Engelsiz yaşam engel değildir

Halil Yılmaz

Admin
Yönetici
Katılım
May 19, 2010
Mesajlar
14,505
Tepkime Puanı
189
Puanları
63
Yaş
50
ENGELSİZ YAŞAM ENGEL DEĞİLDİR
Güne yeni başlamıştı Sinan. Güne mutlu uyanan tüm insanların aksine o bugün hüzünlüydü. Bir tekstil firmasında çalışmaktaydı. 21 yaşında uzun boylu, kumral, yakışıklı bir gençti. Haftalar sonra kız arkadaşı Sevil ile bugün görüşecekti. İş yoğunluğundan dolayı iki haftadır görüşemiyorlardı. Sevil’i ilk gördüğünden bu yana çok seviyordu Sinan. Her gencin kapıldığı duygu seline o da kapılmıştı. Onsuz yaşayamayacağını, onu çok sevdiğini her fırsatta Sevil’e söylüyordu. Sevil de onu seviyordu. Çiçeği burnunda gençler çok mutluydular.

Sevil, bir markette kasiyer olarak çalışan uzun boylu, beyaz tenli, yeşil gözlü, alımlı bir kızdı. Evlilik hayalleri yapmaya başlamışlardı. İkisi de yetimhanede büyüdükleri için birkaç arkadaş dışında pek de tanıdıkları yoktu. Sinan, Sevil ile görüşeceği gün sanki ilk günkü gibi heyecan içerisinde olurdu ama bugün durum biraz farklıydı. İçinde tarif edemediği bir hüzün vardı. Eline günlüğünü aldı ve yazmaya başladı. İçindeki duyguları karaladıktan sonra son sözünü yazarak günlüğünü kapattı. ‘SENİ ÖMRÜMÜN SONUNA DEK GÜLDÜRECEĞİM.’ Ne zaman Sevil ile ilgili günlüğüne bir şeyler yazsa bu cümleyi sayfanın altına yazardı. Kendine böyle söz vermişti çünkü.
Hazırlıklarını tamamlayıp buluşmak üzere yola koyuldu. Yolu uzundu. Yol boyunca ona nasıl evlenme teklifi edeceğini düşünüyordu. Hayaller kuruyordu kafasında. Buluşma yerine geldiğinde Sevil orada bekliyordu onu. Sanki kalbi duracakmış gibi olmuştu, Sevil her zaman ki gibi çok güzel göründü gözüne. Sinan için bugün çok önemliydi. Çünkü Sevil’e resmi olarak evlenme teklifi edecekti. Gerçi bunları daha önceden defalarca konuşmuşlardı ama Sinan yine de tek taş pırlantasını takıp teklifini sunacaktı. Ama içindeki o hüzün onu rahat bırakmıyordu. Bu durumu Sevil’e fark ettirmiyordu. Çiçeği burnunda gençler yemeklerini yerken, Sinan birden yüzüğü çıkarıp:
Ömrümün sonuna dek gülerek yaşatacağım, Meleğim, Benimle evlenir misin? diyerek teklifini sundu.
Sevil, ‘Evettttt’ diye orada bir çığlık atmıştı. Şaşırmıştı Sevil çünkü bu teklifi bugün beklemiyordu. Sürekli evlilikten söz ediyorlardı ama ne zaman düğün yapacaklarını hiç konuşmamışlardı. O gün tüm olacaklar orada konuşuldu.

Bir ay gibi kısa bir sürede hazırlıklarını tamamlayıp nikah işlemlerini başlattılar. Bu bir ay içerisinde Sinan’ın içindeki hüzün halen geçmemişti. Sinan insanları severdi. Her gün yolda işe giderken tanıdığı olsun olmasın herkese gülümser, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı. Çevresindekiler de Sinan’ı çok seviyorlardı. Kendi halinde biriydi. Düğün hazırlıklarında çevresindekilerin yardımını çok görmüştü Sinan. Mahalledeki herkes seferber olmuştu onlar için.
Hazırlıklar bittikten sonra sade bir nikahla düğünleri yapıp ertesi gün balayına gitmişlerdi. Balayını 3 üç gün Antalya’ da geçirdiler. Dördüncü gün evlerine gelmişlerdi artık. Yorucu ama güzel günler geçirmişlerdi. İkisi de ertesi günü işe başlayacaklardı. Sinan’ın halen içinde tarif edemediği bir duygu vardı. Evlendiği günden beri bunu Sevil de fark ediyor sürekli ‘Sana bir şey mi oldu?’ Diyerek ağzından laf almaya çalışıyordu. Sinan ise her defasında tatlı bir yorgunluk deyip geçiştiriyordu.
Ertesi gün kahvaltılarını yaptıktan sonra Sinan karısıyla vedalaşarak ‘ Ömrümün sonuna dek güldüreceğim Meleğim Hoşça kal’ diyerek evden ayrıldı. Sevil ise kahvaltı masasını toplayıp işe gidecekti.

Mutlu bir şekilde geçiyordu günleri ama Sevil’in içinde tarif edemediği bir duygu vardı bugün. Anlam veremiyordu. Uzaklara dalmışken ansızın telefonu çaldı. Arayan farklı bir numaraydı. Korkarak açtı telefonu. ‘Alo, Sevil Hanım ile mi görüşüyorum’ dedi bir ses.
Sevil: Buyrun, benim dedi titrek bir sesle.
‘Acilen Devlet Hastanesine gelmeniz gerekiyor. Eşiniz ağır bir trafik kazası ge…‘
Sonunu dinlemeden kapattı telefonu ve koşarak devlet hastanesine gitti. Hem ağlıyor hem de hastanede Sinan’ı arıyordu. Hemen danışmaya giderek Sinan’ın nerede olduğunu öğrendi. Asansörü kullanmadan koşa koşa üçüncü kata çıkıp ameliyathanenin önüne geldi. Sinan ameliyathanedeydi. Zor bir ameliyattı bunu seziyordu Sevil. ‘Allah’ım ne olur onu benden alma’ diye dua ederek ağlıyordu.

Uzun bir bekleyişten sonra açılmıştı ameliyathanenin kapısı ve doktor içeriden alnındaki terleri silerek çıkıyordu. Belli ki zor bir ameliyattı. Sevil hemen doktorun yanına giderek;
Eşim, eşim nasıl? diye sordu.
‘Karısı mısın?’ Dedi doktor.
‘Evet ne olur söyleyin yaşıyor mu?’ Doktor başını sallayarak :
‘Evet, buyrun odama geçip konuşalım. diyerek odaya doğru yol aldı ikisi de.
Sevil, Sinan’ın yaşadığını duyunca çok sevinmişti. Sevinçten ağlamıştı bu defa. Odaya girdiklerinde ikisi de suskundular. Uzun bir sessizlikten sonra doktor sessizliği bozarak:
- Ağır bir trafik kazası geçirmiş, kurtulması gerçekten mucize gibi. Ama yalnız sorunumuz var, deyince Sevil daha da heyecanlanarak sordu, sorunun ne olduğunu anlamak için. Doktor:
- Sinan için zor bir ameliyattı bu ameliyattan yara almadan kurtulması imkansızdı. Bacaklarındaki tüm kemikler kırıldığı için yürümesi artık çok zor. Maalesef hastamız konuşma ve duyma yetisini de kaybetti.
Sevil bunları duyduğuna inanamıyordu. Odadan ağlayarak uzaklaştı. Kendini dışarıya attı. Sinan’ı çok seviyordu ama bu yeni hayata nasıl alışacaktı, bilemiyordu. Onun kurduğu hayaller farklıydı. Hayat ona ne oyunlar oynamıştı, yine. Hastanenin yanındaki parka gidip, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye başladı. Sinan’ı seviyordu. Onun için her şeyi yapmaya hazırdı. Zor günlerinde destek olmak için söz vermişlerdi birbirlerine, Nikah memurunun huzurunda, hep o sözü hatırlıyordu şimdi hastalıkta sağlıkta diye. Kafasını toparladıktan sonra daha mantıklı düşünmeye başlamıştı. Duygularını bir kenara bırakmak zorundaydı. Sinan’a üzüldüğünü belli etmeyeceğini, kendi kendine bu parkta söz vermişti. Eğer böyle bir durum olunca hemen bu parka gelip verdiği sözü hatırlayacaktı Sevil.

Sinan’ın durumu Sevil’inkinden farksız değildi. Ameliyat sonrası uyanınca anlamıştı artık konuşamadığını ve duyamadığını. Kendi kendine ağlıyordu. Birden kapı aralandı. Gelen Sevil idi. Sevil yanına giderek:
‘Benim Kocacığım nasıl da görünüyor?
diyerek içeri girdi ve kafası o anda pat etti. Sinan duymuyordu çünkü onu. Sevil hemen durumu fark edince sustu ve ikisi de ağlamaya başladı. Sinan’ın aklına ‘ömrünün sonuna dek güldüreceğim seni,’ sözü geldi ve gözlerinden yaşlar daha da şiddetli akmaya başladı. Sevil ise durumu toparlayarak, destek vererek konuyu dağıtıp onu neşelendirmeye çalışıyor. Gözyaşlarını içine akıtıyordu.

Birkaç hafta sonra taburcu oldu Sinan. Hastane yönetimi ona tekerlekli sandalye hediye etmişti. Sevil ilk defa Sinan’ın tekerlekli sandalyesine eline sürdüğünde kendini çok kötü hissetmeye başlamıştı. Ama toparlanmak zorundaydı. Hastane ödemelerini yaptıktan sonra çıkışa geldiler. Sinan da bu duruma alışık değildi. O sandalyeye oturmak tarif edilemez bir duyguydu. Oysaki hiç böyle hayal etmemişti. Yolda giderken insanların ona acıyarak baktığını gördü Sinan. Gururluydu, kimsenin kendisine acımasını istemezdi. Ekmeğini taştan çıkaran biriydi Sinan ama bu bakışlar onu o kadar rahatsız etmişti ki ilk günden evden çıkmama sözü verdi kendine. Tekerlekli sandalyeyi, Sevil sürüyordu. İlk engel o zaman çıkmıştı karşılarına, otobüse binmeleri için üst geçidi geçmeleri gerekiyordu. Ama tekerlekli sandalye ile oraya çıkması mümkün değildi. Hüzünlenmişti Sinan. Hayat ona zorluklar çıkarmaya devam ediyordu. İnsanların acıyarak bakışları onu daha da kahrediyordu. İnsanlardan nefret etmeye başlamıştı. Taksi tutarak evlerine gitmek zorunda kalmışlardı. Yoldan bir taksi çevirerek evlerine doğru yola koyuldular. Eve geldiklerinde komşuları da acıyarak bakıp yapılacak bir şey olup olmadığını soruyordu. Sinan duymuyordu, konuşamıyordu ama insanların nasıl baktığını görüyor, neler düşündüklerini çok iyi biliyordu. Güler yüzlü Sinan gitmişti artık onun yerine mutsuz, hüzün dolu biri gelmişti.

Evlerinde geçirdikleri bu ilk gecede Sinan uyuduktan sonra Sevil salona geçmişti. Ağlamaya başlamıştı. Oysa ki ne hayaller kurmuşlardı. Sinan ile el ele sahil kenarında gezmeyi çok severdi. Ama bunu gerçekleştirmek o kadar zordu ki. İkisi de bu zor duruma, zor alışacak gibi duruyordu. Sinan odada gözlerini kapadıktan sonra uyumuş numarası yapmıştı ama onunda gözüne uyku girmiyor gözleri kapalı düşünüyordu. Artık çalışamaz duruma gelmişti. Keşke ölseydim de bu durumları yaşamasaydım diye ölümü düşünerek kendine teselli bulmaya çalışıyordu. Sevil’ e bu durumu yaşatmak istemiyordu. Söz vermişti ona, oysaki verilen sözler geride bir ok gibi saplanmıştı yüreğine. Sevil, Sinan’ın uyuduğunu düşünerek geçmişti salona. İçeride hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ama duymuyordu Sinan bunu. Sinan duymuyordu ama beyninde fırtınalar uçuşuyordu. Çok yorulmuştu ne yapacağını bilmiyordu. İkisi de sabaha kadar uyuyamadılar. Ne de olsa evde ilk geceleriydi.

Sabah olduğunda kahvaltı hazırdı. Sevil erkenden kahvaltıyı hazırlayıp sıcacık ekmeği alıp gelmişti. Sinan’ı uyandırmaya gittiğinde uyanık olduğunu gördü. Benim Canım Kocacığım uyanmış mı? Diye sessizce söylenerek Sinan’ı tekerlekli sandalyesine oturtmuştu. Sinan zayıftı ama yine de onu kaldırırken zorlanmıştı Sevil. Bu zorluğu Sinan’ a belli etmemeye çalışıyordu. Sinan ise bu durumu karısına yaşattığı için çok üzgündü. Sevil’in yüzüne bakamıyordu adeta hayata küsmüştü. Kahvaltılarını yaptıktan sonra Sevil işe gitti. Sinan tek kalmıştı evde. Tüm gün boyunca hiçbir şey yapmadan sadece pencereden dışarıya bakarak oturdu. Olabilecekleri düşünmeye başlamıştı. Ne yapacaktı bundan sonra defalarca bu soruyu sordu kendisine. İnsanları incelemeye koyuldu. Herkes bir telaş içerisindeydi. Sinan, yetersizliğinin farkına yavaş yavaş varıyordu. Kendi kendine bu duruma gelmeden önce hiç bu konular üzerinde düşünmediğini, sanki onun başına hiç böyle bir olay gelmeyeceğini, kazadan önce düşünmemişti. Oysaki her birey her an engelli adayı olabilirdi. Toplumun bunu fark etmesini istiyordu. İnsanların acıyarak bakmasından nefret ediyor ve bir türlü bu durumu kabullenemiyordu.
Sevil’in aklı ise Sinan’daydı. Sevil işten artık erken çıkıyordu. Durumu patronlarına anlatınca, patronları ona haftada 2 gün izin ve işten erken çıkma gibi avantajlar sağlamıştı. Çalıştığı yerde seviliyordu Sevil. Yoksa kimseye böyle imtiyaz tanınmazdı.

Uzun uzun düşündükten sonra karar vermişti Sinan, artık yazışarak anlaşacaktı. Dudaktan okuma kurslarına katılacaktı çünkü Sevil’in konuşma hakkını elinden alamazdı. Konuşmayı çok seven Sevil kazadan beri evde pek fazla konuşmuyordu. Konuştuğu zaman Sinan’ın üzüleceğini biliyordu. Ama birbirlerine söz vermişlerdi. Bu durumun üstesinden gelmek zorundaydılar.

Bugün Sevil’in izin günüydü. Dışarıda hava çok güzeldi. Sinan’ı alarak dışarıya çıktı, Sevil. Dışarıda yürürken yolların acımasızca inşa edildiğini gördüler. Oysaki yol aynı yoldu hiç bu konu üzerine düşünmemişti Sinan. Demek ki o duruma gelmeden insan göremiyormuş. İnsanların acıyarak bakmasını görmemek için başını yerden kaldırmıyordu Sinan. Kaldırımlar normal insanların yürüyebileceği, üst geçitler normal insanların inip çıkabileceği şeklindeydi. Sevil kendi kendine ‘Bu insanlar kaldırımları ve üst geçitleri inşa ederken düşünemiyorlar mıydı?’ diye iç geçirdi. Bu duruma bir çare bulmalıydı. Bunun altından kalkmak zorundaydılar. Tüm gün boyuna dışarıda gezdikten sonra evlerine döndüler. Sinan uyuduktan yapabileceklerini düşündü Sevil.
Ertesi hafta Sevil belediye’ye gitti. Belediye Başkanıyla özel olarak görüşmek istediğini söyledi. Biraz bekledikten sonra bir sesle irkildi.
Başkanımız sizi bekliyor.

Sevil içeri girip hal hatır sorduktan sonra durumu anlatmaya başladı. Yolların böyle acımasızca inşa edildiğinden yakınıyordu. Yardım bekliyordu. Yollara rampa yapılması gerektiğini, üst geçitlerin tekerlekli sandalyelerle rahatça çıkılıp inilmesi gerektiğini söylemişti. Belediye Başkanı babacan bir adamdı. Gerekli düzenlemeleri yapması için söz vermişti. Sevil’e kendi telefon numarasını verdi. Acil bir durumda araması gerektiğini söyledi. Sevil belediye başkanının yanından ayrılırken kazadan itibaren ilk defa bugün huzur duymuştu. Sinan adına çok güzel bir şey yapıyor ve bu da onu göklere uçuruyordu.
Yol çalışmaları başlamıştı. Üst geçitlere kolayca çıkıp inebilmek, yollarda rahatça tekerlekli sandalyeyle dolaşabilmek için gerekli hazırlıklar yapılıyordu. 1 ay gibi kısa bir sürede yol yapımları tamamlanmıştı.

Sinan duruma alışmıştı artık yalnızca insanların bakışlarından rahatsızlık duyuyordu ama biliyordu ki Sevil bu durumu da çözecekti. Sevil evde yokken istediği zaman çıkıp dolaşabiliyordu. Artık eskiye göre daha da huzurluydular. Sinan dudaktan okuma kurslarına giderek Sevil’e sürpriz yapıyordu. Elinden gelenin fazlasını yapacağına kendi kendine söz vermişti. Kendi başına yetebilmek, Sevil’e herhangi bir ağırlık vermek istemiyordu. Boş zamanlarında ikisi de işaret dili öğrenmek için kurslara katılıyorlardı.
Bir gün kurstan beraber gelirken insanların Sinan’a nasıl da acımasızca baktığına yine şahit olmuştu, Sevil. Bunun için bir şeyler yapmalıydı. Bu konu üzerinde akşam düşünecekti. Nasılsa her akşam Sinan uyuduktan en az bir saat sonra uyurdu. O günü nasıl geçirdiğini, Sinan’ın sevinip sevinmediğini gözden geçirir eksik olan ne varsa tamamlamak için düşünürdü. Bu gece de öyleydi. Sinan çoktan uyumuştu. Salon’a geçip neler yapabilirim diye düşünmeye başladı. Eline bir kağıt bir de kalem aldı. Birden aklına ‘empati’ geldi. Kendi kendine Sinan böyle olmadan yollar, üst geçitler hakkında böyle düşünmüyordum, insan yaşamadan bilemiyordu bunları. O yüzden empati çalışması yapmaya daha doğrusu yaptırtmaya karar verdi.

Sabahın ilk ışıklarında Sevil erkenden uyandı. Bugün izin günüydü. Empati çalışması için gerekli hazırlıkları yapacaktı. Öncelikle Belediye Başkanına gitmesi gerekiyordu. Onu arayıp bir iki saat sonra görüşmek istediğini söyledi. Babacan adam onaylayarak Sevil’i kabul etti. Kahvaltıyı yaptıktan sonra görüşmek üzere yola koyuldu.
Belediye başkanı ayakta karşıladı Sevil’i:
Gel kızım otur bakalım, bir derdin mi var?
Sevil:
Derdime çözümümü buldum ancak yardımlarınıza ihtiyacım var. Bir çalışma yapmak istiyorum, şehrin tam merkezinde. O gün oranın trafiğe kapatılıp sadece yayalara özgü olmasını söyledi. En başta bu fikir başkana zor gelse de çalışmanın içeriğini öğrenince memnuniyetle kabul etti ve gerekli tüm masraflar benden, diye Sevil’i sevince boğdu. Her şey o gün konuşulmuştu. Haftaya tam da bugün saat 10:00’da meydanda buluşacaklardı.

Aradan bir hafta geçmişti. Bugün empati çalışmasının günüydü. Akşam heyecandan uyuyamamışlardı. Sabah erkenden kahvaltıyı yapıp çalışmanın yapılacağı yere geldiler. O gün için üzerlerine özel olarak tasarlanmış ‘HAYATI PAYLAŞMAK İÇİN ENGEL YOK’ yazısını taşıyan t-shortler giyinmişlerdi. Tüm hazırlık ve çalışmalarla Sevil ilgileniyordu. Dört tane vitrin mankeni getirtmişti meydana. Güneşten korunmak için kurulan çadır bir gün önceden kurulmuştu meydana. İnsanlar birbirlerine merak dolu gözlerle bakıyorlardı. Sevil vitrin mankenlerinin üzerine fon kartonlarına yazılmış bir şeyler asıyordu. Çadırın üzerine ise koskocaman yazılarla ‘ENGELLİYE ACIYARAK DEĞİL; HAYRANLIKLA BAKMALIYIZ. ÇÜNKÜ BİZİM ONUN GİBİ ENGELİMİZ OLMAMASINA KARŞIN DAHA ENGELLİ GİBİ DAVRANIYORUZ.’ diye yazdırmıştı. Çadırın içinde Sinan’ın sandalyesi dışında bir tane daha tekerlekli sandalye duruyordu. Her şey tamamlanmıştı. Şimdi ise Belediye başkanını bekliyorlardı. Çünkü ilk sürpriz onaydı.
Belediye başkanının geldiğini görünce Sevil koşarak yanına gidip ‘Hoş geldiniz’ diyerek tokalaştı. Hemen kolundan tutup tekerlekli sandalyeye oturtturdu ve kulaklarına özel kulaklıklar taktı. Kulaklıkları takınca çevreden ses kesilmişti. Hiçbir şey duymuyordu başkan. Bu bir empati çalışmasıydı. Belirlenen yolda, herkes tekerlekli sandalyede gidip gelecek, aynı zamanda çevredeki sesleri duyamayacaktı. En son ise duyguları alınacaktı.

Başkan, tekerlekli sandalyesini sürüyordu bunu yaparken zorlanıyordu tabi ki. Herkes bugün kendisini Sinan’ın yerine koyacaktı. O bakışlar artık acıtacak derecede olmayacaktı. Başkan tekerlekli sandalyeden inince duygularını almaya başlamıştı Sevil. İnsanların bir an için o kimliğe bürünmeleri, kendilerini öyle hissetmeleri tarif edilemez bir duyguydu. Ve o gün anlamıştı herkes. Kimseye acıyarak bakmamak gerektiğini ve her an engelli adayı olduklarını unutmayacaklarına dair kendi kendilerine söz vermişlerdi. Empati çalışması filizlerini vermeye başlamıştı.

Konu mankenlerinin durumu ise daha farklıydı. Her bir manken tanınmış, engelli bir ünlüyü temsil ediyordu. Birinci Mankenin yüzünde, Beethoven’in maskesi takılıydı. Elinde tuttuğu kartonda ise ‘Yaşamım boyunca sağlık problemleri çektim. 1817’ de tamamen sağır oldum. Sağır olmam müzik yaşamımı etkilemedi hatta hepinizin bildiği 9. Senfoniyi besteledim.’ Diye yazıyordu. İkinci Mankenin yüzünde Hellen Keller’in maskesi vardı. Onun üzerindeki fon kartonunda ise ‘1880 yılında Amerika’da sağlıklı bir bebek olarak doğdum. Geçirdiğim ateşli bir hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma yetimi kaybettim. Huysuz bir çocuk haline geldim. Uzun bir eğitim sonrasında artık birçok ihtiyacımı kendim karşılayabiliyordum. Üniversiteden mezun oldum. Birçok kitap makale yazdım. Beş lisan öğrendim.’diye yazıyordu. Üçüncü maskenin yüzünde ise hepimizin çok bildiği Aşık Veysel’in maskesi vardı. Onun üzerinde ise ‘ 7 yaşımda geçirdiğim çiçek hastalığı sonucu sol gözümü kaybettim. Başka bir talihsizlik yüzünden de sağ gözümü. Ancak bu benim müzik yaşamımı etkilemedi ve hemen hemen hepinizin bildiği Uzun İnce Bir Yoldayım’ı besteledim.’ Yazıyordu. Son mankenin yüzünde ise Stephon Hawking’in maskesi asılıydı. Üzerinde ise ’21 yaşındayken tedavisi olmayan amyotrafik loterak skleroz (ALS) hastalığına yakalandım. Bu hastalık beni tekerlekli sandalyeye mahkum etti. 1985’te sesimi de kaybettim ve şu an en parlak Fizikçi kabul ediliyorum.’ yazıyordu.

Tek kelimeyle muhteşem bir çalışma olmuştu. Verilen mesaj gayet netti. Yüzler farklı olsa da hepsinin yaşadığı duygular, başarılar ortaktı. O gün boyunca herkes sırayla tekerlekli sandalyeye binip Sinanları, Ayşeleri, Fatmaları anlamaya çalıştılar. En sonda ise yaşadıkları duyguları, Sevil’in daha önceden özel olarak tasarladığı deftere yazdılar.
Proje amacına ulaşmıştı. Artık herkes Sinan’ı ve Sevil’i tanıyor. Yıllardır tanıdıkları dostlarıymış gibi davranıyordu. Sinan eskisi gibi hüzünlü değildi artık tam aksine her gün şükür ediyordu haline. Kendini yetersiz, beceriksiz biri görmüyor, çevreye karşı güçlü, bağımsız olarak yaşayabilen, bir insan olarak görüyordu.
Sinan ‘Ömrümün Sonuna dek güldüreceğim seni’ sözünü belki de bundan sonra tutacaktı. Yeni duruma her ikisi de alışmıştı. Bu mutluluklarına bir mutluluk daha geldi. Sevil koşarak eve gelip Sinan’a sarılarak işaret diliyle ve aynı zamanda konuşarak ‘Hamileyim’ dedi. Dudaktan okuyabiliyordu artı Sinan. İki aylık hamileydi, farkına bile varmamıştı Sevil bunun. Yorucu günler geçirmişti. Ama geçirdiği o yorucu günlerin meyvesini şimdi alıyordu. Sinan ise o kadar sevinmişti ki bu duruma, sanki dünyalar onların olmuştu. Artık güzel günler onları bekliyordu. Güzel bir geceden sonra uyumak için yataklarına girmişlerdi. Her gün Sinan uyumadan, uyuyamayan Sevil bugün erkenden uyuyakalmıştı. Sinan ise heyecanından uyuyamıyordu baba olacaktı ne de olsa. Çocuğum için neler yapabilirim düşüncesi başlamıştı şimdiden ama her şeyin üstesinden gelebildikleri gibi bunun da üstünden geleceklerdi. Evlenmeden önce başlayan hüznü artık sevince dönüşmüştü. Sinan, duygularını günlüğe aktarmak üzere eline aldı ve şunları kaydetti.
-Karıcığım bugün bana öyle güzel bir haber verdin ki dünyaları versen belki de bu kadar sevinmezdim. Seni ilk gördüğümde nasıl heyecanlandıysam bugün de bana o aynı heyecanı yaşattığın için sana çok teşekkür ederim. Beni hayata tekrar döndürttün. Sessiz dünyama renk, karanlık dünyama ışık saçtın. Bu ışığımız hiç sönmesin. SENİ SEVİYORUM…
Sinan.


Eser Sahibinin Adı-Soyadı: Tuğba TÜRKTUNÇ

1991 yılında Kilis’te dünyaya geldim. İlköğrenimi Kilis Mehmet Uluğ Can ilköğretim okulunda okudum. Kilis Mustafa Kın Kız Meslek Lisesi’nde Çocuk Gelişimi bölümü Özel eğitim dalından 2009 yılında mezun oldum. Aynı yıl Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Zihin Engelliler Öğretmenliğini kazanarak Bolu’ya yerleştim. Halen okumakta olup şu an 4. Sınıfım. Okulumu bitirdikten sonra mesleğimi layıkıyla yerine getirmek ve kendi bölümümde uzmanlaşmak hedefimdir.
 

Gazoz Agacı

Moderatör
Moderatör
Katılım
Nis 23, 2012
Mesajlar
9,302
Tepkime Puanı
64
Puanları
48
Yaş
54
ENGELSİZ YAŞAM ENGEL DEĞİLDİR

Sevgili Tuğba,

Öykünüz için sizi tebrik ederim gerçekten güzel, ilginç, bir hayli düşündürücü öykünüzü zevkle okuduğumu belirtmek isterim.

Emeğinize, yüreğinize sağlık,
 
Tekerlekli Sandalye
Üst