gerçek atatürk

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Muntada al ansar

Atatürk hakkında paylaştığınız yazılar ve videolar oldukça ilginç özellikle

bu videoya göre ataputun cenazi kılınmamış başılığı altında


atatürkün islam görüşü başlığı altında


ve bu yazınız

Sinan Meydan ise, Atatürk’ün 1923 yılında Balıkesir’de Camii’de minbere çıkıp hutbe okuduğunu “Allah birdir, Şanı büyüktür. Hz. Muhammed onun kulu ve elçisidir.” (salavat) dediğini her fırsatta dile getiriyor. Ancak orada M. Kemal Atatürk “Anayasa Kur’an’dır” da demiştir, fakat daha sonra Kur’an’ı Anayasa yapmamıştır. Demek ki o konuşmada samimi değildi.[9] Bu konuda Sinan Meydan’a yazdığımız cevabı okumak için şu konumuza bakabilirsiniz:http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/05/14/m-kemal-ataturkun-balikesir-hutbesiyle-ilgili/

***

Yani sizin paylaşmış olduğunuz yazılar ve videolarla Atatürk’ ün ne olduğunu anlamış oldum teşekkür ederim..
 

Hataylı_72

Üye
Üye
Katılım
May 29, 2014
Mesajlar
151
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
atatürk den önceki yaşanan padişahlığı yüceltmemiz mi gerekiyor yani atatürkün gerçek yüzü buysa,
hazırlığı da günümüzde yavaş yavaş oluyor zaten Osmanlıca eğitim , 'dindar ve kindar nesil' gibi..
atatürkü beğenmeyin ama liderliğini, yaptıklarını bütün dünya takdir etmişken biz nelerin peşindeyiz..
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
Yani sizin paylaşmış olduğunuz yazılar ve videolarla Atatürk’ ün ne olduğunu anlamış oldum teşekkür ederim.
kardeş dalga geçerek söylemiyorsan ALLAH razı olsun ,bizim amacımız ölmüş bi adamın kötülüklerini ortaya çıkarmak değil ama ne varki unutulmuş bu konuyu, günümüz ataput severler tekrar açtıkları için bizde yazma ihtiyacı hisesttik , kimi bu insan sever kimi bu insanı sevmez sevene biz niye seviyorsun sevmeyene niye sevmiyorsun diye soramayız ama bu günlerde 80 yıllara kadar olan atatürkü ilahlaştırma çabaları yeniden hortlatılıyor bakıyorsun site üyesinin biri atatürke iftiralar ve yanıtlar diye bir konu açıyor yazdıkları tamamen uydurma yanlı ve atatürkü ilahlaştırma çabası selametle kalın kardeşim murat y
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Pardon saatlerdir bilgisayar başında oturduğum için kalkmam gerekti o yüzden yazacaklarım yarım kaldı.. :)

Kaldığım yerden devam edeyim..

Yani sizin paylaşmış olduğunuz yazılar ve videolarla Atatürk’ ün ne olduğunu anlamış oldum teşekkür ederim beni çok aydınlattınız
bana Atatürk’ ü yanlış anlatmışlar, yanlış insanlardan yanlış bilgileri okumuşum ve öğrenmişim diyeceğimi mi sandın..

Biraz uzun bir yazı olacak senin gibi parça, parça konu çoğaltarak yazmayacağım..

Kullanıcı Adına bakarsak aşırı dincisin ‘’ ne demekse ‘’

muntada al ansar (Muntada El Ensar, El Kaide bağlantılı silahlı aşırı dinci grup) yanlışım varsa düzelt.


Öncelikle araştırsaydın eğer kartalreis kullanıcı adıyla yazan arkadaşımızın İslamiyet hakkında bir çok yazılarının olduğunu görecektin. Şimdi gelelim açmış olduğun konulara..

1. Videon: bu videoya göre ataputun cenazi kılınmamış başlığı altında



Bu da benim video: Atatürk'ün Cenaze Namazı




2. Videon: atatürkün islam görüşü başlığı altında



Bu da benim video hemde senin videoda Atatürk hakkında konuşan Ahmet Mahmut Ünlü’ nün ( Cübbeli Ahmet Hoca ) ağzından iyi izle.!

1. Video


2. Video



Atatürk, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kuran tefsir ettirdi yalanı adlı konun


Bu konuya cevap olarakta hem üstteki Cübbeli Ahmet Hoca’ nın videosu hem de bu yazı kafi gelir diye düşünüyorum..

Din, Bilim, Uygarlık ve Atatürk

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara, 2007, 152 s.

Milletlerin tarihlerinde önemli dönüm noktaları vardır. Millet için hayatî önemi haiz zamanlarda ortaya çıkan önemli ve ender kişiler toplumlarının geleceğinin yönünü nitelik ve nicelik açısından şekillendirmektedir. Müslüman Türk milleti için de tarihî süreçte çok kritik zaman dilimleri vardır ki, onların en önemlilerinden birisi Kurtuluş Savaşı’dır. Bu önemli aşamada milletlerin kaderinde önemli rol oynayan şahsiyetler olmuştur. İşte Kurtuluş Savaşında vatanın korunmasında askerî dehasıyla temayüz eden ve kahraman Türk evlâtlarıyla ülkemizin bugünlere gelmesinde en önemli paya sahip olan şahsiyet Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Tarihe adını altın harflerle yazdıran ve tarihe yön veren bu kahramanların, özellikle özet ve tanıtım gibi sınırlı çalışmalarda efradını cami ağyarını mani bir şekilde anlatmak oldukça zordur. O şahsiyetleri, ortaya koydukları gayret ve himmetleriyle hak ettikleri şekilde anlatmak ve gelecek nesillere onların bu milletin birer güzide değeri olarak, tarihe ve günümüze mal olan saygınlıkları içerisinde aktarmak önemli bir görevdir.
Bugün tanıtımını yapmaya çalışacağımız eser, bu nitelikleri haiz, yani Ulu Önder Atatürk’ü din, bilim ve uygarlık bağlamında tanıtmaya yönelik yazılmış yazılardan oluşmaktadır.

Eser Atatürk’ün doğumunun 125. yılı anısına hazırlanmış olup Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son zamanlarda yayınlamış olduğu prestij nitelikli eserler içerisinde yer almaktadır. Dr. Mehmet Bulut tarafından derlemesi yapılan eser Diyanet İşleri Başkanlığı’nın farklı tarihlerde yayınlamış olduğu Ahmet Gürtaş’ın “Atatürk ve Din Eğitimi” (1982), Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu’nun, “Milli Mücadelede Din Adamları I-II,” (1996-1997), E. Kur. Kd. Alb. Oğuz Kalelioğlu’nun, “Atatürk ve Atatürk İlkeleri” (2001) gibi eserler zincirinin bir halkasını oluşturmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924‘de kurulduğu zaman Atatürk’ün isteği üzerine ilk defa Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye çevirisini yaptırıp, basımını gerçekleştirmiş ve ücretsiz olarak dağıtmıştır. Ardından Ahmed Naim ve Kamil Miras’a sahih hadislerin Sahihi Buhari adıyla tercümesini yaptırarak ücretsiz dağıtımını gerçekleştirmiştir. (1932) Sonra da Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a, “Hak Dini Kur’an Dili” tefsirini yazdırarak ücretsiz dağıtımını sağlamıştır. (1936) Başkanlığın bu önemli eserlerle başlayan yayınları özellikle son yıllarda yaptığı prestij nitelikli eserler ile devam etmektedir.

Kaynak: diyanet.gov.tr

Yazının devamı bu linkte: diyanet.gov.tr


Ve açmış olduğun bu konu link vermişsin göz attım.

Sinan Meydan ise, Atatürk’ün 1923 yılında Balıkesir’de Camii’de minbere çıkıp hutbe okuduğunu “Allah birdir, Şanı büyüktür. Hz. Muhammed onun kulu ve elçisidir.” (salavat) dediğini her fırsatta dile getiriyor. Ancak orada M. Kemal Atatürk “Anayasa Kur’an’dır” da demiştir, fakat daha sonra Kur’an’ı Anayasa yapmamıştır. Demek ki o konuşmada samimi değildi.[9] Bu konuda Sinan Meydan’a yazdığımız cevabı okumak için şu konumuza bakabilirsiniz:http://belgelerlegercektarih.wordpre...esiyle-ilgili/


Bu da vermiş olduğun linkteki yazıya cevaben..

Atatürk'ün Balıkesir'i ziyaretleri 7 kez oldu. Bunlardan ilki, 6 Şubat 1923'te gerçekleşti.

