Ya daha kötü olsaydı!

civan

Üye
Üye
Katılım
Şub 18, 2011
Mesajlar
2
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Ya daha kötü olsaydı!
İşte bu cümle havada uçan aklımı yerine getirmişti. Bunu söyleyen de olgun, yaşça büyük biri değil de on yedi yaşındaki oğlum Bulut’tu.

Kötü durumda olmayansa yedi yaşındaki kızım Gonca.

Kocam ile evlenmeyi hiç istememiştim. Ama bana da kimse sormamıştı. Malları bölünmesin diye babam ve amcam tarafından verilmiş bir karardı. Düğünümüz köyde oldu. Evliliğimin ikinci ayında tayinimiz Türkiye’nin öbür ucuna çıktı. Toparlanıp gittik. Ailelerimiz kirada oturmamızı istememişlerdi. Bize iki katlı bahçeli bir ev aldılar. Artık yeni evimiz burasıydı.

Bu yeni şehirde kimseyi tanımıyordum. Kimse hoş geldine gelmiyordu, sıkıntıdan patlıyordum. Buna bir de kocamın kıskançlığı ekleniyordu. Evin bahçesine bile çıkamıyordum. Beni cezalandırıyordu aklınca. İşten yorgun gelir, benimle hiç konuşmazdı. O da beni istememişti, söylemiyordu, ama belli ediyordu, hissettiriyordu.

Sonra oğlum doğdu, Bulut. Hayatıma neşe, mutluluk geldi. Can yoldaşım eşim değil de o olmuştu. İlk dişi, ilk adımı beni öyle mutlu etmişti ki. Oysa oğlum ilk anne değil, baba demişti. Olsun ne dediği hiç de önemli değildi benim için. Doğmadan önce, evde tek iken sabah radyoyu açar, yatarken kapatırdım. Maksat evde ses olsun. Şimdi Bulut konuşacaktı. Evimize neşe dolacaktı. Kocam da eskisi gibi değildi, oğluyla ilgileniyordu, ara sıra benim de halimi hatırımı soruyordu.

Oğlum çok güzeldi, pırıl pırıldı. Çalışkan, zeki ve terbiyeliydi. Sorumluluk sahibi bir çocuktu. Yaşının üzerinde bir olgunluğa sahipti.

Küçüklüğünden bugüne dek (oğlum, kilosu, boyu, ilk dişi, okula başladığı gün ve her şey) geçirdiği her olayı not ettim. Bulut başka bir çocuktu. Kirpi yavrusunu pamuğum diye sever ya, benim ilk göz ağrımdı. Allah’a çok şükür doktor görmemiş, hasta olmamış beni hiç üzmemişti.

Bulut on yaşındayken Gonca doğdu. Mutluluğum ikiye katlandı.

Gonca ağabeyi gibi değildi. Çok ağlardı. Hep sinirli, hep hırçındı. Ona hiç kızmazdım, kızamazdım. Başım ağrıdan şişerdi de yine kızamazdım. Sonradan anlayacakmışım ne denli yanık olacağımı.

Kızım bir noktaya bakar dalıp giderdi. Ağabeyi onbeş aylıkken şakır şakır konuşuyordu. Üç yaşında oldu hala cümle kurmuyor. Ver, al, iç hep tek kelime, o da benim zorumla. Hep sessiz bir çocuk oldu. Sanki süt dökmüş kedi gibi bir köşeye çekilir, etrafı dinlerdi. Yaşı büyüdükçe siniri yavaşça kayboldu. Hep dinliyordu. Kocama “Bu kızda tuhaflık var, bir doktora götürelim.” deyince

“Abartma hanım yok bir şey,” derdi de başka bir şey demezdi. Ama ben kararlıydım gizlice doktora gidecektim.

Sonra tayinimiz memlekete yakın bir şehre çıktı. İzmir’deki evi satıp oradan ev aldık. Taşınma telaşı Bulut’un okulu derken kızımı ihmal ettim. Bir gün Bulut’un okuluna giderken ana yol kapalıydı. Arka yola saptım, karşıma bir sağlık ocağı çıktı. Karar vermiştim, gidip danışacaktım. Bulut’u okula bıraktım Gonca beş yaşında, sevkimiz yok sadece gidip sorup fikir alacaktım. İçeri girdim hastaların bitmesini bekledim. Doktorun odası boşalınca izin isteyip içeri girdim. Çocuğumun konuşmadığını sessizliğini, anlattım sayı sayamadığını anlattım.

