Değerlere Uymada Üç Hata

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Değerler

Toplumsal degerler insan yasamının önemli bir yanını
olusturur. Bir deger, belirli bir insan davranısının veya
yasam amacının, bir digerinden daha üstün oldugu
yönündeki tutarlı ve derin inançtır. Degerler, toplumdan
topluma ve zaman içinde degisir. Toplumlar, degerleri
dogrultusunda bazı davranısların sergilenmesini takdirle
karsılar. Örnegin, sadakat, sevgi, cesaret, dostluk,
temizlik, saygı, dürüstlük, nezaket ve benzerleri, önem
verilen toplumsal degerlerdir.
Degerler toplum için degerlidir; degerlere uygun davranan
insanlar da toplumun gözünde degerlidir.


Değerlere Uymada Üç Hata

Sokakta herhangi bir insana, toplumun degerlerine önem
verip vermedigini sorarsanız, hiç duraksamadan önem
verdigini söyler. Hepimiz degerlere teorik olarak çok
önem veririz. Ama pratikte sürekli olarak degerleri çigneriz.

Degerlere uymada, kanıksamıs oldugumuz, üç temel hata
vardır:
1. Ortamına göre degerlere uyarız;
2. Keyfimizin/moralimizin iyi olup olmamasına göre
degerlere uyarız;
3. Karsımızdaki kisiye göre degerlere uyarız. Simdi bu üç
hatayı açıklamaya çalısalım.

Birinci Hata: Ortama Göre Degerlere Uymak

Bazı toplumsal degerlere bazı ortamlarda uyar, bazı
ortamlarda uymayız. Örnegin trafik polisinin yanındaki
kırmızı ısıkta dururuz, polis yoksa aynı kırmızıda
durmayız. Bu, degerlere uyma konusundaki birinci
hatadır. Bu tür hatalar, degerleri içsellestirmedigimiz için
ortaya çıkar. Bir degeri gerçekten benimseyenler, her
ortamda, her durumda o degere uygun davranırlar.
"Temizlik" degerlerimizden birisi olarak kabul edilebilir.
Bu degere, ne yazık ki toplumun en azından bir bölümü
ortamına göre uyuyor. Örnegin, hiç kimse evindeki halıya,
koridora tükürmez, sigarasının izmaritini atmaz. Ama
sokaga tüküren, sigarasının izmaritini atan c, ok kisi
görüyorum. Ortama göre davranıyoruz.
Avrupa ülkelerine giden vatandasım, kaldırıma
tükürmüyor, piknik yaptıgında çöpünü çime atmıyor. Ama
Kapıkule'yi geçince farklı davranıyor. "Niçin orada çöp atmıyorsun da burada atıyorsun?"
desem, büyük ihtimalle
söyle diyecek bana; "Ama burada herkes atıyor. Bu
cümleyi, birtakım degerlere ortamına göre uydugumuz
zaman, kendimizi savunmak için kullanıyoruz: "Ama
burada herkes yapıyor."
Ve maalesef liste uzuyor: Vergi kaçıran, "Ama herkes
kaçırıyor" diyor. Trafik kurallarını çigneyen, "Ama
kurallara kimse uymuyor, ben niçin uyayım" diyor.
Belirli bir degere niçin uymadıgımızı açıklamaya
çalısırken "Ama... " diye baslayan mazeret cümleleri
kurdugumuz zaman, bu tavrımız, söz konusu degeri
yürekten benimsemedigimiz anlamına gelir. Bir degeri
yürekten benimseyen kisi, o degere ortamına göre uymaz,
baskalarına bakarak uymaz, ne olursa olsun uyar.
Ben, Batı ülkelerinde yere çöp atmıyorum; ben ülkemde
de yere çöp atmıyorum. Ben temiz bir sokaga çöp
atmıyorum; ben, baskaları tarafından çöp atılmıs pis sokaklara
da çöp atmıyorum. O pis sokak, belki yere çöp
atılmasını hak ediyor, ama ben oraya çöp atmayı hak etmiyorum.


Pis bir sokak, üzerine yeni çöpler atılmasını hak ediyor olabilir.
Ama ben o sokaga çöp atmayı hak etmiyorum.


Eger, bir toplumsal degeri yürekten benimsemissek,
içsellestirmissek, baskalarının ne yaptıgına bakmadan,
ortama göre davranmadan uyarız o degere.
Bunca yıldır, evindeki halıya asla tükürmeyen bir insanın
nasıl olup da sokaga rahatlıkla tükürdügünü anlamakta
güçlük çekmisimdir. "Bunun mantıklı bir açıklaması
olması gerekir" diye düsünmüsümdür. Yıllardır
bekledigim açıklamaya Ekrem Isın'ın "(stanbul'da
Gündelik Hayat"* adlı kitabında rastladım. Isın'ın bu
konudaki açıklaması, iddiası, geçmise yönelik, ispatı zor
bir hipotez. Ama ilginç. Söyle:
Eski (stanbul'da üç tane kutsal mekan vardı: Cami, çarsı,
ev. (nsanlar sokakta fazla dolasmazlardı; gezmek amacıyla
sokaga çıkmazlardı. Bu üç kutsal alandan birinden
digerine gidebilmek için sokaklardan geçerlerdi. Evlerin
dısarıya bakan pencereleri sınırlıydı; pencereler, "hayat"
adı verilen, kapalı iç mekana açılırdı. Özellikle kadınların
hayatı hayatta geçerdi. Yogurtçu, sütçü kapıya gelirdi. Ev
kutsaldı.
Bu yasam tarzı içinde, sokaklar kutsal degildi, köpeklere
terk edilmisti. (stanbul'a gelen Batılı gezginleri hayrete
düsüren iki sey vardı: Birincisi, sokaklarda çok miktarda
köpek bulunmasıydı, digeri ise sokakta çok az insan
görülmesi.

İstanbullu merhametliydi. Büyük binaların dıs yüzlerine
tastan kus yuvaları (kus köskleri) yapılırdı. Sokak
köpeklerine ise, sadece yemek artıkları degil, özel olarak
hazırlanmıs paparalar verilirdi.

Köpek pis (mekruh) kabul edilirdi, eve sokulmazdı. Ama
sokakta bakılırdı. Isın'a göre bunun nedeni, sokagın kutsal
olmamasıydı; bu yüzden de köpeklere terk edilebilirdi.
Eger bu açıklamanın gerçek payı varsa, kusaklar boyunca
insanlar, model alma yoluyla evlerini temiz tutmayı, ama
sokaga aldırmamayı ögrenmis olabilirler.
Konuya iliskin baska pek çok açıklama yapılabilir.
Örnegin, bizim bugün sehirlerdeki, piknik yerlerindeki çöp
atma rahatlıgımızın nedenlerinden biri, göçebe yasamıs
dedelerimizin dogadaki rahatlıkları olabilir. Onlar,
yayladan göçerken, dogal atıklarını çevrede
bırakabilirlerdi; doga bunları özümler, içine sindirebilirdi.
Ancak bugün, teneke kutuları, naylon posetleri doga içine
sindiremiyor. Belki bu yüzden eski alıskanlıklarımız, yeni
dünyada sorun yaratıyor.
Bunları belirtmemin amacı su: Temiz olma degerine
ortamına göre uyuyor olmamız, basit bir olay degil, çok
degiskenli karmasık bir olaydır. Sokaklara çöp atanları,
köpeklerinin kakasını kaldırımda bırakanları, "pis,
görgüsüz" diye adlandırıp isin içinden çıkamayız. Olayı,
daha derin, daha ayrıntılı düsünmek, yorumlamak zorundayız.



İkinci Hata: Keyfimize Göre Davranmak

Yaygın bir tavır vardır. Canımız sıkılıyorsa, keyfimiz
yoksa, çevremize ters davranırız, aksilik ederiz. Böyle
davranmak bize gayet dogal gelir, isyerinde canımız
sıkılmıssa ev halkına sinirli davranırız, trafikte canımız
sıkılmıssa isyerinde çevremizdekilere öfkeleniriz.
Kısacası, herhangi bir nedenden ötürü keyfimiz kaçmıssa,
moralimiz bozuksa çevremize öfkeli davranırız, zaman
zaman saygısızlık ederiz. Oysa böyle davranmak zorunda
degiliz. Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere saygılı
davranabiliriz, davranmalıyız.
Keyfimiz olmadıgında da çevremizdekilere saygılı
davranabilecegimizi, Koreliler bize çok sık bir sekilde
gösterdiler.
Bizde futbol seyircisi için alısılagelmis davranıs sekli
sudur: Eger tuttugunuz takım maçı kazanmıssa seviniriz,
alkıslarız; kaybetmisse sinirleniriz, alkıslamayız. Oysa
Koreliler, son Dünya Kupası maçında böyle
davranmadılar.
Üçüncülük maçında Koreliler Türk Milli Takımına
yenilmislerdi, üzgündüler. Ama yine de nezaketi elden
bırakmadılar. Yenilen takımlarını ve bizim takımımızı
alkısladılar.
Üçüncülük maçında televizyonu maç biter bitmez açan bir
Türk izleyici herhalde söyle derdi: "Tuh, maçı biz
kaybetmisiz, Koreliler kazanmıs. " Niçin böyle derdi?
Çünkü Koreliler alkıslıyordu. Oysa Koreliler yenildikleri
halde alkıslıyorlardı. Yenilmislerdi, üzgündüler, buna
ragmen alkıslıyorlardı. İste, bunu belirtmeye çalısıyorum.
Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere,
karsımızdakilere saygılı davranabiliriz. Koreliler gibi.

