Umut olmak

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Muhammet doğuştan kördü, ne bir çiçeğin rengini görmüş nede bir denizin ya da gökyüzünün mavisini. Ve hayat ona ilk sürprizini daha yedi yaşındayken yapmıştı, babasını bir dikkatsiz alkollü bir şoförün çarpması sonucu kaybetmişti. O günden sonra tek dayanağı annesi olmuştu ve bu gün Muhammet yirmi yedi yaşındaydı ve elli yaşındaki yaşlı annesi ile yaşıyordu.
Ama umut doluydu, çevresine de hep enerji veren mutluluk veren biriydi bu gün onun için büyük bir gündü.

Bu gün onun hayallerini gerçekleştirdiği gündü, herkesin yapamazsın dediği, başaramazsın dediği bir şeyi başardığı gündü. İlk resim sergisini açacaktı. Sabah uyandığında içi içine sığmıyordu, okula başladığı ilk gün aklına geldi, neredeyse o günkü kadar heyecanlıydı. Bu gün o onun için çok büyük bir gündü ve bu kadar heyecanlı olmaya ve mutlu olmaya hakkı vardı diye düşündü kendi kendine. Yüzünde küçük bir gülümseme ile yatağından doğruldu pencereyi açtı. Baharın bin bir çiçek ile karışan serin havasından ciğerlerine büyük bir nefes çekti ve ’’Şükür’’ dedi kendi kendine. Annesinin sesiyle birden kendine geldi. ’’Muhammet oğlum hadi kalk, kahvaltı hazır’’ dedi annesi. Neşeli bir sesle ‘’tamam anneciğim ‘’dedi. Yavaşça aşağıya indi elini yüzünü yıkadı ve yavaş adımlarla sofraya oturdu. ’’Benim büyük ressamım bu gün nasılmiş ‘’dedi annesi, biraz gururla. Yüzüne sabahkinden daha büyük bir gülümseme ile ‘’hiç bu kadar iyi olmamıştım anne. Ama çok heyecanlıyım, ellerim ayaklarım titriyor’’ dedi Muhammet. ’’Bırak ta olsun o kadar, oğlum ’’ dedi annesi. Kapının sesi birden muhabbeti yarım bıraktı, annesi yerinde kalktı ve kapıyı açtı. Gazeteci Ahmet Güner gelmişti, Ahmet Bey o kasabanın yerel gazetesin de çalışan, otuzlu yaşlarda hırslı bir gazeteciydi ve bu gün de Muhammet’le bir röportaj yapacaktı.

Bu imkansız denileni başaran genci herkese kendi imkanlarıyla tanıtacaktı. Annesi Muhammet’e seslendi ‘’ Ahmet Abin geldi. Beraberce kahvaltı yaptıktan sonra çaylarını hemen bahçeye bakan pencerenin kenarında yudumlarken röportaja başladılar. Evlerinin küçük bir bahçesi vardı ve bahçede, sümbüllerin kokusu evin her yeri doldurmuştu. ‘’ Muhammet nasıl bir duygu şu anda hissettiğin’’ diye başladı Ahmet bey söze. Muhammet gene o tatlı gülümsemesini yüzüne taktı ve ‘’ hani küçük bir çocuğa küçük bir şeker verirsen ya ve sen çocuğa dünyaları vermişsin gibi mutlu olur ya işte şu anda o çocuk kadar mutluyum’’ dedi. Gazeteci hafif bir tebessümle sorularına devam etti, çayından bir yudum daha alarak, ‘’peki nereden aklına geldi resim çizmek, ressam olma yani ne ilham oldu ‘’. Muhammet’in yüzündeki gülümseme birden gitti ve duruldu biraz, Ahmet bey herhalde yanlış bir şey sordum diye tedirgin oldu hemen başka bir soru soracak ti, Muhammet derin bir nefes alarak sözlerine başladı. Aslın da her şey ben yedi yaşındayken başladı okula başladığımda etraftan insanlar bana bakıp bir şeyler söylüyorlar, acıyarak söylenen sözler, bazen susuyorlardı ama yürüdüğüm o yirmi, yirmi beş metre o yol bana sanki saatlerce yürüyormuşum gibi geliyordu. Nedeni görmesem de insanların bana acıyarak baktıklarını hissediyordum tahmin edebiliyordum. Kulaklarım da çınlıyordu sözleri ‘’yazık, daha çocuk bu ya, Allah annesine babasına sabır versin, pek de güzelmiş’’… Daha neler ne sözler, sözde onlar iyi konuşuyordu ama her sözleri benim yüreğime diken oluyor batıyordu. Hatta yaptıkları yardımı bile, öyle bir yapıyorlardı ki, ne bileyim karşıdan karşı geçirdiklerinde bile bir eksikliğimin olduğunu ve bunun için bana yardım ettiklerini belli ediyorlardı. Her yardımdan sonra hep bilindik sorular ‘’ne zamandır görmüyorsun, zor olmuyor mu, görmeden yaşamak ‘’? …

