Yoran Değil 'Yoğuran' Hayat

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
YORAN DEĞİL “YOĞURAN “HAYAT.
Ne kadarda çok eskimişti evimiz..

Çatısından akan suları engellesin diye birkaç yerine tahta çakmıştı babam.Ama yine de altına koyduğumuz kovalar doluyordu. Hava soğuk, buz gibi. Şubatın en koyu zamanları. Üşüyor olsakta belli etmiyorduk... Zira bu elimizde kalan son kömür çuvalıydı.. Bir hafta ya giderdi ya gitmez. Zorlu hayat mücadelesinin başkahramanı sayılabilecek bir ailenin tek çocuğuydum ben.

Bembeyaz tenim, kıpkırmızı yanaklarım ve yemyeşil gözlerim vardı. Umutla bakıyordum hayata. Annemle babam uzun tedaviler sonrasında almışlar beni kucaklarına. Şimdi düşünüyorum da onca yoksulluğun içinde çocuk istemek büyük cesaret. Hayatımız zordu belki ama renkliydi. Penceremizin önüne, yağan küllerin griliğine inat rengarenk çiçekler koyardı annem . çünkü bilirdik ki hayata inat yaşamalıydık. Nasıl bir sabır, nasıl bir özveridir aklım almıyordu. Annemin babamın sadakati karşısında gözlerim yaşarıyordu. Doğuştan engelliydim ben. Kemikleri ve zekası anne karnında gelişememiş. Zamanla tüm duyu organlarını yitirecek olan, ama ailesinin sevgisiyle hayata tutunmaya inat eden biri. Nasıl bir yüceliktir, nasıl bir evlat sevgisidir bu. Senelerce bekledikten sonra ellerine verilen özürlü bir kız çocuğu ve yoksul bir hayat.aklım almıyordu. Eziliyordum, mahcup oluyordum.

Benim sırtım birkere bile yara olmadı. Sürekli yattığım için hiç belim tutulmadı benim. Devamlı beni sağa sola çevirdiler çünkü. Canım sıkılmasın diye asla aynı yatakta yatmadım. Yaşıtlarım daima yanımdaydı. Mahalle arkadaşlarım hep ziyaretime gelirdi. Ama ailem bunu onlardan gidip bizzat istemişti. Benim ise tüm bu iyiliklere verebilecek cevabım yoktu. Konuşmayı bilmiyordum. Buna gücüm yoktu. Gözbebeklerimde donmuş birkaç damla gözyaşı vardı sadece. Mutlu muydum değil miydim bilemiyordum. Ama hiçbir zaman inancımı kaybetmeme izin vermiyorlardı. Zaman ilerliyordu ve ben artık duyma gücümü de yitiriyordum. Cılız sesler vardı yalnızca kulaklarımda. Belleğimde tek bir cümle. ”ölümü bekliyordum”. Annemin babamın çaresizliği bir yandan, yiyebilecekleri tek lokmayı bana vermeleri bir yandan hayat yoruyordu böyle bizi. Ama babam hayat bizi yormuyor, “yoğuruyor” derdi. Benim sessiz bir dünyam vardı. İçerisinde soba yanan, küçük bir oda da sessizliğin esiri olmuş bir bedenim. Ve ellerim asla dokunmayı bilmiyordu. Hissetmiyordu. Annemi hissetmiyordum, babamı özümseyemiyordum ve en acısı bir robottan farksızdım. Aşık olamayacaktım hiçbir zaman, koşup oynayamayacaktım. Yatağımın karşısında sırı dökülmüş ayna odak noktamdı benim. Hayallerimi içinde barındıran yegâne limanım. Hastane kontrolleri ise tam bir facia. İyileşemeyeceğimi bile bile umutlu gibi görünmek etrafa ve en önemlisi anneme. O gün hastaneye yeni gelen asistanın hayatımı değiştireceğini hesaba katmamışken henüz sırtüstü uzandığım muayene yatağından bir an önce kalkmak istiyordum. O günkü muayenemiz biraz uzun sürmüştü. Neden bilmiyordum. Duyamıyordum. Sadece annemin gözlerinde bir ışık ama bambaşka bir ışık gördüm. Aradan birkaç gün geçmişti. Evimize bir doktor ve o asistan çocuk gelmişti. Önce kulağıma bir cihaz takıldı. Konuşulanları daha net duyabiliyordum.

Ama tepkisizdim. Hareket edemiyordum. Çok sonra anladım ki, beni yeni bir tedavi yöntemiyle ayağa kaldıracağına inanan bir doktormuş. Yoğun bir döneme girmiştim. İlaçlar, ameliyatlar hayatımın parçası olmuştu. Benim inancım yoktu ama, aileme varmış gibi gösteriyordum. Onlara olan minnet borcumu böyle ödemeye çalışıyordum. Ben mucizenin ta kendisiydim aslında. Zaman geçtikte hareketlerim artmıştı, artık yavaş yavaş ta olsa sağdan sola dönebiliyordum. Bu nasıl mümkün olur ailem ve ben şaşkınlık içindeydik. Ama geçirdiğim tedavi sürecini anlatmaya kelamlarım yetmez. Tam 7 sene süren bir tedavinin ardından yataktan kalkmıştım. Artık tekerlekli sandalyede oturabiliyordum. Konuşamasam da yazıyordum. Yazmayı çok seviyordum. Sesleri daima bir cızırtıyla duyuyordum belki. Kulağımdaki cihazın pili bitecek diye ödüm kopuyordu. Ama şükür ediyordum ki yatmıyordum artık.

Evet, ben şimdi zekâsının gelişmediği iddia edilen, bir daha asla ama asla yataktan kalkamayacak olan, zamanla “ölümüne razı” olunacak olan “Aslıyım”. Bu Aslı KARAKOÇ’un hikayesi. Hala tekerlekli sandalyedeyim. Adım atmayı beceremiyorum. Konuşamıyorum, harfleri çıkaramıyorum ağzımdan. Plastik bir cihazla duyuyorum. Ama kocaman bir yüreğim var. Şimdi 21 yaşında bir genç kızım. O doktora ve asistanına çok şey borçluyum. Annem ve babam hala başımdalar çok şükür. Ve birde aşık oldum ben. Evet imkansız bir şey belki ama aşık oldum. Mahallemize yeni taşınan Murat’a. henüz haberi yok. ve hiçbir zamanda olmayacak. Belki dilimden birkaç kelam düşerse söyleyeceğim ilk cümle “seni seviyorum” olur. Ben hala umutluyum. Hala nefes alıyorum çünkü. Ailemin benden bir kere bile utanmadığını bilerek büyüdüğüm için, yokluk içinde zengin bir yüreğe sahip ailenin çocuğu olduğum için. Ben dünyanın en şanslı insanıyım. Artık yazmak hayatımın bir parçası oldu. Kalemlerim kâğıtlarım beni ayakta tutuyor. Babamın da dediği gibi. Hayat beni yormuyor “yoğuruyor”…

Betül BÜKEN 1989 SAKARYA doğumluyum. Sakaryada yaşıyorum. Özel bir mimarlık ofisinde muhasebeci olarak çalışıyorum. Evli ve 3 yaşında bir kız çocuğu annesiyim. Lise mezunuyum. Yazı yazmaya küçük yaşlarda başaldım. Bu yarışmanın konusu dikkatimi çektiği için katıldım. Engellilere karşı ayrı bir hassasiyetim var çünkü. SAYGILARIMLA
 
Tekerlekli Sandalye
Üst