Yeni Bir Dünya

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
YENİ BİR DÜNYA​
Her sabah üniversite yolunda yoldaşım olan Büşra ile önce belediye otobüsüyle, daha sonra kaldırımlarda ve en son da metro ile yolculuğumuzu tamamlıyoruz. Okula da beraber giriyor ve beraber sınıfımıza çıkıyoruz. Bu yolculuk sağlıklı olan için ne kadar sıradan değil mi? Hiç arabamıza dönüp de sağlıklı olmayanlar ne yapıyor diye bakmak aklımıza geldi mi acaba? Yoksa onları görmezden gelen hatta ne işi var burada, inip binemiyorsa evinde otursun, diye düşünenlerden misiniz acaba? Ben böyle düşünmemeyi Büşra ile yolculuğumdan sonra anladım ve bir kez daha beni sağlıklı yaratana ne kadar şükretsem az, diye düşündüm. Aslında yiyecek bir dilim ekmeğimiz olmasa da çok zengin olduğunuzu düşünür müsünüz? Hayır, bu bir Polyanna’cılık dediğinizi duyar gibiyim. Neyse ki ben böyle düşünmüyorum. Neden, çığlıkları beynimde zonklamaya başladı. Şimdi sıkı durun ve bir an gözlerinizi kapatarak iki ayağınızı birisinin istediğini ve karşılığında ev, araba teklif ettiğini düşünün. Olmaz, diye bağırarak gözlerinizi iri açtığınızı görür gibiyim. O halde sadece ayaklarımızla bir apartman ve bir araba sahibi olduk galiba. Ya diğer organlarımız yatlar, katlar, fabrikalar demektir. Gördünüz mü ne kadar zenginmişiz de farkında değilmişiz. Bütün bunlara ne kadar verdiniz acaba? Bir anda yanımda oturan Büşra arkadaşıma sarıldım ve sen bir kahramansın dedim. Tabii ki o da bana garip gözlerle baktı ve hayırdır İstanbul’u bir kez de ben mi fethettim, dedi.

Dışarıda mis gibi bir hava ve günlerden cumartesi. Adeta gezmek için bir davet gibi göründü gözüme bu durum. Derhal kendimi sokağa attım ve bir anda aklıma görme özürlü Hasan’ın benim kadar şanslı olmadığını düşündüm ve onu ziyaret edip dertleşmek –derdini dinlemek- istedim. Hasan sohbet etmekten zevk aldığım bir arkadaşım, üstelik annesi çok güzel pasta ve çörek yapar. Hasan derdini anlatırken pastalar ağzımızı tatlandırır güzel konular hakkında konuşmaya başlarız. Eskiden kendi başına sokağa çıkamadığını şimdi ise yapılan çalışmalarla eve hapis kalmadığını anlatır bana. Kaldırımlara nasıl takıldığını, kaç defa ezilme tehlikesi geçirdiğini, otobüslere binip yer bulamadığını ve dikilemediğini gözleri nemlenerek anlatır. Oysa şimdi diye devam eder söze; artık kaldırımlarda rampalar ve görme özürlüler için kabartmalı çizgiler var, elimiz ayağımız olan beyaz bastonumuz ve otobüslerde özürlü yeri ve tutamakları bulunmakta diye yüzü ay gibi parlayarak ifade eder. Beraber dışarı çıkmayı ve gezmeyi teklif ettiğimde bir şartla kabul edebileceğini o da kendisine özürlü muamelesi yapmamam olduğunu söyler. Anlaşarak güzel havanın tadını çıkararak en yakındaki parka gideriz. Artık kendi kendine yetmektedir Hasan ve ben söyleyecek söz bulamadan onunla vedalaşarak ayrılıyorum. Bir kere daha sağlıklı olduğum için şükrediyor, onlara daha bir kahraman gözüyle bakıyorum. Meğer ben ne kadar da zenginmişim demeden geçemiyorum.

Günlerden pazartesi kütüphaneye geldiğimde sürekli karşılaştığım, kitap kurdu arkadaşım Zeynep’in kitapları kemirmekte olduğunu görüyorum. Sevinçle seslenmek istiyorum ama bir anda işitme özürlü olduğu aklıma geliyor. Bir de bakıyorum ki kabartma yazılı kitaplar ansiklopediler ve daha bir çok malzeme gelmiş ve Zeynep hazine bulmuşçasına sevinerek bir o kitabı bir bu kitabı karıştırıyor. Sevincine sınır tanımıyor, havalara uçuyor. Bir de kütüphanede çalışanlara işaret diliyle konuşmayı öğretmişler. Her istediğini rahatça istiyor, buluyor ve alıyor. Ben de en az onun kadar seviniyorum, çünkü ben dahil artık yardımımız olmadan en çok sevdiği kitaplarla gece gündüz beraber olacak, beraber yatıp beraber kalkacak. Bir kere daha zenginliğimi fark etmemek için basiretsiz olmak gerektiğine inandım. İşaret diliyle bana ihtiyacın yoksa gideyim demek istedim ama o kitaplara kendini kaptırdığı için beni fark etmedi bile. Kitaplardan bir an olsun ayrıldığını hiç görmedim. Ne zaman yanına gitsem hep aynı yerde okuyor, okuyor, okuyor. Bilmediğim konularda bana bir ansiklopedi dolusu bilgiyi bir anda sunuveriyor. Onunla işaret diliyle konuşurken kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor; ayrıca ona imrenmiyor da değilim.

Müzik kursunda ancak hafta sonları bir araya gelebildiğim Melih de tekerlekli sandalyesi ile her türlü müzik etkinliğine katılıyor, baterisini adeta konuşturur. Parçaları gözü kapalı çalar, sanki parçalar onun sopalarıyla yeniden anlam bulur. Daha önceki kurslarda sürekli geç kalmak zorunda kalır, kan ter içinde dersin sonlarında gelirdi. Tabii bu kendisinden değil de kaldırımların, araçların, binaların uygun olmayışından kaynaklanırdı. İnsan kendini onun yerine koymadan yapamıyor ve ona bir kahraman edasıyla bakıyor. Neyse ki son zamanlarda gerekli düzenlemeler yapıldı ve yapılmaya devam ediyor da arkadaşımız da ter atmaktan ve geç kalmaktan bir nebze olsun kurtuldu.

Sonunda bir haftayı daha geride bıraktım. Güzel bir hafta sonu ve ben yine yukarıda saydığım dostlarımla bir etkinlikte daha buluşacağım için sevinçliyim. Adına resim sergisi düzenlenen arkadaşım Merve; elleri olmadığı için ayakları ile çizdiği resimlerini belediyenin sergi sarayında ücretsiz sergiliyor, resim satışından elde edeceği geliri de kendisinin de bağlı bulunduğu derneğe bağışlayacak. Bu davranışını duyunca elinden affedersiniz ayağından öpesim geldi. Onunla ne kadar iftihar etsem azdır. Artık alan el olmaktan çıkmış fırça ve boyaları tuval üstünde büyük bir ustalıkla dans ettirerek veren el olmuş. Bir de kendimi düşündüm ve kahrettim. Gece bile yatmadan çalışsam bana bahşedilenlerin borcunu ödeyemem diye düşünmekten kendimi alamadım. Bir de öğrendim ki belediye onun her türlü malzemesini eve kadar götürüyor, sergilere ve toplantılara katılabilmesi için de onu ücretsiz taşıyor. Nereden nereye geldik diye düşünmeden edemiyorum. Arkadaşımın resimlerini incelerken resmin içinde buluveriyorum kendimi.

Ayşe, Hasan, Zeynep, Melih, Merve normalde insanlarla sohbet etmeyi, arkadaşlık kurmayı, gezip dolaşıp eğlenmeyi, konserlere gitmeyi, kütüphanede vakit geçirmeyi, kurslara katılmayı, spor yapmayı kısacası her insanın yapmaktan zevk aldığı şeyleri yapmak istiyorlar. Herkese ait bu dünyada onlar da hak sahibi olduklarının bilinmesini istiyorlar. Çünkü insanlar bencilce davranıyor ve hak sınırını ihlal ediyor çoğu zaman. Çarpıştıkları insanlardan özür dilemeyi bile unutmuşlar. Oysa dünyada hepimize yetecek kadar yer var, “Hepsine ben sahip olmalıyım!” demeye ne gerek var? Sahip olduğumuz doğa, hepimiz eşit olarak paylaşalım diye yaratılmışken; “Bu kaldırım, bu metro, bu otobüs, bu kütüphane, bu kurs benim!” demenin de bir anlamı yok. Bunlar çocuklukta kalması gereken kötü huylar. Neyse ki bu ve benzeri sorunlar, benim arkadaşlarım ve çevresi için çok büyük bir problem teşkil etmiyor artık. Çünkü insanları bilinçlendiren konferanslar, afişler ve reklamlar var. Ayşe; tekerlekli sandalyesiyle hayatta engel tanımıyor. Çünkü otobüsler ona özel düzenlendi, artık otobüslerin rampaları var ayrıca otobüs içerisine onun seyahat ederken tutunabileceği yerler de yapıldı. Kaldırımlar onun için daha güvenli artık çünkü kaldırım bitiş ve başlangıçlarına rampalar yapıldı. Metrodaki asansörler hem onun için hem de Zeynep için oldukça uygun oldu. Rakamların yanında kabartmalarının da olması devlet duyarlılıklarının bir göstergesidir. Okulumuzda da asansörler bulunduğundan Ayşe’nin dünyası eviyle sınırlı kalmıyor. Bu insanlar şanslı doğmasalar da artık onlara bir şans daha veriliyor.

Dert ortağım Hasan ise internet üzerinden satış danışmanlığı yapıyor, hem kendi ayakları üstünde duruyor hem de “Ben de hayatın içindeyim.” diyor. Kitap kurdu Zeynep, romanları, hikâyeleri, makaleleri istediği zaman okuyabiliyor. görsel kitap uygulamasıyla da ne zaman ve nerede olursa olsun kitaplarıyla ayrılık yaşamak zorunda kalmıyor. Doktora giderken yürüdüğü kaldırımlar o ve arkadaşları için güvenli hale getiriliyor, sarı şeritli ve kabartmalı özel yollar yapılıyor. Doktorun verdiği ilaçları alırken de birbirine karıştırmıyor çünkü onların kutularında da kabartmalar oluyor.
Baterist Melih ise kurs arkadaşlarının hepsi hiç zorluk çekmiyor. Baterisinden çıkan notaların ahengini kendisi de duyabilse keşke diye düşünüyorum kimi zaman. Ama o karşısındaki insanların zevk aldığını görünce daha da zevk alarak çubuklarıyla dans ediyor. Ünlü gruplar bir bir teklif getiriyorlar ona. Onun da tek bir şartı oluyor: “Bizi sevin ve anlayın.” diyor.

Tuval, fırça ve boyalarla dünyamızı renklendiren ressam arkadaşım Merve ise elleriyle değil de gönlüyle çiziyor o muhteşem başyapıtları. Onu fırçasından ayrı düşünemiyorum çünkü onun dünyasında gezintiye çıkabilmek için tuval üzerinde gezinmiş boyalı bir fırçası olmalı elinde. Üzüntüler, sevinçler, kayıplar, kazançlar, doğa ve binalar her şey farklı renklerle can buluyor onun elinde.
İnsanlar, tek bir ana babadan ve tek bir dünyada yaratılmışlar, birlikte iç içe ve dayanışma içinde yaşasınlar diye. Yoksa dünya dışındaki gezegenlerde de yaşanırdı belki. Hepimiz elimizdekilerin kıymetini ve zenginliğimizi kaybetmeden sımsıkı tutmalıyız. Çevremizdeki bizimle eşit şartlarda olmayanlar bize ders vermeli, biz de onlara güç vermeliyiz. Sevilmek istiyorsak sevmeli, yardımlaşmalı, onları anlamaya ve anlatmaya çalışmalıyız. Dünya tüm renkleri ve şekilleri ile güzel. Dünya el ele tutuşmuş, gönülleri birbirine çözülmeyecek düğümlerle bağlı engel tanımayan insanların dimdik ayakta durması ile güzel. Hepimiz gönüllerimize düğümü atmış; tek ve kocaman bir sevgiyle yaşıyoruz.

ÖZGEÇMİŞ
ADI: Gülsüm Ayşenur
SOYADI: Eser
DOĞUM YERİ: Hakkâri
DOĞUM TARİHİ: 22.06.1992
YAŞI: 20

BİTİRDİĞİ OKULLAR: 1999-Gümüşova İlköğretim Okulu, 2000-Şıralık Vatan İlköğretim Okulu, 2006-Düzce Anadolu Öğretmen Lisesi, 2010-Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü
***********
Adım Gülsüm Ayşenur, soyadım Eser. 22 Haziran 1992 Hakkâri doğumluyum. İlköğretime 1999 yılında Düzce’nin Gümüşova İlköğretim Okulu’nda başladım. 2000 yılından itibaren Şıralık Vatan İlköğretim Okulu’nda devam ettim. 2006 yılında Düzce Anadolu Öğretmen Lisesi’ne başladım. Yazdığım yazılarla aldığım dereceler: Cumhuriyet’in Doksanıncı Yıl Kompozisyon Yarışması’nda, Avrupa Düzceliler Derneği’nin Düzce Konulu Kompozisyon Yarışması’nda, Düzce Gazetesinin 12 Kasım’la İlgili Kompozisyon Yarışması’nda, Düzce Müftülüğü’nün Kur’an İle İlgili Kompozisyon Yarışması’nda, Ertuğrul Gazi Etkinlikleri Çerçevesindeki Kompozisyon Yarışması’nda, Samsun Konulu Kompozisyon Yarışması’nda, Sarıkamış Faciasıyla İlgili Kompozisyon Yarışması’nda biriciliklerim vardır. Ayrıca: Attila İlhan Vakfı’nın Kompozisyon Yarışmasında Mansiyon Ödülü, Yunus Emre İle İlgili Kompozisyon Yarışmasında Mansiyon Ödülü, Gazeteciler Birliği’nin Gazete ve İnsan Konulu Kompozisyon Yarışmasında Mansiyon Ödülü, Ulaştırma ve Denizcilik Bakanlığı’nın Yarışmasında Mansiyon Ödülü aldım. İstanbul’da Attila İlhan Vakfı, Ankara’da ise Meclis tarafından ağarlandım. 2010 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü kazandım ve hala öğrenimime devam etmekteyim.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst