- Katılım
- Tem 26, 2011
- Mesajlar
- 712
- Tepkime Puanı
- 52
- Puanları
- 28
Oktan Keleş ile Röportaj
Oktan Keleş'in Yeni Aktüel Dergisi'nde yayınlanan röportajın tamamı. Yer sıkıntısı nedeniyle bazı bölümler yayınlanmamıştı. Şimdi TAMAMINI yayınlıyoruz.
“Hz. Hızır manevi bir istihbarat teşkilatının başıdır”
Kitaplarında metafizik alanda yaşanan mücadeleleri anlatan, kimi zaman önceden haber verdiği olaylarla adı manevi istihbaratçıya çıkan araştırmacı-yazar Oktan Keleş yakında yayınlayacağı yeni kitabında metafizik alandaki “manevi istihbarat ağı”nı ve manevi yapılanmayı ifşa edecek. Kitaplarıyla birçok olayın perde arkasını deşifre ederken, kimi kritik projelerde siyasetçi ve bürokratlara danışmanlık da yapan Oktan Keleş gördüğümüz olayların arkasında süren fizik ötesi mücadeleyi ve metafizik istihbaratı ve bu istihbaratın manevi yapılanmasını anlatıyor.
Siz kamuoyu tarafından sıra dışı ve mistik konular üzerine çalışan bir araştırmacı-yazar olarak tanınıyorsunuz ama işin ehlince etrafımızdaki gerçeklerin görünmeyen yüzüne dair bir takım sırları ifşa ettiğinize dair şeyler duyuyoruz. Gerçekte yaptığınız işin mahiyeti nedir, açıklayabilir misiniz?
Tasavvufi bir roman serisiyle başladım ki yediden yetmişe herkese hitap edebileceğim şekilde gerçek tasavvufu ve onun günümüzde yaşanan cephelerini ama bir yandan da o kategori içine giren görmediğimiz cephelerini anlatayım istedim. Dolayısıyla ben kendimi “Milenyum Dervişi” olarak niteliyorum. Çağımızda yaşıyorsak öğretileri de çağımıza uygun şekilde algılamamamız ve ya algıladığımız zamanı anlatmamız gerekiyor. Tasavvufi mistik meseleler ve biz farkında olmasak da bu çerçevede etrafımızda yaşananları 1001 Gece Masalları gibi anlatmak da mümkündü ancak bu tarz bizim çağımıza pek hitap etmiyor. Dolayısıyla ben doğrudan, yaşanan dünyada perde arkasında yaşanan metafizik gerçeklikleri roman şeklinde anlatmayı seçtim.
Bunun içinde İstanbul’u da merkez olarak alarak, İstanbul’da yaşananlar perspektifinde tasavvufun hırka, tac ve cübbeden ibaret olmadığını, işin içinde başka şeyler, mistik mücadeleler de olduğunu göstermek adına kitaplarımda bu hayatı yansıtmaya çalıştım. Tabii fıkhı ve itikadı konulara bağlı kalarak yapıyorum bunu. Okuyucuya evliyaların, Allah dostlarının, mana erlerinin, dervişlerin hâlâ aramızda bulunduğunu, bir takım işlevler gördüğünü, bazı hadiselere müdahale ettiğini göstermeye çalışıyorum bu şekilde. Bunların sadece geçmişte kalmadığını, günümüzde de aramızda bulunduklarını göstermeye çalışıyorum. Günümüzde derviş algılaması yırtık elbiseyle yaşayan, kendilerini açlığa, fakirliğe mahkûm edenler gibi algılanıyor. Onların aslında günümüzde yaşayan örneklerinin nasıl olduklarını, nelerle uğraştıklarını göstermeye çalışıyorum. Dervişlik Allah’ın yarattıklarına karşı gösterdikleri sabrın karşılığıdır. Yunus’un dediği gibi “ne varlığa sevinir, ne yokluğa üzülür”. Böyle bir sabrı gösterendir derviş.
Kitaplarınız her ne kadar roman, kurgu gibi görünse de içlerinde sadece teorik bilgiler olmadığını görüyoruz. Hatta sonradan bir kısmının gerçekleştiğini gördüğümüz ifşaatlar, olayları da haber veriyorsunuz o kurgu içinde. Hatta manevi işlerin ehilleri tarafından sizin yaptığınız işin aslında “Manevi istihbaratçılık” olduğu da söyleniyor. Nedir bu “Manevi istihbarat”.
Manevi istihbarat tasavvufun olmazsa olmazlarındandır ve çok önemlidir. İstihbarat geçmişte tekkelerde belli bir öğreti silsilesi çerçevesinde seçilmiş insanlara verilen bir ilim dalıydı. Bunun fiziki ve metafizik istihbarat gibi iki boyutu var. Biz bu öğretiyi de aldığımızdan dolayı, bu işi Türkiye’de yapmak bu fakire nasip oldu. Bu işi topluma açmak bizimle vücut buldu diyebilirim. Çünkü başka bir örneği yok. Böylelikle yazıp, çizdiklerimle, yaptığım danışmanlıklarla tasavvufun böyle farklı bir dalından da dem vurmuş oldum. Sadece kişinin kendi nefsini terbiye etmesi ve kendisini manen geliştirmesinin dışında topluma, milletine, vatanına, devletine, insanlığa olan sorumlulukları bulunduğundan dem vurdum. Hz. Muhammed (sav) ve Kuran’ın belirttiği gibi “Düşmanı takipte gevşeklik göstermeyiniz” ilkesince böyle bir uygulamanın var olduğunu göstermeye çalıştım. Peygamber Efendimiz de kendi sahabelerinden bazılarını diğer toplum ve ülkelere gönderiyor ve “Bakın bakalım, bizim hakkımızda neler düşünüyor, neler planlıyorlar, bilgi toplayın getirin” buyuruyor. Bu manada manevi istihbarat söz konusu olunca baş istihbaratçı Hz. Muhammed (sav)’dir. O’nun Allah’tan aldığı vahiy zaten doğrudan manevi istihbarattır ama sahabeleri gönderip bilgi toplatması da maddi istihbarata girer. Bu bir öğretidir, tasavvufun bir dalıdır ve Hz. Peygamber bunu bizzat uygulamıştır.
Kuran’daki Hz. Süleyman kıssalarında Hz. Süleyman’ın Hüdhüd adlı kuş olarak tanımlanan şeyi başka diyarlara gönderip, bilgi toplatması da bu manevi istihbarata girer. Dolayısıyla manevi alanlarda da istihbaratçılığın önemli bir yeri vardır. Bunlar dervişler arasında, tekkelerde uygulanmış ancak zaman içerisinde unutulmuş şeylerdir. Maddi ve manevi anlamda istihbaratçılık Adem Aleyhisselam’dan beri mevcuttur. Bunu millet olarak en fazla uygulayanlarsa Türk Milleti’dir. Örneğin Alparslan’ın istihbarat amaçlı Berid (Ulak) teşkilatı tarihi bir vakıadır. Yine benim yayınladığım bir makalede yer verdiğim Sultan Abdülhamit Han’ın bir grup istihbaratçıları da “Meczubîler”di. Fatih Sultan Mehmet’in ordusunda yine Delibozuklar diye biline teşkilatın içerisinde yine meczup istihbaratçılar bulunurdu. “Meczupların istihbaratla ne alakası var” diyeceksiniz ama bunlar derin konulardır. Bunlar eski tekkelerde tasavvuf dairesi içinde seçilmiş insanlara verilen ilimlerdi.
Yani bazı dervişler hem maddi ve hem manevi anlamda istihbarat mı yapıyorlar?
Örneğin ülkenin konumu, örfü, adeti vs. göre bunlar kahvelere, camilere, medreselere, her köşe başına dağılır, otururlar. Bunlar üzerlerindeki keşkül, teber gibi alametlerinden derviş oldukları bilinir. Dervişlik halk nazarında kutsal bir kavramdır, erenlik müessesesi içerisinde yer alır, dokunulmazlığı vardır. Halk nazarında çok derin bir bilgi olmamasına rağmen bunlara çoğun evliya gözüyle bakılır. Bunlar hakir görülse de bazı kitleler tarafından halkın geneli tarafından sorgulanmazlar. Abdülhamit Han bu yapıyı istihbari anlamda kullanmış. Bunlar toplumun çeşitli katmanlarına, şehrin çeşitli yerlerine dağılır. Bunların bir de başları vardır. Akşamüzeri bir yerde toplanır ve topladıkları istihbaratı başlarına bildirir. O başlar, gider kendi efendi hazretlerine bunları aktarır. Onlar da bunları ya doğrudan ya ulaklar vasıtasıyla bu bilgileri devlet erkânından birilerine ulaştırırlar. Bu işin maddi istihbarat yönünde; devlete, padişaha karşı kim ne düşünüyor, ne planlıyordan tutun, limanlara hangi mallar geliyor, kimler ne kaçakçılık yapıyor’a kadar pek çok bilgi ulaştırılır. Devlet erkânı bunları raporlar tasnif eder ve ona göre bir strateji planlar.
Bunun bir de manevi istihbarat yani metafizik istihbarat yönü vardır. Dünya kuruldu kurulalı hak ve batıl mücadelesi dediğimiz bir şey var. İnsan ve Şeytan “Birbirinize düşman olarak ininiz” beyanıyla cennetten kovulmuşlardır. Adem, Havva ve Şeytan bundan beri birbirine düşmandır ve bu bir ilkedir. Cennetten kovulan lanetli Şeytan boş durmayacaktır, kıyamete kadar mühlet almıştır. O günden bugüne süregelen bir hak-batıl mücadelesi söz konusudur. Bu Şeytan ve Şeytani olan cin ve insanlarla, hak erleri arasında geçen bir mücadeledir. Şeytan sihir ve büyüyü kullanan bir varlıktır. Bu konuda da oldukça mahirdir. Bunun alternatifi olan bir de manevi ilim söz konusudur. Bu öğretiler çerçevesinde metafizik istihbarata dayanarak görünen dünyanın, görülen olayların arkasında çok daha fazla şeylerin gerçekleşmekte, dönmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bunların gerçekleştirildiği yere İslami tabirle mana ya da rüya âlemi, Melekût âlemi diyebiliriz. İnsanlar rüyalarında ekseriyetle kendileri ile ilgili sembolik şeyler görürler. Dolayısıyla birçok inançlı ya da inançsız insan bu tür bilgileri alabilmektedir. Bunda inanç ya da inançsızlık etken değildir. Melekût âleminin bölümleri vardır. Melekût âlemi de bir istihbarat kapısıdır. Rüyanın İslam’da dört şekli vardır. Bunun biri günlük hayattaki olayların bilinç ya da bilinçaltına işlemesiyle olanı, diğeri doğrudan hak olan ve olduğu gibi çıkan yoruma gerek duyulmayan rüyalardır. Bir diğeri meleklerden gelen istihbaratlar yani tarafından gösterilen, melekût âleminden gelen rüyalardır. Bunlar rüya tabircilerinin tabirine muhtaçtır. Burada sembollerle gösterilir ve bunları sadece ehli yorumlar. Bir de Şeytan’dan gelen, yanıltıcı, halüsinatif , abuk sabuk rüyalar vardır. Şeytan ve Şeytanilerin melekût âlemine girip hırsızlık yaparak aldıkları bazı bilgileri bizi yönlendirmek amacıyla sembollerle gösterdikleri, ama esasında bizi yoldan çıkarmaya yönelik rüyalardır. Bu konuda ehil olanlar bu rüyalarda görülen sembolleri seçerek istihbaratı doğrudan mana âleminde ararlar. Bu da melekûtun istihbaratıdır. Bunu sıradan insanlara bile manevi istihbaratın geldiğini göstermek için söylüyorum. Bunun yanında bir de evliyaullahın ve Allah dostlarının mana istihbaratı vardır ki bu da ayrı bir şeydir.
İyi de bu rüyaları istihbarat amacıyla nasıl kullanırlar ki?
Ben 2006 yılında bir tv programında da söyledim, bu konuyla ilgili yurt dışından da bir takım teklifler geldi ama ben itibar etmedim. Rüya istihbaratçıları ve rüya toplayıcıları vardır. Bunlar Anadolu’da köy köy kasaba kasaba dolaşır ve insanların gördükleri kayda değer rüyaları topluyorlar. Ben insanları yazılarımla uyardım. Rüyalarınızı böyle araştırmacı suretinde toplayanlara vermeyin. Zira böylelikle istihbarat topluyorlar. Eğer ben bir takım ilimlere ve sembollere vakıfsam, sizin rüyanızdan sizin karakteriniz, hayatınız hakkında istihbarat toplayabilirim. Bu konuda insanları uyardım. Nitekim bunun doğru olduğu bir süre sonra ortaya çıktı. Bir takım yabancıların grup grup dolaşıp bazen tercümanlar vasıtasıyla rüyaları derleyip topladıkları ortaya çıktı. İşte bu dediğim metafizik bölüme giren bir istihbarat. Bu rüyalardan insanların ortak ya da sıkı gördükleri sembolleri değerlendirip oranın psikolojisini çözebiliyorlar. Bu bilimsel olarak kullanılan ve gizli servislerin de yararlandığı bir metot. Bu gibi faaliyetlere karşı ciddi ülkeler karşı faaliyet ve önlemler geliştiriyorlar. Bu önlemler bazen dini öğeler içerisinde gazete, takvim gibi yerlerde topluma verilir. Bunlar vatandaşları koruma adına başvurulan manevi kalkanlardır. Ama tüm bunları kamufle etmek adına da her iki taraf da dezenformasyona başvurur. Mesela, manevi konuları suiistimal eden kimseler, sahtekârlar ön plana sıkça verilerek bu konuların gerçekliği ve ciddiyeti kamufle edilir. İşin bir boyutu da medyumluktur, sahtekârlık burada da devreye girer.
Bir de zikir hali söz konusudur. Ayetlerde mealen “Kim benim zikrimden yüz çevirirse ona arkadaş olarak bir Şeytan takarız” buyruluyor. Yani zikrin olmamasının karşılığı Şeytandır. Zikir gibi ayinler sırasında da elde def eşliğinde yapılan bir takım hareketler sırasında vecd haline gelen dervişlerin kalbine bazı bilgiler, bazı duygular ilham olunur. Yani işin manevi istihbarat boyutu da vardır. Ama bugün avam denilen insanlar bunu bilmez ve maalesef günümüzde tekkelerde bunların öğretimi artık söz konusu değildir. Çoğunun bu meseleden haberi yoktur zaten.
Peki, bizim gördüğümüz toplumsal, siyasi pek çok olayın perde arkasında aslında Şeytani ve Rahmani güçlerin mücadelesi mi var diyorsunuz? Yani hem manevi istihbarat hem de bir savaş mı söz konusu?
İslam’da medyumluk, kâhinlik haramdır. Fakat dünyada kendilerine durugörü ya da arıgörü sahibi diyen bir takım kimseler istihbarat servisleriyle çalışmaktadır. Bunların aldığı bir takım vizyon ve ilhamlar değerlendirilir ve raporlandırılır. Mossad, CIA ya da eski KGB cinleri kullanıyor şeklinde bilgiler çalınmıştır kulağınıza. Bu işleri medyum denilen kişilerle yaparlar. Biz de bu işlerin kamuflesi cinci hoca denilen kişilerce yapılır. Bir takım kişiler medyum, cinci hoca diye medya tarafından üflenir. Bunlara sanatçısı, siyasetçisi, bürokratı, iş adamı her kesimden insanlar gelir. Annesine babasına, eşine söyleyemeyeceği sırlarını bunlara anlatır. Bu da istihbaratın ayrı bir boyutudur. O medyum ya da cinci hocadan da bu istihbaratı başka birileri alır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Sonra bu cinci hocaların sahtekârlıkları afişe edilerek, “böyle manevi konulara aldanmayın, böyle şeyler yoktur” diye topluma telkinde bulunulur. Hakikatin üzeri böylece kamufle edilmiş olur. Bunların çoğu zaten cahil adamlardır. Kendini Mehdi ilan edenler gibileri bu gruba dahil etmiyorum. Onlar hasta insanlar kategorisinde yer alıyor.
Peki manevi istihbaratın başka yolları da var mı?
Mana istihbaratına devam edecek olursak, Hz. Süleyman ; “Belkıs’ın tahtını bana kim getirecek?” diye sorduğu zaman emrindeki cinlerden biri “Ben getirim” der ama huzurda bulunan bir başka zat onu cinlerden daha hızlı olarak göz açıp kapayana kadar getirir. Tasavvufta bu kişinin Hızır Aleyhisselam olduğu söylenir. Bir ayette o, “Allah katından güzel bir ilim verilmiş” zat olarak anılır. Kendine verilmiş “gayb ilmi”nin yanında Hz. Hızır’ın başında bulunduğu bir de manevi istihbarat teşkilatı vardır ki bu “Erenler” koludur. İşte bunlar nefislerini terbiye ve tezkiye yollarından, çeşitli eğitimlerden geçmiştir. Gerçek manevi istihbaratçılar bunlardır. Yoksa öyle sahtekâr medyum ve cinci hocalar değildir. Bu kişiler kabiliyet ve marifetleri ölçüsünde erenlerin seçtiği ve ilimlerinden verdikleri dervişleridir. Sanat ve ilimlerden tutun, entelektüel çevrelerde bile olmayan pek çok marifet bu şahıslara kazandırılır.
Bu manevi istihbarat sanatında yararlanılan araçlar arasında ebced ve cifiri de sayabiliriz. Bu ilimler sadece harf ve matematiksel ibarelere başvurur gibi görülseler de daha deruni halleri vardır. Var olan ama aşikâr olmayan bir hadiseyi Allah’ın izniyle bu ilimlere dayanarak keşfetmeye yarayan birer istihbarat sanatı araçlarıdır bunlar. Biz bunların hemen hemen hepsini kullandığımızdan dolayı takdir edersiniz ki çok şeyi Allah’ın yardımıyla önceden haber verdiğimiz oluyor. Hatta benim kitaplarımda bildirdiğim kimi şeyler gibi çok şey birebir zuhur ediyor. Dolayısıyla manevi istihbaratçılık Allah’ın var ettiği ve ehline bildirdiği bir ilim dalıdır.
Şeytanileri anladık diyelim ama bu olayların perde arkasında olumlu ya da rahmani manada kimler istihbari görev yapıyor ve mücadele ediyor?
Allah dostlarının en başta bulunduğu, Hazret-i Hızır’ın başkomutanlığını yaptığı, Pirler, Üçler, Yediler, Kırklar denilen Allah erlerinin sürdürdüğü bir mücadeledir bu. Eski mehter marşlarımızda “Yardımcıdır bize Kırklar, Yediler” denildiği gibi Kırklar Meclisi denilen Gayb Erenleri yeryüzündeki birçok olayın perde arkasında istihbaratını yapar ve savaşını verirler. Kuran-ı Kerim’de bir çok ayetler vardır ki görmediğimiz bir âlemde verilen nice savaşlara işaret eder. Manevi istihbaratçılar içinde Veliyullah yani evliyalar dediğimiz insanlar da bulunur. Hak evliyaları Allah’tan doğrudan ve yoruma muhtaç olunmadan melekut âleminden, levh-i mahfuz’dan bilgiler alır. İlke şudur: “Gayb-ı Allah’tan başka kimse bilmez, onun bildirdikleri müstesna…”. Onlar Allah’tan aldıkları bu safi ilhamlarla gayb yani bize bilinmeyen görünmeyen şeyleri bilirler. Bize gayb olan onlara değildir. Bu manada biz onlara Dabbe’t-ül Arş diyoruz. Dabbe’t-ül Arz bilinir de Dabbe’t-ül Arş yani gökte sürünenler yani gezinenler pek bilinmez. Fakat, her Allah Dostu mana istihbaratçısı değildir. Bireylere, gruplara, cemaatlere, ümmete istihbarat verenleri vardır. Mana istihbaratında vazife gören Allah velileri Hz. Hızır’ın komutanlığında, aralarında hiyerarşik bir yapıyla çalışırlar. Bunlar bazen bizim oturduğumuz şu kahve köşesine gelir ve öyle bir şey söyleyip gider ki kimi zaman o söylediği bütün dünyadaki istihbarat örgütlerinin peşinde olduğu bir bilgi olabilir. Onun bunu söylemesinin anlamı vardır: o da söylenen kişinin ehil olması anlamına gelir. Bazen bunu tüm kamuoyuna ulaşması sağlanacak şekilde ulaştırabilecek birilerine söylerler.
O zaman kitap ve makalelerinizde bildirdiklerinize bakılırsa size manevi istihbaratçı diyenler haklı çıkıyor sanırım?
Estağfurullah. Bunlar başkalarının yakıştırmaları. Ben böyle büyük laflardan kendimi beri görmek durumundayım. Ancak 2006’da yazdığımız kitabımızda bugün Suriye’de olanları yazdığımız gibi bir çok yazımızda böyle haberler verdik. Bizim kitaplarımızda haber verdiğimiz ve sonradan çıkan kimi bilgilere istinaden hakkımızda “Kâhin mi, yazar mı” gibi yazılar yazıldığı oldu. Bunlar kâhinlik falan değildir. Muhafazakâr kesimin yanı sıra, entelektüel ve laik çevrelerde bunlar üzerine bu işlere bir hayli ilgi duydular. Bu sebeple mana istihbaratçılığından bahsetmek biraz farz oldu.
Teşbihte hata olmaz derler; anlattıklarınıza dayanarak fiziki derin devletin yanı sıra bir de manevi derin devlet yapılanmasından söz edebilir miyiz?
Kesinlikle var. Yakında çıkacak olan beşinci kitabımda bunu olduğu gibi deşifre edeceğim. Tabii ifşa edebileceğim kadarını… Başıma bir hal gelmezse, bu manevi yapılanmayla ilgili hiç bilinmeyen bilgiler vereceğim kitabımda.
Peki, bu manevi istihbarat ve savaş alanında ne gibi mücadeleler yaşanıyor?
Rivayet odur ki, Kırklar denilen gayb erenlerinin yaptıkları hizmetlere talip olan ve bu uğurda dua eden bir adam varmış, onunda Kırklardan biri vefat etmiş ve onu onun yerine Kırklar meclisine almışlar ve görevlendirmişler. Sonra onu çağırıp neler yaptığı konusunda rapor istemişler. O da “Şu kimselerle savaştım, şu komploları engelledim, şeytanilerden şu kimseleri bertaraf ettim” diye raporunu vermiş. Kırklar cevap olarak ona şöyle demiş: “eyvah sen ne yaptın. Bu işleri engellemekle şu kadar kişinin gaziliğini, şehitliğini engellemiş oldun”. Bilmem bu menkıbeyle izah edebildim mi durumu. Bunun gibi etrafımızda dönen olayların perde arkasında böyle birçok hadiseler, yaşanan olaylar var. Bugün de bunlar hala oluyor. Kitabımda bunların bazılarını açıklıyorum zaten. Ama geçmişten, Osmanlı’dan bir örnek vereyim. Rus elçisi gelir ve yapacağı bir açıklamayla savaşı başlatacaktır. Ancak erenlerden biri onun yakınına gelir ve onu merdivenden iter. Bu kaza ile elçi ölür ve bu kadarcık müdahaleyle çıkacak olan bir savaş önlenmiş olur. Tıpkı “bir nal bir at kurtarır, bir at bir kumandan kurtarır, bir kumandan ordu, bir ordu devleti kurtarır” misali küçük görünen müdahalelerle bazı şeyler yönlendirilir. Bu manevi istihbarat savaşının etkinliğini anlatabilmek için sanırım bu örnek yeterli olur.
Peki ülkemizle ilgili olaylara bakarsak, ülkemizde yaşanan kimi olaylarda da perde arkasında şeytani ve rahmani güçlerin istibarat mücadelesi var mı? Ne gibi şeyler oluyor bu alanda?
Zahiri alanda olduğu gibi Bâtıni yani manevi alanda da birçok hadiseler söz konusu oluyor. Örneğin düşman saldırdığı zaman sizin bu öğretilerinizin beynine yani inancınıza saldıracaktır. Fakat bunları sizden birileri vasıtasıyla yapar. İşte bu bile büyük savaşın aslında manevi bir parçasıdır. Bu Batıni mücadele zahire döküldüğü zaman ayrı bir şeymiş, büyük bir oyun gibi eğil, günlük olaylardan biri gibi görünür. Oysa ileride etkilerine baktığınız zaman inancından, manevi ve milli değerlerinden uzaklaşmış, örfi kaygılarından uzaklaşmış bir topluma yol açabilir. Burada global anlamdaki demokratikleşmeden bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Bunun için de Allah-u Teala şöyle bir ayet indirmiş: “Sizin için neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemezsiniz”. Ülkemizde de bugün İstanbul’u merkez alacak olursak, bu manevi savaş olabildiğince hızla sürmektedir. Doruğa çıkmaktadır. Görüyorsunuz etrafımızda yalancı Arap baharları, bir cenahın İran ve Suriye’ye karşı mücadelesine Türkiye’yi dahil etme çabaları söz konusudur. Mesela, televizyonlarımızda birileri sürekli olarak Suriye ve İran’ı kötüleyip duruyorlar. İşte bunlar hep bu perde arkasındaki manevi mücadelenin zahire dökülmüş yansımalarıdır. Birilerini sürekli kötüleyip, insanların insani ve dini duygularına da hitap ederek şeytanilerin planlarını uygulatmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu konuda yazıp konuşanların temiz olmadığını söylemiyorum ama bunlar üzerinden şeytanilerin ve birilerinin planlarını Türkiye’ye uygulatmak için ciddi bir çaba sarf ediliyor. Bu alanlarda manevi bir savaş halen sürdürülüyor. Ancak şunu söyleyebilirim, birilerinin umduğu gibi Türkiye Suriye’ye müdahale etmeyecektir.
İstanbul’un bu manevi istihbarat savaşlarında özel bir konumu mu var?
İstanbul Mekke’nin kalkanıydı. İslam dünyası ve hatta dünyanın merkeziydi. Bu mahiyetiyle İstanbul bütün dünyanın rahmani merkeziydi. Eskiden İstanbul’un tarihini 2500 yıl öncesine götürürlerdi. Biz bunun 20 bin yıllık geçmişi olduğunu söylüyorduk. Marmaray kazılarında çıkan eserlerle, lahitlerle bu tarihin en az 10-15 bin yıl öncesine kadar uzandığı görüldü. Burası 10 bin sene öncesinde Rahmani ve Şeytani güçlerin savaşlarının sürdüğü bir merkezdi. Örneğin burası Kuran’daki “İki denizin birleştiği” yer ifadesine şaşılacak şekilde denk düşer. Ben Marmaray tünelinin geçtiği yolun adının “Hüdai Yolu” olmasını öneriyorum çünkü bu tünel tam da Aziz Mahmut Hüdai’nin fırtınalı bir günde keramet göstererek karşıya kazasız belasız geçtiği ve ondan sonra denizcilerin karşıya geçmek için asırlarca kullandığı yola denk düşmektedir. Marmaray projesi tam da bu güzergâha denk düşmektedir. Bu bile asırlar öncesinden bildirilmiş bir istihbarattır.
Bazen bu gibi istihbaratı kabir taşlarından, evliyaların bazı sözlerinden okursunuz. Yüzlerce sene sonra çıkacak hadiseleri bazen kabir taşlarındaki bir sembolden okuyabilirsiniz. Bunlar gelişigüzel söylenmiş sözler değildir. Dolayısıyla bunlar da bazen manevi istihbarat alma şekilleridir. Hüdai Yolu İstanbul için çok büyük bir manevi istihbarat projesidir. Bunun karşısında bulunan şeytani bir proje olarak nitelendirilecek şeyse Kanal İstanbul projesidir. Yanlış anlaşılmasın bunları yapan insanları itham etmiyorum. Anlatmak istediğim projenin getirecekleri. İstanbul’u pasta şeklinde bölmek, zaten doğal bir boğaz varken mantıksız bir şekilde Süveyş kanalı gibi suni bir ikincisini yapmak. Aslında kerametiyle Aziz Mahmut Hüdai manevi istihbaratı vermiş ve burada Hüdai Yolu denilen yerden bir su yolunun geçeceğini çok önceden işaret etmiş. Bu tünelde en korkulan şey yangın ve suda boğulma tehlikesi. Hüdai Hazretleri’nin “Kabrimize gelip bize dua edenlerin ölümü suda boğulmaktan ve ateşte yanmaktan olmasın” duası bile buna işaret ediyor.
Gerçi sizi tanıyanlar, sizin kitaplarınızda yer verdiğiniz olayların ve onların kahramanlarının kurgudan ibaret olmadığını, günümüzdeki gerçek perde arkası olaylarını ve yaşayan gerçek mana erlerini kahramanlar olarak yansıttığınızı söylüyorlar.
Allah’ın ayeti var: “Başıboş bırakılacağınızı mı zannetiniz?” diye. Allah dostları, veliler bizi başıboş bırakmıyor ve hissettirmeden etrafımızda olup bitenler üzerinde tasarrufta bulunmaya devam ediyorlar.
Yani bunlardan etrafımızda fark etmesek de birçoğu var mı diyorsunuz?
Bakmak var görmek var. Ama bizim kafamızda bir hak ereni, evliya şablonu var. Bu kalıpları kırarsak onlara ulaşabiliriz. Biz insanları kılığına kıyafetine, sakalına cübbesine sarığına göre değerlendirip kafamızda evliyalar üzerine oturtulmuş kalıplara göre değerlendiriyor ve “Bu evliyadır, bu değildir” diye kafamıza göre değerlendiriyoruz. Son model bir Land Rover jeep’e binen kimse neden evliya olamasın ki. Allah dostu olmanın ölçüsü kılık kıyafet, makam mevki, tekke şeyhlik değil yani. Biz kafamıza yerleştirilmiş kalıplarla imajlarla değerlendirirsek daha çok “Bu evliyalar, hak erenleri, dervişler nerede?” diye sorar dururuz.
Romanlarınıza dönecek olursak kahramanlarınızdan biri kayıkla denize açılarak bir Balıkçı Baba’dan düzenli manevi istihbarat alıyor. Bu Balıkçı Baba kimi zaman yakın tarihte gerçekleşecek olaylardan bahsediyor. Bunun Hz. Hızır olduğu söyleniyor kimilerince.
Doğrudur. Hızır, İlyas deniz ve karaların pirleridir, istihbarat sağlayanlarıdır derler. Ama Hızır Makamı denilen bir makam da vardır. Bazen Hızır makamına gelmiş evliyalar vardır. Onun makamında kalem müdürü gibi onun mührü ve yetkisiyle hareket etmeye salahiyetli kimselerdir bunlar. Hz. Hızır da bazen Balıkçı baba, bazen de Kaşıkçı baba kılığında, herhangi bir kılıkta görünür ve insanlara yardımcı olur. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Resimler için: Oktan Keleş ile Röportaj / ON ALTI YILDIZ
Oktan Keleş'in Yeni Aktüel Dergisi'nde yayınlanan röportajın tamamı. Yer sıkıntısı nedeniyle bazı bölümler yayınlanmamıştı. Şimdi TAMAMINI yayınlıyoruz.
“Hz. Hızır manevi bir istihbarat teşkilatının başıdır”
Kitaplarında metafizik alanda yaşanan mücadeleleri anlatan, kimi zaman önceden haber verdiği olaylarla adı manevi istihbaratçıya çıkan araştırmacı-yazar Oktan Keleş yakında yayınlayacağı yeni kitabında metafizik alandaki “manevi istihbarat ağı”nı ve manevi yapılanmayı ifşa edecek. Kitaplarıyla birçok olayın perde arkasını deşifre ederken, kimi kritik projelerde siyasetçi ve bürokratlara danışmanlık da yapan Oktan Keleş gördüğümüz olayların arkasında süren fizik ötesi mücadeleyi ve metafizik istihbaratı ve bu istihbaratın manevi yapılanmasını anlatıyor.
Siz kamuoyu tarafından sıra dışı ve mistik konular üzerine çalışan bir araştırmacı-yazar olarak tanınıyorsunuz ama işin ehlince etrafımızdaki gerçeklerin görünmeyen yüzüne dair bir takım sırları ifşa ettiğinize dair şeyler duyuyoruz. Gerçekte yaptığınız işin mahiyeti nedir, açıklayabilir misiniz?
Tasavvufi bir roman serisiyle başladım ki yediden yetmişe herkese hitap edebileceğim şekilde gerçek tasavvufu ve onun günümüzde yaşanan cephelerini ama bir yandan da o kategori içine giren görmediğimiz cephelerini anlatayım istedim. Dolayısıyla ben kendimi “Milenyum Dervişi” olarak niteliyorum. Çağımızda yaşıyorsak öğretileri de çağımıza uygun şekilde algılamamamız ve ya algıladığımız zamanı anlatmamız gerekiyor. Tasavvufi mistik meseleler ve biz farkında olmasak da bu çerçevede etrafımızda yaşananları 1001 Gece Masalları gibi anlatmak da mümkündü ancak bu tarz bizim çağımıza pek hitap etmiyor. Dolayısıyla ben doğrudan, yaşanan dünyada perde arkasında yaşanan metafizik gerçeklikleri roman şeklinde anlatmayı seçtim.
Bunun içinde İstanbul’u da merkez olarak alarak, İstanbul’da yaşananlar perspektifinde tasavvufun hırka, tac ve cübbeden ibaret olmadığını, işin içinde başka şeyler, mistik mücadeleler de olduğunu göstermek adına kitaplarımda bu hayatı yansıtmaya çalıştım. Tabii fıkhı ve itikadı konulara bağlı kalarak yapıyorum bunu. Okuyucuya evliyaların, Allah dostlarının, mana erlerinin, dervişlerin hâlâ aramızda bulunduğunu, bir takım işlevler gördüğünü, bazı hadiselere müdahale ettiğini göstermeye çalışıyorum bu şekilde. Bunların sadece geçmişte kalmadığını, günümüzde de aramızda bulunduklarını göstermeye çalışıyorum. Günümüzde derviş algılaması yırtık elbiseyle yaşayan, kendilerini açlığa, fakirliğe mahkûm edenler gibi algılanıyor. Onların aslında günümüzde yaşayan örneklerinin nasıl olduklarını, nelerle uğraştıklarını göstermeye çalışıyorum. Dervişlik Allah’ın yarattıklarına karşı gösterdikleri sabrın karşılığıdır. Yunus’un dediği gibi “ne varlığa sevinir, ne yokluğa üzülür”. Böyle bir sabrı gösterendir derviş.
Kitaplarınız her ne kadar roman, kurgu gibi görünse de içlerinde sadece teorik bilgiler olmadığını görüyoruz. Hatta sonradan bir kısmının gerçekleştiğini gördüğümüz ifşaatlar, olayları da haber veriyorsunuz o kurgu içinde. Hatta manevi işlerin ehilleri tarafından sizin yaptığınız işin aslında “Manevi istihbaratçılık” olduğu da söyleniyor. Nedir bu “Manevi istihbarat”.
Manevi istihbarat tasavvufun olmazsa olmazlarındandır ve çok önemlidir. İstihbarat geçmişte tekkelerde belli bir öğreti silsilesi çerçevesinde seçilmiş insanlara verilen bir ilim dalıydı. Bunun fiziki ve metafizik istihbarat gibi iki boyutu var. Biz bu öğretiyi de aldığımızdan dolayı, bu işi Türkiye’de yapmak bu fakire nasip oldu. Bu işi topluma açmak bizimle vücut buldu diyebilirim. Çünkü başka bir örneği yok. Böylelikle yazıp, çizdiklerimle, yaptığım danışmanlıklarla tasavvufun böyle farklı bir dalından da dem vurmuş oldum. Sadece kişinin kendi nefsini terbiye etmesi ve kendisini manen geliştirmesinin dışında topluma, milletine, vatanına, devletine, insanlığa olan sorumlulukları bulunduğundan dem vurdum. Hz. Muhammed (sav) ve Kuran’ın belirttiği gibi “Düşmanı takipte gevşeklik göstermeyiniz” ilkesince böyle bir uygulamanın var olduğunu göstermeye çalıştım. Peygamber Efendimiz de kendi sahabelerinden bazılarını diğer toplum ve ülkelere gönderiyor ve “Bakın bakalım, bizim hakkımızda neler düşünüyor, neler planlıyorlar, bilgi toplayın getirin” buyuruyor. Bu manada manevi istihbarat söz konusu olunca baş istihbaratçı Hz. Muhammed (sav)’dir. O’nun Allah’tan aldığı vahiy zaten doğrudan manevi istihbarattır ama sahabeleri gönderip bilgi toplatması da maddi istihbarata girer. Bu bir öğretidir, tasavvufun bir dalıdır ve Hz. Peygamber bunu bizzat uygulamıştır.
Kuran’daki Hz. Süleyman kıssalarında Hz. Süleyman’ın Hüdhüd adlı kuş olarak tanımlanan şeyi başka diyarlara gönderip, bilgi toplatması da bu manevi istihbarata girer. Dolayısıyla manevi alanlarda da istihbaratçılığın önemli bir yeri vardır. Bunlar dervişler arasında, tekkelerde uygulanmış ancak zaman içerisinde unutulmuş şeylerdir. Maddi ve manevi anlamda istihbaratçılık Adem Aleyhisselam’dan beri mevcuttur. Bunu millet olarak en fazla uygulayanlarsa Türk Milleti’dir. Örneğin Alparslan’ın istihbarat amaçlı Berid (Ulak) teşkilatı tarihi bir vakıadır. Yine benim yayınladığım bir makalede yer verdiğim Sultan Abdülhamit Han’ın bir grup istihbaratçıları da “Meczubîler”di. Fatih Sultan Mehmet’in ordusunda yine Delibozuklar diye biline teşkilatın içerisinde yine meczup istihbaratçılar bulunurdu. “Meczupların istihbaratla ne alakası var” diyeceksiniz ama bunlar derin konulardır. Bunlar eski tekkelerde tasavvuf dairesi içinde seçilmiş insanlara verilen ilimlerdi.
Yani bazı dervişler hem maddi ve hem manevi anlamda istihbarat mı yapıyorlar?
Örneğin ülkenin konumu, örfü, adeti vs. göre bunlar kahvelere, camilere, medreselere, her köşe başına dağılır, otururlar. Bunlar üzerlerindeki keşkül, teber gibi alametlerinden derviş oldukları bilinir. Dervişlik halk nazarında kutsal bir kavramdır, erenlik müessesesi içerisinde yer alır, dokunulmazlığı vardır. Halk nazarında çok derin bir bilgi olmamasına rağmen bunlara çoğun evliya gözüyle bakılır. Bunlar hakir görülse de bazı kitleler tarafından halkın geneli tarafından sorgulanmazlar. Abdülhamit Han bu yapıyı istihbari anlamda kullanmış. Bunlar toplumun çeşitli katmanlarına, şehrin çeşitli yerlerine dağılır. Bunların bir de başları vardır. Akşamüzeri bir yerde toplanır ve topladıkları istihbaratı başlarına bildirir. O başlar, gider kendi efendi hazretlerine bunları aktarır. Onlar da bunları ya doğrudan ya ulaklar vasıtasıyla bu bilgileri devlet erkânından birilerine ulaştırırlar. Bu işin maddi istihbarat yönünde; devlete, padişaha karşı kim ne düşünüyor, ne planlıyordan tutun, limanlara hangi mallar geliyor, kimler ne kaçakçılık yapıyor’a kadar pek çok bilgi ulaştırılır. Devlet erkânı bunları raporlar tasnif eder ve ona göre bir strateji planlar.
Bunun bir de manevi istihbarat yani metafizik istihbarat yönü vardır. Dünya kuruldu kurulalı hak ve batıl mücadelesi dediğimiz bir şey var. İnsan ve Şeytan “Birbirinize düşman olarak ininiz” beyanıyla cennetten kovulmuşlardır. Adem, Havva ve Şeytan bundan beri birbirine düşmandır ve bu bir ilkedir. Cennetten kovulan lanetli Şeytan boş durmayacaktır, kıyamete kadar mühlet almıştır. O günden bugüne süregelen bir hak-batıl mücadelesi söz konusudur. Bu Şeytan ve Şeytani olan cin ve insanlarla, hak erleri arasında geçen bir mücadeledir. Şeytan sihir ve büyüyü kullanan bir varlıktır. Bu konuda da oldukça mahirdir. Bunun alternatifi olan bir de manevi ilim söz konusudur. Bu öğretiler çerçevesinde metafizik istihbarata dayanarak görünen dünyanın, görülen olayların arkasında çok daha fazla şeylerin gerçekleşmekte, dönmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bunların gerçekleştirildiği yere İslami tabirle mana ya da rüya âlemi, Melekût âlemi diyebiliriz. İnsanlar rüyalarında ekseriyetle kendileri ile ilgili sembolik şeyler görürler. Dolayısıyla birçok inançlı ya da inançsız insan bu tür bilgileri alabilmektedir. Bunda inanç ya da inançsızlık etken değildir. Melekût âleminin bölümleri vardır. Melekût âlemi de bir istihbarat kapısıdır. Rüyanın İslam’da dört şekli vardır. Bunun biri günlük hayattaki olayların bilinç ya da bilinçaltına işlemesiyle olanı, diğeri doğrudan hak olan ve olduğu gibi çıkan yoruma gerek duyulmayan rüyalardır. Bir diğeri meleklerden gelen istihbaratlar yani tarafından gösterilen, melekût âleminden gelen rüyalardır. Bunlar rüya tabircilerinin tabirine muhtaçtır. Burada sembollerle gösterilir ve bunları sadece ehli yorumlar. Bir de Şeytan’dan gelen, yanıltıcı, halüsinatif , abuk sabuk rüyalar vardır. Şeytan ve Şeytanilerin melekût âlemine girip hırsızlık yaparak aldıkları bazı bilgileri bizi yönlendirmek amacıyla sembollerle gösterdikleri, ama esasında bizi yoldan çıkarmaya yönelik rüyalardır. Bu konuda ehil olanlar bu rüyalarda görülen sembolleri seçerek istihbaratı doğrudan mana âleminde ararlar. Bu da melekûtun istihbaratıdır. Bunu sıradan insanlara bile manevi istihbaratın geldiğini göstermek için söylüyorum. Bunun yanında bir de evliyaullahın ve Allah dostlarının mana istihbaratı vardır ki bu da ayrı bir şeydir.
İyi de bu rüyaları istihbarat amacıyla nasıl kullanırlar ki?
Ben 2006 yılında bir tv programında da söyledim, bu konuyla ilgili yurt dışından da bir takım teklifler geldi ama ben itibar etmedim. Rüya istihbaratçıları ve rüya toplayıcıları vardır. Bunlar Anadolu’da köy köy kasaba kasaba dolaşır ve insanların gördükleri kayda değer rüyaları topluyorlar. Ben insanları yazılarımla uyardım. Rüyalarınızı böyle araştırmacı suretinde toplayanlara vermeyin. Zira böylelikle istihbarat topluyorlar. Eğer ben bir takım ilimlere ve sembollere vakıfsam, sizin rüyanızdan sizin karakteriniz, hayatınız hakkında istihbarat toplayabilirim. Bu konuda insanları uyardım. Nitekim bunun doğru olduğu bir süre sonra ortaya çıktı. Bir takım yabancıların grup grup dolaşıp bazen tercümanlar vasıtasıyla rüyaları derleyip topladıkları ortaya çıktı. İşte bu dediğim metafizik bölüme giren bir istihbarat. Bu rüyalardan insanların ortak ya da sıkı gördükleri sembolleri değerlendirip oranın psikolojisini çözebiliyorlar. Bu bilimsel olarak kullanılan ve gizli servislerin de yararlandığı bir metot. Bu gibi faaliyetlere karşı ciddi ülkeler karşı faaliyet ve önlemler geliştiriyorlar. Bu önlemler bazen dini öğeler içerisinde gazete, takvim gibi yerlerde topluma verilir. Bunlar vatandaşları koruma adına başvurulan manevi kalkanlardır. Ama tüm bunları kamufle etmek adına da her iki taraf da dezenformasyona başvurur. Mesela, manevi konuları suiistimal eden kimseler, sahtekârlar ön plana sıkça verilerek bu konuların gerçekliği ve ciddiyeti kamufle edilir. İşin bir boyutu da medyumluktur, sahtekârlık burada da devreye girer.
Bir de zikir hali söz konusudur. Ayetlerde mealen “Kim benim zikrimden yüz çevirirse ona arkadaş olarak bir Şeytan takarız” buyruluyor. Yani zikrin olmamasının karşılığı Şeytandır. Zikir gibi ayinler sırasında da elde def eşliğinde yapılan bir takım hareketler sırasında vecd haline gelen dervişlerin kalbine bazı bilgiler, bazı duygular ilham olunur. Yani işin manevi istihbarat boyutu da vardır. Ama bugün avam denilen insanlar bunu bilmez ve maalesef günümüzde tekkelerde bunların öğretimi artık söz konusu değildir. Çoğunun bu meseleden haberi yoktur zaten.
Peki, bizim gördüğümüz toplumsal, siyasi pek çok olayın perde arkasında aslında Şeytani ve Rahmani güçlerin mücadelesi mi var diyorsunuz? Yani hem manevi istihbarat hem de bir savaş mı söz konusu?
İslam’da medyumluk, kâhinlik haramdır. Fakat dünyada kendilerine durugörü ya da arıgörü sahibi diyen bir takım kimseler istihbarat servisleriyle çalışmaktadır. Bunların aldığı bir takım vizyon ve ilhamlar değerlendirilir ve raporlandırılır. Mossad, CIA ya da eski KGB cinleri kullanıyor şeklinde bilgiler çalınmıştır kulağınıza. Bu işleri medyum denilen kişilerle yaparlar. Biz de bu işlerin kamuflesi cinci hoca denilen kişilerce yapılır. Bir takım kişiler medyum, cinci hoca diye medya tarafından üflenir. Bunlara sanatçısı, siyasetçisi, bürokratı, iş adamı her kesimden insanlar gelir. Annesine babasına, eşine söyleyemeyeceği sırlarını bunlara anlatır. Bu da istihbaratın ayrı bir boyutudur. O medyum ya da cinci hocadan da bu istihbaratı başka birileri alır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Sonra bu cinci hocaların sahtekârlıkları afişe edilerek, “böyle manevi konulara aldanmayın, böyle şeyler yoktur” diye topluma telkinde bulunulur. Hakikatin üzeri böylece kamufle edilmiş olur. Bunların çoğu zaten cahil adamlardır. Kendini Mehdi ilan edenler gibileri bu gruba dahil etmiyorum. Onlar hasta insanlar kategorisinde yer alıyor.
Peki manevi istihbaratın başka yolları da var mı?
Mana istihbaratına devam edecek olursak, Hz. Süleyman ; “Belkıs’ın tahtını bana kim getirecek?” diye sorduğu zaman emrindeki cinlerden biri “Ben getirim” der ama huzurda bulunan bir başka zat onu cinlerden daha hızlı olarak göz açıp kapayana kadar getirir. Tasavvufta bu kişinin Hızır Aleyhisselam olduğu söylenir. Bir ayette o, “Allah katından güzel bir ilim verilmiş” zat olarak anılır. Kendine verilmiş “gayb ilmi”nin yanında Hz. Hızır’ın başında bulunduğu bir de manevi istihbarat teşkilatı vardır ki bu “Erenler” koludur. İşte bunlar nefislerini terbiye ve tezkiye yollarından, çeşitli eğitimlerden geçmiştir. Gerçek manevi istihbaratçılar bunlardır. Yoksa öyle sahtekâr medyum ve cinci hocalar değildir. Bu kişiler kabiliyet ve marifetleri ölçüsünde erenlerin seçtiği ve ilimlerinden verdikleri dervişleridir. Sanat ve ilimlerden tutun, entelektüel çevrelerde bile olmayan pek çok marifet bu şahıslara kazandırılır.
Bu manevi istihbarat sanatında yararlanılan araçlar arasında ebced ve cifiri de sayabiliriz. Bu ilimler sadece harf ve matematiksel ibarelere başvurur gibi görülseler de daha deruni halleri vardır. Var olan ama aşikâr olmayan bir hadiseyi Allah’ın izniyle bu ilimlere dayanarak keşfetmeye yarayan birer istihbarat sanatı araçlarıdır bunlar. Biz bunların hemen hemen hepsini kullandığımızdan dolayı takdir edersiniz ki çok şeyi Allah’ın yardımıyla önceden haber verdiğimiz oluyor. Hatta benim kitaplarımda bildirdiğim kimi şeyler gibi çok şey birebir zuhur ediyor. Dolayısıyla manevi istihbaratçılık Allah’ın var ettiği ve ehline bildirdiği bir ilim dalıdır.
Şeytanileri anladık diyelim ama bu olayların perde arkasında olumlu ya da rahmani manada kimler istihbari görev yapıyor ve mücadele ediyor?
Allah dostlarının en başta bulunduğu, Hazret-i Hızır’ın başkomutanlığını yaptığı, Pirler, Üçler, Yediler, Kırklar denilen Allah erlerinin sürdürdüğü bir mücadeledir bu. Eski mehter marşlarımızda “Yardımcıdır bize Kırklar, Yediler” denildiği gibi Kırklar Meclisi denilen Gayb Erenleri yeryüzündeki birçok olayın perde arkasında istihbaratını yapar ve savaşını verirler. Kuran-ı Kerim’de bir çok ayetler vardır ki görmediğimiz bir âlemde verilen nice savaşlara işaret eder. Manevi istihbaratçılar içinde Veliyullah yani evliyalar dediğimiz insanlar da bulunur. Hak evliyaları Allah’tan doğrudan ve yoruma muhtaç olunmadan melekut âleminden, levh-i mahfuz’dan bilgiler alır. İlke şudur: “Gayb-ı Allah’tan başka kimse bilmez, onun bildirdikleri müstesna…”. Onlar Allah’tan aldıkları bu safi ilhamlarla gayb yani bize bilinmeyen görünmeyen şeyleri bilirler. Bize gayb olan onlara değildir. Bu manada biz onlara Dabbe’t-ül Arş diyoruz. Dabbe’t-ül Arz bilinir de Dabbe’t-ül Arş yani gökte sürünenler yani gezinenler pek bilinmez. Fakat, her Allah Dostu mana istihbaratçısı değildir. Bireylere, gruplara, cemaatlere, ümmete istihbarat verenleri vardır. Mana istihbaratında vazife gören Allah velileri Hz. Hızır’ın komutanlığında, aralarında hiyerarşik bir yapıyla çalışırlar. Bunlar bazen bizim oturduğumuz şu kahve köşesine gelir ve öyle bir şey söyleyip gider ki kimi zaman o söylediği bütün dünyadaki istihbarat örgütlerinin peşinde olduğu bir bilgi olabilir. Onun bunu söylemesinin anlamı vardır: o da söylenen kişinin ehil olması anlamına gelir. Bazen bunu tüm kamuoyuna ulaşması sağlanacak şekilde ulaştırabilecek birilerine söylerler.
O zaman kitap ve makalelerinizde bildirdiklerinize bakılırsa size manevi istihbaratçı diyenler haklı çıkıyor sanırım?
Estağfurullah. Bunlar başkalarının yakıştırmaları. Ben böyle büyük laflardan kendimi beri görmek durumundayım. Ancak 2006’da yazdığımız kitabımızda bugün Suriye’de olanları yazdığımız gibi bir çok yazımızda böyle haberler verdik. Bizim kitaplarımızda haber verdiğimiz ve sonradan çıkan kimi bilgilere istinaden hakkımızda “Kâhin mi, yazar mı” gibi yazılar yazıldığı oldu. Bunlar kâhinlik falan değildir. Muhafazakâr kesimin yanı sıra, entelektüel ve laik çevrelerde bunlar üzerine bu işlere bir hayli ilgi duydular. Bu sebeple mana istihbaratçılığından bahsetmek biraz farz oldu.
Teşbihte hata olmaz derler; anlattıklarınıza dayanarak fiziki derin devletin yanı sıra bir de manevi derin devlet yapılanmasından söz edebilir miyiz?
Kesinlikle var. Yakında çıkacak olan beşinci kitabımda bunu olduğu gibi deşifre edeceğim. Tabii ifşa edebileceğim kadarını… Başıma bir hal gelmezse, bu manevi yapılanmayla ilgili hiç bilinmeyen bilgiler vereceğim kitabımda.
Peki, bu manevi istihbarat ve savaş alanında ne gibi mücadeleler yaşanıyor?
Rivayet odur ki, Kırklar denilen gayb erenlerinin yaptıkları hizmetlere talip olan ve bu uğurda dua eden bir adam varmış, onunda Kırklardan biri vefat etmiş ve onu onun yerine Kırklar meclisine almışlar ve görevlendirmişler. Sonra onu çağırıp neler yaptığı konusunda rapor istemişler. O da “Şu kimselerle savaştım, şu komploları engelledim, şeytanilerden şu kimseleri bertaraf ettim” diye raporunu vermiş. Kırklar cevap olarak ona şöyle demiş: “eyvah sen ne yaptın. Bu işleri engellemekle şu kadar kişinin gaziliğini, şehitliğini engellemiş oldun”. Bilmem bu menkıbeyle izah edebildim mi durumu. Bunun gibi etrafımızda dönen olayların perde arkasında böyle birçok hadiseler, yaşanan olaylar var. Bugün de bunlar hala oluyor. Kitabımda bunların bazılarını açıklıyorum zaten. Ama geçmişten, Osmanlı’dan bir örnek vereyim. Rus elçisi gelir ve yapacağı bir açıklamayla savaşı başlatacaktır. Ancak erenlerden biri onun yakınına gelir ve onu merdivenden iter. Bu kaza ile elçi ölür ve bu kadarcık müdahaleyle çıkacak olan bir savaş önlenmiş olur. Tıpkı “bir nal bir at kurtarır, bir at bir kumandan kurtarır, bir kumandan ordu, bir ordu devleti kurtarır” misali küçük görünen müdahalelerle bazı şeyler yönlendirilir. Bu manevi istihbarat savaşının etkinliğini anlatabilmek için sanırım bu örnek yeterli olur.
Peki ülkemizle ilgili olaylara bakarsak, ülkemizde yaşanan kimi olaylarda da perde arkasında şeytani ve rahmani güçlerin istibarat mücadelesi var mı? Ne gibi şeyler oluyor bu alanda?
Zahiri alanda olduğu gibi Bâtıni yani manevi alanda da birçok hadiseler söz konusu oluyor. Örneğin düşman saldırdığı zaman sizin bu öğretilerinizin beynine yani inancınıza saldıracaktır. Fakat bunları sizden birileri vasıtasıyla yapar. İşte bu bile büyük savaşın aslında manevi bir parçasıdır. Bu Batıni mücadele zahire döküldüğü zaman ayrı bir şeymiş, büyük bir oyun gibi eğil, günlük olaylardan biri gibi görünür. Oysa ileride etkilerine baktığınız zaman inancından, manevi ve milli değerlerinden uzaklaşmış, örfi kaygılarından uzaklaşmış bir topluma yol açabilir. Burada global anlamdaki demokratikleşmeden bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Bunun için de Allah-u Teala şöyle bir ayet indirmiş: “Sizin için neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemezsiniz”. Ülkemizde de bugün İstanbul’u merkez alacak olursak, bu manevi savaş olabildiğince hızla sürmektedir. Doruğa çıkmaktadır. Görüyorsunuz etrafımızda yalancı Arap baharları, bir cenahın İran ve Suriye’ye karşı mücadelesine Türkiye’yi dahil etme çabaları söz konusudur. Mesela, televizyonlarımızda birileri sürekli olarak Suriye ve İran’ı kötüleyip duruyorlar. İşte bunlar hep bu perde arkasındaki manevi mücadelenin zahire dökülmüş yansımalarıdır. Birilerini sürekli kötüleyip, insanların insani ve dini duygularına da hitap ederek şeytanilerin planlarını uygulatmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu konuda yazıp konuşanların temiz olmadığını söylemiyorum ama bunlar üzerinden şeytanilerin ve birilerinin planlarını Türkiye’ye uygulatmak için ciddi bir çaba sarf ediliyor. Bu alanlarda manevi bir savaş halen sürdürülüyor. Ancak şunu söyleyebilirim, birilerinin umduğu gibi Türkiye Suriye’ye müdahale etmeyecektir.
İstanbul’un bu manevi istihbarat savaşlarında özel bir konumu mu var?
İstanbul Mekke’nin kalkanıydı. İslam dünyası ve hatta dünyanın merkeziydi. Bu mahiyetiyle İstanbul bütün dünyanın rahmani merkeziydi. Eskiden İstanbul’un tarihini 2500 yıl öncesine götürürlerdi. Biz bunun 20 bin yıllık geçmişi olduğunu söylüyorduk. Marmaray kazılarında çıkan eserlerle, lahitlerle bu tarihin en az 10-15 bin yıl öncesine kadar uzandığı görüldü. Burası 10 bin sene öncesinde Rahmani ve Şeytani güçlerin savaşlarının sürdüğü bir merkezdi. Örneğin burası Kuran’daki “İki denizin birleştiği” yer ifadesine şaşılacak şekilde denk düşer. Ben Marmaray tünelinin geçtiği yolun adının “Hüdai Yolu” olmasını öneriyorum çünkü bu tünel tam da Aziz Mahmut Hüdai’nin fırtınalı bir günde keramet göstererek karşıya kazasız belasız geçtiği ve ondan sonra denizcilerin karşıya geçmek için asırlarca kullandığı yola denk düşmektedir. Marmaray projesi tam da bu güzergâha denk düşmektedir. Bu bile asırlar öncesinden bildirilmiş bir istihbarattır.
Bazen bu gibi istihbaratı kabir taşlarından, evliyaların bazı sözlerinden okursunuz. Yüzlerce sene sonra çıkacak hadiseleri bazen kabir taşlarındaki bir sembolden okuyabilirsiniz. Bunlar gelişigüzel söylenmiş sözler değildir. Dolayısıyla bunlar da bazen manevi istihbarat alma şekilleridir. Hüdai Yolu İstanbul için çok büyük bir manevi istihbarat projesidir. Bunun karşısında bulunan şeytani bir proje olarak nitelendirilecek şeyse Kanal İstanbul projesidir. Yanlış anlaşılmasın bunları yapan insanları itham etmiyorum. Anlatmak istediğim projenin getirecekleri. İstanbul’u pasta şeklinde bölmek, zaten doğal bir boğaz varken mantıksız bir şekilde Süveyş kanalı gibi suni bir ikincisini yapmak. Aslında kerametiyle Aziz Mahmut Hüdai manevi istihbaratı vermiş ve burada Hüdai Yolu denilen yerden bir su yolunun geçeceğini çok önceden işaret etmiş. Bu tünelde en korkulan şey yangın ve suda boğulma tehlikesi. Hüdai Hazretleri’nin “Kabrimize gelip bize dua edenlerin ölümü suda boğulmaktan ve ateşte yanmaktan olmasın” duası bile buna işaret ediyor.
Gerçi sizi tanıyanlar, sizin kitaplarınızda yer verdiğiniz olayların ve onların kahramanlarının kurgudan ibaret olmadığını, günümüzdeki gerçek perde arkası olaylarını ve yaşayan gerçek mana erlerini kahramanlar olarak yansıttığınızı söylüyorlar.
Allah’ın ayeti var: “Başıboş bırakılacağınızı mı zannetiniz?” diye. Allah dostları, veliler bizi başıboş bırakmıyor ve hissettirmeden etrafımızda olup bitenler üzerinde tasarrufta bulunmaya devam ediyorlar.
Yani bunlardan etrafımızda fark etmesek de birçoğu var mı diyorsunuz?
Bakmak var görmek var. Ama bizim kafamızda bir hak ereni, evliya şablonu var. Bu kalıpları kırarsak onlara ulaşabiliriz. Biz insanları kılığına kıyafetine, sakalına cübbesine sarığına göre değerlendirip kafamızda evliyalar üzerine oturtulmuş kalıplara göre değerlendiriyor ve “Bu evliyadır, bu değildir” diye kafamıza göre değerlendiriyoruz. Son model bir Land Rover jeep’e binen kimse neden evliya olamasın ki. Allah dostu olmanın ölçüsü kılık kıyafet, makam mevki, tekke şeyhlik değil yani. Biz kafamıza yerleştirilmiş kalıplarla imajlarla değerlendirirsek daha çok “Bu evliyalar, hak erenleri, dervişler nerede?” diye sorar dururuz.
Romanlarınıza dönecek olursak kahramanlarınızdan biri kayıkla denize açılarak bir Balıkçı Baba’dan düzenli manevi istihbarat alıyor. Bu Balıkçı Baba kimi zaman yakın tarihte gerçekleşecek olaylardan bahsediyor. Bunun Hz. Hızır olduğu söyleniyor kimilerince.
Doğrudur. Hızır, İlyas deniz ve karaların pirleridir, istihbarat sağlayanlarıdır derler. Ama Hızır Makamı denilen bir makam da vardır. Bazen Hızır makamına gelmiş evliyalar vardır. Onun makamında kalem müdürü gibi onun mührü ve yetkisiyle hareket etmeye salahiyetli kimselerdir bunlar. Hz. Hızır da bazen Balıkçı baba, bazen de Kaşıkçı baba kılığında, herhangi bir kılıkta görünür ve insanlara yardımcı olur. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Resimler için: Oktan Keleş ile Röportaj / ON ALTI YILDIZ