Çikolatalı Pasta

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,507
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
ÇİKOLATALI PASTA
Vicdan insanı sürükleyen bir ırmak ya da cehennem ateşi. Nasıl tarif edebileceğini bilemediği gibi nasıl kurtulabileceğini de bilemiyordu. Çok uzun zaman olmuştu tam yirmi sekiz yıl. Engelli doğmuştu. Hayata yenik başlamıştı ona göre. Boşa savaştığını, boşa çabaladığını ne yapsa da taşların yerine oturamayacağını düşünüyordu. Yatağının kenarında pencere vardı ama o bu pencerenin varlığını bile önemsemiyordu. Bir taraftan vicdanı diğer taraftan yakınlarına verdiğini düşündüğü zahmet. Bir yolu olmalıydı, bir çabası bu ızdıraptan kurtulabilecek ya da kimsenin bilmediği bu şeyle başa çıkma yolu. Hiç sabah olmasını istemiyor hep gecenin karanlığında kaybolmak istiyordu.
Olayın üzerinden tam üç yıl geçmişti. Ne hissettiğini bilmiyordu. Özlem mi? Çaresizlik mi? Galiba pişmanlıktı. Ne için yaptığını biliyordu ama keşke başka bir yolu olsaydı. Bu sorular beyninde dans ederken anahtar sesiyle irkildi. Gelen babasıydı. Babasıyla konuşmayalı uzun zaman olmuştu. Bırak konuşmayı yüzüne bile bakamıyordu. Acaba gerçeği bilseydi yine de böyle ilgilenir miydi? Gerçeği anlatmalı mıydı?hayır yapamazdı. Babası da olmasa tamamen yalnız kalacaktı. Ablası evliydi üstelik çocukları da vardı. Ara sıra gelip evde ki işleri hallediyor, birkaç gün idare edecek kadar yemek yapıyordu. Elinden sadece bu geliyordu. Annelerinin ölümü üzerine adeta hepsi aile olduklarını unutmuşlar boşluğa düşmüşlerdi. Yaşamıyorlar sadece nefes alıyorlardı.
Sabah olmuştu. Gece uyumadığı için gözleri kan çanağına dönmüştü. Ama bu onun için yeni bir hal değildi. Kim bilir bunun gibi kaç sabahı böyle karşılamıştı. Ama bu sabahın diğer sabahlardan bir farkı vardı. Annesinin doğum günüydü. Her sene tüm aile bir araya gelip bu günü kutlarlardı. Ama son üç yıl hariç… Babası her zaman ki gibi erkenden kalkıp mezarlığa gitmişti. Yine akşama kadar orada kalacaktı bundan emindi. Tam bugünde yalnız kalacağını düşünürken kapı açıldı gelen ablası ve yeğenleriydi. Yeğenlerini çok severdi hatta bir ara gülümsedi. Ama bu kadar mutluluğun bile kendisine fazla olduğunu düşündü ve yine vicdanının esiri oldu. Ablası ona elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyordu. Kahvaltı hazırlıyordu odada ki tek ses yeğenlerinin sesiydi. Ona anlatılamaz bir huzur veriyordu.
Ablası çocukları parka götüreceğini onunda kendilerini eşlik etmesini istiyordu. Hiç gitmek istemiyordu. Ama yeğenlerinin ısrarlarına dayanamadı. Bir an düşündü. Ablası çocuklarla mı ilgilensin yoksa onunla mı? Yattığı yerden kalkacak tekerlekli sandalyesine oturacaktı. Ablasına çok eziyet edecekti. O böyle düşünüyordu. Hâlbuki o ablasıydı en son çekinmesi gereken kişiydi. Onun yerinde ablası olsaydı o böyle düşünür müydü? Bu duygular eşliğinde gitmeye karar verdi. Dışarı çıkmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki. Galiba özlemişti. En son annesinin ölümünden önce çıkmıştı. Apartmandan çıktıklarında karşısında en büyük hatasının ortağı olan arkadaşını gördü. Arkadaşı ona iyilik yaparken aslında bilmeyerek en büyük kötülüğü yapmıştı. Böyle bir suça alet olduğunu bilseydi yine onu sever en yakın arkadaşı olur muydu?
Arkadaşı da onlarla beraber parka gitmişti. Yeğenleri çok mutluydu. Onların mutlu olduğunu görünce kendisi de mutlu oluyor bir anda olsa vicdanının esirliğinden kurtuluyordu. Akşam olmak üzereydi. Artık eve gitme vakti gelmişti. Pastanenin önünden geçerken bir an ablasıyla göz göze geldiler. İkisi de aynı şeyi düşünüyordu. Ablası hiçbir şey söylemeden içeri girdi çikolatalı bir pasta aldı ve dışarı çıktı. Annesi en çok çikolatalı pastayı severdi. Yol boyunca arkadaşı yeğenleriyle oynuyor ama ablası ve o sadece bu günün bir an önce bitmesini istiyorlardı.
Eve geldiklerinde çok yorulmuşlardı. Ablası ellerini yıkaması ve üstünü değiştirmesi için ona yardım etti. Sonra onu yatağına yatırdı. Babası hala gelmemişti. Nerede olduğunu bildikleri için merak etmiyorlardı. Ablası yemek yapmak için mutfağa gitti. Çocuklar acıkmışlardı. Anneleri yemek olana kadar dayılarının yanında kalmalarını söyledi. Dayısı çoktan yeğenlerinin sevdiği çizgi filmi açmıştı bile.
Ablası yemeğini yatağına getirmişti. Kendisine çocuklarla beraber masaya hazırlamıştı. Çocuklar hem yemek yiyor ham televizyon izliyorlardı. Ablasının burada olması onu çok mutlu etmişti. Bir ara eniştesini sordu. Eniştesi iyi ama soğuk bir insandı. Kendi çocuklarına bile sevgisini belli etmezdi. Acaba ablasının buraya gelmesine kızıyor muydu? Ablasına bu soruyu her zaman soruyordu ama hep hayır cevabını alıyordu. Ama o yalan söylediğini yanaklarının kızarmasından anlıyordu. Bu gece burada olduğuna göre eniştesi yine nöbetteydi. Yemek bittiğinde babası daha yeni geliyordu. Onu gördükçe duyduğu vicdan azabı çekilmez bir hal alıyordu. O güçlü, cesur adamdan hiçbir eser kalmamıştı. Onun yerine zavallı bir adam gelmişti.
Gece yarısına az bir zaman kalmıştı. Çocukların uykuları gelmesine rağmen pastayı yemeden uyumak istemiyorlardı. Pastayı kesme zamanı çoktan geçmişti. Ama kimsenin bunu yapmaya cesareti yoktu. Bu iş her zaman ki gibi ablaya düşmüştü. İstemeye istemeye de olsa pastayı mutfaktan getirdi. Hiçbir şey söylemeden kesti ve herkese dağıttı. Son üç yılda olduğu gibi bu yılda pastayı tek yiyen çocuklar olmuştu. Babası ve ablasının acıları aynıydı sadece vefat eden birinin arkasından ne hissedilirse onu hissediyorlardı. Ama onun acısı hem anne acısı hem de vicdan azabıydı. Kimse bunu bilmiyordu. Bu onu daha çok üzüyordu. Her şeyi anlatma isteği hiç bugünkü kadar ağır basmamıştı. Annesiz bir gece daha yerini öksüz bir sabaha bırakmıştı.
Sabah olmuş ablası kahvaltıyı hazırlayıp kendi evine çoktan gitmişti. Bu sabahın diğer sabahlardan farklı olduğunun farkındaydı. Artık bu vicdan azabından kurtulmak istiyor ve ne olacaksa olsun diyordu. Babası oğlunun kahvaltısını yatağına getirdikten sonra aç olmadığını sadece çay içeceğini söyledi. İkisinin de farklı dünyalarda oldukları her hallerinden belliydi. Odada ki sessizlik “annem” sesiyle bozuldu. “Annem annem beni neden doğurdu baba? Bu şekilde doğacağımı bildiği halde neden doğurdu? Neden aldırmadı? Sen neden izin verdin?” Babası adeta buz kesilmişti. Bu zamana kadar hiç bunları sormamıştı. Şimdi neden soruyordu. “Keşke hiç doğurmasaydı bunları hiç yaşamasaydık. O zaman ben olmazdım ama annem senin yanında olurdu. Bende anne katili olmazdım.” Babası o anda elindeki bardağı düşürdü. Ne ağlayabiliyor, ne konuşabiliyor ne de oğlunun yüzüne bakabiliyordu. Odada ki tek ses oğlunun hıçkırıklarıydı. Oğlunun yere düştüğünü bile fark etmemişti. Artık kelimeler dilinden şuursuzca dökülüyordu. Üç yıl önceydi. Ablasının sağlıklı olması onu hiç olmaması gereken bir şekilde rahatsız ediyordu. Neden ablası sağlıklıydı da o değildi? Bunun bir kader yazgısı olduğuna inanmıyordu hayat adil değildi, devamlı annesini suçluyordu. Annesi ona yardım ettikçe içindeki kini daha da büyüyordu. Bir gün arkadaşıyla dışarı çıkmıştı. Eczanenin önünden geçerken kapıda ki bir yazıya dikkat kesilmişti. ”fare zehri bulunur”. O an içindeki kinin esiri olmuştu bile. Hiç düşünmeden arkadaşına “annem istemişti alır mısın?” dedi. Böyle bir şey doğru muydu yanlış mıydı buna hakkı var mıydı hiç düşünmeden kafasındaki planı gerçekleştirmek için evin yolunu tuttu. Annesi bir eve temizliğe gitmişti evde yoktu. Bu onun işine gelmişti. Tekerlekli sandalye ile mutfağa gitti. Masa da bir tabak yemek duruyordu. Hiç düşünmeden zehrin tamamını boşalttı. Annesinin yemeği yemesini sağlamak için sofrayı zorda olsa hazırladı. Annesi çok yorulmuş bir şekilde eve geldi. Masada oğlunun kendisi için hazırladığı yemeği görünce çok mutlu olmuştu. Yorgun olmasına rağmen oğlunu kırmadı hemen masaya geçti ve yemeği yedi. İçindeki kinin o kadar esiri olmuştu ki ne yaptığını fark etmedi bile. Annesinden kendini yatağa yatırmasını ve onu yalnız bırakmasını istedi. Akşam olmuştu evde tek bir ses bile yoktu. Evdeki ölüm sessizliğini açılan kilidin sesi bozdu. Duyduğu son ses babasının çığlığıydı.
Babası duydukları karşısında şok olmuştu. Bunca yıl eşinin zehirlenerek öldüğünü biliyordu fakat buna sebep olanın oğlu olması onu kahretmişti. Oğlu hala yerdeydi. Üşümüştü. “Baba baba” diyor hiçbir ses alamıyordu. Ağlıyor ağlıyordu. Babası öylece kalakalmıştı. Ayağa kalktı. Ağır adımlarla oğlunu düştüğü yerden kaldırdı yatağa yatırdı. Yüzüne bile bakmadan kapıyı çekip çıktı. Babasının nereye gittiğini biliyordu. Arkasından sadece “beni affet” diyebildi. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordu.


SÜMEYRA ÖZER

1989 yılının ekim ayında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde doğdum. Aslen Yozgatlıyım. Babamın mesleği dolayısıyla birçok şehirde yaşadık. On beş yıldır Ankara da ikamet ediyorum. Lise mezunuyum. Bir özel eğitim kurumunda fizik tedavi görmekteyim. Açıköğretim uluslararası ilişkiler 1. Sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda kpss ye hazırlanmaktayım.
Bu öykünün tüm hakları eser sahibi ve http://engelliler.gen.tr sitesine aittir. İzinsiz ve kaynak göstermeden öyküyü yayınlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst