Ayşe'nin Hayali

civan

Üye
Üye
Katılım
Şub 18, 2011
Mesajlar
2
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Ayşe sedirin üzerinde oturuyordu. Ellerini karnına götürerek o minicik bebeğine dokunur gibi karnını okşuyordu. Gaz lambasının ışığında “Seni seviyorum” dedi yavrusuna. Dünyaya gelmesine sayılı günler kalmıştı bebeğinin. Ayşe daha yavrusunun cinsiyetini bile bilmiyordu. Bir taraftan karnını okşuyor, bir taraftan da bebeğiyle konuşuyordu:

─ Bebeğim, bu köy yerinde yaşam çok zor. Baban gece gündüz tarlada ırgatlık yapıyor. İnşallah sen daha rahat bir yaşam sürersin bebeğim. Gönlünün sevdiğine varıp, kimseye muhtaç olmadan ekmeğini kendin kazanır, istediklerine kavuşursun yavrum. Benim yaşım çok küçük; ama sana analık yapacağım. Beni zorla evlendirdiler, hiç rızamı bile sormadılar. Hem de ağabeyim gibi sevdiğim amcamın oğluyla, yani babanla. Dedim ya bir tanem, kimsenin hizmetine girme, benim gibi de cahil kalma. İlkokulu bitirmeme bile müsaade etmediler. “Kız çocuğu okuyup da ne yapacak? Evinde oturup dikiş, nakış yapsın” dediler. Ben bunları yaşadım bir tanem. Ama senin bunları yaşamana izin vermeyeceğim. Sen benim bebeğimsin. İstiyorum ki benim yaşayamadığım şeyleri sen yaşayasın. Senin dünyaya gelmen kolay, belki de en zor şeyi ben yapacağım; çocuk aklımla sana analık. Yavrum, ben anneliği sadece bebeklerle oynarken yaptım. Ama üzülme bir tanem, sana en güzel şekilde annelik yapacağım. Doğumun yaklaşıyor, köydeki ebe nine de öldü. İyi ki de öldü. Onu sevmediğim için söylemiyorum. Köylü onu ebe bilmiş, her doğuma da onu çağırmış. Belki çoğu kimsenin çocuğuna bir şey olmamış ama kolu, bacağı, kalçası çıkan çocuklar da yok değil. Zavallı çocukların hali perişan. Hiçbir sakatlıkları yokken, şimdi o ebenin ve cahil köylülerin yüzünden bu hale gelmiş yavrucaklar. Cahillik kötü şey bir tanem. Yarın şehre, teyzene gideceğiz. Orada hastanede doğuracağım inşallah seni, güvenli ve temiz ellerde dünyaya geleceksin.

Sabah olmadan sancılarım arttı. Teyzenlere gitmeyi bekleyemedim bir tanem. Gece yarısı babanı yollara düşürdün. Muhtarın arabasını getirecek bekle yavrucuğum. Sakın acıtma annenin canını, hastaneye kadar sabret. Bekle baban birazdan gelir. Dinle bak! Kapı çaldı, baba geldi.

Baba:

─Yola çıkıyoruz birazdan, dişini sık biraz keşke… dedi ve sustu.

Yola çıktık. Arabayı çok süratli kullanıyor muhtar. Yollar da çok bozuk. Sancılarım giderek artmakta. Nihayet bir saatten sonra hastaneye geliyoruz. Sedyeye yatıyorum, doğumhaneye gidiyoruz. Şimdi sen geleceksin, bana sesin gelecek. Bütün acılarımı unutacağım. Evet, Bu senin sesin! Niye ağlıyorsun, yoksa sevinmedin mi dünyaya geldiğine?

Gözlerim yorgunluktan kapanıyor. Kendimden geçiyorum. Senin sesin kayboluyor. Derin bir sessizlik…

Gözlerimi açtığımda baban yanımda, sen neredesin bebeğim? Baba:

─ Hemşire birazdan bebeğimizi getirecek, geçmiş olsun.

Yutkunarak devam etti:

─ Bir oğlumuz oldu.

Ama nedense gülmüyordu yüzü. “Benim aslan gibi bir oğlum olacak“ demişti. Neden gülmüyordu sanki? Ben ona bir oğul vermiştim. Yoksa bir şey mi olmuştu? Birden:

─ Bana oğlumu getirin! diye bağırdım.

Hemşire koşarak getirdi oğlumu. Kucağıma aldım. Ne güzel bir yüzü var. “Niye gülmüyor hala babası, niye?”

Yüzün yusyuvarlak, ellerin topalak topalak bebeğim. Hemen de acıkmış. Göğsümden süt emiverdi. Bu sensin bir tanem, benim çocuğumsun. Babana sormak istiyorum:

─ Neden sevinmiyorsun? Selim bak aslan gibi, tıpkı dediğin gibi oğlun.

Baba derin bir iç çekti:

─ Ahh Ayşem, canım Ayşem, dediğin gibi, nur topu gibi…

─ Eee, o zaman niye gülmüyorsun, niye üzülüyorsun?

─Ayşem, biz zaten hatayı baştan yaptık. Daha doğrusu hata yapmaya zorlandık. Biz amca çocuklarıyız, yani akrabayız.

─ Ne demek istiyorsun Selim?

─ Bak Ayşe… Sonrasını getiremeden hıçkıra hıçkıra dışarı çıktı. Hemşireye baktım. Hemşiren biraz üzgün bir sesle:

─ Ben doktor beye haber vereyim. dedi.

Ben bebeğimi emzirmeye devam ederken doktor bey geldi.

─ Geçmiş olsun, zor bir doğumdu. Yaşının genç olması işimizi zorlaştırdı. derken atıldım:

─ Doktor bey, Selim’e ne dediniz de hıçkırarak çıkıp gitti?” Doktor:

─ Bak kızım. Siz akraba çocuklarıymışsınız, yaşın da henüz 16. Evet, sizin soy ağacınız, atalarınız aynı yani aynı kandansınız. Akraba evliliği son derece yanlıştır. Bu sizin seçiminiz olmayabilir. Ama olan olmuş. Kızım, bebeğiniz özürlü, yani onda bir eksiklik var.

─ Hayır, doktor bey, olamaz. Hayır, hayır, hayır! Bakın oğlum sapasağlam. Kolları bacakları herbişeyi sapasağlam…

─ Öyle değil kızım. Çocuğunuzun sorunu zekâsında. Yani…

─ Doktor bey o daha bir çocuk. Nasıl söylersiniz bunu? Hele bir büyüsün, okula başlasın, ondan sonra. Hem de bizim köyde akraba evliliği çok. Onların çocukları okula gidip geliyorlar. Onların hiçbir şeycikleri yok.

─ Bak kızım. Senin yavrun zihinsel engelli. Geç konuşacak, geç anlayacak, geç öğrenecek ya da kendi kararlarını kendisi veremeyecek, hayatı boyunca zor bir öğrenime sahip olacak.

Selimi anlıyorum artık. Ben de ise umutsuzluk, korku, kaygı, çaresizlik, ağlamak ve kaçıp gitme istekleri var.

Oysa Ayşe ne hayaller kurmuştu. Bebeğine ne güzel şeyler yaşatacaktı. Çok şey istemiyordu. Kimseye muhtaç olmadan okumasını, iş sahibi olmasını, istediği biriyle evlenmesini istemişti. Öyle olması için neler vermezdi. Gerçi neyi vardı canından başka verecek. Genç yaşta akrabasıyla evlendirmeselerdi ne kadar farklı olurdu her şey. Artık hayalleri ne olacaktı? Keşke köyde ebenin yardımıyla doğursaydı da böyle bir şey başına gelmeseydi. Duymasaydı keşke…. Ama ne zamana kadar? Artık Ayşe tek başına değildi. Sabırla, sevgiyle, emekle, umuduyla ve her şeyiyle çocuğunun yanında olacak, onunla büyüyecekti. Selim de sabırla yanlarında olacaktı…SABIRLA!



Yazan: İzzet Erhan

Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi

Özel Eğim Bölümü
 
Tekerlekli Sandalye
Üst