Aşkın mesafelerle sınanması

Bir Garip Aşk Hikayesi (Mesafe İçerir!)

Biraz uzun bir hikaye, başlarsanız bir hamlede okuyup kendinize bir şeyler çıkarırsınız.

Geçen Aralık, üniversite de ilk senem ve ilk dönem bitmek üzere... Boş zamanımı sosyal ağlar, bloglar ve forumlarda fink atarak geçiren bir tipim. Sık takıldığım geyik forumunda tanıştığım bir kızla sebep yokken yakınlaşmaya başladım. Felsefem şudur: "Mesafeli aşk yok, et ete değmese de göz göze değecek." Biliyorum çünkü başa gelecekleri, mesafeler başa bela olur...

2 hafta sonra birbirimize numaralarımızı verip mesajlaşmaya başladık, olacağı var ya bir gece öyle bir duygu patlaması oldu ki içimde, kıza "Biz aşık mı olduk?" mesajı gönderirken buldum kendimi. Kabul etmişti, o da bana karşı boş değildi.

Kendisine felsefemi izah ettim. Mesafeli aşklara karşı olduğumu, bana bir şey ifade etmediğini... Kararlıydı; mesafelerin umrunda olmadığını, tek istediğinin benim olduğumu söyledi. "Uyuyunca geçer, hemen karar verme." dedim. "Geçmesin." diye yazmıştı. Kararlı insanlara zaafım vardır, çok kolay inanırım. Başka bir yerde okuyor olsam da yaşadığımız şehirlerin mesafesi 30 dakika olduğu için pek mesafe sayılmazdı aslında. Felsefemi yıktım geçtim.

Telefonda konuşmayı sevmem, en uzun telefon görüşmen -atmayayım- 10 dakika falandır. Onunla o gece 4 saat boyunca konuştuk. Bana benimle olan hayallerinden bahsetti. "İçinde benim olduğum hayalleri olan bir insan." dedim kendi kendime, belki hayatımdaki en mutlu olduğum an o andı.

Her şey çok hızlı ilerledi, kendimi ona düpedüz aşık buldum. Her gece bana uyuyakalıyor, bana uyanıyordu. En çok hoşuma giden de buydu. Her gece ona, onu kaybetmekten korktuğumu yazar öyle uyurdum. Mesafeli aşktan korkan adamın düştüğü hale bakar mısınız?
Birbirimizi çok seviyorduk, sesisini duymak yanındaymışım hissi veriyordu. O yüzden her an arıyordum.


Finaller başlayıp tatil yaklaşınca ilk planım onun olmaktı. Yani eve gider gitmez ona gidecektim, sorun şu ki o hayatıma girmeden önce planlanmış bir işim vardı. Önce İstanbul'a geçip, oradan annemle birlikte eve dönecektik. Bana sorun olmayacağını söyledi, bekleyeceğini...

İstanbul'dayken buna bir şeyler olmaya başladı. Sabahları sevdiğini söylüyor, geceleri benden vazgeçip ayrılmak istiyordu. Neredeyse her gün böyleydi. Eve döneceğimiz vakitin gecesi bana hayalleriyle uyuşmadığımı, daha fazla bağlanmamız gerektiğini, arkadaş kalabileceğimizden bahsetti.

Şok oldum, zoruma gitti. "Hayalleriyle uyuşmamak..."
Israr etmedim, ama bildiğim tek şey içten içe parçalanıyor olduğumdu.

Sabah oldu. O gece hiç uyumadım, uyuyamadım. Halsiz bir halde onun mesajıyla kendime geldim. Özür diliyordu, çok kararsız olduğunu ve ne olursa olsun beni sevdiğini yazmıştı. Soğuk davrandım, sıkılmıştım sevmeyip tekrar sevmelerinden...

Otobüse bindik, eve gitmenin vakti gelmişti. Planımız şu: "Eve gittiğim günün sonrası birbirimizin olmak."

O gün geldiğinde erkenden uyandım. Tüm gün birbirimizin olacağız güya...

Hazırlanıp, çıktım yola. Yarım saat sonra buluşma noktamıza benden önce gelmişti. Koştum sarıldım, öptüm. Çok güzel bir histi, daha önce hiçbir kıza böyle hissetmemiştim. El ele tutuşup yürümeye başladık, sokakta işlerine yetişmeye çalışan amcalar, okullarına giden liselilerden başka kimseler yoktu.

Bir yere oturduk. Gözlerine bakıp onu çok sevdiğimi, kaybetmekten çok korktuğumu söyledim. Mal mal bakmakla yetindi. Birden doğrulup, ilişkimizin bir adının olmadığı söylerken dudağıma eğilip beni öptü. Geri çekilip ittim, birbirinden ayrılacak olan insanların öpüşmesi ne kadar doğaldı? Doğal olsa bile bana tersti. sanki yanına öpüşmeye gelmişim gibi... Sebebini sordum sesimi yükselterek, korktu "mesafeler" dedi, "yanımda olmadığında bir anlamı yokmuş gibi hissediyorum."

Komik geldi, güldüm. "Hani mesafeler umrunda değil, beklerdin sen?" derken aptalca bir tebessüm oluştu yüzümde. Sustu, sustum. O an s*ktirolup gitmek icap eder ama yapamadım. "Gitmek ya hu, onun yaptığı şey işte bak ne kadar kolay." dedim içimden yine de kalkıp gidemedim.
Birden konuşmaya başladı "Bugün hiç ayrılmayacakmış gibi olalım." dedi. Evet, ters bir durum ama çaresizsiniz ve gerçekten seviyorsunuz...
"Onunla mutluluğumu görür belki vazgeçer." dedim kabul ettim.

Bütün gün birbirimizin olduk, defalarca öpüştük. Bu kez öpüşmelerimiz zoruma gitmedi. (Liseli gibi değil, anlam ifade eden öpüşmeler.) Güzel olan her şey illaki bitecek ya, akşam olurken gitmesi gerektiğini söyledi. Dolmuşuna bırakıp yanına oturdum. Elleriyle yüzümü kavradı, aniden göğsüme yaslanıp ağlamaya başladı. Hani bir suç işlersiniz de anneniz çakınca istemsizce ağlarsınız ya, hah işte aynı öyle.
Teselli ederken sesim titredi, arkadaş kalmanın bana ters olduğunu bu günden sonra bitirmemiz gerektiğini söyledim, birbirimize mesaj falan atmayacaktık yani. Gözyaşlarını silerken kafasını sallayıp onayladı.

İç burukluğuyla dolmuşundan inip mal bir halde eve gittim saatlerce hiç kalkmadan oturdum. Hiç mesaj atmamak, aramamak ne demek yahu.
Erkenden yattım uyuyacakmış gibi... O gece bana uyuyakalmaması o kadar zoruma gitmişti ki...

Sabah oldu, daha iyiydim. Kahvaltıyı yapıp annemin Müge Anlı'yı açık bıraktığı oturma odasına ilerlerken bir mesaj geldi. Ondandı, yine benim olmak istediğini yazmıştı. Düşündüğüm şeyin işe yaradığını sanıp hızla hazırlanıp yine ona gittim. Gün boyunca birbirimizin olduk, aptal gibi mutluydum evet. Gün sonunda fikri hala değişmemişti ve benim düşündüğüm olmamıştı, s*iktirolup gidecekti yine...

Sonraki gün tekrar gittim, sonraki gün tekrar... Bu kez kararlılığımı görür vazgeçer diye düşündüm. Hala seviyorum olm napayım.
Son gün fikri hala değişmemişti, bu kez onun beni yol etmesini ve neler hissettiğimi anlamasını söyledim. Kabul etti, durakta beklerken belime sarılıp omzumdan öpmeye başladı. Dönüp bakmadım, aptal aptal espiriler yapıp anın gerginliğini savurmak istiyordu. Gülmedim, sanki o an orda değildim, yine b*kunu ben çekiyordum.

Dolmuş geldiğinde ismi ile hitap edip daha fazla uzatmamasını söyledim. Durdu, sarılmayacak mısın diye sordu. Bir şey söylemeden dolmuşa bindim.

Nasıl sarılayım, niye sarılayım. Benden giden senken ne diye sarılayım!

Eve gidip yine kalkmadan oturdum saatlerce. Mesafelerden korkan bir adam, mesafelerle sınanıyor...

Bırakmadım, takip ettim Twitter hesabını, Facebook'unu...

Nihayet tatil bitip tekrar okula döneceğim gün gelip çattı. Gitmedim bir daha, mesaj da yazmadım. Yolda olduğum, Twitter hesabını kontrol ettiğim o gece hayatında yeni biri olduğunu öğrendim. Hem de gözüme soka soka yapmıştı bunu. Beynime bir şeyler oldu, bir an otobüsü kaçırıp babamın av tüfeğiyle alnının ortasından vurasım geldi.
Be insafsız bu ne hız!

Bana ulaşabileceği her yerden engelledim, bir açıklama yapacaktı ve ben istemiyordum.
Sonra derin derin nefes alıp Fruit Ninja'da meyve kestim. O başarabiliyorsa ben de başabilirdim, hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya...
 
e694fb1e78f8891ee729d058ddc0efa8.jpg
 
Mesafeler aşka engel mi?

Hep bir adım geriden gittiğinizi hissedersiniz. Adım atsanız ona ulaşacak gibi olur ama olduğunuz yerde sayarsınız. Üzülür, ağlar, kavga eder ama yine de ayrılamazsınız… Aşkınızı uzaktan yaşamak zorunda kalanlardansanız, bu yazı sizin için!

Kimi ‘gözden ırak, gönülden ırak’ sözünü tekrar edip duruyor, kimi de ‘aşkı bitiren mesafeler değil, bahanelerdir’ diyor. Siz hangi görüşü savunuyorsunuz bilmiyoruz, ama bize göre iki kişinin bir arada olabilmesi mesafelere bağlı değil. Sevgilinizle uzak şehirlerde yaşamanıza rağmen birbirinizi çok sevmek mi isterdiniz yoksa burnunuzun dibinde olmasına rağmen aklınızın ve ruhunuzun başka yerlerde olmasını mı? Peki ya hiç kavuşamayanlara ne demeli? Bir kimseyi uzaktan sevmek, çekilen acıların en büyüğü olsa gerek... Hemen umutsuzluğa kapılmayın sakın! Gelin, bu işi yoluna koyalım...

AYRI ŞEHİRLERDEYİZ

“Neden seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz?” diye soruyor sevdiği kadına Raif Efendi. Kalbini verdiği kadını yanında istediği her halinden belli. Sabahattin Ali’nin 1943 yılında ilk baskısı yapılan kitabı ‘Kürk Mantolu Madonna’, o zamanlardan bu yana güncelliğini hiç yitirmedi. Çünkü içerisinde büyük bir aşkı barındırıyordu. İçine kapanık bir aşık olan Raif Efendi ile güçlü bir kadın olan Maria Puder, yani Kürk Mantolu Madonna, romanı okuyan herkesi tesiri altına aldı kuşkusuz. Berlin’de bir sanat galerisinde tanışan aşıklar, Raif Efendi’nin Türkiye’ye dönmesiyle ayrılmak zorunda kaldı. Ondan uzaktayken acıların en büyüğünü çekse de Raif Efendi’nin Maria’ya olan aşkı ömür boyu bitmedi. Onu bir kez daha görebilmek için nelerini vermezdi...

Kitabı okumayanlar için sonunu söylemeyelim ama bu ve bunun gibi başka örneklerden anlaşılacağı üzere, mesafeler iki kişinin aşkını öldürmeye yetmiyor. Uzaktayken ilişkinizi bitiren şey aslında tam olarak sizsiniz! Evet sizsiniz! Çünkü düşünceleriniz, kaprisleriniz, anlayışsızlıklarınız ya da kıskançlıklarınız ilişkinin köpek balığı gibi. Ne kadar çoğalırlarsa, duygularınızı o kadar çok yiyip bitiriyorlar. Uzak mesafelerle ilgili belki de en önemli düşünce, ilişkideki heyecanın ölme olasılığı. Üsküdar Üniversitesi NP İstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi’nden Uzm. Psk. Nazende Ceren Öksüz, mesafenin ilişkideki heyecanı öldürdüğü düşüncesini doğru bulmadığını şöyle anlatıyor: “Bir ilişkide neyin heyecan uyandırıcı olduğu yalnızca o ilişki içerisinde belli oluyor. Bazen mesafeler heyecanı taze tutabiliyor. Bir ilişkide heyecanı taze tutmak için, kişilerin birbirlerine sürpriz yapmak gibi değerli kılacak şeyler yapması çok güzel. Fakat yeterli olmayabilir. Sağlıklı bir ilişkide çiftlerin kendi muhasebelerini yapmaları ve günlük yaşamlarını sağlıklı sürdürebilmeleri için bir alana ihtiyaçları var. Örneğin çiftlerin ortak paylaştıkları şeyler gibi tek başlarına yaptıkları ve zevk aldıkları aktivitelerin de olması gerek. Tartışmalarda ortak dil oluşturmak da ilişkiyi sağlıklı kılacağı gibi heyecanı -ilişki doyumunu- taze tutar.” Eğer sevgilinizi ya da eşinizi çok seviyor, ondan hiçbir zaman ayrılamayacağınızı düşünüyorsanız, aşkınızdan vazgeçmemek adına mesafelere ‘tamam’ dediyseniz, büyük bir sözleşmeye imza atmışsınız demektir. Bundan sonra bu anlaşmayı feshetmek, sadece sizin ve karşınızdakinin ellerinde. İçinizde o gücü bulabilirseniz bu hasrete dayanabilir, ‘yapamıyorum’ derseniz pes edip yollarınızı ayırabilirsiniz. Eğer seçeneğiniz birincisi olursa karşınızdakine umut verdiğinizi hatırlayıp sözünüzün hakkını verin ve sevgilinizi aldatmayın. Merak etmeyin, kalbiniz birbiriniz için çarparsa bu aşk bitmez!

PELİN İDEMEN GILLIS

26 yaşında


Antoine Brüksel’de, ben İstanbul’da yaşıyordum. Üç sene boyunca birbirimizden ayrı kaldık. Üç ayda bir mutlaka görüşürdük. MSN, Skype, SMS gibi her yoldan iletişim kurmaya çalıştık. Ayrı kaldığımızda bir sonraki görüşmemiz için gün sayıyorduk. En önemlisi ilerisi için birlikte yaşayacağımızı kararlaştırmıştık. Kavga ettiğimiz zamanlarda kısa bir süre konuşmayıp sonrasında ikimiz de özür diliyorduk. Buluştuğumuzda ise tüm kavgalarımızı unutuyorduk. Şimdi ise iki senelik evliyiz ve çok mutluyuz!

DİPNOT

Eğer sevgiliniz tamamen keyfi olarak başka bir yerde yaşamaya karar verirse ve yanına gitmenizi istemiyorsa tabii ki aşkınız çok uzun sürmeyebilir. Size aşık olduğunu söyleyip başka bir ülkede/şehirde yaşamaya karar veren sevgilinizin sizi hayatının ilk sırasına koymadığı bir gerçek. O halde onunla bir an önce vedalaşın ki, hayatınıza girecek yeni kişi daha fazla beklemesin.

AVANTAJ

Ayrılığı kendiniz için avantajlı ve kolay hale getirebilirsiniz. Kendinize daha fazla zaman ayırmak da bunlardan biri. Arkadaşlarınızla gezebilir, akşamları televizyon karşısında uyuyakalabilir, hafta sonları geç saatlere kadar yataktan çıkmayabilirsiniz. Ayrıca saçlarınızın boyasının her zaman tam, makyajınızın bozulmamış olması da şart değil. Kısacası özgürlük sizin elinizde! Ama hemen uyarmalıyız ki, arkadaşlarınıza olan aşırı düşkünlüğünüz, ‘vur patlasın çal oynasın’ geceleriniz, uzaktaki sevgilinizi kıskançlık krizlerine sokabilir. Program yaparken empati kurmalı, onun yapmasını istemediğiniz şeylerden siz de uzak durmalısınız.

ÇOK ÇALIŞIYORUZ

‘Kısa ayrılıklar aşkı güçlendirir, uzun ayrılıklar öldürür’ sözü artık klişeleşse de, aslında sizin ilişki durumunuz için çok uygun. Birbirine uymayan iş saatleriniz varsa, görüşebilmek için kılı kırk yarıyorsanız, buluştuğunuzda çok fazla zaman geçiremiyor, paylaşımlarınız gün geçtikçe azalıyorsa, tartışmalar ve kavgalar peşinizi bırakmayabilir. Uzm. Psk. Nazende Ceren Öksüz’e göre yapmamanız gereken; bazı şeyleri karşınızdakine ima ederek anlamasını beklemek. Çünkü bu, işe yarayan bir iletişim yöntemi değil. Çiftler birbirlerine her zaman güzel duygu ve düşüncelerini ifade edemez. Olumsuz konular da olabilir. Bu yüzden saygılı olmalı, suçlayıcı olmamalısınız. ‘Sen şöyle yapıyorsun’ gibi bir dil kullanmak yerine, ‘ben böyle hissediyorum, böyle düşünüyorum’ ya da ‘böyle davranma’ yerine ‘böyle davranmaman için benim yapabileceğim bir şey var mı?’ tarzınızda bir dil kullanmak işe yarayabilir.

DİPNOT

Görüşmek için zamanınız olduğunda tamamını arkadaşlarınızla ya da ailenizle harcamayın. Tamam, haklısınız, onların da sizi görmeye ihtiyacı var, ama ikinizi bir arada görebilmeleri için sizin de birbirinizi görmeniz gerek, değil mi? Ayrıca bir araya gelememe durumunuzu kişisel olarak algılayıp birbirinizi suçlamayın.

AVANTAJ

Birbirinizi sürekli özlemeniz işin en keyifli kısmı aslında. Bu sayede heyecanınızı kaybetmeniz zorlaşır. Ayrıca bir araya geldiğiniz zamanlar daha az olduğu için bunu en iyi şekilde değerlendirmek istersiniz ve boş geçirilen saatler yerine kaliteli anlarınız olur. Zaten planlar da önceden mutlaka hazırlanır.


EVRİM CANBAZ

28 yaşında


Üç sene önce sevgilim haftada beş gün spora, dört gün dansa gidiyordu. Bu arada günde yaklaşık 15 saat çalışıyordu. İki haftada bir görüşebiliyorduk. Bu durum böyle üç ay boyunca devam etti. Sonra patlama noktasına geldim ve onunla konuştum. ‘Senin hayatında yerim yok’ dedim. O da: ‘Benim yapabileceğim bir şey yok’ dedi. Ayrıldım. Bir hafta sonra beni arayarak dansı bırakmaya karar verdiğini anlattı. Benim yüzümden bırakmaması gerektiğini söyledim. Ama bana, danstan hevesini aldığını, benim daha önemli olduğumu dile getirdi. Haliyle barıştık. İş yoğunluğu nedeniyle bir süre sonra sporu da azalttı. Yaklaşık altı ay sonra bu çalışma ritmine ayak uyduramayacağını söyleyerek iş değiştirdi. Tüm bunlardan sonra bu kez karşıma askerlik mevzusu çıktı. Onu beş ay boyunca bekledim. Onu özlüyordum ama bir yandan da yalnızlığa alışıyordum. Geldikten sonra çeşitli sorunlarımız oldu ve altı ay sonra tamamen ayrıldık.

PLATONİK AŞK YAŞIYORUM

‘Aynı şehirde sen varsın, ben varım, biz yokuz’ derken Cemal Süreya, aslında tam da bundan bahsediyor. Romanlara konu olan bir aşk türü platonik aşk! Kadın sever, açılamaz. Açılır, karşılık alamaz. Karşılık alsa bile ikisinden biri evlidir. Anlayacağınız bazı aşklar bir türlü tamamlanamaz. Ta ki taraflardan biri daha cesur davranana kadar...

Lisede yaşanan platonik aşklarımız, şu anda bizi gülümsetse de, yaş ilerledikçe platonik aşkın acısı da büyür. Hatta saplantı haline gelebilir. Aşk, özel bir şey ve ne zaman hissedilirse yaşamak gerekir. Eğer elinizden geleni yapmanıza rağmen bu aşk ille de tek taraflı olma yolunda emin adımlarla ilerliyorsa, biraz bencillik edip kendinizi düşünmeli ve rotanızı başka yöne çevirmelisiniz. İşinize, ailenize, arkadaşlarınıza, hatta belki de evliliğinize odaklanmanın zamanı gelmiş olabilir. Göreceksiniz, her şey gözünüze çok daha net görünecek.

DÜŞÜNCELERİMİZ AYRI

“En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan, ne seyyareler ne de geceleri ışıldayan yıldızlar. En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan” derken Can Yücel, daha yıllar öncesinden bu sorunu kısa bir cümleyle özetlemiş aslında. Sevgilinizle ya da eşinizle aranızda uzak mesafeler olmayabilir, istediğinizde yanınıza koşabilir ama siz tüm bunlara rağmen, aranızda uçurumlar olduğunu hissedebilirsiniz.

SANAL ORTAMA DİKKAT!

Üsküdar Üniversitesi NPİstanbul Nöropsikiyatri Hastanesi’NDEN
Uzm. Psk. Nazende Ceren Öksüz’ün size birkaç önerisi var...

Her ne kadar tercih edilmese de bazı ilişkilerde kişiler, mesafece birbirlerinden uzak olabilir. Sağlıklı bir ilişkide çiftler arasında aidiyet duygusu, güven, sevilme ve onay ihtiyacı doğar. Bu ihtiyaçlar iletişim kurmakla karşılanacağından mesafeler, ilişkiler için korkutucu olabilir. Bununla birlikte ayrı bölgelerde yaşamak ilişkileri sonlandıracak diye bir şey yok. Bilişim çağında yaşamanın avantajlarından biri de insanlar arasındaki mesafenin kısalması. Eski aşklarda mektuplaşmak vardı, şimdi WhatsApp var. Bu elbette çiftler için bir fırsat. Hayatı ve duygularını böylece paylaşma fırsatı buluyorlar fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. İnternet ya da telefon üzerinden iletişim kurmak, bazı riskler de meydana getirebiliyor.

Çiftlerin günlük yaşamda bir arada zaman geçirmek kadar kendilerine de zaman ayırmaları önerilir, fakat sanal ortamda herkes her an ulaşılabilir olduğundan görüşme sıklığı gereğinden fazla olabiliyor. Bu da ilişkileri tüketen bir durum. Çünkü paylaşımın sıklığı kadar paylaşımın kalitesi de önemli. ‘Şimdi çay içiyorum’, ‘Birazdan markete gideceğim’ gibi günlük konuların düzenli olarak paylaşılması kaliteyi düşürüyor. Bu, yeni bir ilişkiye başlamış kişilerde doğaldır fakat bir süredir devam eden bir ilişkide sağlıklı değil. Paylaşımı bir ‘görev’ gibi görmek iki taraf için de ilişkinin cazibesini gölgeler.
 
FRANZ KAFKA İLE MİLENA JESENSKA’NIN AŞKI


‘Batık bir gemiymiş aşk limanında,

Kader bu deyip de avutma beni.

Ayrılık kapımızı çaldı sonunda.

Senden son dileğim unutma beni.’


diye seslenir Attila İlhan sevgiliye dizelerde.. Çoğumuzun kader diyerek katlandığı ayrılıkları yüreğinin acısıyla, batık bir gemi olarak betimler. Hiç kuşkusuz tarihteki büyük aşkların hemen hepsinin sonunda olan ayrılık belki de aşkı ‘ büyük’ yapan şeydir. Bir aşkın nesiller sonra da hatırlanabilmesi, hafızalarda yer etmesini sağlayan şeydir, kavuşamamaktır belki de, ayrılık ve hasrettir..

Bir hikaye düşünelim, hayatın renklerinin, birlikteliğin, yaşam telaşının ve gündelik hayatın sıradanlıklarının paylaşılamadığı, mesafelere rağmen aşk tohumlarının yeşerdiği bir hikaye.. Aşkı, kavuşamamak olduğunu kanıtlarcasına yaşanan gerçek bir aşk hikayesi.. Kahramanlarından biri, eserleri hala güncelliğini koruyan, severek okuduğumuz ancak çoğumuzun, yaşamına dair bilgi sahibi olmadığı bir yazar.. Modern dünya edebiyatının en özgün yazarlarından biri olarak kabul edilen Franz Kafka ile çağının özgürlükçü ortamında daha yaşanılır bir dünya için mücadele eden Çek asıllı yazar ve çevirmen Milena Jesenska...

milena.jpg


Milena ile Franz Kafka 1919 sonbaharında Prag’da tanışırlar. Praglı aristokrat bir ailenin kızı olan Milena’nın Kafka ile tanıştıklarında yaşamında oldukça çalkantılı bir dönemden geçmekteydi. Çok genç yaşta Yahudi bir Alman’a aşık olması ve babasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen tutkusundan vazgeçmemesi belki de kaderin, Naziler tarafından götürüldüğü toplama kampında gördüğü ağır işkenceler yüzünden ölen Milena’ya yaşatacaklarının bir provasıydı. Babası tarafından kapatıldığı sinir kliniği ona hayatının en kötü dönemlerini yaşatmakla kalmamış, aldatılmış bir kadın psikolojisiyle adeta dibe vurmasına neden olmuştu. Evli olduğu Ernst Polak ile kötü olduğu bu dönemlerde Milena ile Franz, Kafka’nın orijinali Almanca olan öykülerini Çekçe’ye çevirmesi hususundaki görüşmelerde tanışmışlardı. Masum ve dostça başlayan mektuplaşmaları gitgide birbirlerine duydukları arzu ve özlemle artar. Ancak ne yazık ki aralarında hep mesafeler vardır.

Yaklaşık iki yıl süren bu mektuplaşmalar tutkularının kanıtları haline gelir ve dünya edebiyatının klasikleri arasına girecek olan eserin oluşumunu sağlar. Birbirlerine duydukları aşkları her zaman yüreklerinin en derinlerinde, zihinsel bir yolculuk halinde yaşarlar, hiç kavuşamazlar. Öyle ki Kafka, ‘ koca denizin dibindeki minik taşı sever gibi sevdiği’ Milena’ya duyduğu aşkı, dönem dönem geçirdiği ve bir kere geldi mi gitmek bilmeyen ağır öksürük nöbetlerinin sorumlusu olarak görür ve bir süre sonra da ondan ayrılır. Ayrılırken Milena’ya ‘ artık gelme’ der, ‘gelmeme’ nin anlamı yazmamaktır oysa. Hayatı yazıyla paylaşmaktır oysa onların yaşadığı, mektuplarla filizlenen işte bu aşktır.

Eserleri günümüze, yakın dostu Max Brod’un, vasiyetini yerine getirmemesi sayesinde günümüze Franz Kafka, kuşkusuz Milena’dan da bu mektupları yakmasını dilemiştir. Çok sevmiştir Kafka Milena’yı.. Ve yine Kafka’nın dileğini yerine getirmeyen biri sayesinde bu mektuplar, asla kavuşamayan, yanyana bile sınırlı olarak gelebilen bu iki insanın bir zamanlar birbirlerin duyduğu, arzu, tutku ve aşkı bugüne ulaştırmıştır: Milena..

Yok edilmesini istediği tüm eserlerinde, hayatının en büyük aşkına yazdığı mektuplardaki bu satırların etkisi vardır belki de:

‘ Mektup yazmak hayaletlerin önünde soyunmak demektir, ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten. Yazıya dökülen öpücükler yerlerine ulaşmaz, hayaletler yolda içip bitirir onları.. ’
 
Geri
Üst