Çelişkilerimiz, İkilemlerimiz

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Çeliski, İkilem


Günlük yasamda çeliski, ikilem, dilemma, paradoks
kavramlarını genelde yanlıs kullanıyoruz, birbirinin yerine
kullanıyoruz. Örnegin bazen "Hangisini seçecegim
konusunda çeliskiye düstüm", bazen de, "İkilem içinde oldugunun farkında degil" diyoruz.
Sanırım böyle dedigimiz zaman, çeliski ve ikilem kavramlarını birbirine
karıstırmıs oluyoruz. Konumuz çeliskilerimiz ve
ikilemlerimiz. Dilemma ve paradoks kavramları için
felsefe sözlüklerine bakılabilir. ("Ben adalıyım; bütün
adalılar yalan söyler" demek bir dilemma sayılabilir. "Bir
okun hareket noktasıyla hedefi arasında sonsuz nokta
vardır; sonsuz noktayı kat etmek ise sonsuz zaman alır; bu
yüzden bir ok hedefine hiçbir zaman ulasamaz" demek ise
galiba bir paradoksal düsüncedir.) Simdi çeliski ve ikilem
kavramları arasındaki farka bakalım. Galiba dogrusu su:
Dogada ya da insan zihninde zıtlıkların birlikte bulunması
bir çeliski sayılabilir. (Bir tezin antitezini içermesi bir çeliski sayılabilir.)
İnsan, sahibi oldugu çeliskili
düsüncelerin genelde farkında degildir, ikilem ise iki farklı
davranıstan hangisine yönelmek gerektigi konusunda
sıkıntı, kararsızlık çekmek demektir. Sahip oldugumuz
çeliskili düsüncelerin, davranısların genelde farkına
varmayız, ikilemde ise farkında oldugumuz bir kararsızlık
söz konusudur.

Bir dostunuzu hem seviyor hem de kızıyorsanız ve bu iki
zıt duyguya/düsünceye birlikte sahip oldugunuzun
farkında degilseniz, bu durumu bir "çeliski" olarak
adlandırmaktan yanayım. Benzer sekilde, belirli bir olay
karsısında üzgün oldugunuz halde sevinmis gibi
davranıyorsanız ve bu tezadı fark etmiyorsanız, yine
çeliski içinde oldugunuzu düsünebiliriz. Ama eger bir
arkadasınızı sevip sevmediginize bir türlü karar
veremiyorsanız veya iki meslekten hangisini seçeceginize
karar veremiyorsanız, bir "ikilem" içinde oldugunuz
kanısındayım.

Çogunlukla alttaki çeliskiler, görünürdeki bir takım
ikilemleri yaratır. Bu durumda, çeliskilerimizi fark
etmekten, ikilemlerimizi ise çözmekten söz edebiliriz.
Çeliskiler ve ikilemler, farkında oldugumuz ve
olmadıgımız sıkıntılar yaratır. Çeliskilerimizi fark
ettigimiz, ikilemlerimizden rahatsız olmadıgımız zaman,
stresle bas etmemiz ve gelismemiz kolaylasır. Bazen bir
isi hem yapmak istersiniz hem yapmamak istersiniz; hem
çalısmak istersiniz hem çalısmak istemezsiniz. Bu
ikileminizi "can sıkıcı bir saçmalık" olarak adlandırırsanız
sıkıntınız artar. Ama bu ikileminizin yasamın dogal bir
parçası oldugunu düsünürseniz, onunla uzlasma/çözme
sansınız artar.
Tamamen çeliskisiz, ikilemsiz olmak pek mümkün degil.
Fazlaca çeliskiye, ikileme sahip olmak ise sorun
yaratabilir, ruh saglıgını bozabilir. Bunlara belirli miktarda
sahip olmak, ancak yerine göre fark etmek, yerine göre
bas etmeyi ögrenmek galiba en saglıklısı.
İkilemler yasamın ayrılmaz bir parçası, ikilemlerden
arınmıs bir dünya mümkün görünmüyor. İkilemler,
çeliskiler kimi zaman canımızı sıksa da, toplumların,
bireylerin gelismesi için bazen itici güç oldukları da bir gerçek.

İkilemler yasamın ayrılmaz bir parçası. İkilemlerden arınmıs bir dünya mümkün görünmüyor.

