Furuğ Ferruhzad

  • Konuyu başlatan Fırtına
  • Başlangıç tarihi
F

Fırtına

Guest
RÜZGÂR BİZİ GÖTÜRECEK

küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun

dinle
karanlığın esintisini duyuyor musun
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
ay kızıldır ve allak bullak
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
yağış anını bekliyorlar

bir an
ve sonrasında hiç
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
seni ve beni merak ediyor
ey baştan aşağı yeşil
yakıcı anılar gibi ellerini
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak

rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek



Furuğ FERRUHZAD
 
F

Fırtına

Guest
Kurulmuş Bebek

Bunlardan önce, ah, evet
Bunlardan önce sessiz kalınabilirdi

Saatler boyunca
Ölülerin bakışı gibi sabit bir bakışla
Dalınıp kalınabilirdi bir sigaranın dumanında
Dalınıp kalınabilirdi bir fincanın şeklinde
Halıdaki renksiz bir çiçekte
Duvardaki belli belirsiz bir çizgide
Kuru el ayalarıyla
Perde bir tarafa çekilebilirdi ve görülebilirdi
Sokaktaki yağmurun hızla yağdığı
Renkli, küçük uçurtmasıyla bir çocuğun
Ayakta durduğu, bir kemerin altında
Eski bir at arabasının boş meydanı
Aceleyle, hayhuylar arasında terk ettiği

Devamlı aynı yerde kalınabilirdi
Perdenin yanında, ama kör, ama sağır

Bağırılabilirdi
Gayet yabancı bir sesle, gayet yabancı bir sesle

“Seni seviyorum”

Güçlü bir adamın kollarında
Güzel ve sağlam bir nesne olunabilirdi

Deriden yapılmış sofra gibi bir vücutla
Sert ve iri göğüslerle
Bir sarhoşun, bir delinin, bir berduşun yatağında
Bir aşkın temizliği kirletilebilirdi

Zekayla aşağılanabilirdi
Hayret verici tüm bulmacalar
Sadece bulmaca çözülebilirdi
Sadece saçma bir cevap bulunarak hoşnut olunabilirdi
Saçma bir cevap, evet, beş veya altı harflik

Bir ömür oturulabilirdi
Öne düşmüş bir başla
Soğuk bir mezarın ayak ucunda
Meçhul bir Tanrı görülebilirdi
Zayıf bir inanç birkaç kuruşla bulunabilirdi
Mescidin odaları çürütülebilirdi

“Ziyaretname”

okuyan yaşlı adamın yaptığı gibi

Sıfır misali; toplamadaki, çarpmadaki, çıkarmadaki
Sonuç daima aynı olunabilirdi
Gözlerim kahrının kozasında
Yıpranmış bir ayakkabının renksiz tokası sanılabilirdi
Su gibi kendinin derinliklerinde kurutulabilirdi

Bir anın güzelliği, utançla
Şipşak çekilmiş gülünç bir siyah beyaz bir fotoğraf gibi
Sandığın diplerinde saklanabilirdi

Bir günün boş kalmış çerçevesinde
Bir mahkum veya bir mağlubun ya da bir idamlığın resmi asılabilirdi

Posterlerle duvardaki çatlaklar kapatılabilirdi
Daha uyduruk resimler katılabilirdi

Böylece kurulmuş bebekler olunabilirdi
Kendi dünyalarının camdan gözleriyle görebilirlerdi

Bezden bir kutuda
Saman doldurulmuş bir bedenle
Senelerce danteller ve pullarla iç içe uyunabilirdi
Her bir elin anlamsız sıkışıyla
Sebepsiz bağırılabilir ve denebilirdi

“Ah, çok memnun oldum”



Furuğ Ferruhzad
 
F

Fırtına

Guest
Tutsak

seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma almayacağım
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün
ben bu kafeste bir tutsağım

kara ve soğuk parmaklıklar ardından
gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru
bir elin uzanışını düşlüyorum
ansızın ben de uçayım sana doğru

boş bir anda düşlüyorum
bu sessiz hapishaneden uçmayı
gülerek gardiyan adamın gözüne
yanında yaşama yeniden başlamayı

düşlüyorum ancak bilirim asla
bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
gardiyan adam istese bile
kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış

parmaklıklar ardında her sabah
bir çocuğun bakışı güler bana doğru
sevinç şarkılarına başladığımda
dudağında öpücükle gelir bana doğru

şayet bir gün, ey gökyüzü
kanatlanırsam bu sessiz evden
ağlayan çocuğa nasıl söylerim
tutsak bir kuşum vazgeç benden

bir mumum, canımın alazıyla
harabeleri aydınlatırım
sönüklüğü seçersem eğer
bir yuvayı yıkıp dağıtırım



Furuğ Ferruhzad
 
F

Fırtına

Guest
İnanalım soğuk mevsimin başlangıcına.!

ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde
yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın
başlangıcında
ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
ve bu beton ellerin güçsüzlüğü

zaman geçti
zaman geçti ve saat dört kez çaldı
dört kez çaldı
bugün aralık ayının yirmi biridir
ben mevsimlerin gizini biliyorum
ve anların sözlerini anlıyorum
kurtarıcı mezarda uyumuştur
ve toprak, ağırlayan toprak
dinginliğe bir belirtidir

zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı

sokakta rüzgâr esiyor
sokakta rüzgâr esiyor
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
cılız, kansız saplarıyla goncaları
ve bu veremli yorgun zamanı
ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından
yukarı süzülmüştür
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorlar
-selam
-selam
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum

soğuk bir mevsimin eşiğinde
aynaların ağıtı topluluğunda
ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında

gitmekte olan o kimseye böyle
dayançlı
ağır
başıboş
nasıl dur emri verilebilir
o adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir
zaman diri olmadığı

sokakta rüzgâr esiyor
inzivanın tekil kargaları
sıkıntının yaşlı bahçelerinde dönüyorlar
ve merdivenin boyu
ne kadar kısa

onlar bir yüreğin tüm saflığını
kendileriyle masallar sarayına götürdüler
ve şimdi artık
nasıl birisi dansa kalkacak
ve çocukluk saçlarını
akan sulara dökecek
ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
ayakları altında ezecek

sevgili, ey biricik sevgili
ne de çok kara bulut var güneşin konukluğunu
bekleyen
uçuş düşlediğin bir yolda bir gün
o kuş belirdi
sanki yeşil hayal çizgilerindendi
esintinin şehvetinde soluyan taze yapraklar
sanki
pencerenin lekesiz belleğinde yanan o mor yalaz
lambanın masum düşüncesinden başka bir şey
değildi

sokakta rüzgâr esiyor
bu yıkımın başlangıcıdır
senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu
sevgili yıldızlar
kartondan yapılı sevgili yıldızlar
gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca
artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl
sığınılabilir
biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize
varırız ve o zaman
güneş cesetlerimizin boşa gitmişliğini yargılayacak

ben üşüyorum
ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım
sevgili, ey biricik sevgili, "o şarap meğer kaç
yıllıkmış"
bak burada
zaman nasıl da ağır
ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar
neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun

ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum
ben üşüyorum ve biliyorum
yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından
birkaç damla kandan başka
hiçbir şey arda kalmayacak
çizgileri bırakacağım
sayı saymasını da bırakacağım
ve sınırlı geometrik biçimler arasından
enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
ben çıplağım, çıplağım, çıplak
sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak
ve aşktandır tüm yaralarım benim
aşktan, aşktan, aşktan
ben bu başıboş adayı
okyanusun devriminden geçirmişim
ve dağ patlamasından
ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi
en değersiz zerresinden güneş doğdu

selam ey masum gece

selam ey gece, ey çöl kurtlarının gözlerini
inanın ve güvenin kemiksi oyluklarına dönüştüren
ve senin pınarının kıyısında, söğütlerin ruhları
baltaların sevecen ruhlarını kokluyorlar
ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık
dünyasından geliyorum
ve bu dünya yılan yuvasına benziyor
ve bu dünya
öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki
seni öpüyorken
kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar

selam ey masum gece

pencereyle görmek arasında
her zaman bir aralık var

niçin bakmadım
bir adam ıslak ağaçların yanından geçtiği zamanki
gibi

niçin bakmadım
annem o gece ağlamıştı sanırım
benim acıya ulaştığımı ve dölün biçimlendiği gece
benim akasya başaklarına gelin olduğum gece
isfahan'ın mavi çini tınlamasıyla dolduğu gece
ve benim yarı yanım olan kimse, benim dölümün
içine dönmüştü
ve ben onu aynada görüyordum
ayna gibi duru ve aydınlıktı
ve ansızın çağırdı beni
ve ben akasya başaklarının gelini oldum
annem o gece ağlamıştı sanırım

bu tıkalı küçük pencereye nasıl da boş bir aydınlık
uğradı
niçin bakmadım
tüm mutluluk anları biliyorlardı
senin ellerinin yıkılacağını
ve ben bakmadım
ta ki saatin penceresi
açıldı ve o özgün kanarya dört kez öttü
dört kez öttü
ve ben o küçük kadınla karşılaştım
gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi
baldırlarının kımıltısında giderken sanki
benim görkemli düşümün kızlığını
kendisiyle götürüyordu gecenin yatağına

acaba saçlarımı yeniden
rüzgârda tarayacak mıyım
acaba bahçelere menekşe ekecek miyim
ve sardunyaları
pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım
dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde
kapı zili acaba beni
yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi

"bitti artık" dedim anneme
"hep düşünmeden önce olur olanlar
gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

boş insan
güvenle dolu, boş insan
bak dişleri nasıl
çiğnerken marş söylüyor
ve gözleri nasıl
yırtıyor dikizlerken
ve o nasıl ıslak ağaçların yanından geçiyor
dayançlı
ağır
başı boş

saat dörtte
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi iki yanından boynunun
yukarı süzülmüş oldukları an
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorken
-selam
-selam
sen asla o dört su lalesini
kokladın mı hiç

zaman geçti
zaman geçti ve gece akasyanın çıplak dallarına düştü
gece pencere camlarının ardında kayıyor
ve soğuk diliyle
geçmiş günün artıklarını içine çekiyor

ben nereden geliyorum
ben nereden geliyorum
böyle bulaşmışım gecenin kokusuna
mezarımın toprağı tazedir hâlâ
o iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum

ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili
ne de sevecendin yalan söylerken
ne de sevecendin aynaların göz kapaklarını kapatırken
ve avizeleri
tel saplarından koparırken
ve acımasız karanlıkta beni aşk ovalarına götürürken
ta ki susuzluk yangınının uzantısı olan o şaşkın
buğu uyku çimenliğine oturdu
ve o karton yıldızlar
sonsuzun çevresinde dönerlerdi
sözü neden sesli söylediler
bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler
neden okşayışı
kızoğlankız saçların arına götürdüler
bak burada nasıl
sözle konuşanın
bakışla okşayanın
ve okşayışla ürkmekten dinginleşen canı
sanı direklerinde
çarmıha gerilmiştir
ve gerçeğin beş harfi olan
senin beş parmağının dalı
onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır

suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili
suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka
ben susuyorum fakat serçelerin dili
doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir
serçelerin dili yani; bahar, yaprak, bahar
serçelerin dili yani; meltem, koku, meltem
serçelerin dili fabrikada ölüyor

bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde
birlik anına doğru yürüyen
ve her zamanki saatini
matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla
kuran
bu kimdir bu, horozların ötüşünü
gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyen
kahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen
kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan
ve gelinlik giysileri içinde çürüyen

demek sonunda güneş
aynı zamanda
umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı
sen mavi çini tınlamasından boşaldın

ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz
kılıyorlar

mutlu cenazeler
üzgün cenazeler
suskun düşünür cenazeler
güler yüzlü, güzel giysili, obur cenazeler
belirli saatlerin duraklarında
ve geçici ışıkların kuşkulu zemininde
ve boşunalığın çürük meyvalarını satın alma
şehvetinde
ah
kavşaklarda ne insanlar var olayları merak ediyorlar
ve bu, dur düdüklerinin sesi
zamanın dişlisi altında bir adamın ezilmesi
gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda
ıslak ağaçların yanından geçen adam

ben nereden geliyorum

"bitti artık" dedim anneme
"hep düşünmeden önce olur olanlar
gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

selam sana ey yalnızlığın garipliği
odayı sana bırakıyorum
kara bulutlar her zaman çünkü
arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir
ve bir mumun tanıklığında
apaydın bir giz var onu
o sonuncu ve o en uzun yalaz iyi biliyor

inanalım
soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
işsiz devrik oraklara
ve tutsak tanelere
bak nasıl da kar yağıyor

belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
ve bir dahaki yıl, bahar
pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
ve teninde fışkırdıklarında
uçarı yeşil saplı fıskiyeler
çiçek açacak olan o iki genç el
sevgili, ey biricik sevgili

inanalım soğuk mevsimin başlangıcına



Furuğ FERRUHZAD
 
Tekerlekli Sandalye
Üst