Sorular, sorular cevaplamaktan bıktım sorular. Bazen göremediğime seviniyorum, onların o bakışlarını ne bileyim görmediğim halde, istemeseler de beni bu kadar kırıyorlardı birde görseydim. Biraz sustu ve soğumaya başlayan çayından bir yudum daha aldı ve gülümseyerek her halde bir babamı yedi yaşındayken kaybettiğimi de söylesem oturup ağlayacaklardı. Oysa benim onlardan bir farkım yoktu, evet belki göremiyordum güneşi, ayı, çiçekleri, etrafı ne bileyim görmeye değecek güzel olan her ne varsa, ama ne bileyim hissediyordum, görmekten daha iyiydi, sesinden, kokusundan göremesem de hayalimde canlandıra biliyordum, bilmiyorum belki gönül gözümle görüyordum. Hep düşünüyordum, napa bilirim, ne yaparsam bu sözleri söyleyenlere benimde, sıradan bir insan olduğumu, onlardan bir farkımın olmadığını kanıtlayabilirim diye içim içimi yiyordu. Yıllar böyle geçti, yanlış hatırlamıyorsam yirmi yaşındaydım. Bir Salı günü annemle bir kafeden oturduk çay içiyorduk, yanlış tahmin etmiyorsam ya bir gazeteden ya da bir kitaptan bir şeyler okuyan gencin şu sözleri kulağımda çınladı. ‘’Yok artık adam kör ve ressam’’ .’’Yok daha neler’’ dedi birisi, bir üçüncüsü bu resimleri bu adam çizdiyse kör değil birader senden benden iyi görüyor’’.

Yazıyı okuyan kişi ekledi arkasından ‘’adamlar neler yapıyor birader, hem de görmeden yok yok kardeşim bu adam körse biz neyiz’’. Söyledikleri sözler kulaklarımda çınlamaya başladı, kör ve ressam yok bu kör olamaz bizden bir farkı yok bu körse bir neyiz. O kadar etkilenmişim ki birden bire ağzımdan kaçı verdi ‘’ anne ben ressam olacağım, resim çizeceğim’’. Kadıncağız şok oldu, bilmiyorum ama birkaç dakika sustu ve eminki gözleri doldu yutkundu, yapamazsın oğlum diyemezdi de, çocukluğumdan beri hep benim bir eksiğimin olmadığını tam tersine diğer insanlardan daha fazlam olduğunu söylerdi. Titrek bir sesle ‘’ inşallah yavrum diye bildi’’. Ama ağladığı her halinden belliydi. O gün daha fazla bu konuyu konuşmanın doğru olmayacağını düşündüğüm için başka bir şey söylemedim. Ama içim içime sığmıyordu sonunda bulmuştum, diğer insanlardan bir eksiğimin olmadığını, onlar gibi olduğumu onlara kanıtlaya bileceğim bir şeyi. Hemen arkadaşımı aradım o gün bir konuda yardımcı olup olamayacağını sordum. ‘’Tamam’’ deyince de hemen bizim eve çağırdım. Önce o gençlerin okuduğu ve şaşırdığı ressamı araştırmakla başladık işe, çünkü anneme de kanıtlamalıydım bunu başara bileceğimi. Görmeden resim çizen o ressamımızın adı Eşref Armağan’dı. Dünya çapında bir ün kazanmış, hiç görmemesine rağmen öyle resimler çizmiş ki herkesi kendine hayran bırakmıştı.

Eşref Armağan bana ilham kayna olmuştu, kendime güvenimi getirmişti. Sonra yaptığım araştırmayı anneme anlattım ve anlattıklarım annemde de bir umut oluşturmuştu. Acaba yapa bilir mi tohumunu yüreğine ekmişti. Sonra canım arkadaşım Gülay’ında yardımıyla azimli bir çalışma boyalar fırçalar tualler. Günler aylar ve bir yıl sonra gerçekten arkadaşımın ve annemin de yorumlarıyla bir şeyleri başarmaya başladığımı anladım. Her resmim bir öncekine göre daha iyi oluyor ve iyi bir şeyler çıkarmaya başladım, kısa sürede etrafta bir ilgi oda olmaya başladım ve bölgemizin genç iş adamlarından Fuat Abinin de ilgisini çekti resimlerim, onunda desteğiyle bu gün ilk sergimi açıyorum. Gazeteci, Ahmet Bey bu uzun cevaptan gayet memnundu, çünkü Muhammet konuşmasının sonunda tebessümü gene yüzüne yerleşmişti. İkinci bardak çaylarını da annesi getirdiğinde Muhammet sözlerine devam etti. Sergide ilk resimlerimde yer alıyor çünkü insanların nereden nereye geldi mi göstermeni sağlamamın en ilginç yolu buydu. Hem o resimler benim bu günlere gelmemi sağlayan merdivenin birinci basamaklarıydı ve şüpesiz ki benim için en değerli olanlarda onlardı.Arkadaşım ilk resimlerimi bazen bana yorumluyor birazcık mizahla ve kahkahalara boğuluyoruz beraberce. Ahmet Bey bu cevaptan sonra bir soru daha sordu çayını yudumlarken. Peki ya resimlerini hiç merak ettiğin oluyor mu, ne çizdiğini görmek istediğin oluyor mu? Muhammet bir öncekinden daha çok bir tebessümle cevapladı bu ilginç soruyu. Görmediğimi de kim söyledi? Neticede resimlerimi boyayla fırçayla tualle tanıştırmadan önce ben görüyorum yoksa nasıl çizeyim? Ahmet Bey biraz daha neşelendi bu beklemediği cevap karşısında. ‘’Peki bu dünyada en çok neyi görmek isterdin’’? ‘’Annemi’’ diye cevapladı Muhammet ve devamını getirdi. ‘’ Bu dünyadaki cennetimi, geceler boyu benim için dua eden gözyaşı döken, hayatını benim için harcayan o dünyalar iyisi insanı’’. ‘’Biraz zor bir soru olacak, en azından benim için sormak’’ diye başladı Ahmet Bey sözlerine ve yutkundu. ’’isyan ettiğin oluyor mu hiç? ‘’kesinlikle hayır, annemle babamın bana öğrettikleri en büyük şey dinimizdir, en büyük mirasları bana bıraktıkları imandı.

Ne diye elli veya yetmiş yıllık bir yalan dünyada isyan edipte sonsuza kadar sürecek ebedi hayatımı riske atayım. Hadi biraz daha süsleyecek olursam kelimelerimi bir şair yazar edasıyla, üç günlük dünya için ne diye bir cenneti harcayayım. Hepimiz sınav için gelmedik mi bu yalan dünyaya, benim sınavımda bu, aynı şekilde annemle babamın sınavı da bu. Bildiğim kadarıyla ben ileride öldüğümde sizlerden bir adım daha önde olacağım bu dünyadaki sabrımın sayesinde, sizlerden daha iyi göreceğim. Peygamber efendimiz sav Hz Muhammet demiyormuydu, ’’yaşantınızda sizden daha aşağıya bakın, ibadetinizde ise daha yukarıdaki insanlara bakın’’. Şükür Allah’ıma ya hem görmüyor, hem ellerim tutmuyor, hem de ayaklarım tutmuyor olsaydı, kendime bile bakamıyor olsaydım. Olsaydım ona da şükür derdim neticede beterin beteri var. Bir yazarımızın dediği gibi ‘’ben, bendeki der sanırdım eldekini görmeyince’’. Ahmet Bey her cevap karşısında şaşırıyordu çünkü Muhammet’in söyledi sözlerin hiç birini beklemiyordu, hem bu kadar yetenekli hem de bu kadar imanlı hem de bu yaşta bu takva. Günümüz gençleri aklına geldi, dünyamız resmen görüp te görmeyen, duyup ta duymayan, konuşmasını dahi bilmeyen körler sağırlar dilsizler sarmıştı koskoca bir kâinatı.

Bu derin düşüncelerden sıyrılıp yeniden röportaja devam etti, yeni bir soruyla. ’’Peki niçin resim? Özel bir nedeni var mı’’? Yazar olabilirdim, ne bileyim hikayeler yazardım romanlar insanlara kendi iç dünyamdan yansıttıklarımla onları büyülerdim veya şair olabilirdim şiirlerle insanlara insanlığı, vatanımı, hayatı, ve aşkları anlatırdım. Güzel bir şeyler de çıkardı ortaya insanlar gene bana hayran kalırdı belki gene de bir şeyleri başarmış olurdum. Ama ben istedim ki öyle bir şey yapayım ki insanları şaşırtayım benim bir eksiğimin olmadığını onlar gibi olduğumu görsünler istedim. Tabiri caizse çıtayı en yukarıya çıkarmak istedim’’ diye cevapladı Muhammet. ’’Yani insanlara bir engelinin olmadığını, onlar gibi olduğunu göstermek için ressam olduğunu söyleye biliriz anladığım kadarıyla’’. ‘’Evet doğru sayılır bende bir engel olmadığını, asıl onların bize engel olduğunu kanıtlamak istedim’’. ‘’Peki şimdiki hedefin ne, ilk sergini açtığına göre birinci amacına ulaştın’’. Aslında hedefim aynı değişen bir şey yok, şimdi çevremi kanıtladım ilk sergimle, hedefim artık dünyaya kanıtlamak herkesin bilmesini istiyorum yaptıklarımı sadece çevrem değil. Ne bileyim belki nasıl Eşref Armağan’ın bana umut olması gibi, ilham kayna olması gibi bende birilerine ilham kaynağı, umut olmak isterim. Ben başardım sende yapa bilirsin demek, ben ve benim gibilere. Diğer insanlara ve tüm dünyaya yeter engel olmayın, destek olun yardımcı olun arkadaşım Gülay gibi, Fuat Abi gibi senin gibi Ahmet abi, annem gibi. Sesimize ses olsunlar ki, bizde ünlü ressam Eşref Armağan gibi birilerine umut olalım. ‘’Amacım bu galiba artık ’’. Ahmet Bey Muhammet’e sezdirmeden göz yaşlarını sildi çünkü röportajın başından beri gözleri dolu dolu olmuştu. Haklıydı Muhammet kendisi bile bazen Muhammet’in bahsettiği o insanlar gibi ola biliyordu istemeden kırıyordu, bunu şimdi yeni yeni anlıyordu. Bundan dolayı içinde bir sıkıntı olmuştu, kimbilir kimleri üzmüştü hiç fark etmeden. ‘’Peki son sözün ne insanlara ‘’dedi Ahmet Bey sesi titreyerek, belki soruyu uzata bilirdi ama korktu sözünü bitirmeden ağlamaktan. Muhammet gülümsedi ‘’insanlar engelli olsun ya da olmasın hiç fark etmez bir şeyi istiyorsanız umudunuzu kaybetmeyin.

Ne bileyim belki istediğinizi başarmak için uğraşırken tökezleye bilirsiniz yenikte düşe bilirsiniz insanlar size başaramazsın dediğinde inanmayın kulak asmayın siz sadece istediğinizi elde etmek için umudunuzu kaybetmeyin. Neticede Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u istediği için , çok istediği için ve hiç vazgeçmediği için almak nasip olmamışmıydı. Evet sizde isteklerinizin karşısında Fatih Sultan Mehmet olun. İsteklerinizin karşısında Fatih olun Fatih’in İstanbul’u istediği gibi isteyin istediğinizi, hedefiniz ve hiç kimseyi de küçümsemeyin unutmayın neyi başaracağınızı sade siz bile bilirsiniz. Ve insanlara yardımcı olun en azından benim gibi arkadaşlarıma, yardımcı olun eksikleri varmış gibi davranmayın bizde sizin gibi bir insanız bunu anlayın, destek olun bize yardımcı olun. Bakın o zaman biz sizlerle neleri başaracağız’’. Ahmet Bey kendi kendine keşke dedi bu hikaye yi tüm ülkede tüm gazetelerde manşetler de yayınlaya bilseydim, bu genci herkes duysaydı diye geçirdi içinden. Ve ikisi de gülümseyerek sergiye gittiler. Ahmet Bey Muhammet’in çizdiği resimleri izlerken gerçekten bu gencin neleri başardığını bir kez daha gördü. Ve sergideki her kez kadar oda resimlere bakarken şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.

Muhammet Acar

1985 yılında, Denizli’nin Alpa Köyü denen şirin bir köyde dünyaya geldim. Yedi yaşıma kadar köyde hiç çocuk görmediğimden mi ne dünyada sadece bir ben varım ve tüm dünya benim için yaratılmış diğer her şey sadece benim mutluluğum için var saymamın dışında normal bi çocukluğum vardı. İlk okulumu alpada birleştirilmiş bir sınıfta başladım ,sonralara zoraki olarak taşımalı eğitime geçip kozlar ilköğretim okunda eğitimime devam ettim. Ailemin Denizli’ye yerleşmesi ile Tekke Köy İlk Öğretim Okulunda okulumu bitirdim üç köy üç okul gezerek. Liseyi Kayhan 75. Yıl Çok Programlı Lisesin de muhasebe bölümünde okudum.şimdi yaklaşık on yıldır özel bir firmada ön muhasebe elemanı olarak çalışıyorum. Ve yaklaşık olarak 15 yıldır yazıyorum bir şeyleri.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst