Dönence

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,506
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
Süt dişlerimin çoğunu zeytin çekirdeklerine bağışladığım yıllarda apartmanın koridor boşluğunda o zamanın gündemine uygun, toplumsal mesajı bol piyesler düzenliyorduk. Bir de zamanın gündeme hâkim ilkokul çocukları olarak tamamı el yazması dergi çıkarıyorduk. Bu dergide yöresel yemek tarifleri, yöresel fıkralar, iki dergi arasına damgasını vurmuş siyasi olaylar, yeni doğan bebeklere isim önerileri gibi şeyler yer alıyordu. Daire daire dolaşıp abone topladığımız dergimizin kopya sayısı zamanın şartlarına göre oldukça iyiydi. Daha hayat bilgisi dersinin tam karşılığını bulamamışken çamurlu ellerimizle hayatın tozlu raylarına dokunuyorduk. Aşkı bile bilmiyorduk, o kadar yoksul, o kadar küçüktük.
İnsanlığın para karşısında değer kaybettiği o yıllarda sokaklar dilencilerle doluydu. “Allah rızası için […]” kelimesini ilk kez o sokaklarda duymuştum. Ayağının tekini katlamış bir kadın kucağında bebeğiyle yardım dileniyordu. Etrafta oluşan kalabalığın uğultusundan seçtiğim birkaç cümle ‘dini istismar, yalancı o, zabıta gelsin ayağa kalkar o hatta koşmaya başlar.’ hala zihnimde çalkalanır. İstismar kelimesini babam ‘insanları kandırmak’ olarak açıklamıştı bana, zabıta ise belediyede çalışan polismiş, en azından anlayabilmem için böyle tanımlamıştı. Sonra zabıta geldi, gerçekten de polise benziyordu, arabasında siren bile vardı. O sözde ayağı olmayan ve kucağında bebeği olan kadın kucağındaki kundağı fırlatıp kaçtı. Kundaktan okulun vitrininde duran, kızların uğruna saatlerce kavga ettiği oyuncak bebeklerden çıktı, hani şu yatırınca gözlerinin kapandığı, mavi gözlü bebekler. İstismar, sömürü ve bu anlama gelen daha birçok kelimeyi o gün orada, etkili bir örnekle öğrenmiştim. İnsanların kusurlarını kullanarak dinlerinden yakalayıp onlardan para dilenmek ve yine o insanların gözlerine baka baka bunun yalan olduğunu göstermek; para karşısında insanlığın değerini iyice ispatlar nitelikte idi. İlkokul 1. sınıftan beri öğretmenimizin yönlendirmeleri ile dönem dönem yardıma muhtaç insanlara destek için bir şeyler yapıyorduk. Bu bazen erzak, bazen onlar yararına düzenlediğimiz tiyatro, bazen de kıyafet oluyordu.
4. sınıfta başladığım güz tek basamaklı yaşlarımın bitişini kutladık. Artık büyüdüğüm için gururlanıyordum. O gün sokakta biraz daha oynamamama izin çıktı. Bu benim için toprağı daha fazla eşmek, ağaca tırmanıp saatlerce orada oyalanmak ve hoplaya zıplaya saatlerce şarkı söylemek demekti. Doğum günüm münasebetiyle normalinin üç katını aldığım harçlığımı o zamanki matematiğimle dondurmaya bölmüştüm, bademciklerimi şişirip beni 2-3 gün yatağa mahkûm edecek kadar dondurma alabiliyordum. Bir önceki gece kurduğum bu heyecan verici hayalleri gerçekleştirmek için erkenden sokağa çıktım. Oyuncak arabalarıma topraktan şehir ve yol yapıp gezdirdikten sonra toprağı eştim, üzerinde Arapça rakamların bulunduğu madeni para buldum. Gömü bulmuş gibi sevindim, sanki o para ile istediğim tüm çikolatalara sahip olacakmışım gibi hissettim. Apartmana doğru koşarken arka bahçeye yıllar önce diktiğimiz çam ağacının dibinde bir hareketlenme gördüm, paranın duyurusunu biraz erteleyip ağaca yöneldim: İlk bakışta 6 tane gördüğüm, toplamda 8 tane yavru kedi vardı. Bunlar apartman olarak farelere karşı beslediğimiz, renginden ötürü ‘bal’ dediğimiz kedinin yavrularıydı. Avucumdaki parayı cebime koydum, ellerimi pantolonumda temizledim ve yavru kedileri sevmeye başladım. Hayatımda ilk kez bu kadar cesur bir şekilde kedi seviyordum. Çoğu beyaz olan bu yavrular ben severken kaçmıyor aksine iyice paçalarıma sokuluyorlardı. Bir ara ‘bal’ geldi, uzaktan bizi izledi ve gitti. Yavru kedilere doyduktan sonra eve gittim, parayı annemlere verdim ama benim kadar heyecanlanmadılar. Annem çantasını istedi, cüzdanını çıkarıp parayı sürekli eski paraları sakladığı fermuarlı cebe attı. Elimi yüzümü yıkayıp balkona çıktım, ‘bal’ yavruların oradaydı ve anlamlandıramadığım bir hareketlilik ve ses kirliliği vardı. Çok geçmeden çıkan seslere annem geldi: ‘Aaa! Yavrularını boğuyor bal! Vah vah kim bilir kimden kıskandı.’ dedi. Belki annem konuşmaya devam edecekti fakat ben beklemeden balkondan çıktım, koşarak aşağı indim ve tüm gücümle arka bahçeye koştum. Çamın dibinde kan birikmişti, bembeyaz yavruların çoğu ölmüştü, geldiğimi gören bal kaçtı. Orada daha fazla duramadım. DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
 
Tekerlekli Sandalye
Üst