Doktor daha önce doktora götürüp götürmediğimizi sordu. Ben yok deyince, başını sallayıp bana ters ters baktı. İşte o zaman çok utandım. Doktorun bana yüklediği ilgisiz anne kimliğini sahiplendim, sesimi çıkaramadım, boğazım düğümlendi...

“Doktor kızıma hoş geldin” deyip adını sordu sonra ağzına, kulaklarına ve gözlerine baktı. Bunları yaparken habire soru soruyordu. Gonca utanarak kısa cevaplar veriyor, bazen muzipçe gülüyordu.

Kızımın bu hali sanki hoşuna gidiyordu. Doktora verdiği cevap sanki bana hediye edilmiş gibiydi. Ama korkuyordum. Tatmin olamadım. Anlaşılan doktor da tatmin olmamış ki bizi hastaneye yönlendirdi. Kötü bir şey dememişti de çocuğun gayet iyi evine git de dememişti. “Hastaneye git kontrol ettir.” demişti.

Şüphelerim doğru mu? Nesi var? sorularıyla evin yoluna girdim. Giriş ne giriş ama uçuyorum sanki. Ben hızlanıyorum, yol uzuyor bitmiyor. Gonca’nın kolunu çekip canını acıttım. Ağlamaya başladı. Ağlamasıyla irkildim. Gözleri gözlerime takıldı. Koca kasabada bir ikimiz kaldık, yanlız ikimiz. Sonra ben onu bırakıp mezara girdim, yalnız kaldı ağladı ağladı. Canımın gözlerinde bunları gördüm işte, derin kuyular içindeydim sanki çaresizdim.

Eve geldiğimizde Bulut ve Basri evdeydi. Babamız bir şey söylemedi, sustu. Sabah erken işlemleri yapıp hastaneye gittik. İşimiz rast gitti muayene olduk. Hatta yapılacak testler de yapıldı. Sonra doktorun karşısına çıktık. Önemli bir şey olmadığını sadece yaşıtlarından biraz geri olacağını söyledi. Kesin sonuçları bir hafta sonra alacağımızı da söyledi. Yakın akraba evliliklerinde zihin engelli çocuklar doğabilirmiş. Zeka düzeyleri normal çocukların zekalarından daha düşük olurmuş. Normal çocukların gerisinde olurmuş. Hafif, orta ve ileri dereceleri varmış. Gonca’mız da orta derece zihinsel engelliymiş. Yaşıtlarından geri olacakmış. Bu ne demekti geri olmak.

Gonca kızamık olmuştu. Sonuçları almaya gidemedim, Basri sonuçları alıp, işe gidecek, akşam eve gelecekti. Saat sekizde zil çaldı, açmaya korktum ama çaresizce açtım. Ayakkabılarını çıkarttı, evde sigara içmediği halde elinde sigara ile içeri girdi. Koltuğa oturdu. Basri ne? Sonuç ne? dedim. Ses yok. Bir daha sorunca:

- Hiç azcık aklı noksanmış. dedi.

Nasıl yani deyince.

- Kıt beyinliymiş SENİN kızın! diye cevap verdi.

Daha beş yaşındaydı. Önünde koca bir ömür vardı. Neler yapacaktı, neler yapamayacaktı? Evlenecek miydi? Hep yanında olabilecek miydim?

Onlarca cevabını bilmediğim soru balonlar içinde havada uçuyordu. Sonra balonlar bir bir patladı. Koşarak yattığı odaya girdim. Yüzünde çiçekler açmıştı. Masum bir melekti. Koruyucusu da bendim, ömrüm yettiği sürece de onun yanında olacaktım. Kocamın da dediği gibi, O BENİM kızımdı. Bunu söyleyerek bütün yükü omzuma yıktı, tüm kapıları kapattı.

Ayaklarım beni taşımıyordu. Yatağın ayak ucuna yığıldım. Kucağımda bebeğimin bebeği ağlıyordum. Sabaha kadar ağladım. Kocam yanıma dahi gelmedi. “Senin kızın” diyerek beni yalnız bıraktı.

Sabah ezanıyla omzumda bir el hissettim. Basri diye dönünce Bulut’u gördüm.

- Artık ağlama anne. dedi.

Ona, ben ölünce ne yapar, dedim, o da:

- Ben varım ya. diye cevap verdi.

Hala ağlıyordum. Bulut uzun uzun bana baktı, sonra

- Ya daha kötü olsaydı anne. dedi.

Bu sözler havadaki aklımı yerine oturttu. Bunu söyleyen de benden olgun biri değil de onyedi yaşındaki oğlum Bulut’tu.

Daha kötüsü elbet olabilirdi. Köyde komşumuzun oğlu vardı. Zincirle ağaca bağlarlardı. Kapılarından geçerken acırdım, üzülürdüm. Gonca öyle değildi. Sadece sessizdi, dalıp giderdi, sallanırdı o kadar.

İzleyen günlerde doktorlarla konuştum, kitaplar okudum. Kızım zeki değildi, olamayacaktı da, okuyup hayalimdeki öğretmen kız da olamayacaktı. Ama zincirlere de vurulmayacaktı.

Okula başladığında normal okula başladı. Çizgileri güzel çizdi, fişleri güzel yazdı. Ama okumayı ve saymayı öğrenemedi. İlk karnesini aldığında gözleri ışıl ışıldı. “Anne bak benim” diyerek seviniyordu. Kameralar o zaman böyle yaygın değildi. İmkanımız yoktu. Olsa o anı çekip herkesler izletmek isterdim.

O yaz Basri vefat etti. Aramız düzelmişti. Çünkü kızımız gerçekten kötü değildi. Alışınca her şey yoluna girmişti. Ama ölmüştü artık. Cenaze için köye gittik. Oradakiler Gonca’nın etrafı karıştırıp, hırçınlık yapmasına dayanamadılar. Bulut’la ilgilendiler. Kendi annem bile umursamadı. Bulut’a sarılıp ağladı. Bir garipti her şey anlayamadım. Zaten aklım karışıktı. Benim kızım orta derecede zihin engelliydi. Üstelik buna onlar sebep olmuştu.

Eve dönüşte kapının altından atılmış zarfı heyecanla açtık. Ben okuyamamıştım. Kızım da okuyamayacaktı. Oysa Bulut okuyup doktor olacaktı. Bu mutluluk her şeye, tüm çektiklerimize bedeldi.

Kızıma ayırdığım zaman oğlumdan çaldığım zamandı. Yavrum hiç sesini çıkarmadı, hep yanımda bana destek oldu. Şimdi okumak için Ankara’ya gidiyordu. Ağlayarak ayrıldık.

Bulut okurken maddi yönden çok sıkıntı çektik. Emekli maaşımız iyiydi ama tıp öğrencisi okutmak çok zordu. Gonca alt sınıfa başladı. Önceden normal sınıfa gittiği için çok rahattı. Ona akıl oyuncakları almam gerekirken, oyuncağı almaz parayı ağabeye gönderirdim. Belki küçükken ondan çaldığımız zamanın ücretini, oyuncak parasını ona yollayarak ödedim. Ben kızıma evde el işi oyuncaklar yaptım. Alt sınıfı başarıyla bitirdi. Ağabeyinin yardımıyla, yolladığı kitap ve kasetlerle çok yol kat ettik. İyi kötü on yıl geçti. Keşke babası da yanımızda olsaydı. Kızının yaptıklarını görse belki onunla gurur duyardı.

Kızım neler mi yapıyor?

- Bankadan banka cüzdanı ile para çekebiliyor.

- Alışveriş yapıp,aldıklarını yerine yerleştirebiliyor.

- Markete yalnız gidip geliyor.

- Çok temiz halı yıkıyor.

- Kek yapıp, çay demliyor.

- Makyaj yapıp süsleniyor.

- Para biriktirip (gizlice) sevdiklerine hediye alıyor.

- İnsanları saf ve tertemiz seviyor.

Yetmez mi?

Kızım şimdi yirmi yaşında, ağabeyi otuz, bense kırk yedi. Bir de doktor gelinim var. artık onun geleceğinden korkmuyorum. Ben olmasam da hayatta kalacağını biliyorum. Benim zihinsel engelli bir kızım var. zorlansa da istediği her şeyi başarabilen, öğrenebilen bir kızım. Pamuk kızım, Çiçek kızım..





Elif AYAN

K.T.Ü.

Fatih Eğitim Fak.

Özel Eğitim Bölümü

İşitme Engelliler Öğr.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst