Adı sevgi olsun

civan

Üye
Üye
Katılım
Şub 18, 2011
Mesajlar
2
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Eşimle on dokuz yaşında evlendim. Hiçbir kan bağımız olmadığı halde engelli iki çocuğumuz oldu. İlk çocuğum hafif düzeyde zihin engelli dünyaya geldi. İkinci çocuğum ise; hem hafif düzeyde zihin engelli, hem de ortopedik engelliydi.

İlk çocuğum olan İbrahim’i hastanede normal doğumla dünyaya getirdim, doğum sırasında hiçbir sorun yaşamadım. Doktor, çocuğum hakkında hiçbir şey söylemeden bizi taburcu etti. Günler geçtikçe çocuğum, normal çocuklardan farklı olduğunu bize farkettirdi. İbrahim’ in fiziksel olarak hiçbir problemi yoktu fakat, zihinsel anlamda normal bir çocuk gibi değildi. Köyde oturduğumuz için çevremizde bize yol gösterecek kimsemiz yoktu. Biraz da cahilliğimizden çocuğuma hiçbir çözüm yolu düşünemedik. Eşimle, yaşadığımız kültürün de etkisiyle İbrahim’ in durumuna “kader” dedik ve O’nu öyle kabul ettik.

İbrahim iki yaşındayken Hasan Ali’ yi dünyaya getirdim. Hasan Ali de hastanede sorunsuz normal doğumla oldu. Yavrum hani “ nur topu gibi” derler ya öyle bir bebekti. Kilosu da yerindeydi. Yüzüne bakan bir daha bakardı. Altıncı aya gelene kadar çocuğumda bir problem yoktu. Altı aylıkken ateşli hastalık geçirdi. İlçeye doktora götürdük. Doktor “Bu çocuğa boncuk olmuş” dedi. Yani halk dilindeki tabiriyle çocuğuma “nazar” olmuştu. Doktor tedaviden sonra “kas erimesi” teşhisini koydu. Bir umut diyerek çocuğumu alıp hocalara götürdük. O hoca bu hoca derken Hasan Ali sanki iyileşti. Biz de demekki çocuğumuzun hastalığı hocalıkmış dedik.

Ağabeyi gibi Hasan Ali de iki yaşlarında normal bir çocuk olmadığını farkettirdi. Konuşması geç oldu. Algılaması zayıftı. Buna rağmen ağabeyi gibi şen bir çocuktu. Eşimle çocuklarımıza bakıp, onların olumlu yanlarıyla avunarak “Buna da şükür” deyip mutlu oluyorduk.

İbrahim yedi yaşına geldiğinde okula başladı. İbrahim’in sempatik tavırları öğretmenlerin neşe kaynağı oldu. Okulda öğretmeni çocuğuma “Andımız” ı okutuyordu. İbrahim de takıldığı yerde öğretmeninden yardım alarak gür sesiyle “Andımız”ı okuyordu . Bu bile bana gurur veriyordu. Ama çocuğum derslerini başaramıyordu. Dört yıl birinci sınıftan üst sınıfa geçemedi. Dört yılın sonunda öğretmeni “Boşuna gelmesin” dedi ve bize hiçbir yol göstermedi Böylece İbrahim’ in okul hayatı bitti.

Hasan Ali de yedi yaşında okula başladı. İlk yıl ayağı aksayarak İbrahimle okula gitti. Kar yağdığı birgün Hasan Ali okuldan eve gelirken yokuşta düşmüş. İbrahim hemen eve haber vermeye geldi. Çocuğumu hemen hastaneye yetiştirdik. Doktor “Sizden para almak için bu çocuğun bacağını ameliyat etmeye kalkarlar. Sakın ameliyat ettirmeyin, bacağı kendi kendine kaynasın” dedi. Biz de başka doktora gitmedik. Bacağı kendi kendine kaynadı. Okula çocuğumu ben götürüp, getirmeye başladım. Bu olaydan sonra çocuğum artık bir daha ayağa kalkamadı. Hayatımız zorlu bir döneme girdi. Ben kendimden ödün veriyordum. Artık yakın komşulara bile gidemez oldum. Ama bundan da hiçbir zaman şikayet etmedim. Annelik bambaşka bir duygu. Çocuklarınız mutlu değilse siz de mutlu olamıyorsunuz. Ama çok sıkıldığım zamanlar da olmadı değil. Eşim çok anlayışlı bir insandı. Bu herhalde engelli bir çocuk annesi için en büyük avantajdır. Bu yüzden kendimi şanslı görüyordum. Beni sıkıldığım zamanlarda eşim rahat bırakıyordu. Zaten kendisi köyde esnaftı. Bakkal dükkanımız da evimizin yanındaydı. Eşime ihtiyaç duyduğumda hemen yardıma geliyordu. Hatta Hasan Ali’ yi tek kişinin banyo yaptırması zor oluyordu. O zaman da eşim sağolsun bana yardım ediyordu.

Hasan Ali sekiz yaşına geldiğinde yine rahatsızlandı. O’nu yine her zamanki tanıdık doktora götürdük. Doktor “Paranız varsa bu çocuğu büyük yerde tedavi ettirin” dedi. Hasan Ali’yi İzmir’e Çocuk Hastanesi’ne götürdük. Doktorlar araştırdılar, incelediler yine “Kas erimesi” teşhisini koydular. Doktor “Bu hastalığın çaresi yok” deyince sanki hastane başıma göçtü. Nasıl çaresi olmazdı? Çocuğumun bir daha yürüyemeyeceğine kendimi inandırmam gerekiyordu. Bu nasıl kabul edilebilirdi ki? Ama zaman herşeyin ilacı olacaktı ve biz de buna alışacaktık.

Hasan Ali’nin de okul hayatı kısa sürdü. Üçüncü yılın sonuna kadar ben sırtımda götürüp, getirdim. Öğretmeni herhalde yanlış anlamamamız için bir şey söylemiyordu. Ama ben Hasan Ali’nin okula gelmesini pek taraf olduğunu hissetmiyordum. Bir taraftan aslında haklıydı da. Çocuğumun dersleri pek iyi değildi. Ayrıca, çocuğumun ihtiyaçlarını okulda ben karşılıyordum. Bu nedenle de sınıfa girip çıkmalarımda hem öğretmen rahatsız oluyordu, hem de öğrencilerin dikkatleri dağılıyordu. Bu seneden sonra da zaten, Hasan Ali’nin sırt ağrıları arttı ve çocuğum okulu bırakmak zorunda kaldı.

Yıllar böyle akıp geçti. İbrahim on dokuz yaşına geldi ilçede marketi olan eşimin arkadaşı, İbrahim’i çok severdi. Hem birşeyler öğrenir hem de İbrahim için değişiklik olur diye çocuğumu markette yanına yardımcı olarak aldı. İbrahim durumundan çok memnundu. Çocuk gibi seviniyor, kendini önemsiyordu

İbrahim’in askerlik çağı gelmişti İbrahim asker olmayı çok istiyordu. İbrahim’e “İbrahim nereye gideceksin” diye soranlara İbrahim “Adana-Dörtyol” cevabını veriyor ve asker selamını da unutmuyordu. Oysa yavrum böyle umutlanırken, bizim askere gidemeyecek durumda olduğu için heyet raporu aldığımızdan haberi bile yoktu. Arkadaşlarının asker halaylarına katılıyor, mutlu oluyordu. Arkadaşları tek tek askere gidiyorlardı ve aileleri arkalarından gözyaşı döküyorlardı. Ne tezattır ki biz de ağlıyorduk ama, çocuğumuzu askere gönderemediğimiz için.

İbrahim’in işe gittiği birgün eve ustasından telefon geldi. Ustasının sesinden şüphelendim ama bunu da beklemiyordum. Allah’ım bunu da mı görecektik! Çocuğum karşıdan karşıya geçerken trafik kazası geçirmişti ve işte o dayanılmaz, kabul edilmez gerçek olmuştu. Çocuğumuzu kaybetmiştik. Hasan Ali ağabeyinin ölümünü kabul etmekte zorlandı. Uzun bir süre İbrahim’in eve gelmesini bekledi. Zamanla buna da alıştı. Alışmak zorundaydı

İbrahim’e vuran Bey birgün ailesiyle bize geldi. En az onların da bizim kadar üzüldükleri belliydi. Hasan Ali’nin durumunu da görünce “Hiç değilse bu çocuğunuza yardım etmek istiyoruz” dediler. Hasan Ali’yi Ege Üniversitesi’ne götürdük. Çocuğum yedi gün hastanede kaldı. Doktorlar film çektiler. Yapabileceğimiz birşey yok deyip tekrar “Kas erimesi” teşhisini koydular. Çocuğumdan bir doku aldılar. İtalya’ya araştırılması için göndereceğiz dediler. Sonucu biz size iletiriz dediler ama ne onlardan bir haber geldi ne de biz araştırdık

İbrahim vesilesiyle tanıştığımız bu ailenin bize maddi, manevi desteği çok oldu. Hasan Ali’ye tekerlekli sandalye hediye ettiler. Çocuğum mutluluktan uçuyordu. Evde hapis hayatı yaşamayacaktı. Artık iyi havalarda çocuğumu dışarıya çıkarabiliyordum. Hem canı sıkılmıyordu, hem de hava almış oluyordu.

İbrahim’in vefatından sonra yaşadığım bir olay bir anne olarak beni çok yaraladı. İbrahim için baş sağlığına gelen kadınlardan biri “Keşke ayakta gezen İbrahim yerine Hasan Ali ölseydi” dedi. Bu lafı keşke işitmez olsaydım. Sanki beynimden vuruldum. Yavrumun yanında nasıl böyle söyleyebildi, hem nasıl bir anne şaşıyorum doğrusu. Bunu da cahilliğine veriyorum. Çocuğumun da zoruna gitti herhalde başını öne eğdi. İşte her zamanki gibi ateş düştüğü yeri yakıyordu.

Seneler geçtikçe Hasan Ali ileri değil, daha da gerisine gidiyordu. Eşimle geleceğimizi düşünüyor ve biz öldüğümüzde Hasan Aliye’ ye kim bakacak diye kaygılanıyorduk. Bir daha çocuk sahibi olmak istiyorduk ama engelli oluyor diye cesaret edemiyorduk. Sonunda birlikte karar verdik Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurduk. Bir yaşını doldurmamış kız çocuğu istediğimizi belirttik. Hasan Ali’ye de “Sana kardeş alacağız” diyerek durumu alıştırmaya çalıştık. Hasan Ali zaten çok seviniyordu. Birgün Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan görevliler geldiler. Evimizi incelediler, sorular sordular, Hasan Ali’nin durumunu gördüler. Giderken görevli bayan bana sessizce “Sen bu işi oldu kabul et” dedi. O kadar mutlu oldum ki sanki dünyam aydınlandı. Bir umut, benim için bir umut doğmuştu. İki yıl sıranın bize gelmesini bekledik. Tabi bu süre zarfında “Acaba kabul edilmedik mi” diye umutsuzluğa da kapıldık. Derken birgün, telefon çaldı. Sanki içime doğmuştu. Bizi Çocuk Esirgeme Kurumuna çağırıyorlardı. O gece sevinçten uyuyamadık. Ertesi gün bebeğimizi görmeye gittik. Oradaki görevliler “Eğer istemezseniz bebeği almak zorunda değilsiniz” dediler. Çünkü bazı ailelerin çocuklara kanı kaynamıyormuş. Biz zaten bebeğimizi görür görmez ısındık. Mutluluğumu ifade edemem bebeğimize “Sevgi” adını koyduk sevgimizle üç yıldır büyütüyoruz. Aslında biz Sevgi’nin hayatını kurtarmıştık, O da bizim hayatımızı. Sevgi “ağabeyciğim” deyip ağabeyine sarıldığında sanki dünyalar bizim oluyor. Sana şükürler olsun Ya Rabbim! Bana bu günleri de yaşattığın için ...

ELVAN GÜLTEN

Karadeniz Teknik Üniversitesi

Özel Eğitim Bölümü

İşitme Engelliler Öğretmenliği
 
Tekerlekli Sandalye
Üst