Denizatı

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,522
Tepkime Puanı
193
Puanları
63
Yaş
50
Çuvallardan birini sırtlamamla kafamı bir şeye toslamam bir olmuştu. Çarptığım şeyin ne olduğunu anlamam uzun sürmeyecekti; İsmail’in balık, ekşimiş yoğurt ve biraz da, maden işçilerine has şekilde emek kokan terinden önce gergin sesi duyuldu. “Önüne baksana be adam!” Buyurun, yine başa sardık. Ardından kahkahalar...
Güçlü bir el bileğimi kavradı, kalkmama yardım etti: “Özgür, alınmıyorsun değil mi kardeşim?” Ahmet’miş… “Yok.” dedim sıkıntıyla. Bir yandan da eğilmiş, ellerimle tozlu zemini yokluyordum. “Niye alınayım?” Düşen kömür çuvalını aceleyle sırtıma alıp lastik botlarımın altından kömür tozuyla döşenmiş kabartmayı hissetmeye çalışarak yola koyuldum.
Alınıyor olsam ne değişecekti sanki? Anadan doğma bomboş olan göz çukurlarım doluverecek miydi?

Gün batımıyla birlikte sıcak bir meltem esiyordu denizden… Limandaki paslı korkuluklara tutunmuş, evin yolunu tutmuştum yine. Gün batımını havadaki tatlı huzurdan anlarım ben. Gurup vakti denilen o birkaç güzel dakikada her şey yavaşlar sanki… Rüzgâr daha ılık eser, insan sesleri daha uzaktan, daha sakin gelir. Ve daima bir müzik sesi duyulur; denizin ötesinden geliyormuş gibi bir klarnet, akordeon yahut kaval sesi… Sonra bir kulağımda dalgalar, martılar ve demir almakta olan geminin güçlü sireni; diğerinde balıkçı lokantalarından gelen çatal bıçak sesleri, bir de bastonumun tekdüze tıngırtısı…
güçlü sireni; diğerinde balıkçı lokantalarından gelen çatal bıçak sesleri, bir de bastonumun tekdüze tıngırtısı…

Devamını okumak için tıklayınız
 
Tekerlekli Sandalye
Üst