Duvarların Arkasında; Müslüman Ülkelerde Kadın

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
Aslıhan Eker, Ayşe Böhürler ile beraber hazırladığı, 13 ülkeyi kapsayan, müslüman ülkelerde kadının durumunu araştıran ve daha sonra kitaplaşan belgesel dizisini hazırlarken edindiği izlenimleri paylaştı. Konferans notu olarak hazırladığı dokümanı aşağıda sunuyoruz.

MÜSLÜMAN ÜLKELERDE KADIN BELGESELİ

Farklı Müslüman Ülkelere giderek oradaki kadınların hayatlarına bakılacak geniş çaplı bir belgesel oluşturma projesi Ayşe Böhürler ve Süreyya Önal tarafından bundan 5 yıl önce oluşturulmaya başlandı, ben o sıralar henüz İngiltere’de mastır öğrencisiydim. Ancak daha önce Ayşe Böhürler’le Kanal7’de beraber çalıştığımız ve benim de bu konularda araştırmalar yapıp merak sahibi olduğumu bildikleri için, projeye ben de dahil oldum. O sıralar İngiltere’de UCL( Univercity of London)’a bağlı Birkbeck Kolejinde Cinsellik, Kadın ve İslam adlı bir kurs alıyordum, aynı zamanda tezimi belgesel üzerine hazırlıyor ve yine UCL’de bir belgesel atolyesine katılıyordum. Orada da kendi çapımda İslamda kadına dair bir belgesel projesi hazırlamaya çalışıyordum, tam bu sırada bu projenin gelmesi benim için hayallerimin gerçekleşmesi gibiydi.

Projeye öncelikle araştırma isimleri oluşturma aşamasıyla başladık, bu 2004 Nisan veya Mayıs aylarında başlıyor. Hazırlık aşaması aslında böylesine çaplı bir belgesel için oldukça uzun surer, ancak bizim hem parasal hem zamansal sıkıntımız olduğu için, kısa bir sürede her şeyi hazırlamak zorunda kaldık. Gece gündüz çalışıyordum diyebilirim, birincisi projeye konan ülkelerin bırakın kadınları hakkındaki bilgiyi, neredeyse o ülkeler hakkında genel bilgilere rastlamak imkânsızdı. İngiltere gibi Ortadoğu ve İslam üzerine sadece bir değil onlarca kitap bulabileceğini bir yerden geldikten sonra bunu farketmek benim için sürpriz olmuştu. Gideceğimiz ülkeler hakkındaki bilgilerin hemen hemen hepsi ingilizce idi. Kaynak olarak internet yoğunluktaydı ancak gideceğimiz ülkelerin büyükelçilikleri, etrafta Ortadoğuya gidip gelmiş o ülkelerek hakkında fikir sahibi olan kimselerden danışarak alınan bilgiler, kitapları kullandık…

İlk ülke Umman’a 2004 Aralık’ta giderek start vermiş olduk. Bundan sonra 2 yıl boyunca Umman, Yemen, Sudan, Mısır, Lübnan, Suriye, İran, Ürdün, Filistin, Cezayir, Endonezya ve Malezya’ya yolculuk yaptık. Daha sonra Türkiye çekimlerini de yaparak projeyi tamamlamış olduk. Belgeselde her ülkede farklı kesimlerden farklı düşüncelerden farklı iş alanlarından, günlük hayattan, köyden kentten birçok kadınla röportaj yapmaya gayret ettik. Amacımız bir fotoğraf çekmek ve müslüman ülkelerdeki kadınları farklılıklarıyla tanımak ve tanıtmaktı.

Belgeseli yapmaya karar verdiğimizde niyetimiz şimdiye kadar sürekli başkaları tarafından presente edilen, özellikle de batı tarafından inceleme altına alınan ve çoğunlukla da cahil, baskı altında, konuşamayan, özgür olmayan kadınlar olarak yansıtılan ve tanınan diğer islam ülkelrindeki kadınları, kendi gözümüzle görmek, tanımak ve aslında yansıtıldıkları gibi olmadıklarını ortaya koyacak pozitif bir imaj çizmeye çalışmaktı.

11 Eylül’den sonra başlayan yeni-emperyalizm dönemi diyebileceğimiz bir zamanda kadınlar yine Edward Said’in “oryantalizm” tezinde dikkat çekildiği üzere vahşi, cahil, doğulu ve müslüman” erkeklerden kurtarılması gereken zavallılar olarak yansıtılıyordu. Ortalıkta zavallı ve ezilmiş müslüman kadın portreleri dolaşıyordu, bu dönemi bu salondaki herkes net olarak hatırlıyordur eminim. Burkalarından kurtarılmaya çalışılan kadınlar gibi… Bunun karşısında ilk defa müslüman kadınlar olarak bizler batı seyircisine de hitap edebilecek kalitede içeriden bir bakışla, kötü hikâyelerin değil başarılı ve kariyer sahibi kadınların seslerinin yer aldığı bir belgeselin bu alanda ilk olacağını ve çok önemli olduğunu düşünerek bu işe soyunduk.

Ve bu projeye başladığımızda şunu farketmiştik, senelerdir müslüman kadınlar olarak sorulara muhatab olan bizler birçok müslüman ülkenin ismi anıldığında kadınları hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Dünyadaki müslüman kadınlar denildiğinde aklımıza tanıdığımız birkaç yazardan, İranlı birkaç yönetmen veya aktrisiten başka isim gelmiyordu. Mesela Umman kadınları kimlerdir ne yaparlar, Yemen’de kadınlar nasıl bir hayat yaşamaktalar, Endonezya’da müslüman kadınların ne gibi problemleri var sorularının cevapları varsayımlardan ibaretti.

Araştırmaya başladığımda bu cahilliğin sadece kişisel olarak bizimle sınırlı olmadığını, Türkiye’de genel olarak böyle bir ilgisizlik olduğunun farkına varmıştım. Listemizde gidecek olduğumuz ülkelerin çoğunun kadınlarıyla ilgili tek bir türkçe kaynak bulamamıştım. Burada Batının önyargılarını sürekli eleştri yağmuruna tutan biz müslüman kadınların, kendimiz hakkında ancak Batı kaynaklarına başvurarak bilgi edinmemiz bizim için hayli ironik olmuştu.

Bu önyargıları ve genellemeleri gittiğimiz ülkelerde ve yaptığımız röportajlarda da sıkça gördük. 13 ülkede 200’den fazla kadınla yaptığımız röportajlarda en sık tekrarlanan ve artık duymaktan sıkıldığımız cümle “şu şu problemlerimiz var, ama Elhamdülillah biz diğer müslüman ülkelerin kadınlarından daha şanslıyız”! Bu cümle gittiğimiz her ülkede istisnasız tekrarlandı. Hatta gittiğimiz ülkeler içerisinde kadınların eğitim, refah seviyesi açısından en düşük olarak nitelendirebileceğimiz, tabi GSMH olarak da dünyanın en fakir ülkeleri arasında olan Yemen’de bile birçok kadın tarafından söylendi. Türkiye’de diş hekimliği okuyup şu anda Sana’da babasının hastanesinde diş hekimliği yapmakta olan genç bir Yemenli hanımla yaptığımız röportajda mesela, kendisi birçok problemden, baskıcı geleneklerden şikâyet ettikten sonra “ama Allaha şükür biz İran gibi değiliz” diye eklemişti. Böyle düşünmesinin nedenini sorduk, “orada kadınlar araba kullanamıyorlarmış, sokağa çıkamıyorlarmış biz burada peçeyle de olsa çıkıyoruz, burada kadınlar daha özgür” diye cevap verdi. Böyle bir cevabın bir Amerikalı veya Batılı tarafından verilmesini beklersiniz, ama gayet eğitimli genç bir müslüman kadın tarafıdnan değil. Ama bu birbirimiz hakkında ne kadar bilgisiz ve önyargılarla donatıldığımızın çok iyi bir örneği.

Türkiye’de bu genellemeler daha da şiddetli, bunun tarihsel açıklamaları var ama pratikten örnek vermek istiyorum. Birçok ülkeyi ziyaret ederken birçok arkadaşım ve gayet muhafazakâr olan akrabalarım bile bana çok dikkatli olmam gerektiğini, Arap erkeklerinin saldırgan olduğunu, bir kadın için asla güvenli olmadığı vs gibi uyarılarda bulunuyorlardı. Bu tip önyargıların oluşmasının nedeni zannediyorum ki, müslüman ülkelerde insanların müslüman dünyaya dair görüşlerini şekillendirdikleri veyahut ilk defa diğer müslümanlarla tanıştıkları yerin Suudi Arabistan olması. Ne yazık ki Suudi Arabistan’ın kadın konusundaki tavrı bütün İslam ülkelerine; hatta İslama hem batılılar hem de müslümanlar tarafından malediliyor.

Bu nedenle belgeselde en önemli amaçlarımızdan birisi İslam ülkeleri arasındaki farkları ve kadınların bu ülkelerdeki sosyal konumlarının, statülerinin, aktiflik veya pasifliklerinin veya problemlerinin ekonomik, politik, tarihsel, geleneksel durumdan etkilenerek farklılaştığının altını çizmekti.

Gittiğimiz ülkelerde yaptığımız röportajlarda kadınların hepsi varolan problemlerin kaynağının İslam değil yanlış uygulamalar, geleneksel yorumlar olduğunu altını çizdiler. En seküler en dindar olmayan kadından en dindarına hepsi sözbirliğiyle İslamın kadına en çok değer veren din olduğunu dile getirdiler. Bu sadece Türkiye, Lübnan, Cezayir gibi ülkelerde değişiyor. Fakat en sivri şekliyle Türkiye’deki bazı feministler İslamda varolan uygulamaların kadının özgürlüğünü baskı altına alan emirler olduğunu ifade ediyorlar ve dinin kadının özgürleşmesi önünde engel olduğunu dile getiriyorlar.

Fakat tabii gittiğimiz ülkelerde her nekadar ağız birliğiyle kadınlar problemlerin İslamdan kaynaklandığını söylemiyor olsalar da, ortada varolan birçok problemin İslamın yanlış yorumlarından kaynaklandığı ifade ediliyordu. Yani ortada kadınların çözmesi gereken, İslami yorumlardan kaynaklanan problemler vardı. Bu anlamda Batı’da veya küresel dünyada müslüman kadınlar hakkında çıkan haberlerin veya kara tablonun tamamıyla inkârı söz konusu değil. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, bu ülkelerde içeriden gelen bir kadın hareketinin olduğu ve bizzat o ülkenin kadınlarının bu problemlerle mücadele ettiği. Böyle bir mücadele içten sürerken batının İslam ülkelerindeki kadın konusuna müdahale etmesi veya üstten ahkâm kesmesi bu kadın hareketlerine bir yarar sağlamıyor aksine zarar veriyor. Nasıl zarar veriyor? Bu ülkelerde kadınların hak arayışları emperyalist, Amerikancı veya batıcı tehditlerin bir yansımasıymış gibi algılanıyor ve kadınların aslında içeriden gelen değişim talepleri veya istekleri Amerika’nın İslami ülkeleri yozlaştırma politikalarının bir parçasıymış gibi görülüyor.

Birçok kadın derneği Batılılar tarafından desteklenmekle, para almakla, kadın problemlerini abartarak Batıya peşkeş çekmekle suçlanıyor. İçten ve samimi sesler, batının da geleneğin de uzağında yeni tanımlamalar yapılarak oluşturulmaya çalışılan değişim çabaları yavaşlıyor.

Peki, nedir kadınların genellikle bütün bu ülkelerde verdikleri hukuki anlamda mücadelenin ana başlıkları: Öncelikle belirtmeliyim ki biz seküler bir ülkede yaşadığımız için islami hukukunu sadece teoride biliyoruz, pratikte yaşanan problemlerden birçoğumuzun haberi yok. Bu gittiğimiz ülkelerin hepsinde aile hukuku şeri olarak belirlenmiş, her nekadar birçok alanda Batı hukukunu kullanıyor olsalar da aile hukukun şeriat olmasına çok dikkat ediliyor. İslam Aile Hukuku her ülkede farklı uygulanıyor. Bazı ülkelerde bazı maddeler değiştirilirken bazı ülkelerde bu değişimlere şeriate aykırı olduğu savıyla karşı çıkılıyor. Aile hukukunda kadınların ve kadın hareketlerinin gittiğimiz ülkelerde en çok dile getirdikleri istedikleri değişimler genellikle şu başlıklar altında toplanabilir:

1- Boşanma:

Geleneksel İslam hukukuna göre erkeklerin sözle şartsız boşama hakkı varken kadınların bu hakkı yok. Hula yani kadınlara boşama hakkı birçok ülkede daha yeni tanınmış bir hak ve hula da aslında kadınlara çok ciddi bir çözüm getirmiyor, çünkü hula yapan kadın bütün haklarından feragat etmek zorunda, mehri de dahil herşeyini erkeğe geri veriyor. Mesela kadın kocasının ikinci evliliğine razı olmadığı için boşanma talep ediyor, diyelim 20 yıl sonra, fakat Hula istediği için o zamana kadar elinde olan bütün mallardan feragat ediyor ve elde sıfır kalıyor. Bu nedenle mesela Mısır’da kadınların çoğunun kocalarının ikinci üçüncü evliliklerine veya şiddete tahammül etmek zorunda kaldıklarını söylüyordu kadın dernekleri. Tabii birçok ülkede evlenme kontraktı diye bir uygulama var.

Eğer kadın bu kontrakta baştan ikinci evlilik vs gibi birçok şeyi belirtir ve boşanacağını ilan ederse bu haklara sahip olabiliyor. Tabii bu kontraktı kimlerin yapabileceğini tahayyül edin, Yemen gibi kadınların %40’ının okuma yazma bilmediği ve eşlerin evlenmeden önce birbirlerini görmelerinin bile ayıp sayıldığı bir toplumda kaç tane kadın böyle bir kontraktı yapabilir. Tabiiki çok az elit bir kesim. Bu konuda örnek bir hikâye Yemen’de karşılaştığımız Azize’nin hikâyesiydi. Oldukça fakir bir ailenin kızı olarak evleniyor, ona verilen mehr de tabii ailesi tarafından düğün masraflarına harcanıyor. Kocası ve kaynatasından sürekli şiddet görüyor, eve kapatılıyor, iki çocuğu var yapacağı hiçbir şey yok. En son dayanamıyor ve annesinin evine kaçıyor ve tabii kocası ona bu kadar işkence etmesine rağmen onu boşamıyor, çünkü İran’da veya başka İslam ülkelerinde de çokça görüldüğü gibi erkekler kadınları Hula yaptırmaya zorlamak ve bütün malları almak için herşeyi yapıyorlar. Azize boşanacak fakat mehri geri ödeyecek parası yok, en sonunda birilerinden borç alarak boşanabiliyor. Çocuklarını, elindeki parayı kaybediyor ve üstüne üstlük borçlu 25 yaşında bir kadın olarak böyle geleneksel bir toplumda kalakalıyor. Bu birçok örnekten sadece biri. Burada hukuğun zayıf olanı koruması ve böyle konulara çare bulması gerekirken zaten toplumsal hiyerarşi açısından üstün olanın yanında nasıl durduğunu görüyoruz.

2- Kadınlara Veli Tayin Edilmesi:

Birçok ülkede yine kadınlar velilerinin izni olmadan yurtdışına çıkamıyorlar veya evlenemiyorlar. Veli derken baba, koca, abi veya dayı amca gibi erkekler kastediliyor tabii. Hatta bazı ülkelerdeki İslam hukuku uygulamasına göre velilerin kızlarını isteği olmadan evlendirme hakları var. Çoğu ülkede bu kural da değiştirilmiş, kızların evlenme yaşına 15-18’e kadar çekilip, kendi istekleriyle evlenme koşulu koyulmuş.

3- Namus cinayetleri konusundaki kararlar:

Birçok ülkede namus cinayetlerine “cinayet” muamelesi yapılmıyor, namus cinayetinden içeri girenler 3 ay 5 ay gibi kısa süreler sonucunda hapisten çıkabiliyorlar. Yine ev içi şiddet te bu bağlamda ayrıca bir başlık. Hala erkeğin karısını dövme hakkı olduğunu dinle savunan kişiler var…

4- Çok eşlilik:

Birçok ülkede çok eşliliğin sınırlandırılması yani bir takım şartlar getirilmesi söz konusu, mesela birinci kadından izin alınması gibi. Ama bazı ülkelerde dindar kesim bu kısıtlamalara karşı çıkıyor, bunu Allah’ın erkeklere verdiği hakkın kısıtlanması olarak görüyorlar. Malezya’da mesela erkek ikinci eş almadan birinci eşe malının yarısını versin diyer bir kısıtlama getirilmek istenmişti. Nedenis ise çok evlilik yapan erkek bütün eşlerinin mallarına ortak olurken, kadınların mallarının gittikçe bölünüyor olmasıydı. Fakat meclis karşı çıkmıştı bu kısıtlamalara. Yine Ürdün’de birinci eşten izin alma zorunluluğu meclisten geçmemişti. Ama İslam dünyasında birçok kişi çok eşlilik ayetinde yer alan adalet vurgusunun bu tür bir kısıtlamaya yeterli kaynak olacağı konusunda hem fikir.

5- Mirasta Eşitliksizlik:

Bu da modernleşmeyele beraber, çalışan kadınların artık evi geçindiren olması, çoğunlukla anneye babaya bakanların da onlar olması nedeniyle hala mirasın üçte birini almaları dolayısıyla eşitsizlik olarak görülen uygulamalardan birisi. Özellikle Malezya gibi çalışan kadın oranının hayli yüksek olduğu, gelir seviyesi yüksek oldukça batılı ve modern bir ülkede bu konuda çok fazla ses çıkmakta. Tabii bunun dışında pakistan, yemen, mısır, ürdün gibi ülkelerin feodal kesimlerinde kadınlara mirastan hiç hak verilmemesi için şiddete başvurulduğu olunuyor…

6- Başörtüsü:


Başörtüsü zorunluluğu gittiğimiz ülkeler arasında sadece İran’da olan bir uygulama ve bunun sonuçlarını ve tepkilerini hepimiz biliyoruz. Yemen’de böyle bir zorunluluk olmamasına rağmen sosyal baskıdan ötürü başkent Sana’da herkes peçe takıyor diyebiliriz. Çünkü takmayanlar parmakla sayılacak kadar az, başını örtmeyen ise 3-4 taneyle sınırlı. Yemen üniversitesinde gördüğümüz birkaç peçesiz kızla kamera arkasında sohbet etmiştim. Peçeye genelde inanıp inanmadıklarını sordum, hiçbirisi inanmıyordu, başörtüsüne inandıklarını ve başka bir ülkeye gittiklerinde de taktıklarını söylerken, peçenin laf ve söz olmasın diye zorunlu olarak takıldığını söylemişlerdi.

Çoğu ailelerine kızları kötü kız şeklinde söz gitmesinden koktukları için çoğu yerde peçe takıyorlardı. Hepsi dindar kızlardı, ama böyle bir dini ve sosyal baskıdan rahatsız olduklarını, en büyük hayallerinin Yemen erkeklerinin ve geleneklerinin değişmesi olduğunu söylemişlerdi. Başörtüsü yasağı ise Türkiye dışında gittiğimiz ülkelerin hiçibirisinde yok. Hatta üniversitelerde, mecliste peçeli kadınlar bile var. Fakat Mısır, Lübnan, Cezayir gibi ülkelerde kadınların başörtüsünden dolayı iş hayatında ayrımcılığa uğradığı söyleniyordu. Tabii bu bütün iş alanlarında söz konusu değil…

Bütün bu saydığım başlıklar dışında tabii ülkelerin kendi uygulamaları ve geleneklerine has bazı problemler de mevcut. İran’da mesela kadınların islami kurallara dayanarak cumhurbaşkanı olamaması durumu sözkonusu. Hâlbuki bu diğer islami ülkelerde böyle değil. Endonezya ve Pakistan gibi kadın başbakana sahip olan ülkelerde bunun İslama aykırı olduğunu söyleyen etkili cemaatler var, bu nedenle toplumda bir tartışma yaratılıyor.

Yine kadınları en çok etkileyen ve belki de ne çok savaşmak zorunda kaldıkları şeylerin başında fakirlik, imkânsızlıklar, savaş ve çatışmalar kadınları çok kötü etkiliyor. Bir çok ülkede var olan çatışmalar diğer ülkelere göç olarak yansıyor Ortadoğu’da. Ve mülteciler en büyük problemlerden biri haline geliyor. Yemen’de büyük bir Somalili mülteci grubu var, Suriye Irak, Filistin ve Lübnanlılarla dolu, Mısır, Lübnan, yine Filistin mültecilerini ağırlıyor, İran ve Pakistan Afganistan’dan yaşanan yoğun göçün etkisi altında… Sudan zaten Darfur ve Güney Sudan sorunlarıyla en zor durumda olan ülkelerden birisi… Bütün bu sorunların arasında ise “Eğitim” herkesin istisnasız herkesin vurguladığı bütün problemlerin çözülmesinde anahtar kelime. Eğitim bütün gittiğimiz ülkelerde insanların en çok yardıma muhtaç olduğu, en çok destek istedikleri alan… Tabii eğitim sadece kadınlar için değil erkekler için de…

Fakat islami hukukta yapılması istenen değişiklikler veya bundan doğan problemler dile getirildiğinde farklı tavırlar var. Bunları da benim şahit olduğum araştırmalarımdan çıkardığım şekliyle şöyle sıralayabilirim:

a-savunmacı (apologetic) yaklaşım- iyi musluman olsaydik basimiza bunlar gelmezdi islam kadina butun haklarini verir-
b- bu tur hak talepleri aileyi yozlastirmaya yoneliktir, kadinlari bu anlamda ozgurlestirirsek aileyi kaybederiz-
c- feminist-laik yaklaşım, dinsel hukuk eşit hale gelemez, modern medeni hukuk kullanmak gerekir-
d- feminist-dindar yaklaşım -kadınlar içtihad yaparsa, ataerkil yorumlar değişirse İslam hukukundaki ayrımcılıklar kalkabilir, bu İslamı çarpıtmak değil güncellemektir. Bu yaklaşımı Malezya’da islam Kızkardeşleri Derneği Başkanı Zeynah Enver’in şu cümlesi özetliyor: “Benim inandığım din ve Allah adaletten bahsediyor, o zaman adaletsiz gördüğümüz bu yasalar Allah’ın emri değil ancak ataerkil zihinlerin ürünüdür”.

Bir de dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta da şu: Birçok Ortadoğu ülkesinde kadın hakları söylemleri batıcı ve batı maşası olduğu düşünülen, despot, politikada özgürlükçü olmayan saltanatlar veya totaliter devletler eliyle yurutuluyor, bu da bu ulkelerdeki İslami partileri kadın konusunda şeriatte yapılabilecek olası değişikliklere karşı mesafeli tutuyor. Mesela Mısırlı Kadınlar bu problemlerden bahsederken ve hukuk karşısında tam bir eşitlik talep ederken kendilerini BatıInın dayattığı bir özgürlük ve eşitlik talebinden ve tanımlarından ayırıyorlar, ayırmak istiyorlar.

Bu nokta bence çok önemli, müslüman kadınlar kendi problemlerini kendileri İslam çerçevesi içerisinde çözmek istiyorlar ve bunu yaparken kimliklerini ve dinlerini geleneklerini korumak istiyorlar. Bunu şöyle açabiliriz. Mesela Yemen’de Yemen Kadın Birliği Başkanı Rashida Hamdani, bütün bu yukarıda saydığım başlıklar artı erkeklerin kadınlara yaptığı baskıları eleştirdikten sonra “ama biz Batılı kadınlar gibi olmak istemiyoruz” diye eklemişti. Çünkü öncelikle aileyi korumalıyız, o bizim için en önemli müessese demişti. Bu nedenle problemle kendi toplumsal iç dinamiklerini göze alacak bir yöntemle mücadele etmeye çalışıyorlar, mesela imamlarla diyalog kurarak.

Bazı imamları yurtdışına göndererek, bazılarıyla tartışarak ve ortak bir nokta bulmaya çalışarak toplumda kadınlara yapılan haksızca davranışların veya geleneksel İslami öğretilerden kaynaklanan kadının ikinci sınıf görülmesi, evden dışarı çıkarılmaması, okula gönderilmemesi gibi davranışların İslamın gerçeğine uymadığı konusunda hutbeler ve fetvalar vermelerini sağlıyorlardı. Kadınların genel olarak bu anlamda batıdan gelen özgürlük tanımlarına da, gelenkesel ataerkil yorumlardan kaynaklanan hukuki eşitsizliklere de itirazları var. Yani mücadele iki alanda sürüyor.

Suriye’deki kadınlarda bu tavrın çok belirgin olduğunu gördük. Kendisi Amerika’da eğitim almış Tıp Fakültesi dekanı Selva Hanım, batının dayattığı özgürlük kavramlarına karşı çıkışını şöyle ifade ediyordu: “Kadınlar baskı altındalar. Batı’da da öyledir. Belki farklı bir şekilde. Batının bahsettiği baskının büyük ölçüde abartıldığını düşünsem de bahsettikleri vukuatlardan var. Fakat özgürlük veya baskı diye adlandırdıkları şeyler çoğunlukla cinsellikle alakalı. Çünkü Müslüman ülkelerde Amerika’da veya Batı dünyasındaki gibi cinsel özgürlük yok. Eğer özgürlük buysa evet bizim hayatımızda bu konuda kısıtlamalar var. Ama biz buna inanıyoruz ve tersinin daha iyi olduğunu düşünmüyoruz. Ah aslında bu ülkede o kadar çok şey değiştirmek istiyorum ki. Ama kesinlikle Batının istediği şekilde değil.”

Yine ünlü romancılardan birisi Nadia Khost, kızı devlet senfoni orkestrasında piyanist, kendisi de kızı da oldukça batılı görünümlü diyebileceğimiz bir aile, ancak batıcı kadın hakları söylemine ciddi eleştriler getiriyor: “Özgürlük adı altında bu ülkeye ve bu ülkenin insanına yapılan her türlü baskıya karşıyım. Bize batılı değerlerin, batı tipi kadın modelinin dayatılmasına da karşıyım. Sanki geleneklerimizi koruyan ve öğreten kadının karakterini değiştirmek istiyorlar. Yerine sadece batı dünyasından gelen şeyleri alan bir kadın oluşturmak isteniyor. Ben bize lanse ettikleri medeniyeti en düşük modernizm olarak görüyorum. Batı medeniyeti bir yalandır, yerlerde sürünen, insanı sadece tüketim makinesine dönüştüren bir zavallılıktır. Bizim medeniyetimiz daha üst, daha insanca ve daha asildir.”

Fakat Endonezya veya Malezya gibi ülkelerde problemler farklılaşabiliyor. Arap ülkelerini aksine farklı bir gelenekten gelen uzakdoğu ülkelerinde, İslam daha modern ve relaks uygulanmış, kadın ve erkek ilişkileri geleneksel olarak oldukça relaks, kadınlar sosyal ilişkilerde eşitlikçi bir paylaşıma sahipler. Yani toplumsal olarak kadınların kamusal alanda bulunmalarına bir tepki yok. Hatta Endonezya’da bazı bölgelerde anaerkil kültür hala şeriatle eşit olarak yaşatılıyor. Fakat günümüzde dünyada yayılan İslamı kutuplaştırma ve terörle bağlantılandırma politikalarına karşı geliştirilen bir refleksle politikacılar daha müslüman daha islamcı olduklarını kanıtlamak adına kadın meselesini bir araç olarak kullanıyorlar.

Mesela Malezya’da kadın dernekleri çok eşliliğe sınırlama getirilmesini yüksek sesle uzun bir süredir isterken parlementodaki milletvekileri ısrarla bu konuda taviz vermeyeceklerini söylüyorlar. Nedeni ise şeriatin erkeğe verdiği hakları batı tandanslı kadın talepleri doğrultusunda değiştimeye yanaşmamaları, yani batıcı olmadıklarını göstermek istemeleri. Endonezya’da da aynı şekilde çok eşlilik gibi konular sürekli gündeme geliyor, bu konuda taviz vermemek batı karşıtı bir duruşmuş, islamdan kompleks duymamakmış gibi algılanabiliyor.

Tabii gittiğimiz ülkeler arasında Filistin farklı bir yerde duruyor. Filistin’de birinci planda yaşanan şiddet, savaş ve çatışma ortamı kadın erkek bütün herkesin birincil sorunuydu. Kadın dernekleri kadınların şiddet ve çatışma ortamıyla başedebilmeleri, çocukların yetiştirilemesi konusunda danışmanlık hizmeti veriyorlardı daha çok. Lübnan yine savaş ortamında kadın problemlerinin veya meselelerinin çok çok geriye atıldığı bir yer haline gelmişti.

Suriye Lübnan, Irak ve Filistin’de varolan çatışmalar ve savaşlardan direk etkilenen bir ülke, ciddi bir göç yaşanıyor bu ülkelere. Ve Suriye’deki kadınlar bu göçün, savaş tehditinin kadınları birçok anlamda negatif etkilediğini ama diğer taraftan da yardım organizasyonlarında aktif rol alarak bu tür yardım organizasyonlarına direk olumlu katkıda bulunduklarını anlatıyorlardı. Cezayir de sömürge döneminden kaynaklanan kimlik bunalımını geçiren bir ülke olduğu için modernlik ve dindarlık arasında denge kurma açısından kadınların daha dengeli olduğu bir ülkeydi diyebiliriz.

Ürdün’de kadın derneklerinin veya meclisteki kadın milletvekillerinin sarayın da istediği eşitliğe yönelik bir takım hukuksal düzenlemeler İslamcı partiler tarafından aile değerlerine zarar verdiği düşüncesiyle reddedilmişti. Fakat Ürdün’de güzel olan şey parlementodaki kadın milletvekillerinin veya kadın hakları savunucularının bunu bir şikâyet ve kavga meselesi yapmayıp, kadınlar konusunda eğitim, iş kazandırma, fakirliği önleme, şiddete karşı durma gibi birçok konuda bu partilerle işbirliği yapmaya devam etmeleriydi.

Ayrıca burada belirtmek istediğim önemli bir diğer nokta daha var: Ortadoğu’da veya İslami ülkelerde veyahut batıdaki müslümanlar arasında çıkan feminist hareketlerin şöyle bir handikapı olduğunu düşünüyorum. Bu hareketlerin en çok şikâyet ettiği şey erkek mantalitesi…

Değişim talepleri erkeklerin değişmeyen mentaliteleri üzerine kurgulanıyor. Bu da oryantalizmde bahsedilen vahşi ve cahil müslüman erkeklerden korunması ve kurtarılması gereken 3. Dünyalı kadın imajını güçlendirip, müslüman erkekleri marjinalleştiriyor. Bu anlamda değişim ve değişim telepleri vurgulanırken erkeklerin de kadınlarla beraber değiştiğinin ve varolan adaletsizliklerin erkekleri de kadınlar oranında etkilediğinin kadın dernekleri tarafından altının çizilmesi gerekiyor.

Mesela gittğimiz ülkelerde önemli bir veri vardı, üniversitelerde okuyan kızların sayısı erkeklerin sayısından yüksekti. Bu şunu gösteriyor, artık eğitimli babalar kızlarını üniversiteye gönderiyorlar, ya da eşler… Bu değişimin kadın ve erkeği aynı oranda etkilediğinin göstergesi… Erkeklerle kadınları bu kadar kutuplaştırırsak, bütün problemleri müslüman erkeklerin geri kalmışlığına endekslersek hiç bir problemimize çözüm bulamayız kanaatindeyim.

Şu anda da yine Ortadoğu’da birçok ülkenin işgal altında olduğu veya işgal planları yapıldığı zamanlarda İran, Afganistan, Somali, Sudan, Filistin, Lübnanlı kadınların anı kitapları veya dehşet hikâyeleri Batı’da çok karlı bir endüstri olmuş durumda. Kurtarma fantazileri bir zamanların medeniyet götürme misyonunun yerini alıyor.

Kadın hakları söylemi teröre karşı savaş retoriğini gizleyebilmek için merkez görevi görmekten sakınmalı, müslüman kadınlar bunun farkında olmalı. Bu anlamda, Batı İran diasporasında bulunan feminist İranlı kadınlar buna dikkat çekmek üzere çok etkili bir manifesto yayınlamışlardı. Yani bu retoriklere, bu yeniden tanımlama, şekillendirme çalışmalarına karşı İslam dünyasında da batı dünyasında da bilinçli bir red söz konusu, bu sesler solcu, sağcı, dindar bütün kesimlerden farklı kadınlar tarafından dile getiriliyor, bu sesleri duymakta ve kalınlaştırmakta fayda var.

Bütün bu anlattıklarım 200’den fazla kadınla yaptığımız röportajlar ve son 3 sene boyunca yapılan yolculukla ve araştırmalar sonucu pratiklerden damıtılmış sonuçlar. Size bir izlek sunmaya çalıştım, bu benim değerlendirmelerim, ama konuya farklı yerlerden farklı açılardan bakılabilir, daha araştırılacak ve üzerinde durulacak birçok mesele var. Umarım bu belgesel çok küçük bir başlangıçtır.
 
Tekerlekli Sandalye
Üst