Dünya Kupasında üçüncülük maçını anlatan TRT spikeri,
o güzel Türkçe'si ve her zamanki nezaketiyle söyle diyordu:

"Sevgili izleyiciler, inanmayacaksınız ama, maçın bitimine
bir dakika var ve bir tek Koreli stadyumu terk etmedi."

Maç bitti, Koreliler yenildi. Spiker arkadasımızın hayreti
daha da arttı. Çünkü, bir tek Koreli bile stadyumu terk
etmemisti ve üstelik tüm izleyiciler her iki takımı birden
alkıslıyorlardı. Ve dahası tribünlerde iki bayrak belirdi.
Türk bayragı daha büyüktü, Kore bayragı daha ufak. (Bu
da ev sahibi nezaketi olsa gerek.)
Stadyuma gidip futbol maçı izlemem ama bildigim
kadarıyla bizde böyle sey olmaz. (ki taraftan birinin
kaybettigi anlasılınca, kaybeden takımın taraftarları, daha
maç bitmeden stadyumu terk etmeye baslar. Bu arada
oturulan plastik koltuklan kıranlar da olur. Bu, dogal kabul
edilebilecek bir davranıs degildir. Evde, maçta, isyerinde,
bizim keyfimiz yok diye baskalarının da keyfini
kaçırmamız sart degildir.
Keyfimiz var veya yok, çevrimizdekilere saygılı
davranabiliriz, davranmalıyız.


Üçüncü Hata: Karsımızdaki Kisiye Göre Degerlere Uymak


Bazı degerlere uyup uymama konusunda ölçütümüz,
karsımızdaki kisidir. Örnegin fiziksel açıdan ve statü
açısından bizden güçlü kisilere saygılı davranırız. Güçlü
bulmadıgımız kisiler karsısında ise saygılı davranmayız,
davranıslarımızı kontrol etme ihtiyacı duymayız. Oysa,
renkleri, cinsiyetleri, yasları, statüleri ne olursa olsun, tüm
insanların onurlan esittir. Bu yüzden ayırım gözetmeden
hepsine saygılı davranmalıyız.



İnsanların Onurları Esittir


İnsanoglu bilmiyor, bilmedigini de bilmiyor. İste bu beni
üzüyor. Sokakta herhangi birilerini durdurup "İnsanlara
saygılı mısınız?" diye sorarsanız, hemen hepsi "Evet" der.
Ama bu evetçilerin birisi amirdir, hata yapan elemanını
azarlar; birisi ögretmendir, ödevini yapmayan ögrenciye
bagırır; digeri hekimdir, köylüye "sen" der, sehirliye "siz";
bir digeri polistir, hırsıza hakaret eder. Her ne kadar insana
saygılı olduklarını iddia etseler de, bu amir, bu ögretmen,
bu hekim, bu polis insana saygılı degildir. Çünkü:
Kisiyi ve hatalı davranısını ayırmak zorundasınız. Hatalı
davranısını elestirebilirsiniz, hatta hatalı davranısından
ötürü bir yaptırım (müeyyide) uygulayabilirsiniz; fakat
kisiyi topyekûn elestirmeye hakkınız yoktur. Kisiyi
topyekûn elestirmek insana saygısızlıktır, insan onurunu
umursamazlıktır.
Bir profesörün onuru bir çöpçünün onuruna esittir; bir
kapıcının onuru, bir genel müdürün onuruna, hekimin
onuru hastanın, hastabakıcının onuruna esittir ve bir
müfettisin onuru, bir hırsızın onuruna esittir.
İster bir varsayım deyin, ister bir dogma, tüm insanların
onurları esittir bu dünyada. İnsanların bilgileri, yetkileri,
statüleri, güçleri farklı farklı olabilir; ancak onurları esittir.
Hiçbir insan, renginden, cinsiyetinden, inançlarından veya
hatalı bir davranısından ötürü asagılanmamalıdır.

Bir hırsızın, diyelim ki on davranısı var. Dokuzu iyi, ama
onuncu davranısı kötü, hırsızlık yapıyor. Bu onuncu
davranıs için onu tutuklayabilir, yaptırım
uygulayabilirsiniz. Ama onu topyekûn suçlamaya,
içinizden geldigi gibi asagılamaya hakkınız yoktur.

Tutukluların, mahkumların hakları vardır; haklarını
çignerseniz siz de suç islemis olursunuz. Bir ülkenin
yasalarına göre bir kisiyi idam edeceksiniz diyelim. Bu
mahkumu idamdan önce aç bırakmaya veya ona küfür
etmeye hakkınız yoktur. O mahkumun onuru, hapishane
müdürünün onuruna esittir; benim onuruma da esittir.
Benim onurum, bir çöpçünün onuruna esittir. (kimizin
bilgisi, yetkisi, statüsü farklıdır. O çöpçü, benim fakülteme
gelip ders anlatma yetkisine sahip degildir; ben de
sokaktaki çöp bidonunun yerini degistirme yetkisine sahip
degilim. O çöpçü evinin kralıdır. Köyüne gitse, kuyruk
olup elini öperler. Ben kendimi ondan üstün göremem.
Benim onurum, tuvalet temizleyen bir hanımın onuruna
esittir. O hanım, evine geç gitse, kızı kapıya çıkıp "Anne
geç kaldın" diye yanaklarından öpüyor. Benim kızımın,
esimin yanagını öpmesi, o kızın annesinin yanagını
öpmesi veya hırsızlıktan hüküm giymis bir kadı-nın
kızının onun iki yanagından öpmesi aynı seydir; aralarında
hiçbir farklılık yoktur. Tüm insanların onurları esittir.
Kızılderili'nin ifadesiyle "Mitaku Oyasın" (Hepimiz -
hayvanlar ve bitkiler dahil- kardesiz).


Eger bir mahkumun hatalı davranısı varsa onu egitmeli,
ıslah etmelisiniz. (Gelecekte mahkumlar tedavi edileceklerdir.)
Ben, egitilebilecek, tedavi edilebilecek bir
insandan daha onurlu oldugumu nasıl düsünebilirim? Biz
bugün, mahkumları tedavi edemedigimiz, egitemedigimiz
için, arada bir af çıkarıyoruz. Hiç hastanelerde af
çıkarıldıgını, hastaların sevabına erken taburcu edildiklerini duydunuz mu?


İnsanlar, onurlarının esit oldugunu düsünmek istemiyorlar.
Kendilerini baskalarından üstün görüyorlar. Bir yönetici,
bir müfettis, baslangıçta iyi niyetle, isini hakkıyla
yapabilmek amacıyla, is iliskisi içinde bulundugu kisilere
mesafeli durmaya baslıyor. Giderek bu mesafeli durus,
kendini üstün görmeye dönüsebiliyor. Bu kisiler, hem
mesafeden hem de hiyerarsideki konumlarından ötürü,
kendilerini her açıdan, bu arada onur açısından da
ötekilerden üstün görmeye baslıyorlar. Bu durum,
ötekilerden daha fazla uzaklasmalarına yol açıyor.
Sonuçta, kendi yalnızlıkları artıyor, ötekileri mutsuz
ediyorlar ve is zarar görüyor.
Bir profesör sözlü sınavda cüppesini giyip, "adayı
yakından tanıyor" demesinler, laf gelmesin diye,
baslangıçta soguk, giderek yukarıdan bakan bir ifade
takınıp bir engizisyon yargıcının yüz ifadesiyle, adayla
hiçbir insani iliski kurmadan mekanik bir sınav da
yapabilir; ya da gülümseyerek selam verme, hatır sorma
gibi adayla insani iliskiler kurduktan sonra, iliskiyi ve isi
ayırt ederek, iliskide esitlikçi, insan onuruna saygılı, iste
ise objektif bir tavır takınabilir.


Bir müfettis, baslangıçta isini iyi yapabilmek amacıyla
ciddi davranıp giderek üstatlarının abartısına kapılarak
kendini Olimpos'tan inmis Zeus gibi hissetmeye ve teftis
heyeti baskanından baska dünyada kimseye saygı
duymamaya da baslayabilir; ya da iliskiyi ve isi ayırt edip
tüm insanlara saygılı ama isinde objektif olabilir.
Kendilerini herkesten üstün görenler, kendi onurlarına
onulmaz biçimde hayran olanlar, insan iliskileri
konusunda kendilerini egitimle gelistirebileceklerine

inanmayanlar, bana Küçük Agaç'taki hindiyi
hatırlatıyorlar.
İlginç bir roman olan "Küçük Agacın Egitimi"*nde
Kızılderili dede ve nine ile Küçük Agaç adlı çocuk
arasındaki iliski anlatılmaktadır.
Küçük Agacın dedesi, giderek derinlesen, üstü dallara
örtülü, hindinin boynundan alçak bir tünel kazar, tüneli
derin bir çukura baglar. Topragın yüzeyinden tünelin içine
dogru mısır taneleri serpistirir. Yaban hindisi basını egip
taneleri yiye yiye tüneli geçer, çukura girer. Basını
kaldırır, çukurun üstü açıktır ama çukur derindir. Tek bir
çıkıs yolu vardır, basını egip tünelden gerisin geriye
gitmek. Ancak hindi basını egmeyi akıl edemedigi için
çukurdan çıkamamaktadır.
Küçük Agaç dedesine, "Dede, hindi niçin kafasını egip
tünelden dısarı çıkmıyor?" diye sorar. Dedesi 'Yavrum,
hindi kendini herkesten üstün gördügü için, ögrenebilecegi
yeni bir seyler bulunduguna inanmadıgı için, alçak
gönüllülük gösterip basını egemedigi için girdigi çukurdan çıkamıyor" der.


Çukurlar içinde kalakalma tehlikesi hepimiz için vardır.
Ama eger tüm insanların onurlarının esit olduguna
inanırsak bu tehlike bizden uzaklasır. Daha onurlu bir
insan olmaya çalısmak yerine, daha bilgili, daha etkili,
daha iyimser, daha sevecen olmaya çalısmak, daha akıllıca
olsa gerek. Anadolu'da "Bos basak dik durur" derler.

* Küçük Agacın Egitimi, Forrest Carter, Say Yayınları, 2003

Dolu ve alçakgönüllü bir basak oldugumuzda, yasam kalitemiz artacaktır.

Bos basak dik durur.


Ekmek mi İnsan mı?

Hangisi daha fazla saygı görüyor; ekmek mi, insan mı?
Gözlenen o ki, ekmek daha fazla saygı görüyor ülkemizde.
Yukarıda degerlere uyma konusunda üç tür -
kanıksadıgımız- hata sergiledigimizi belirttik. Bazı
degerler söz konusu oldugunda bu hataları yapmayız.
Ekmege yönelik olarak da söz konusu hataların
sergilendigini hemen hiç görmeyiz.
Hangi ortamda olursa olsun -evde veya sokakta- ekmege
saygı gösteririz. Yerdeyse basmayız, üstünden atlamayız;
kaldırıp kenara, yüksekçe bir yere koyarız; hatta öperiz
ekmegi. Ekmege gösterdigimiz saygı, ekmegin
büyüklügünden ve niteliginden bagımsızdır. Yerdeki
ekmegi kaldırma konusunda, büyük--küçük veya bugdayarpa
ayırımı yapmayız. Keyfimiz olsa da olmasa da
yerdeki ekmege basmayız.
İnsanlara, sokaklara karsı sergiledigimiz üç temel halayı
ekmege karsı sergilemeyiz. Kısacası ekmege çok
saygılıyızdır. Ekmege gösterdigimiz saygıyı birbirimize
göstersek çok daha huzurlu yasarız.
Ekmege niçin saygı gösteririz? Çünkü nimettir. iyi de
eslerimiz, çocuklarımız nimet degil mi? Ögrencilerimiz,
çıraklarımız, komsularımız nimet degil mi?

Ekmege gösterdigimiz saygıyı birbirimize göstersek, ne güzel olurdu.

Ben ülkemde yerdeki ekmege tekme atıldıgını hiç
görmedim. Ama yerdeki insana tekme atıldıgını çok
gördüm. Yerdeki ekmeklere gösterdigimiz saygıyı
birbirimize de gösterecegimiz günlerin gelmesini
diliyorum. (Sanırım o günler yakındır.)


Prof. Dr. Üstün DÖKMEN' in Küçük Şeyler adlı kitabından alıntıdır..
 
Tekerlekli Sandalye
Üst