Vakitle yarışmayı bırakın!

Sağlık Teknikeri

Üye
Üye
Katılım
Haz 8, 2010
Mesajlar
1,090
Tepkime Puanı
23
Puanları
38
Vakitle yarışıyorsunuz fakat gene de işleriniz bitmiyorsa yavaşlayın! Zaman yetmiyorsa zamanla yarışmak yerine kendi önceliklerinizi ve bu önceliklerin dayandığı “değerleri” gözden geçirin. Aslında vaktin “yetmemesi” zaman yokluğundan kaynaklanan bir koşul olmaktan çok insanın elinde olduğu değerlerin farkında olmamasından kaynaklanır… bir yaşam boyunca alacak olduğumuz nefes sayısı belli. Zaman sınırsız fakat bizlerin vaktimiz kısıtlı.
Zaman kitliĞinin sebebİ plansizlik mi?
Üstelik içerisinde yaşadığımız çağda zaman daha da süratli akıyor. Dedelerimizden daha süratli hareket ediyoruz. Deniz çok fazla ülkelere bir günde gidiyoruz fakat bu yolculuklar dahi bize çok uzun geliyor.
Yapacaklarımız o kadar çok ki haftada 168 saat bize az geliyor. Zaman kıtlığını yenmek için daha süratli yemek yiyor, daha süratli konuşuyor, daha süratli yürüyor, daha süratli otomobil kullanıyoruz. Bir telaş içindeyiz hepimiz. Çoğumuz ihtiyacından daha az uyuyor.
Üstlendiğimiz sorumlulukların altından kalkmak için bir yerden diğerine savuruyoruz şahsımızı. Bu zorunlulukları yerine getirmekten “esas” yapmak istediklerimizi yapamıyoruz. şahsımızı “tükenmiş” hissediyoruz.
Bu “koşuşturma” 2 asır evvela sanayi devrimiyle başladı, şu an hızlanarak devam etmekte.
Amerikan tarihçi lewis mumford, “modern sanayi dönemini belirleyen en ehemmiyetli etkenin buharlı makine değil saat” olduğunu anlatır. Eskilerde zaman belli olmayan ve kontrolsüz bir biçimde akıyordu. Kimsenin de zihnine vakti kontrol etmek gelmiyordu. Zaman, iş sonlanınca bitiyordu. Sanayi devrimiyle beraber hayatımıza ölçülen zaman kavramı girdi. Zaman, verimliliği ölçülen ve karşılığı ödenen bir “meta” oldu. İnsanın zaman algısı değişti. Vakit nakit oldu.
Bugün insanlar kısıtlı vaktin içine olabildiği kadar çok iş sığdırmaya çalışıyorlar, eğer vakti yönetebilirlerse yaşamı da yönetebileceklerine inanıyorlar.
Peki sizce bu doğru mu? Gerçekten vakti iyi planlarsak hayatımız daha iyileşir mi? Zamanla yarışmak kesinlikle luzumlu mi?
Bana göre çözüm farklı ortamda. Eğer bir kişiye zaman yetmiyorsa onun zamanla yarışmak yerine kendi önceliklerini ve bu önceliklerin dayandığı “değerleri” gözden geçirmesi lazımdır. Çoğumuz için geçerlidir böyle bir durumda. Pek çoğumuz “acil” işlerden başımızı kaldıramadığımız için “önemli” işlere zaman bulamayız. Diğerlerinin bir mecburiyet olarak karşımıza çıkardığı acil işlerle uğraşmaktan kendi “önemsediğimiz” işlere zaman ayıramayız. Kaçmaktan kovalamaya fırsat bulamayız.
Aslında vaktin “yetmemesi” zaman kıtlığından kaynaklanan bir koşul olmaktan çok insanın sahip olduğu değerlerin farkında olmamasından kaynaklanır. Yaşamda hangi işi yapıp yapmayacağımız, kiminle zaman geçirip geçirmeyeceğimizin kökeninde sahip olduğumuz değerler mevcuttur. Eğer değerlerimizin farkında olur ve tercihlerimizi bu değerlere göre yapabilirsek zaman kıt bir kaynak olmaktan çıkar.
Değerlerimiz ve hedeflerimiz belli olmayan olursa işlerin önceliklerini biz değil diğerleri saptar. Öncelikleri diğerlerinin saptadığı bir yaşam yaşıyor olmak denizde rüzgarın savurduğu bir kayık içerisinde olmak misalidir. Gittiğimiz yön, süratimiz, nerede duracağımız bizlerin elimizde değildir.
Hepimizin belirsizlikler içerisinde bir yaşam yaşadığı, kontrolün tamamının bizlerde olmadığı, kiminin büyük kiminin ufak kayıkla dünyaya geldiği doğrudur; Fakat her kayığın bir dümeni ve kürekleri mevcuttur. Hepimiz kendi kayığımızın dümenini elimizde tutabiliriz. Hedeflerimizi ve değerlerimizi yansıtan tercihlerde bulunabiliriz. Bu tercihleri dümenimizle, küreklerimizle yaşama geçirebiliriz. Evet, tüm şartları biz belirlemiyoruz, bu denizde olmayı, şahsımızı içerisinde bulduğumuz kayığı biz seçmedik; Fakat elimizdekilerle de pekala hayatımıza yön verebiliriz.
Aslında planlamamız gerekli olan şey zaman değil kendimizdir.
Zaman yönetimi insanın pusulası olmadan yapabileceği bir iş değildir. Ne kadar süratli otomobil kullanırsanız kullanın eğer nereye gideceğinizi bilmiyorsanız yanlızca daha süratli kaybolursunuz.
Stephen covey'in söylediği üzre ehemmiyetli işlere öncelik verebilmek aslına bakılırsa işleri planlamak veya işleri daha süratli yapmakla alakalı değildir. Önemli işlere öncelik vermek, insanın ilkeleri çerçevesinde hangi işi yapıp hangisini yapmayacağına karar vermesiyle ilgilidir. Covey'nin hususiyetle vurguladığı nokta zamanımızı daha iyi yönetmek için 2. bir saate değil, iyi bir pusulaya gereksinimimiz olduğudur. Çünkü şahsımıza belirleyeceğimiz yön hareket hızımızdan daha da mühimdir.
Zaman yönetimiyle alakalı eğitimlerde sıklıkla verilen bir örnek var: bir kavanozun içine belli bir miktar büyük taş yanında ufak çakıl taşları ve kum ne şekilde sığdırılır? Eğitime katılanlar ilk bakışta kavanozun tüm taşları ve kumları almayacağını düşünürler; Zira taşların ve kumların miktarı kavanozun hacminden çok görünüyordur.

Kavanoza evvela kumu koyarsak kavanoz kısa zamanda dolar ve sadece birkaç tane çakıl taşı alabilir, büyük taşlara hiç yer kalmaz. Önce çakıl taşlarını yerleştirdiğimizde ise bu kez tüm kumu kavanoza doldursak dahi gene büyük taşlara yer kalmaz. Fakat eğer evvela büyük taşları sonrasında aralarına çakıl taşlarını yerleştirirsek geri kalan boşlukları da kumla doldurabiliriz.
Büyük taşlar “önemli işlerimiz”, çakıl taşları “daha az önemli” işlerimiz, kum ise “boş zaman etkinliklerimizdir”. Eğer “dolu dolu” bir yaşam yaşıyor olmak istiyorsak önceliklerimizi belirlememiz lazımdır.
Bu eğitimlerde eğitmen deneyi bu biçimde anlatmasının ardından fikrini pekiştirmek için bir de taşlar, çakıl taşları ve kumla dolu kavanoza su koyarak aslında hiç yeri olmadığı düşünülen kısıtlı bir kaba ne kadar çok “şey” sığdırılabileceğini kanıtlar.
Objektif zaman ölçülen zamandır. Sübjektif zaman ise hissedilen zamandır. Herkesin hayatında vaktin adeta durduğunu hissettiği bir takım anlar mevcuttur. Bu anlarda objektif olarak zaman aksa dahi bize göre zaman genişlemiş hatta durmuştur. İnsan kendini vaktin tam ortasında hisseder.
şahsımızı akışa kaptırdığımız ve yaptığımız işle bir olduğumuz bu tılsımlı anlarda ruhen, zihnen ve bedenen objektif vaktin dışına çıkarız. şahsımızı vaktin akışına bıraktığımız anlar, değerlerimizle yaptıklarımızın örtüştüğü anlardır.
Budizm'de insanın varlığını hissedebilmesi ve kendini vaktin akışına bırakabilmesi için eğitim görmesi lazımdır. Şimdiki vaktin içine girebilmek, bir algıda etkinlik, yüksek bir bilinçle olası olur. Bu eğitimin sonu “aydınlanmadır. ”
Steven covey'in pusulası, budizm'in öğretileri veya bizlerin sufi geleneğimizin ortak noktası insanın içindeki pusulayla yön bulması üzerinedir. Eğer insan kendi değerlerine münasip tercihler yapabilirse yaşamına kendi istediği yönü verebilir.
Bana göre hepimiz bu düşüncelerden ilham almalıyız. Bana göre hem yaşadığımız an'ın içine girebilr, hem şahsımızı yaşamın akışına bırakma durumu olabilir, ve hem de hayatımızın dümenini elimizde tutabiliriz.
Manalı bir hayat için -çelişkili gibi görünse de- tüm bunların bütününü birden yapabiliriz. Yeter ki böyle bir bakış açısına sahip olalım.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst