İnsan hakları alanında faaliyet gösteren kurumlar bağımsızlık ve işleyişte özerklik bakımından BM Paris İlkeleri’ne uygunluk göstermemektedir. Şubat 2010’da Türkiye Bağımsız İnsan Hakları Kurumu’nun kurulması için TBMM’ye iletilen yasa taslağının BM çerçevesine uyumunun sağlanması ve sivil topluma danışılması gereklidir.
• Birçok insan hakları savunucusuna karşı özellikle terörle mücadele kapsamındaki Türk Ceza Kanunu maddelerine dayanarak ceza davaları açılması ciddi endişe uyandırmaktadır.
• Terörle Mücadele Yasası yeniden düzenlenmemiştir ve ciddi kaygılara neden olmaktadır.

Medeni ve Siyasi Haklar

• İşkence ve kötü muamelenin engellenmesi çabaları sürdürülmüş, BM İşkenceyle Mücadele Sözleşmesine Ek İhtiyari Protokol Eylül 2011’de onaylanmıştır.
• Avrupa Konseyi “İşkencenin Ve İnsanlık Dışı Veya Onur Kırıcı Muamele Ve Cezanın Önlenmesi Komitesi” kapsamında Türkiye’ye yaptığı 5. dönemsel ziyaret raporunu yayımlamıştır. Raporda yasa uygulayıcı makamlar tarafından gerçekleştirilen kötü davranışın şiddeti ve bu olayların sayısında bir düşüş eğilimi gözlendiği belirtilmiştir.
• Sağlık personeli, hâkimler ve savcılara işkence ve kötü muamelenin araştırılması ve belgelenmesi ile İstanbul Protokolü’nün uygulanması konusunda eğitim verilmiştir.
• Güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanma eylemleri devam etmektedir. STK’lar güvenlik güçlerinin orantısız ateşli silah kullanarak ölüme yol açtığı olaylar bildirmiştir.
• Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komitesi raporunda özellikle tutuklamalar sırasında aşırı güç kullanıldığına dair inandırıcı bulgular tespit edilmiştir.
• Komite ziyaretlerinde yasadışı göçmenlerin bulundurulduğu merkezlerde bir takım önemli eksiklikler belirlenmiş, bu merkezlerden birçoğunun aşırı kalabalık, gün ışığı almayan ve sağlık koşullarını karşılamayan yerler olduğu görülmüştür.
• Güvenlik güçleri ve yasa koruyucu kurumlar işkence ve kötü muamele iddiasında bulunan kişilere karşı davalar açmışlar ve bu davalardan birçoğu mahkemeler tarafından öncelikli olarak ele alınmıştır.
• Halen yürürlükte olan Sağlık, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları arasındaki üçlü protokol uyarınca tutukluların sağlık muayenelerinde güvenlik güçleri mensupları bulunabilmektedir.
• İnsan hakları ihlallerinde kişisel dokunulmazlık ve cezadan muaf tutulma uygulamalarıyla mücadele yetersiz kalmıştır.
• 1996 yılında Diyarbakır hapishanesinde güvenlik güçlerinin yer aldığı ve sekiz mahkûmun ölümü ve altı mahkûmun yaralanması ile sonuçlanan operasyon ile ilgili dava süreci tamamlanmamıştır. AİHM Türkiye’yi bu olay nedeniyle defalarca kez kınamıştır.
• Nijeryalı bir mültecinin öldürülmesi konusunda İstanbul’da bir polis memuruna karşı açılan dava tamamlanmamıştır.
• Halen bağımsız bir polis şikâyet mekanizması bulunmamaktadır.
• Polislere karşı açılan işkence ve kötü muamele konulu idari soruşturmalar halen diğer polisler tarafından yapılmakta, bu da soruşturmanın tarafsızlığını riske atmaktadır.
• İşkence ve kötü muameleden ya da ölümcül silah ateşlemeden suçlu bulunan güvenlik gücü mensupları kısa cezalar almış ya da cezaları ertelenmiştir.
• Askerlik süresince kötü muamele, açıklanamayan ölümler, işkence ve adil yargılanma eksiklikleri rapor edilmiştir. Nisan ayında AİHM, Türkiye’nin Yüksek Askeri İdare Mahkemesi’nde görülen bir davada adil yargılanma hakkının ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Vicdani ret ve kötü muameleyle ilgili davalar devam etmektedir.
 

gülümse_hayata

Üye
Üye
Katılım
Kas 9, 2010
Mesajlar
16,299
Tepkime Puanı
15
Puanları
0
Yaş
49
Adalete erişim alanında:

• Baroların çabaları sonucu vatandaşlar adalete erişim hakları konusunda bilgilendirilmeye çalışılmıştır.
• Kırsal kesimde ve dezavantajlı gruplar arasında adalete erişimde sorunlar devam etmektedir.
• Tutukluların büyük bir bölümünün, özellikle kadın ve gençlerin hukuki yardıma erişimi kısıtlıdır.
• Tutukluların birçoğunun ücretsiz hukuki danışma hizmeti alabileceklerini bilmediği ve hukuki yardım alamadığı belirlenmiştir.
• Hukuki yardım için belirlenen mali kaynaklar yetersizdir. Avukat ücretleri çok düşüktür ve sanıkların olağan davalarda ödedikleri ücretlerle karşılaştırılabilir durumda değildir.
• Kamuoyunda hukuki yardım bilinci düşüktür. Adalet Bakanlığı ve HSYK mahkeme celseleriyle ilgili bilgi yayımlamamaktadır.
• Mahkemeler dilekçe örnekleri sunmamakta, danışma hizmeti vermemektedir.
• Sanıklar halen avukat talep etmenin suçu kabullenmek anlamına geleceği gibi yanlış bir kanıya sahiptir.
• Cezaevi reformu devam etmiştir. Adalet Bakanlığı’nda rehabilitasyon hizmetlerini iyileştirmek için oluşturulan vaka yönetim modeli dört ıslahevinde uygulanmaktadır.
• Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na yapılan değişiklik 2010 sonunda yürürlüğe girmiş ve mahkeme kararı öncesinde tutuklu olarak geçirilebilecek süreyi sınırlamıştır.
• Cezaevlerinde sağlık hizmetlerine erişim için Adalet Bakanlığı tarafından bazı girişimlerde bulunulmuştur. Şubat 2011 itibariyle hükümlü ve tutuklular için tahsis edilmiş rehabilitasyon merkezi sayısı beşe çıkarılmıştır.
• Mahkeme kararları ve şartlı tahliye sayılarında artış olmuştur.
• Cezaevinde bulunan kişi sayısı artmaya devam etmiştir. Cezaevlerindeki kişilerin %47’si hakkında henüz bir hüküm verilmemiştir.
• Cezaevi sistemi özellikle kalifiye personel bakımından yeterli kaynaklara sahip değildir.
• Islahevlerinin sayısı yetersizdir ve yetişkinler için kullanılan cezaevlerinde çocukların, özellikle kız çocuklarının yetişkin kişilerden tamamen ayrı tutulması sağlanamamıştır.
• Ulusal ceza ve tutukevlerinin denetlenmesi standartları halen BM standartlarıyla uyumlu değildir. Cezaevi denetim heyetleri etkin değildir ve yetersiz kalmaktadır. Bu heyetlerin habersiz ziyarette bulunma hakları ya da bunu yapabilecek kaynakları bulunmamaktadır.
• Adli Tıp Kurumu’nun çalışmasındaki gecikmeler hasta bazı tutukluların yargılanma süreçlerinde aksaklıklara neden olmaktadır.
• Hasta tutukluların hastaneye tedaviye gönderilmesinde ciddi sorunlar bulunmaktadır. Hastanelerde bu kişiler için güvenlikli odalar bulunmamakta ve muayeneler güvenlik gücü mensuplarının bulunduğu ortamlarda yapılmak zorunda kalmaktadır.
• Türk makamları henüz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ilkeleri ışığında tutukluların haklarında yapılabilecek kısıtlamalarla ilgili genel bir belge düzenlememişlerdir. Gazete, dergi ve kitaplar cezaevlerinde yasaklı olmaya devam etmektedir.
• Cezaevlerinde açık ve kapalı görüşler konusunda ortaya çıkan uygulama kaygı vericidir.
• Cezaevlerinde Kürtçe dilinin ziyaretler ve mektuplarda kullanımı konusunda halen kısıtlamalar bulunduğu rapor edilmektedir.
• Bayrampaşa Cezaevi’nde 2000 yılında “Hayata Dönüş” operasyonu konusundaki dava halen devam etmektedir.

İfade ve basın özgürlüğü alanında:

• Medya ve kamuoyunda hassas tabir edilen Kürt sorunu, azınlık hakları, Ermeni sorunu ve ordunun rolü gibi konular açıklıkla ve serbestçe tartışılmaya devam etmiş, muhalif görüşler düzenli olarak dile getirilmiştir.
• Meclise TCK’da gazetecilere karşı davalar açmakta sıklıkla kullanılan 285 ve 288 no’lu maddelerini de içeren kısıtlı sayıda maddeyle ilgili değişiklik yapılması için teklif sunulmuştur.
• TCK’nın 301. Maddesi’nde değişikliklerin yapıldığı Mayıs 2008 tarihinden sonra bu madde kapsamında birkaç dava açılmıştır.
• İfade özgürlüğü ihlalleri sayısının yüksekliği ciddi kaygı uyandırmaktadır.
• Basın yayın özgürlüğü uygulamada kısıtlı hale gelmiştir.
• Gazetecilerin hapse atılması ve Ergenekon soruşturması kapsamında henüz basıma girmemiş bir kitaba el konulması kaygıları artırmaktadır.
• Cezaevindeki gazeteci sayısı yüksektir.
• Kürt sorunu konusunda yazan yazar ve gazetecilere karşı çok sayıda dava açılmıştır.
• Kürt sorunu konusunda haber yapan ya da Kürtçe yazı yayımlayan gazeteler üzerindeki baskı devam etmiştir. Bazı sol görüşlü ve Kürt gazeteciler terörizm propagandası yapmaktan hüküm giymiştir.
• İfade özgürlüğü ihlallerinin büyük bir kısmı konusunda AİHM’e başvuru olmuştur. AİHM kararlarının uygulanabilmesi için yasal düzenlemeler ve değişiklikler yapılması gerekmektedir.
• Türkiye’deki ceza kanunları çok sorunludur ve ifade özgürlüğüne orantısız kısıtlamalar getirmektedir.
• Basın Yasası ve Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar konusundaki kanun ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı şekilde kullanılmaktadır.
• TCK’nın birçok maddesinde değişiklik yapılması gerekmektedir.
• Terörle Mücadele Yasası’ndaki terör tanımının genişliği ifade özgürlüğünü kısıtlamak üzere kullanılmaya devam edilmektedir.
• Hâkimler ve savcılar tarafından mevcut yasaların yorumlanmasındaki orantısızlık ifade özgürlüğü ihlallerine neden olmaktadır.
• Şiddete teşvik ve kışkırtma kavramının yorumu AİHM kararlarına uygun değildir.
• Türk hukuk sisteminde gerçeğin ve kamu yararı savunulması kavramları bulunmamaktadır.
• Cezai yargılamaların uzunluğu ve sanıkların dava sürecinde kendilerine karşı kanıtlara erişimindeki sıkıntılar ifade özgürlüğünü kısıtlamaya devam etmektedir.
• Üst düzey hükümet üyeleri ve devlet memurları ile ordu hakkında haber yapan gazetecilere karşı dava açılmaktadır.
• Bu gelişmeler, Türk basın-yayın organlarında geniş kapsamda oto sansür uygulanmasına neden olmaktadır.
• 2 Mayıs 2011 tarihinde Anayasa Mahkemesi Basın Yasası’nın 26 no’lu maddesini iptal etmiştir. Bu karar Temmuz 2012’de yürürlüğe girdiğinde savcılar artık bir süreli yayının yayımlanmasını takiben dava açmak konusunda bir zaman kısıtlamasına tabi olmayacaklardır. Mevcut durumda bu süre günlük yayınlar için 2 ay ve haftalık yayınlar için 4 aydır.
• 2009’da hükümete muhalif olduğu bilinen Doğan Medya Grubu’na yönelik açılan vergi cezası davası sürmektedir.
• Genel olarak basın-yayın organlarına çok sayıda ve yüksek meblağlarda cezalar verilmiştir.
• Harakiri adlı mizah dergisi 2. Sayısından sonra Başbakanlık Çocukları Zararlı ve Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından çarptırıldığı 150 bin TL ceza nedeniyle kapatılmaya zorlanmıştır. Bu kurul yapısı ve görev tanımı dolayısıyla sıklıkla eleştirilmektedir.
• Mart 2011’da bir Asliye Hukuk Mahkemesi Yargıtay’ın kararına katılmış ve Orhan Pamuk’u 2005’te yaptığı Ermeni ve Kürtlerin öldürülmesi ile ilgili konuşmasından dolayı para cezasına çarptırmıştır.
• Nefret söylemi konusunda Avrupa Konseyi’nin Türkiye ve basın-yayın organlarını dini azınlıklara saygı ile ilgili ahlak kuralları oluşturmaya davet etmesine rağmen hala bir gelişme kaydedilmemiştir.
• Nefreti teşvik eden kışkırtıcı söylemlerin kovuşturulabilmesi için yeni bir yasaya ihtiyaç vardır.
• Yayın yasak ve kısıtlamalarında yeni yasal çerçeveye rağmen iyileşme kısıtlı kalmıştır. Uygulanabilecek para cezaları artırılmıştır.
• RTÜK 2011 başında televizyon istasyonlarına ihtarda bulunmuş ve tarihi kişilerin özel hayatlarına saygı, eşcinsellik tartışmaları ya da film ve dizilerde eşcinsel sahneler konusunda para cezaları vermiştir.
• Orantısız kapsam ve süreli internet sitesi yasakları sıklıkla devam etmektedir.
• Türkiye İletişim Başkanlığı (TİB) Mayıs 2009’dan beri yasaklı internet siteleri konusunda istatistik yayımlamamaktadır. TİB’e karşı bu konuda bir dava açılmıştır.
• Youtube ve bazı diğer internet portallarına karşı açılan ve vatandaşların ifade özgürlüğünü ve bilgiye erişim hakkını kısıtlayan davalar devam etmektedir.
• Nisan 2011 tarihinde TİB İnternet Kanunu’nu temel aldığını bildirerek, internet sunucularına mektup göndermiş ve bazı tahrik edici kelimeler içerdiği belirtilen siteleri iptal etmesini istemiştir. TİB bu konuda alınan yoğun eleştirilere ise internet sunucularına yasadışı içerikli internet sitelerini ortaya çıkarma konusunda destek vermeyi amaçladıkları şeklinde cevap vermiştir.
• Bilgi ve Teknoloji Kurumu (BTK) yoğun tepkiler karşısında Şubat 2011’de çıkardığı yönetmelikte değişiklik yapmış, yönetmelik değişikliklerle birlikte Ağustos 2011’de kabul edilmiştir. Bu değişiklikle internet filtreleri açıkça seçmeli hale getirilmiştir. Sistem Kasım 2011’de kullanıcıların hizmetine sunulacaktır.


Barışçı toplanma özgürlüğü alanında:

• Nevruz ve 1 Mayıs gösterileri genel olarak barışçı bir ortamda gerçekleşmiştir. Bazı başka gösteriler de barışçı ortamda gerçekleşmiştir.
• Ancak Güney Doğu Anadolu’da ve ülkenin diğer bölgelerinde gerçekleştirilen Kürt sorunu, öğrenci hakları, YÖK’ün icraatları ve sendikal haklar ile ilgili bazı gösterilerde göstericilere karşı güç kullanılmıştır. Güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanmasıyla ilgili şikâyetler çoğunlukla kovuşturulmamakta ve etkin bir şekilde incelenmemektedir.
• Türkiye’nin gösteri düzenleme özgürlüğünü güvence altına alacak şekilde anayasal düzenlemeler yapması gerekmektedir.
• Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu birçok davaya dayanak olarak kullanılmaktadır.
• Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun özellikle ülkenin güneydoğusunda uygulamasında ciddi sorunlar bulunmaktadır.
• Sivil toplum örgütleri ve insan hakları savunucuları gösterilerde ve protestolarda terörist propaganda yapmakla suçlanmaktadır.
• Parasız eğitim için gösteri yapan ve bir gençlik örgütüne üye olan iki genç Mart 2010’dan bu yana yasadışı örgüt üyeliğinden tutuklu bulunmaktadır. Dava devam etmektedir.

Dernek kurma özgürlüğü alanında:

• Mevzuat genel anlamıyla AB standartlarına uyumludur ancak özellikle parti kapatma konusunda Anayasa ve diğer yasalara yapılması halen gerekli olan değişiklikler için bir çalışma başlatılmamıştır.
• Sivil toplum örgütlerinin politika yapım süreçlerine katılımı halen erken bir etapta olmakla birlikte, ilerlemiştir.
• Sivil toplum örgütleri orantısız idari denetime ve para cezalarına tabi tutulmaktadır.
• Derneklere üyelik için halen Türkiye’de oturma izni gerekmekte ve yabancı sivil toplum örgütlerine daha kısıtlayıcı bir mevzuat uygulanmaktadır.
• Mevzuatın karmaşıklığı ve bağış toplama ile ilgili bürokratik gereklilikler küçük ve orta ölçekteki dernekler için zorluk yaratmaktadır.
• İnsan Hakları Derneği’nin İstanbul şubesine karşı başlatılan adli inceleme 2 yıldır devam etmektedir.
• Yargı-Sen’in kapatılmasına ulusal yasalara karşı olduğu gerekçesiyle karar verilmiştir ancak bu ulusal yasaların 2010 Anayasa değişiklikleri ve Türkiye’nin uluslararası sorumlulukları ışığında yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Dava Yargıtay’dadır.
• Sosyal Demokrat Parti ve Sosyal Özgürlük Platformu’nun üst düzey yöneticilerine karşı açılan davalar devam etmektedir. Bu kişilerden bazıları Devrimci Karargâh Örgütü’yle bağları olduğu iddiasıyla tutuklanmıştır.
• Aralık 2010’da AİHM Türkiye’nin Mart 2003’te HADEP’in Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla ilgili olarak dernek kurma ve toplanma özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir.

İnanç, Vicdan ve Din Özgürlüğü alanında:

• Sümela Manastırı’nda doksan yıldan bu yana ikinci kez ve Akdamar Kilisesi’nde ise 1915 yılından bu yana ikinci kez ayinler düzenlenmeye devam etmiştir.
• Haziran ayında Van’da bir Protestan kilisesi resmi olarak açılmıştır.
• Başbakan Yardımcısı’nın da katılımıyla Türkiye’deki gayrimüslim toplumların dini liderleriyle bazı görüşmeler yapılmış, ayrıca 1950’den bu yana ilk kez üst düzey bir devlet görevlisi tarafından Fener Patrikhanesi’ne bir ziyaret düzenlenmiştir.
• 2009’da Alevi Açılımı kapsamında düzenlenen yedi çalıştay sonrası Mart 2011’de bir rapor hazırlanmıştır.
• Milli Eğitim Bakanlığı din dersi kitaplarını yenilemiş ve Alevi inancını bu kitaplara dâhil etmiştir.
• Bazı belediye meclisleri Cem Evleri’ni fiili ibadethane olarak kabul etmiştir.
• Devlet Sivas’taki Madımak Oteli’ni kamulaştırmıştır. Alevi toplumu otelin müze olmasını talep etmiştir.
• Kurtuluş Protestan Kilise Vakfı’nın Ankara’da kuruluşuyla ilgili 2010 tarihli AİHM kararı uygulanmıştır.
• Şubat 2008 tarihli Dernekler Yasası’na değişiklikler Ağustos 2011’de kabul edilmiştir. Bu kapsamda gayrimüslim vakıfların 1936 mal beyanlarında bulunan taşınmazların iadesi sağlanacaktır.
• Din dersleri ilk ve orta öğretimde zorunlu olmaya devam etmektedir. AİHM’nin zorunlu din dersleri konusundaki 2007 tarihli kararı halen uygulanmaya konmamıştır. Bu derslerden muafiyet alınabilmesi için nüfus cüzdanındaki din hanesinin İslam’dan başka bir din barındırması ya da boş olması istenmektedir.
• Din dersinden muaf olan öğrenciler için başka ders seçenekleri verilmemektedir.
• Gayrimüslim topluluklar tüzel kişiliğe sahip olmadıkları için sorunlar yaşamaktadırlar. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Mart ayında inanç özgürlüğünün dini toplulukların tüzel kişilik alabilmelerine de olanak sağlaması gerektiği kararı halen uygulanmamıştır.
• Gayrimüslim din adamlarının eğitimiyle ilgili kısıtlamalar sürmektedir. Mevzuatta gayrimüslim toplulukların kendi din adamlarını yetiştirmek için özel yüksek öğrenim kurumları oluşturma hakkı bulunmamaktadır. Bu olanak devlet yüksek eğitim sisteminde de bulunmamaktadır.
• Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu halen kapalıdır.
• Ermeni Patrikliği’nin bir üniversitede Ermeni dili ve din adamlığı kürsüsü kurulmasına ilişkin önerisi dört yıldır değerlendirilmeyi beklemektedir.
• Süryaniler ancak resmi olarak kurulan okullar dışında gayrı resmi din adamlığı eğitimi verebilmektedirler.
• Rum Ortodoks Patriği “Ekümeniklik” unvanını kullanamamaktadır. Venedik Komisyonu Mart 2010’da bu hakkın kullanılamamasının Ortodoks Kilisesi’nin özerkliğini ihlal ettiğini belirlemiş ancak bu karar uygulanmamıştır.
• Türk vatandaşı ve yabancı din adamlarının dini seçimlere katılmaları konusundaki farklı yasal uygulamalar din özgürlüğünü kısıtlamaktadır.
• Nüfus cüzdanlarının da içinde bulunduğu şahsi belgeler din konusunda bilgi içererek, olası ayrımcılığa yol açmaktadırlar. Yerel yetkililerin İslam’dan bir başka dine geçen ve kimlik kartlarındaki bilgiyi değiştirmek isteyen kişileri taciz ettikleri yolunda bilgiler bulunmaktadır.
• AİHM 2010 Ocak ayında Sinan Işık davasında nüfus cüzdanlarındaki din hanesinin AİHS’yi ihlal ettiği kararına varmış, fakat bu karar halen uygulanmamıştır.
• Cem Evleri resmen ibadethane sayılmamaktadır. Aleviler Cem Evi açarken sorunlarla karşılaşmaktadırlar.
• Gayrimüslim toplulukların ibadet yeri için yapmış oldukları başvuruların değerlendirilmesinde ayrımcılık, idari belirsizlik ve bir takım engeller hâkim olmaya devam etmiştir.
• Bir mahkeme Yehova’nın Şahitleri tarafından Mersin’de açılan ibadethanenin imar kanununa aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılmasını istemiş, dava AİHM’ye taşınmıştır.
• Yehova Şahitleri’nin İstanbul ve Ankara’da emlak vergisi muafiyetinden yararlanma talepleri reddedilmiştir.
• Aleviler ve gayrimüslim dini topluluklar elektrik ve su faturaları ödemek durumundayken, camilerin bu giderleri devlet bütçesinden karşılanmaktadır.
• Misyonerler, ülke bütünlüğüne ve Müslümanlığa bir tehdit olarak algılanmaya devam etmektedir. Silivri’de bir mahkeme iki misyoneri nefrete teşvik ve Türklük’e hakaretten suçlu bulmamış ancak kişisel verileri kaydetmekten suçlu bulmuştur.
• Nisan 2007’de Malatya’da üç Protestan’ın öldürülmesine ilişkin dava devam etmektedir.
• 2006 yılında Trabzon’da Katolik Peder Santoro’nun öldürülmesine ilişkin davada net bir sonuç çıkmamıştır.
• 2010’da İskenderun’da işlenen Psikopos Padovese cinayetinde ise iddianame tamamlanmış, dava devam etmektedir.
• Mayıs 2010’da Başbakanlık tarafından yayımlanan bir genelge ile yetkili makamlar gayrimüslim Türk vatandaşlarının sorunlarına daha yakından ilgilenmeye davet edilmiştir ama henüz uygulamada bir sonuç alınamamıştır.
• Basın-yayın organlarında, televizyon dizilerinde ve filmlerindeki Yahudi düşmanlığı ve nefret söylemlerine karşı önlem alınmamıştır.
• Dini ya da diğer nedenlerle vicdani retçi olan kişilere yönelik hukuki süreçler devam etmiştir. Vicdani ret konusundaki AİHM kararlarının uygulanması hala beklemededir. Askerlik hizmetine alternatif olabilecek farklı sivil hizmet şekillerinin geliştirilmesi için çalışma yapılmamıştır.

Ekonomik ve Sosyal Haklar

Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği alanında:

• TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu raporlar hazırlamış ve idari kapasitesini artırmıştır.
• Ocak 2011’de iş yerinde duygusal taciz konusunda bir yasa çıkarılmış ve bunu bir Başbakanlık genelgesi takip etmiştir.
• 2009 yılında %26 olan kadınların işgücüne katılımı 2010 yılında %27,6’ya yükselmiştir.
• İlköğretime katılımdaki cinsiyet eşitsizliği ulusal düzeyde azalmaya devam etmiş ve neredeyse tamamen giderilmiştir.
• 2011 seçimlerinde kadın milletvekili sayısı meclisin %9’undan %14’ine yükselmiştir.
• Yeni bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı atamasından sonra kadın STK’larla hükümetin diyalogu artmıştır.
• Cinsiyet eşitliği, kadına karşı şiddetin önlenmesi, namus cinayetleri ve erken yaşta zorla yaptırılan evlilikler ciddi sorun olmaya devam etmektedir.
• Anayasada kadınlar için pozitif ayrımcılık yapılmasını sağlayan değişiklik henüz herhangi bir sonuç vermemiştir.
• Kadınların siyasette, eğitim dâhil olmak üzere kamu idaresinde, vali seviyesinde, siyasi partilerde ve sendikalarda yüksek mevkilerde temsili çok düşüktür. Siyasete katılmak isteyen kadınlara yeterli destek verilmemektedir.
• Kadınlar çoğunlukla kötü şartlarda sosyal güvenceleri olmadan ya da ücretsiz olarak çalıştırılmaktadır. Kadın girişimciliğini destekleyecek mali olanaklar yetersizdir.
• İşgücü pazarı tedbirleri ve eğitim programları istihdamdaki cinsiyete dayalı ayrımcılığı önleyecek şekilde oluşturulmalıdır.
• Son yılda beyaz yakalı kadınlar arasında işsizliğin arttığı görülürken, işe alımlarda ayrımcılık olduğu bildirilmiştir.
• Ortaöğretimde cinsiyet ayrılığı artmıştır. Kızların yüksek öğrenime katılımının sürdürebilmesinde sıkıntılar bulunmaktadır.
• Okul kitaplarında cinsiyet ayrımcılığının giderilmesi çabaları henüz sonuç vermemiştir.
• Cinsiyetlerin basmakalıp bir biçimde gösterilmesi basın yayın tarafından da devam ettirilmektedir.
• Kadına karşı şiddet ile cinayetlerin arttığına dair kanıtlar bulunmaktadır. Şiddete uğrayan bazı kadınlar polis memurlarının kendilerine koruma vermek yerine evlerine şiddet gösteren kişilerin yanlarına dönmeleri için ikna etmeye çalıştığını bildirmiştir. Savcılar ve yargıçlar ise koruma kararı verme konusunda yavaş davranmış ve gereksiz bir takım kanıtlar istemişlerdir.
• Aile mahkemelerinin kapasitesi yetersizdir ve şiddet kurbanlarına bazı davalarda yardım edememişlerdir.
• Aile içi şiddet konusunda AİHM’nin Opuz davası kararı halen uygulanmamıştır.
• Belediyeler Kanunu uyarınca nüfusu 50 binden fazla olan belediyelerin kadın sığınma evleri açması gerekmektedir. Bu yasa tam olarak uygulanmamakta, mevcut sığınma evleri sayısı çok yetersiz kalmaktadır. Ayrıca bu sığınma evlerinin denetimi için etkin bir mekanizma da bulunmamaktadır.
• Sığınma evlerinden çıkan kadınlar için bir takip mekanizması yoktur. Şiddete maruz kalmış kadınlar için yerel hizmetler ve destek mekanizmaları artırılmalıdır.
• Cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki ulusal eylem planının uygulanması insan kaynağı ve mali kaynak yetersizliği nedeniyle aksamaktadır. Bu konudaki eylem planları ve genelgeler bağlayıcı değildir ve ülke genelinde aynı etkinlikte uygulanmamaktadır.
• Kamuoyunca tanınan bazı kişilerce yapılan açıklamalar ve bazı yargı kararları kadınları taciz, tecavüz ve şiddet olaylarında davranış ya da giyimleri nedeniyle kısmen suçlu olarak göstermiştir.
• Bağımsız kadın STK’ları kamu kurumlarının daha muhafazakâr değerleri öne çıkaran STK’lara iltimas sağladığını bildirmektedir. Kadın STK’ları da diğer STK’lar gibi maddi yetersizliklerle karşı karşıyadır.

Çocuk hakları alanında:

• Çocukların okul öncesi eğitime katılımı bir önceki yıla göre artmıştır. Öğretmen sayısı da aynı şekilde artmıştır.
• İlköğretim (1. – 8. sınıf) ve eğitime katılım oranı artmış ve cinsiyet farkı neredeyse giderilmiştir.
• Ortaöğretim (9. – 12. sınıf) ve eğitime katılım oranları erkek çocuklar için %67,5’ten %72,3’e, kızlar için ise %62,2’den %66,1’e yükselmiştir. Ortaöğrenimdeki cinsiyet farkı ise artmıştır.
• Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel İstismar ve Cinsel Tacizden Korunması Sözleşmesi onaylanmıştır.
• Erken okul terk sorunu özellikle mevsimlik işçilerin çocuklarında ve Roman çocukları arasında devam etmektedir.
• İlk ve orta öğretime katılımda bölgesel farklılıklar halen büyüktür.
• Özel eğitim gereksinimi olan çocuklar konusunda yasal düzenlemeler yapılmış ancak bu çocuklar için kullanılmak üzere gerekli kaynaklar tahsis edilmemiş ve gerekli denetim sistemi kurulmamıştır.
• Çocuk nüfusunda fakirlik orantısız bir şekilde yüksektir. Ulusal düzeyde fakirlikten etkilenen kişilerin %24’ü altı yaş altındaki çocuklardır. Bu oran kırsalda %49’a kadar çıkmaktadır.
• Çocuklara karşı hane içinde uygulanan şiddeti önlemek için etkin bir mekanizma bulunmamaktadır. Bu konuda kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekmektedir.
• Tam zamanlı çocuk bakım kurumlarındaki şartlar iyileştirilmeli, personel eğitilmeli ve alternatif bakım modelleri teşvik edilmelidir.
• Çocuk işçiliğinin engellenmesinde ilerleme kaydedilmemiştir. Mevsimsel tarım ve göçmen çocuk işçiliği konusunda saha çalışmaları yapılmaktadır ancak idari kapasite yetersizdir.
• Çalışan çocukların sayısı ve durumu ile ilgili güncel veriler bulunmamaktadır. Çocuk işçiliğiyle mücadelede bütünlüklü bir sistem kurulmamıştır.
• Mayıs 2011 itibariyle 20 çocuk ağır ceza mahkemesi kurulmuş, bunlardan sadece 11’i göreve başlamıştır. Yasayla kurulan toplam çocuk mahkemesi sayısı 75’e ulaşmıştır. Bunlardan 60’ı işlevseldir.
• Çocukları Koruma Kanunu uyarınca 81 ilde çocuk mahkemeleri kurulmalıdır. Çocuk mahkemesi bulunmayan illerde çocuklar yetişkin mahkemelerince yargılanmaktadır.
• Birçok ilde çocuklar dava öncesi tutukluluklarında uygun ıslahevlerinde değildir, çocukların yetişkinlerden tamamen ayrı bir şekilde tutuklu bulunması ve gerekli psikolojik desteği alması sağlanmamaktadır.
• Çocuk mahkemelerinde dava süreleri genellikle uzundur. Bazı davalarda mahkemeler kararı erteleme, hapis cezasını alternatif cezalara dönüştürme ya da cezayı erteleme yoluna gitmiştir.
• 12 ila 18 yaş arası 2.500’e yakın çocuk ıslahevindedir. Çocukların tutuklanmasının ancak son çare olarak düşünülmesi ve kısa dönemli olarak tasarlanması için gerekli tedbirler alınmalıdır.

Engelli ve sosyal olarak savunmasız kişilerin hakları alanında:

• Erişilebilirlik strateji belgesi ve ilintili ulusal eylem planı kabul edilmiştir ancak anayasada yapılan değişiklikle engelli kişiler için pozitif ayrımcılık yapılması olanağı belirgin tedbirler haline dönüştürülmemiştir.
• BM Engelli Hakları Sözleşmesi ve isteğe bağlı protokolü için ulusal uygulama denetim mekanizması halen oluşturulmamıştır.
• Engelli kişilerin istihdam edilmesinde kamu sektöründe bazı ilerlemeler kaydedilmiştir ancak, kamu ve özel sektörde yeni istihdam yaratılması ve evden çalışmanın teşvik edilmesi gerekmektedir.
• Fiziksel ve zihinsel engelli kişilerle ilgili istatistiklerin yetersiz oluşu bu alanda politikaların oluşturulmasını güçleştirmektedir.
• Engelli kişiler eğitime, sağlık hizmetlerine, sosyal ve kamu hizmetlerine erişimde sıkıntılar yaşamaktadır.
• Yürürlükteki yasalara rağmen binalara erişimdeki fiziki engeller sorun olmaya devam etmektedir.
• Engellilerin sosyal ve ekonomik hayata katılabilmesi için toplumdaki önyargılarla mücadele amacıyla bilgilendirme kampanyaları gerekmektedir.
• Kapsayıcı eğitimle ilgili mevzuat tam olarak uygulanmalıdır.
• Zihinsel engellilere sunulan tedavi ve bakım hizmetlerini denetleyecek bağımsız bir kurum halen kurulmamıştır.

Ayrımcılıkla mücadele politikaları alanında:

• Ayrımcılıkla mücadele ilkesi anayasa ve yasalara dâhil edilmiş olmakla birlikte kapsamlı bir ayrımcılıkla mücadele yasası yoktur. Mevcut yasal çerçeve ise AB müktesebatıyla yeterince uyumlu değildir.
• Hükümet “cinsel kimlik” ve “cinsel yönelim” nedeniyle yapılan ayrımcılıkla mücadeleye ilişkin tüm anlatımları ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurumu yasa tasarısından çıkartmıştır.
• Türkiye BM Hukuk Dışı ve Yargısız İnfazlar konusundaki Sözleşmesi’ne AB’nin himayesinde sunulan değişikliklerle tüm ülkelere homoseksüelliği suç olmaktan çıkarma konusunda yapılan çağrıyı homoseksüelliğin Türkiye’de suç olarak kabul edilmemesine rağmen desteklememiştir.
• Lezbiyen, gey, biseksüel ve transcinsiyet (LGBT) bireyler halen ayrımcılık, tehdit ve şiddet içeren suçun mağduru olmaktadırlar.
• LGBT çalışanların ya da memurların cinsel yönelimleri nedeniyle işten atılması işyerinde ayrımcılıkla ilgil
 
Tekerlekli Sandalye
Üst