Sadece canlılar, insanlar için degil, belki nesneler dünyası
için de geçerli ikilemler. Aynı anda hem maksimum
karmasaya hem de minimum enerjili bir duruma ulasmak
isteyen sistemler, bir uzlasma noktasına ulastıklarında
(fiziksel, kimyasal, biyolojik açıdan denge saglandıgında)
gezegenler, yasamlar ortaya çıkıyor belki.
İkilemler evrenin her kösesinde olabilir (olmayabilir de);
ancak canlılar, özellikle insanlar, ikilemlere girmekten
ötürü acı çekiyorlar. İnsanın görevi, ikilemlerini fark
etmek, bunları yasamın dogal bir parçası kabul etmek,
çözebileceklerini çözmek, çözemediklerine ise uyum
saglamak olmalıdır.

Buzun İçinde Ates Var mı?

Eski Yunan'dan bu yana hemen her seyin kendi zıd- dını
içinde barındırdıgı görüsü var. Bu görüsten hareketle
acaba söyle düsünebilir miyiz? Buzun içinde ates vardır.
Nasıl mı? Elinize alacagınız bir buz kalıbı oksijen ve
hidrojen atomlarından olusmaktadır. Atom çekirdeklerinin
etrafında dönen elektronlar ise yüksek enerjili cisimcikler,
bir anlamda küçük ateslerdir. Buz, bize göre buzdur.
Ancak, eger elektronların bilinci olsaydı, her-halde buz
olduklarını düsünmezlerdi.
Bu düsünceden harekede, dalındaki bir yapragın aslında
alev alev yandıgını, ama bizim onu yesil gördügümüzü
ileri sürebiliriz. Galiba dogada zıtlıklar iç içe. Eger
böyleyse, insan zihninde birtakım zıtlıklar bulunması
dogal. O halde zihnimizi veya dıs dünyayı çeliskilerden ve
bunların uzantısı olan ikilemlerden arındırmak yerine,
onları fark etmek, onlarla birlikte yasamayı ögrenmek
daha dogru olsa gerek. Çeliskiler, ikilemler yasamın,
yasamlarımızın önemli bir parçası.

Dogada çeliskiler vardır, insanın çeliskileri/ikilemleri olması da dogaldır.
Bu yüzden, çeliskisiz, ikilemsiz olmak degil, onları fark etmek, onlarla uzlasmak
bir fazilet sayılmalıdır.



İkilemlerde Sıkılmak Bir Tür Çeliski mi?

İkilemlere düsmekten yakındıgımız zaman, farkında
olmadan bir çeliski içine girmis oluyoruz. Söyle ki:
(kilemler içinde olmak bizi kısıtlar, "Onu mu seçeyim,
bunu mu seçeyim?" diye sıkıntıya gireriz. Ama aynı
zamanda ikilemlere sahip olmak özgürlük sayılır; çünkü
ikilem var demek, seçenekler var demektir, seçebilecegiz
demektir. Belki de bu yüzden, ikilemler karsısında
bunalırken, bir yandan söylenip bir yandan da sevinmek
gerekir. Sizin için seçilebilecek tek bir meslegin,
evlenilebilecek tek bir kisinin bulunmasını ister miydiniz?
İkileme girme zahmetinden, seçim yapma sıkıntısından
kurtulurdunuz. Ama sanırım yine de önünüzde seçenekler
olmasını, gerektiginde ikileme girmeyi tercih ederdiniz.

Çeliskilerimize Birkaç Örnek

Soru 1: Diyelim ki arabanızda veya bir otobüstesiniz.
Trafik tıkandı, bekliyorsunuz, ise geç kaldınız. Kızar mısınız? Sanırım pek çogunuz "evet" dersiniz.

Soru 2: Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü
türünden günleri anlamsız, gereksiz buluyor musunuz?
Sanırım pek çok kisi bu soruya da "evet" diyecektir.

Yukarıdaki sorulara "evet" dediginiz zaman, farkında
olmadan bir çeliski sergilemis, adeta bindiginiz dalı
kesmis olursunuz. Bakınız niçin:
Trafik tıkandıgı zaman, tıkayanlara kızıyorsanız, trafigi
tıkayan ögelerden birisi de sizsiniz. Bu yüzden kendinize
de kızmaksınız, ama muhtemelen farkında degilsiniz.

Trafikte "Yahu, her arabada bir ya da iki kisi var; niçin
dört komsu birlesip aynı araçla gitmiyor?" diyen
arkadaslarım olur bazen. Bunu söyledigi sırada arabasında
biz de iki kisiyizdir. Bu çeliskinin farkında degildir.

Trafik niçin tıkanır? Metro yoktur, demiryolu azdır,
karayolları yetersizdir, apartmanların park yeri yoktur...
Bir de su: Ülkemizde trafikteki araç sayısı hızla
artmaktadır. Araç sayısının artması, bir açıdan, insanların
en azından bir bölümünün parası oldugu anlamına gelir.
Bu arabaları alacak kadar parası olanlar, her halde
paralarının tümünü bir arabaya yatırmazlar. Baska
alanlarda da harcarlar ve /veya israf ederler. Böylece
ekonomi canlanır. Bu canlılık pek çogumuzun cebine para
olarak girer, ancak farkında degilizdir.

Bankacısınız diyelim; araba alsınlar diye insanlara düsük
faizli kredi verirsiniz. Onlar da bakarlar kredi iyi, arabaları
alırlar. Ondan sonra sizin trafik tıkanıyor diye
sinirlenmeniz bir çeliski mi, degil mi?

Bir zamanlar Bursa'da trafik çok kötüydü. Otomobil
üreticisi bir firmada çalısan bir arkadasımla birlikte
trafikteydik, çok sinirlendi. Ben de ona "Niye
sinirleniyorsun, bu arabaları siz yapıyorsunuz. Kapatın
firmayı iki yıl, trafik rahatlar" dedim. "Allah saklasın"
diye karsılık verdi. "O zaman sıkılma; trafik tıkandıgında
'Çok sükür, önüm arkam, sagım solum müsteri' demelisin"
dedim. Rahatladı mı bilmiyorum ama, sanırım bir
çeliskisini görmek ona ilginç geldi.
Anneler günü, sevgililer günü gibi günlerin temel amacı
ekonomiyi canlandırmak olmalı. Ekonomideki canlanma,
araba satısları gibi hepimizin cebine katkı saglıyor.
(Ekonomideki canlanmanın getirilen oldugu gibi götürülen
de var belki; büyük bir ihtimalle ekonomideki canlanma
çeliskisini de içinde tasıyor. Ekonomideki buzun içinde de
ates olabilir. Yasam göründügünden daha karmasık.) En
azından yüzeydeki bu katkıyı fark etmiyoruz. Çiçekçi, yıl
içindeki en büyük ciroyu anneler gününde yapıyor,
parasını götürüp bankaya yatırıyor. Ondan sonra da hem
çiçekçi hem bankacı anneler gününü gereksiz buluyorlar.
(Çiçekçi o gün çiçek satıyor, ancak bir ihtimal o günü
anlamsız buldugu için annesine çiçek götürmüyor.) Alttaki
durumu bir yana bırakırsak, çiçekçi, bankacı ve belki de
hepimiz, bir çeliski içinde miyiz, degil miyiz?

Moda

Moda konusunda, insana özgü, insanca bir çeliski
sergileriz. Hem modaya uygun giyinmek isteriz hem de
giydigimiz baska kimsenin üzerinde olmasın isteriz. Bu bir
ikilemdir. (Gerçi moda tasarımcısı, hem modaya uygun
hem tek olan kıyafetler tasarlayabilir; ama toplumun
çogunlugu böyle "hem benzeyen hem benzemeyen"
giysiler talep ettiginde, herkesin bu istegini karsılamak,
herhalde çok güç olacaktır.)

Kisisel Degerimiz

Kendimizi çok önemser ama begenmeyiz. Örnek: Dügün--
dernek olur, fotografçı fotografımızı çeker; az sonra basar,
getirir. Elimize fotografımızı alınca genel tavrımız sudur:
Yalnızca ortada gözüken kendimize bakarız ama onu da
begenmeyiz. "Ay, ne kötü çıkmısım", "Uf, ne biçim bakmısım" deriz.

Kendimizi çok önemser ama begenmeyiz.

Galiba bu tavrımız, kendimizi yeterince
kabullenmemekten kaynaklanıyor. Kendimizi
kabullendigimizde, kendimizle barısık oldugumuzda,
fotograflarımıza daha rahat bakabilecegiz.
Kendimizi kabullenme sıkıntısından dogan önem verme
ama aynı anda begenmeme tavrımız, kendimize ve yasama
objektif bakmamızı zorlastırıyor. Çevremizdeki insanlarla,
yakınlarımızla sorunlar yasamaya baslıyoruz.
İnsanlar, özellikle gençler, ana babalarını çok önemserler -
önemsemiyor izlenimini verseler de, içten içe çok
önemserler- ama onları kolay kolay begenmezler, sürekli
elestirirler. Ana babalarda bulunabilecek en küçük kusur, gençleri öfkelendirir.


Gurur Duyma/Duymama ve Babalar


Yaygın ikilemlerimizden biri de babaların davranıslarında
gözleniyor. Babalar kızlarıyla, ogullarıyla gurur
duyuyorlar (herhalde duyuyorlar) ama bunu yeterince açık
ifade etmiyorlar.
Ülkemde nice baba, bir oglu dünyaya geldiginde günlerce
gururla dolasır. Oglanın daha hiçbir kisisel özelligi belli
degildir, tek belirgin özelligi cinsiyetidir. Ol sun, baba bu
durumdan müthis gurur duyar, çevresindekilere ne ısmarlayacagını sasırır.

Oglan on besine gelir, birçok özelligi belirmistir,
eksilerinin yanı sıra pek çok artısı vardır. Bu durumdan da
babasının gurur duymasını bekleriz; ya duymaz ya da
duyar ama içinde tutar.
Nice baba var, çevredeki gençleri begenir de bir kendi
oglunu begenmez, bir tek kendi ogluyla gurur duymaz.
"Bu oglan adam olamayacak; bu oglan benim istedigim
gibi degil, benim istedigim gibi olsun, canımı alsın" der.
("Senin istedigin nedir, yaz bakayım" desem, yazamaz.
Çünkü bu babanın kafasındaki belirsiz bir rol tanımıdır.)
Ben tek çocuktum. Babam beni çok sever, sevgisini de
açıkça ifade ederdi. Ancak, çok beceriksiz bulurdu; bunu
da sık sık söylerdi.
Babam için hayattaki en önemli sey "hayat adamı"
olmaktı. Kendi bakıs açısına göre kendisi tam bir hayat
adamıydı. (Gerçekten de öyleydi; çok zor sartlardan
sıyrılıp kendini yetistirmis, her durumda pratik çözümler
bulabilen, her ortama uyum saglayabilen, hayatla barısık
bir insandı.) Benim de bir hayat adamı olmamı isterdi,
ama onun gözünde ben hiç mi hiç hayat adamı degildim.

Ortaokul, lise yıllarımda, çevremizde bulunan yasıtım
bütün gençler babama göre hayat adamıydı; bir tek ben
degildim. Babam anneme benim için, "Bu çocugun tabanı
agır, bir isi iki saatte yapıyor; hayat adamı degil" derdi.
Bugün inanılmaz bir yasam temposu içindeyim. Babam
beni simdi görse, herhalde iftihar ederdi.
Burada anlattıklarımı birkaç yıl önce bir toplantıda
anlattım. Bir arkadasımın on yasında oglu varmıs, o da
babam gibi oglunun agır kanlılıgından, yavaslıgından

yakınıyormus. Babamla ilgili anlattıklarımı dinledikten
sonra bana sunları söyledi: "Baban senin yavaslıgından
sikayet ediyormus, ama bak sen simdi iyi bir seyler
olmussun. Demek benim oglan da ilerde bir seyler
olabilecek. Acaba ben bosuna mı telaslanıyorum?"
Galiba olay su: Anneler, babalar çocuklarını çok
seviyorlar, onlara çok önem veriyorlar ve onların
gelecekleri konusunda kaygı duyuyorlar.


Ana Babalar ve Çocuklar Arasında Bir Benzerlik


Psikologlar, özellikle gelisim psikologları, ergenlik
dönemiyle ilgili olarak sunu sıklıkla vurgularlar: Ergenlik
döneminin özelliklerinden birisi, gencin bazı ikilemler
içinde olmasıdır. Bunlardan birisi, gencin ana babasına
hem çok önem vermesi, onlarla özdesim kurması, ama
aynı zamanda onları elestirmesi, onlarla çatısmasıdır.
(Ergen, kendine özgü bir kimlik olusturabilmek için bu
ikilemi yasamak zorundadır.)
Bugüne kadar ben de, ana babaya çok önem verip onlarla
özdesim kurmanın, ama aynı zamanda onları elestirmenin,
ergenlik dönemine özgü bir özellik oldugunu
düsünüyordum. Fakat bir süredir sunu fark etmeye
basladım: Ana babalar da benzeri bir ikilem sergiliyorlar;
çocuklarını hem çok seviyorlar, onlara önem veriyorlar
hem de onları çok elestiriyorlar, begenmiyorlar. Ergenler
ile ana babalar arasındaki bu benzerligin üzerinde
düsünmeye ve arastırma yapmaya deger oldugu
kanısındayım. Söz konusu ikilem, belki de yalnızca
ergenlere özgü degil, herkes için geçerli.

Bir anı:

Hem Gurur Hem öfke

Seminerlerimden birisini izleyen bir babaya ait bir anıyı
aktarmak istiyorum. Kendisinden izin aldım.

Bu beyin oglu on altı yasındayken bir gün annesine çıkısmıs,
sesini yükseltmis. Bunun üzerine baba oglunu yandaki odaya
çekip sag elinin isaret parmagıyla onun omzunu ittire ittire,
"Bana bak, bir daha annenle öyle konusma" demis. Delikanlı,
"Baba tamam, haklı olabilirsin, ama bir daha öyle el hareketi
yapma" diye karsılık vermis. Bey söyle dedi: "Hocam,
anlattıgınız gibi, o an hem öfke duydum hem de gurur. Bir
yandan öfkelendim, ama bir yandan da, o ana kadar fark
etmedigim müthis bir seyi fark ettim; benim küçük oglum, meger
kasla göz arasında büyümüs, aslan olmus, güçlenmis. On
yasındayken onu parmagımla itekleseydim böyle bir seyi asla
söyleyemezdi. Simdi onurlu, babayigit bir delikanlı olmus. Hem
kızdım hem gurur duydum. Kızsam mı diye düsündüm; sonra
vazgeçtim, sesimi çıkarmadım. İyi ki bir sey dememisim."


Gençlerin ana babalarına, ana babaların çocuklarına
yönelik ikilemli/çeliskili duyguları olabilir. Çocuklarımıza
kızabiliriz. Saldırmadan, küsmeden, uygun lisanla ifade
edelim. Fakat madem aynı anda onlarla gurur
duyabiliyoruz, o halde gurur duydugumuzu da ifade
edelim. Böyle yaparsak, dogru davranmanın ötesinde,
dürüst de davranmıs oluruz. Dürüstlük türlerinden birisi,
içimizdeki mevcudu, sansürlemeden dısarıya sunmaktır.


Dürüst olma yollarından birisi, içimizdeki duyguları sansürlemeden
dısarıya ifade etmektir. İkilemlerimiz olabilir; ikilemleri ifade etmek de bir dürüstlüktür.


İkilemlerimiz olabilir; bu dogaldır. Ancak bunları fark
etmeyi ve gerektiginde ifade etmeyi de dogal kabul etmek gerekir.


Ötekini İkileme Sokmak

Kendi içimizde ikilemlerin bizi sıkıntıya soktugu
yetmiyormus gibi, bir de tutar birbirimizi ikilemlere iteriz.
Örnegin "Eger dostumsa iki eli kanda olsa gelmeli" deriz.
Varsın, gerisini o düsünsün. (Ellerini mi yıkasın, polise
dert mi anlatsın, yoksa kalkıp sizin dügününüze mi gelsin;
artık ona kalmıstır.)
En kötüsü de bazen esler birbirlerine "Ya ben, ya isin" ya
da "Ya annen ya ben" derler. (ki seçenekten birisini
seçmek zorunda kalmak zordur, bazen ruh saglıgımızı bile
bozabilir. Oysa yaratıcı düsündügümüzde yeni yollar
bulabiliriz, "hem bu hem o" diyebiliriz. (ki seçenekten
birisini seçmeye zorlamak, zorlanmak, yaratıcılık degildir.
Üçüncü seçenegi olusturmak ise yaratıcılıktır. Üçüncü
seçenek uzlasma getirebilir.

İki seçenekten birisini seçmeye zorlamak, zorlanmak, yaratıcılık degildir.
Üçüncü seçenegi olusturmak ise yaratıcılıktır.


(nsan, bazen çok gaddar olabiliyor. Ötekini ikileme
sokmak kimi zaman iskenceye dönüsebiliyor. Gerçek
yasamda ve onun uzantısı olan sanatta bunun örneklerine
rastlamak mümkün. Sophie'nin Seçimi adlı filmde oldugu
gibi. (Bu filmde Nazi subayı, bir anneye geriye dönüsü
olmayan bir kapının önünde, iki çocugundan birisini
yanına almasını söyler. Kadın seçmedigi çocugunu
sonsuza kadar göremeyecek ve onun akıbetinden haberdar
olamayacaktır.) Tanrı, insanı insandan korusun!
Biz yetiskinler, birbirimize eziyet ettigimiz yetmezmis
gibi, bir de -belki de mazosist yanımızı tatmin içinçocukları
ikileme itmeye çalısırız. (Buna bayılanlarımız vardır.)
Kimimiz, bir çocukla ayaküstü sohbet etmek
istedigimizde, aklımıza daha yaratıcı bir soru gelmedigi
için "Söyle bakiim, anneni mi daha çok seviyorsun, yoksa
babanı mı?" diye sorarız. (Bu soru inanılmaz bir sohbetçilik örnegidir.)
Simdi çocukcagız ne cevap versin?
Annemi mi desin, babamı mı? Tut ki cevap verdi. Bu
cevap ne isimize yarayacak? En fazla çocugu sıkıntıya sokmaya yarayacak.


İkilemlerimiz ve İki Mantık

Özetleyerek ifade edecek olursak, olayları "1 veya 0" diye
degerlendiren bir düsünce seklimiz vardır. Buna, günlük
yasamda "Aristo mantıgı" diyoruz*. Bu ifade, "ya hep ya
hiç" anlamı tasır. Bu düsünme sekline göre, bir sey ya
dogrudur ya yanlıs, ya siyahtır ya beyaz. Griler yoktur.
Kuantum fizigi ortaya çıktıgında, "1-0" mantıgının
atomaltı parçacıklarda geçerli olmadıgını gösterdi.
Örnegin, fotonun ya dalga ya parçacık olması gerekirdi
eski bakıs tarzına göre. Üçüncünün imkânsızlıgı
ilkesinden ötürü, aynı anda hem dalga hem parçacık
olamazdı. Oysa kuantum fizigi, onun hem dalga hem parçacık oldugunu gösterdi.

Fizikteki bu gelisme, insanı ve günlük olayları
degerlendirmede de yepyeni bir bakıs tarzı kazandırdı
bize. Bugün, günlük yasamda, bazen Aristo, bazen
kuantum mantıgı kullanabilecegimizi düsünüyoruz.
Özellikle insan iliskilerinde sürekli Aristo mantıgı
kullanmak çatısmaları ve stresi artıran bir yaklasım
oluyor.

* Aristo'ya haksızlık etmeyelim. Aristo mantıgı bundan ibaret degil. Üstelik
Aristo mantıgını günlük dile bu sekilde tasımak, Aristo'nun hatası degil; bizim
tercihimiz. Ya hep ya hiç tavrını "Aristo mantıgı" diye basitlestirmek, yine bir
"ya hep ya hiççilik" olsa gerek. Konu, Dökmen'in "Varolmak, Gelismek,
Uzlasmak" adlı kitabında da ele alınmıstır.

Aristo mantıgı kullanmak, düsünceleri dogrular-yanlıslar,
insanları iyiler--kötüler diye katı sınıflara sokma anlamı
tasıyor. Televizyonlardaki açık oturumlarda katılımcılar
belki de böyle yaptıkları için sabahlara kadar
uzlasamıyorlar. (Çatısan tarafların bitirdigi açık oturum
hiç görmedim; oturumu yöneten, "süremiz bitti" diyerek
programı sonlan diriyor.) Oysa "1-0" diye düsünmek
yerine, grileri de dikkate alsak, bu mantıgı ögrenmeye
baslasak, 1 ile 0 arasında çok sayıda deger
bulunabilecegini düsünsek, uzlasma ihtimali artacaktır.
Size bir soru soracagım, sadece Aristo mantıgıyla "Evet"
veya "Hayır" deme hakkınız var. Açıklama yapmanız
yasak. Soru:
"Dünyada inek kutsal mıdır, degil midir?"
Bu soruya açıklama yapmaksızın, sadece "evet" veya
"hayır" diye cevap vermeniz ise yaramaz. Oysa aynı
soruya kuantum mantıgı ile "1 ve 1" diye cevap verebilir,
"Hem evet hem hayır" diyebilirsiniz. Bu dünyada inek
bazı ülkelerde kutsaldır, bazılarında degildir.

* Kuantum mantıgını yararlı bulanların yanı sıra, sakıncalı bulan, egemen
güçlerin kitleleri yönlendirmede bu mantıgı bir araç olarak kullanmasından
endise edenler de var. Örnegin, "Sen de haklısın, sen de haklısın" diyerek
insanları "idare etmek" isteyenler bulunabilir diye kaygı duyanlar var.
Olabilir. Ancak bu sakınca, Aristo mantıgı için de geçerli. Birisi de çıkıp 'Ya
benden yanasın ya da karsımdasın; ikisinin arası yok" diyerek 1-0 mantıgıyla
insanları kutuplastırabilir. Burada, kullanılan mantıgın niteliginden çok,
kullanıcının niyeti önemli olsa gerek.

"1 veya 0" yaklasımının, bazen dilemmalar, içinden
çıkılmaz ikilemler yaratabilecegini gösteren bir fıkra:

Sanık Bunalınca

Bazı filmlerde görürsünüz, tanıklar, zanlılar avukatların,
savcıların sorularına yalnızca "evet" veya "hayır" diye cevap
verebilirler, açıklama yapmaları yasaktır. Bu kuralın bazı
yararları bulunabilir. Ancak bir hukukçu, bu kuraldan
yararlanıp ustaca sorular sorarak tanıgı zor duruma düsürebilir,
agzından istedigi cevapları alabilir.
Sürekli "evet--hayır" diye cevap vermek zorunda kalan bir
tanık -veya bir zanlı- çok bunalmıs, hakime "Sayın hakim, izin
verirseniz sayın avukata bir soru soracagım; ama o da benim
gibi yalnızca evet veya hayır diyebilsin" demis. Fıkra bu ya,
hakim de izin vermis. Bunun üzerine tanık avukata dönüp
"Sayın avukat, hâlâ uyusturucu kullanıyor musunuz?" diye
sormus. Avukat "Hayır" deyince tanık keyifle hakime dönüp
"Baska sorum yok" demis.


Bu fıkradaki avukatın isi zordur. Açıklama yapamadıgı
sürece, evet de dese, hayır da dese, -en azından- bir
zamanlar uyusturucu kullandıgı düsünülecektir. Bu yüzden
avukatın evet--hayır dısında cevap verme hakkı olmalıdır.

Günlük yasamda bazen 1-0 seklindeki Aristo mantıgını,
bazen de 1-1 seklindeki kuantum mantıgını kullanmakta
yarar vardır. Aslında zaten bu mantıgı dolaylı olarak
yasamın her alanında kullanıyoruz. 'Ya istiklâl ya ölüm"
bir Aristo mantıgıdır. Elektrikteki seri devreler bir Aristo
mantıgıdır; tek bir dügme açıldıgında akım kesilir. Bir
siperler savası olarak tarihe geçen Birinci Dünya
Savasındaki müdafaa hattı fikri bir Aristo mantıgıdır.
Bunların yanı sıra paralel devreler kuantum mantıgına
daha yakındır; paralel devreler ya hep ya hiç degildir.
Galiba "Hattı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır" fikri
de kuantum mantıgına uygundur.


Prof. Dr. Üstün DÖKMEN' in Küçük Şeyler adlı kitabından alıntıdır..
 
Tekerlekli Sandalye
Üst