Umutla Sarılmak

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
UMUTLA SARILMAK

Bu mahalleye taşındıklarından beri, 5 katlı eski apartmanın 1. Katından kendini izleyen bal rengi gözlerin sahibini merak ediyordu. Kumral dalgalı saçları neresine kadar uzanıyordu güzel kızın, beline kadar mı? Okula gitmiyor mu, niye hep camdan öylece bakıyor ona? Bunları düşünürken pencerenin altında öylece kıza bakarak donup kaldığının farkında değildi. Apartmandan çıkan, elleri kitap dolu bir kızın sorduğu soruyla ayıldı birden;

-Tanıyor musun onu?
-Kimi? Yok, tanımıyorum ama merak ediyorum, hep pencere önünde. Dışarıda görmüyorum hiç.
-Dışarı çıkmaz, yani artık çıkmıyor. Önceden az da olsa çıkardı, vazgeçti.
-Nasıl yani, neden vazgeçti?
-Adı Nilay, bir trafik kazası geçirdi. Tekerlekli sandalyede şimdi.
-Anlıyorum, dedi üzülerek.
-Bu arada benim adım Sezen, senin ki?
-Mustafa, memnun oldum.
-Ben de memnun oldum, aslında seni tanıyorum biraz. Annenin öğrencilerindenim, Handan öğretmen çok iyidir. İstersen Nilay’ı ziyarete gel benimle.
-Şimdi mi? diye heyecanlandı Mustafa, çekindi.
-Kitap götüreceğim ona, bitirmiş verdiklerimi, diye elindeki kitapları gösterdi gülümseyerek. Önceden sınıf arkadaşımdı, sık sık kitap götürürüm ona, tam bir kitap kurdudur.
-O zaman ben de kitap getireyim, değişiklik olur. Alıp gelirim hemen.

Mustafa çok heyecanlandı, içi neşeyle doldu. Merdivenleri uçar gibi çıktı. Sabırsızca bekledi kapının açılmasını. Annesi kapıyı açar açmaz daldı eve, annesine çabuk bir öpücük kondurdu ceketini çıkartırken. O üzerini değiştirirken annesi onu soru yağmuruna tuttu haliyle;

-Oğlum bu ne telaş, nereye yetişeceksin? Aç mısın? Bak sevdiğin keki yaptım, yemeden salmam bir yere…

Giyindikten sonra elini yüzünü yıkarken annesine olanları anlattı. Annesi Mustafa’nın bahsettiği Nilay’ın başına gelenleri çevreden duymuştu. Bir tabağa kek koydu, Mustafa’nın eline tutuşturdu.

-Selam söyle, dedi.

Mustafa elinde tabak, kolunun altında kitaplarla Nilayların apartmanın önünde durdu. Sezen’i gördü az ötede. Gülümsüyordu, ne candandı, ne iyiydi bu Sezen, birden arkadaş oluvermiştiler işte. Sanki kırk yıllık ahbaptılar da arkadaşlarını ziyarete gidiyorlardı. Tuhaftı durum. Ama bu teklifi reddedemezdi, bal rengi gözlere sadece bakıp geçmek istemiyordu artık. Tanışmak için can atıyordu.

Sezen kapıyı çaldığında Mustafa soğuk bir ter döktü heyecandan. Kısa boylu, zayıf, zarif bir kadın açtı kapıyı. Sezen’in geleceğini biliyordu da bu uzun boylu, esmer delikanlıyı görünce şaşırdı. Elindeki kek tabağına takıldı gözü. Kapıda öylece duraklayınca Sezen tanıştırdı;

-Ayten Teyze, Mustafa Handan öğretmenin oğlu, Nilay’a kitap getirdi o da. Ayten Hanım gülümseyip tabağı aldı,
-Sağol oğlum, hoş geldin, içeri geçin.

İçeri geçerken Mustafa kalbinin sesi dışarıdan duyulur diye endişeyle elini kalbinin üzerine koydu istemeden. Ne zamandır pencereden bakıştığı bu güzel kızla tanışmak üzereydi. Nefes kesici bir an. Elindeki kitapları sıkı sıkı tutuyordu. Sanki kitaplara tutunuyor gibiydi hali.

Nilay Mustafa’yı görünce birden rengi değişti, yanakları pembe pembe oldu. Sezen’e baktı şaşkın şaşkın. Sezen hiçbir şey yokmuş gibi neşeyle;

-Bak bir sürü kitap getirdik. Bunlara bayılacaksın. Hele bunu çok seveceksin, ben bir solukta okumuştum, dedi.

Donmuş gibi kendisine bakakalan Nilay’a;

-A! Bu arada bu Mustafa, aşağıda tanıştık. O da sana kitap getirdi, dedi.

Nilay utangaç bir bakış attı Mustafa’ya. Kısık bir sesle teşekkür etti. Mustafa yaklaştı, tekerlekli sandalyede oturan narin kızı süzdü. Dalgalı saçları omuzlarından bukle bukle dökülüyordu. Işığın vurduğu saçlar ne kadar canlı ve parlaktı, pürüzsüz beyaz cildine nakşedilmiş gözler, narçiçeği dudaklar… Terleyen avuçlarını üzerine silip telaşla uzattı titrek elini. Bembeyaz, narin, pamuk eller bir tüy gibi hafifçe sıkıp gitti Mustafa’nın elini. Sezen bu büyülü anı film gibi izledi hafif bir tebessümle.

Ayten Hanım elinde bir tepsiyle girdi odaya.

-Mustafa yeni taşınan Handan Hoca’nın oğludur. Kek göndermiş Mustafa’yla.

Birlikte meyve suyu içip kek yediler. Annelerin yaptığı yemeklerin lezzetinden, okuldan, kitaplardan konuşuldu, gülündü. Vakit ne güzel geçti. Aralarında tatlı bir sıcaklık vardı. Birbirlerini tekrar görmek için can atıyorlardı. Yine kitap getireceğini söyledi Mustafa. Nilay mutluydu. Sezen onu böyle mutlu görmekten hoşnuttu.

Mustafa sık sık uğrar olmuştu Nilay’a kah kitap getirmek için, kah birlikte film izlemek için yahut bir şey anlatmak için. Nilay mutluluğunu Sezenle paylaşıyor, her gün okul çıkışı Nilay’larda Mustafa’dan bahsediyorlardı. Anneleri de bu arkadaşlıktan memnundu. Fakat Mustafa Nilay’la sadece onların evinde görüşmekten çekiniyordu. Onunla gezmek, onu arkadaşlarıyla tanıştırmak, deniz kıyısında denizi birlikte içine çekmek istiyordu. Sevdiği şeyleri ona da göstermek, her şeyi paylaşmak istiyordu. Nilay’sa endişeliydi. Bir gün Mustafa’nın sıkılacağını ve ziyareti keseceğini düşünüp sıkılıyor, içini korku kaplıyordu.

Onu pencereden ilk gördüğünde bu mahalleye yeni taşınıyorlardı. Mustafa da eşya taşıyordu. Dershaneye gelip giderken görüyordu sık sık, çok hoş bir gülüşü vardı. Efendi tavırları, yürüyüşü, bakışları Nilay’ın hoşuna gidiyordu. Pencerede yolunu gözler olmuştu. Mustafa’nın da ona gözü takılıyor, kaçamak kaçamak bakışıyorlardı. En yakın arkadaşı Sezen’e ondan bahsetmişti. Ama ondan bahsederken Sezen’in gidip Mustafa’yla ilgili her şeyi araştıracağını sonra da bir gün onu alıp eve getireceğini tahmin bile edemezdi. Bu sene Sezen liseyi bitirecekti. Üniversiteyi kazanıp gidince yapayalnız kalacaktı Nilay. Şimdi yeni bir heyecanı vardı ve onu kaybetmekten korkuyordu açıkçası.

Mustafa’ysa Nilay’ı o kadar çok düşünüyordu ki, onun duygularını incitmekten korkuyor, ona acıdığını düşünmesini istemiyordu. Sezen’in söylediği gibi Nilay hayata Mustafa’yla yeniden bağlandıysa onu asla kaybetmemeliydi. Onu bir şekilde dışarı çıkmaya ikna edecekti, kararlıydı. Ve her yerin yeşerdiği bu güzel bahar havasını onunla birlikte solumak istiyordu. Dershane çıkışı Nilay’ın güzel saçlarına taşlarla bezeli bir toka aldı. Önceki gün bir sürprizin hazırlığıyla uğraşmıştı. İçi kıpır kıpırdı. Nilay’a gitti. Sıkıca sarıldı, hediyesini verdi. Paketi açan Nilay’ın gözleri doldu, duygulandı.

-Ben de sana bir şey vermek isterdim.
-Bana bir şey verebilirsin, yani benim için bir şey yapabilirsin.
-Ne yapabilirim?
-Benimle dışarı gel. Seni bir yere götürmek istiyorum.

Nilay’ın yüzü düştü hemen.

-Yok, başka bir şey iste, dedi.

Mustafa Nilay’ın dizleri önüne çöktü, ellerini tuttu;

-Benimle gel, lütfen. Dışarısı çok güzel, gökyüzünü özlemedin mi? Hem, bu tokayı takabilmen için önce rüzgarın saçlarını taraması gerekir. Sana bir sürprizim var. Lütfen hayır deme, diye ısrar etti Mustafa.

Bu güzel teklifi zaten reddetmek istemezdi Nilay. Ama şartlar… Bunu Mustafa bilemezdi. Tekerlekli sandalyeyle dışarı çıkmak çok zordu. Mustafa’ya yük olmak istemiyordu. Bacakları sadece birer görüntüydü. Yürüyememek sadece ona sorun olsaydı iyiydi. Annesi onun yüzünden vazgeçti gideceği yerlerden, farkındaydı. Babası 6 ay sırtında taşıdı okula. Herkes üzülüp acıyor haline, Nilay da hep huzursuz oluyordu. Dışarı çıkmak tam bir sorundu. Herşey normal insanlar içindi. Engelliler için her şey engeldi. Mustafa’nın umut dolu bakışlarını yere eğmemek için kabul etti çıkmayı.

İçi sıkıntılı bir heyecanla doldu. Ne zamandır çıkmamıştı dışarı. Odasına gitti giyindi, yeni tokasını taktı. Aynada kendine gülümsedi. Geri döndüğünde Mustafa onu birden kucakladı ve dışarı çıkardı. Ne olduğunu bile anlayamayan Nilay’ın içi bir hoştu. Mustafa’nın boynuna sarılırken şen kahkahaları apartmanı çınlatıyordu. Ayten Hanım sandalyeyi kapatıp onların peşi sıra aşağı indi. Kızının neşeli kahkahalarını duymayalı nice olmuştu. İçten içe Mustafa’ya minnet duyuyordu. Onları uzaktan gören Sezen gözlerine inanamadı. Hemen yanlarına koştu, kelimelere gerek yoktu. Herkesin gözleri dolu dolu, nereye gittiklerinin bir önemi yoktu. Sandalyede oturan Nilay, esen ılık rüzgarı içine çekti. Mis gibi bahar! El salladı Sezen’e sevgiyle. Mustafa sandalyeyi ittirirken Nilay’ın saçları rüzgarda dalgalanıp güzel kokular yayıyordu. Asıl bahar buydu ona. Mutlulukları tüm dünyayı sarmıştı sanki. Onun yüzünü düşürmemek için Mustafa’nın yaptıklarını bilseydi Nilay, kalbini Mustafa’nın avuçlarına verirdi.

Nilay’la birlikte geçireceği günün hayalini kurarken, geçtiği yollar dikkatini çekmişti dün sabah. Bazı yerlerde yollar bozuktu, kaldırımlar dardı. Kimi yerde kaldırımları bölen reklam panoları, kimi yerde de dükkanların dışarı koyduğu sergiler vardı. Bunlar yolu daraltıyordu. Bunlar canını sıktı. Nasıl geçeceklerdi? Her şey engeldi. Park halindeki araçlar geçit vermiyordu. Ya bu neydi, rampa önündeki direk! Komedi mi bu? Nilay’ın neden dışarı çıkmak istemediği çok açıktı. Yollar engelli pist gibiydi. Onun için yeni bir yol düşündü. Yol kenarlarındaki bazı dükkanların sahipleriyle konuşup geçmelerine engel olabilecek şeyleri kaldırmalarını rica etti. Mahalle aralarını dolaşarak gidecekleri yere giden en düzgün yolu aradı. Engelleri göstermeden gezdirecekti Nilay’ı.

Şimdi Nilay’ın yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden gitmeliydiler. Nilay gülüyordu ama her an çıkabilecek bir engel için de endişeliydi. Ama neredeyse hiç engel yoktu. Kaldırımlara yerleştirilmiş ahşap rampalar! Bunları ilk kez görüyordu Nilay.

Asfalt yoldan sapınca, sağa doğru uzayan dar bir patikadan geçtiler. Her adımda biraz daha yeşeriyordu ortam. Sonunda iki tarafı pembe çiçeklerle bezenmiş, kenarları yemyeşil çimlerle kaplı bir patikadaydılar. Tablo gibiydi burası. Patikayı geçerken hiç konuşmadılar, içlerini mis gibi kır havasıyla doldurup, ılık rüzgarın saçlarını okşamasının zevkini tattılar. Koca bir çınarın dibinde durdu Mustafa. Ağacın kalın gövdesinin arkasına sakladığı bisikleti çıkardı. Nilay gülmeye, gülmekten katılmaya başladı.

-Delisin sen!
-Hadi bakalım, dedi Mustafa kucaklayarak Nilay’ı, bir süre onu öylece kollarında tutup gülmesini, mutluluğunu izledi. Uzun yeşil patikayı neşeyle, şarkılarla geçtiler. Geri döndüklerinde yorgundular, susuzdular ama mutluydular.

Çimenlerin üzerine uzanıp küme küme bulutları izlediler.

-Çok güzel bir sürprizdi Mustafa. Benim için yaptıkların inanılmaz.
-Sadece kısa bir bisiklet gezisi
-Öyle değil işte. Geçtiğimiz tüm yollar, sonradan konulmuş o rampalar! Fark etmedim mi sanıyorsun? Yolumuzdaki tüm engelleri kaldırmışsın.
-Hiçbir şeyin senin mutluluğuna gölge düşürmesini istemiyorum. Bunun için elimden ne gelirse yaparım.
-Yapamazsın Mustafa, yani her zaman yapamazsın. Ben sadece bu gün için yürüyemiyor değilim. Bu hep böyle olacak. Ben her zaman engelliyim.
-Sen engelli değilsin, sana engel olan doğayla uyumsuz olan dış çevre. Engelli olan, bunları düşünmeyen, yokmuşsunuz gibi davranan beyinler. Aslında, ben de daha önceden fark etmediğim şeyleri fark ettim. Her gün geçtiğim yolları ilk defa görüyor gibiydim. Dünyaya senin gözünden aktım. Ancak o zaman eksikleri görmeye başladım. Bu gördüklerim sana ve diğerlerine engelse bu engelleri aşana kadar elinden geleni yapacağım. Söz veriyorum…

Birbirlerine umutla, sevgiyle bakıp sarıldılar. Artık bir amaçları vardı. Gençtiler ve önlerinde uzanan uzun bir yol vardı. Yürümek için bacaklara ihtiyacı yoktu Nilay’ın, ona yürü diyen bir aşkı ve birlikte çizdikleri ve birlikte yürüyecekleri bir yol vardı. Makaleler yazdılar, dilekçeler gönderdiler, sloganlar düşündüler. Yalnız değildiler. Sezen, okul arkadaşları, aileleri, tüm sevdikleri tek yürek olup bir kampanya başlattılar.
Özgürlük için engelleri çekin…

Adı-Soyadı: Özge GÜNDÜZ

Özge Gündüz 1980 yılında Çorlu’da doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini orada görmüştür. Lise eğitimini Tekirdağ Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesinde 1999 yılında tamamlamıştır. Önlisansını 2000 yılında girdiği Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Bartın Meslek Yüksekokulu Turizm ve Otelcilik Programında 2002’de tamamladı. Lisans eğitimini ise Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümünde 2006 yılında gerçekleştirdi. İngilizce bilen Özge Gündüz evli ve 2 çocuk annesidir.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst