Bir Kış Öyküsü

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,507
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Bay Tugay, kendisinin de oturduğu çokkatlı yapının damındaki korkuluğun berisinde dinelmiş; o anakent görünümünü, izliyordu. Güne – uykusunu, büsbütün almış olarak − başladığında; onun usunda dama çıkıp görünüm izleme gibi bir düşünce, yoktu. Gelgelelim gün ilerledikçe; orta-yaşlı er, sıkıntılanmış; öğleyin onun sıkıntısı, yeğinleşmiş; ikindi, çıktı çıkacakken; başkişimiz, kendisini bu dam kıyısında bulmuştu. Evde ya da başka bir yerde kendisi için kaygılanabilecek kimse, var değildi. Dahası, şu uçsuz bucaksız evrende kendisini önemseyen biri, bulunmuyordu. Demek o, yapayalnızdı. Peki, onun bu kış akşamüstü o on-katlı öbeğin doruğunda ne işi, vardı? Yoksa bir “özöldürüm girişimi” mi, söz konusuydu? Hele duralım! İlkin Bay Tugay’ı, okura biraz tanıtmakta yarar görüyorum:
Tugay Dinçbaş, bir ortadirek barkının ortanca çocuğuydu. (Onun ikişer yaş ayrımıyla iki bacısı, vardı.). Bay Tugay, seçkin sayılabilecek bir üstokulumuzun kamu yönetimi bölümünü bitirmiş; bir süre işsiz kaldıktan sonra kendi bölümüyle gerçekte hiçbir ilgisi bulunmayan saygın bir ortaklığa kapılanabilmişti. Ancak, birkaç yıl sonra ona “bir durum” olmuş;1 başkişimiz, işini bırakma baskısında kalmıştı. (Belki Bay Tugay’a işgördürenince – incelikle – yol verilmişti, demek gerek. Gene de, sonuç değişmez: işsizlik.). Bundan kelli o, işsiz kalacaktı. (Onun için sonun başlangıcı, bu olmuştu.). Doğallıkla burada Bay Tugay’ın işsiz kalma nedeni üstünde durmalıyım: Kendisi, erinliğinden beri içekapanık, kötümser biriydi. Ne ki, yurtsal ödevini yapmasının ardınca onun içekapanıklığı, kötümserliği aşırılaşmış; ondaki içekapanıklık, toplumsal çekilmeye; kötümserlikse, büyük çökkünlüğe dönüşmüş bulunuyordu. İşte, Bay Tugay, “sesler” işitmeye o sürevler başlamıştı: Kıyıcı sesler…
İçsel sesler ya da işitsel varsanılar. Bununla birlikte, başkişimiz – kendisine karşıçıkma, seslenme gibi – olumsuz düşüncelerini, “varolmayan” sesler işittiğine yoracak denli çok nesnel gerçeklikten kopmamıştı. Gene de, onun işten ayrılması ardından gittiği – daha doğrusu, götürüldüğü – tin sağaltmanı, öyküsünü dinleyip kıyıcı sesler işittiğini öğrenince; ona tanı koymakta gecikmemişti: usyarılım. Böylece Bay Tugay’ın tin sağaltmanlığı serüveni, başlamıştı: çıldırıgidericiler, çökkünlükgidericiler; tin sağaltmanından tin sağaltmanına taşınma ile bir süre us sayrıevinde yatma. Şimdiki durumda o, iyi diye nitelenebilirdi. Kuşkusuz iyileşesiye atı almış, Üsküdar’ı geçerek Bay Tugay’a güzel yaşam bırakmamıştı. Onun yaşı, kırkı aşkındı; ana babası, ölmüş; bacıları evlenmişler; onaysa – düşe düşe – bu çokkatlı yapıdaki katbirim düşmüştü. (Ayrıca onun toplumsal güvencesi, babasının girişimiyle kazanımlı olduğu emekli aylığı, vardı. Bacılarının özdeksel ile/ya da tinsel yardımlarının sözü – yazık ki! – pek edilemezdi. O yaştaki bir kişi, başının umarına bakmalıydı anlayacağınız. Onun yaptığıysa, tüm buydu.)
Bay Tugay, orada dikilmiş; önündeki görünümü izleyedururken; bütün bunları, düşünüyordu. Handiyse akşam olacaktı: Adana’da kısacık bir aralık gündüzü daha, sona ermekteydi. Yollardaki taşıt gidişgelişi, yoğunlaşmış; kent ışıkları, birer ikişer yanmaya başlamıştı. Tugay Dinçbaş – kim bilir, kaçıncı kez!? – kimsesizliğini anımsadı. Ah, ne denli umarsızdı! Dahası, yaşam acımasızdı. Özellikle kendisi gibi bireyler için… Peki, şimdi bile bir nenler, yapılamaz mıydı? (O, bir kıpı umutlanayazdı.). Oysa iş, işten geçmişti. Demek örneğin yirmi yıl önce kendisi için bile bir umut ışığı, vardı. Şimdiyse… Şimdi umut mumut, yoktu! Başkişimiz, yitireceği denli çok yitirmiş; ona bu yaşam kalakalmıştı. Buna “yaşamsı” demek, daha doğruydu. Kişi, bu durumlar ile koşullar içinde dahi kurtulmaya çalışacağına tüm evrenden umut kesip yaşama küsüveriyordu. Oysa yaşam, olanca acımasızlığıyla süregiderdi. Ne oluyorsa; yalnız bireye oluyordu anlayacağınız. (Hani toplumsal yaşamın başoyuncusu, bireydi!?)
Devamını okumak için tıklayın
 
Tekerlekli Sandalye
Üst