Yazının devamını bu linkte: balikesirkulturturizm.gov.tr

Ayrıca bu linke de bakabilirsin: sinanmeydan.com.tr


Ve KAYNAKLAR onları o kadar şişirmeye gerek yoktu çünkü sonuçta sadece bir sitede yazılan konuları kopyalayıp buraya yapıştırmışsın..

Bu şekilde yapabilirdin KAYNAK: http://www.belgelerlegercektarih.wordpress.com sonuçta konularını paylaştığın sitenin sahibi Kadir Çandarlıoğlu’ da bu şekilde kaynak verilmesini istemiş :)

Evet devam edelim..

Yine kartalreis' in açmış olduğu bir konuya cevap yazmışsın..

iyi asaparagas haber yazmada üstüne yok döstempat sanki resmi açıklama yapılmış gibide yazıyorsun ya helal olsun, kaynağıda inceledim hiç bir resmiyeti yok çok gülünç adamsın, yazmış olmak için yazma biliyorsan konuş alim sansınlar bilmiyorsan sus adam sansınlar demiş atalarımız tam seni anlatmış


Farkındaysan yukarıda seninde olmasını istediğin gibi vermiş olduğum KAYNAKLAR resmi.! Ne hikmetse senin verdiğin kaynaklar resmi ama kartalreis’ in verdiği kaynaklar gayri resmi :)

Ve kopyala yapıştır yaptığın hiçbir resmiyeti olmayan sitede şöyle bir başlıkta var..

Yaptığımız Gıybet mi?

Bizim yaptığımız; “Haram olmayan Gıybet”tir

Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.

Fakat istisnalar vardır…

Şuralarda gıybet câizdir:


Diye devam eden yazıya da konusunda uzman olan Doç.Dr.Nihat Hatipoğlu sabah.com.tr de yazdığı yazıyla cevap veriyor..

Linki: sabah.com.tr


Şimdi muntada al ansar sen ve senin gibiler hangi hakla kişilerin inançlarını sorgulama ve iftira atma cüretini kendilerinde buluyorlar anlamıyorum.. Dinimiz hoşgörü dini..

Yine kartalreis’ e

ne kadar atatürk severmişsin döstempat bırak bunları eskiden kemalistler atatürkü ilahlaştırırdı sıra siz fetocularımı geldi


Demişsin. Dinimiz bize Peygamber efendimizi bile ilahlaştırmayı yasaklamışken sen ne saçmalıyorsun muntada al ansar? O halde benimde sana o alıntı yaptığın sitenin sahibinin adı Kadir olduğu için Kadirci demem lazım. Sende Kadir Çandarlıoğlu’ numu ilahlaştırıyorsun? İnsanlara böyle ithamlarda bulunmak günahtır, ayıptır..

Ve kartalreis’ e bir başka cevabında

atan varya dedikleri gibi elmalılı hamdiye tevsir falan yaptırmamıştır hepsi atatürkü sanki çok dindarmış gibi göstermekten başka bişe değil istiyenler bu ölü sevici arkadaşın verdiği likleride inceler isteyen benim verdiğim linkleride inceler


Demişsin.. Evet senin o aşağılayıcı bir tavırla yazdığın ATAN VARYA evet o benim ATAM VARYA işte O BENİM ATAM OLMASAYDI SENİN O ATALARINDA, SENDE BÖYLE RAHAT RAHAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ NDE ATATÜRK’ ÜN SAĞLADIĞI HER HAKTAN YARARLANAMAYACAKTINIZ..

Yine şöyle bir cevap yazmışsın kartalreis’ e..

yazmış olmak için yazma biliyorsan konuş alim sansınlar bilmiyorsan sus adam sansınlar demiş atalarımız tam seni anlatmış


Benimde başka bir Atasözü geldi aklıma YEDİĞİ KABA PİSLEMEK..

Mademki Müslümansın insanlar hakkında özellikle de ölmüş insanlar hakkında gıybet yapmaktan vazgeç.. İllaki bir şeyler yazacaksan Peygamber efendimizin hadisleri var onları yaz..

kartalreis’ ten de özür dilemen lazım o kadar tahrik edici yazılarına karşılık sana cevap vermediği ve efendiliğini koruduğu için..


bizim amacımız ölmüş bi adamın kötülüklerini ortaya çıkarmak değil ama ne varki unutulmuş bu konuyu, günümüz ataput severler tekrar açtıkları için bizde yazma ihtiyacı hisesttik , kimi bu insan sever kimi bu insanı sevmez sevene biz niye seviyorsun sevmeyene niye sevmiyorsun diye soramayız


Demişsin paylaştığın videoları ve yazıları tekrar bir gözden geçir yazdıklarınla çelişiyorsun.. Manevi anlamda kimin iyi, kimin kötü, kimin günahkar kısaca Allah varken kul olarak birilerini yargılamak kimsenin haddi değil..

Not: Önce şunu bilmelisin amacım seni rencide etmek değil.. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ Ü yani ATAMI önemsediğim için bu yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi tüm bu yazdıklarımdan sonra hala ATATÜRK hakkında ileri geri şuursuzca yazmaya devam edersen de Allah bildiği gibi yapsın der ve seninle polemiğe girmem.
 

Murat.Y

Üye
Üye
Katılım
Eyl 9, 2014
Mesajlar
1,998
Tepkime Puanı
0
Puanları
0
Din, Bilim Ve Uygarlık Işığında ATATÜRK'Ü ANLAMAK

atatürk-sözleri-resimli-2.jpg

Din, Bilim Ve Uygarlık Işığında ATATÜRK'Ü ANLAMAK

Miladi 610 yılında, Asya'nın güneybatısın- da yayılmaya başlayan İslâm'ın; sosyo-kültürel yönden toplumlarda meydana getirdiği en büyük etkilerden birisi, muhatabı bulunduğu kitleleri; sözden fiiliyata, konuşmaktan yapmaya, reaksiyondan aksiyona geçirmiş olması idi. Bundan böyle bazı oryantalistlerin, Kur'an indikten sonra eski Arap şiir ve edebiyatının gerilediğine ilişkin tezleri doğrudur ve yerin- de bir tespittir. Çünkü Kur'an, tek övünç ve galibiyet malzemesi şan, şe- ref ve soy üstünlüğü olan ve bu temalar üzerinde şiir ve neşideler düzmek- ten başka hiçbir özelliği bulunmayan kabileler topluluğunu; akıl, fiil ve inanç örgüsüyle şekillenen apayrı bir mantaliteye çağırmış; bir bakıma onları, arkaik kalıpların pinekletici karanlığından; aklın, imanın ve hareketin kanatlandırıcı ay- dınlığına çıkarmıştır. Belki bundan böyle Hz. Peygamber, tesis ettiği site devleti- ne başkent olarak seçtiği Yesrib'in ismini; Medine-i Münevvere / Aydınlık Kent şeklinde değiştirmiştir.

Önce, doğduğu bölge olan Arap yarımadasını ışıtmaya başla- yan İslâm; Akat, Sümer, Nebati, Sasani ve Doğu Roma uygarlıkla- rının bakiyyesini de içine alan güç- lü bir devinimle hızla yayılıyor; güneyden kuzeye taşan fetihlerle; Mezopotamya'dan Asya içlerine, oradan da Kuzey Afrika'ya, hatta Güneybatı Avrupa topraklarına kadar uzanan bir coğrafyada; aske- rî, siyasî ve kültürel bir hareket- lenmenin de temel eksenini oluştu- ruyordu. Özellikle miladi 7. asırda, İs- lâm dünyasında gelişmeye başla-yan ilmî inkişaf; 8 ve 9. yüzyıla gelindiğinde, kıtalararası iletişim ve kültürel alışverişin büyük bir ivme kazanmasına sebep olmuştu. İlmî düşüncenin, İslâm dünyasında olabildiğince serpilip boy attığı bu yüzyıllarda, eski Yunan düşünür ve filozoşarının birkaç faraziye ve deneyden öteye götüremedikleri bilim dallarını yeniden ele alıp ge- liştiren İslâm bilginleri, aynı za- manda bilimsel düşünce mantığı- nın da Avrupa'ya ilk taşıyıcıları olarak tarihe geçtiler. Hatta Abba- siler devrinde, hükümdar Me'mun tarafından; sırf bilimsel kitapları tercüme etmek ve ilmî araştırmala- rı geliştirmek gayesi ile, 830 yılın- da, Bağdat'ta Beytülhikme / Bili- mevi (Bir nevi o devrin NASA veya TINK-TANK'ı) adı verilen bir mer- kez kurulmuştu. Beytülhikme'yi bizzat görmüş ve kütüphanesinden yararlanmış olan İbn Nedim, bu konuda çok kıymetli bilgiler ver- mektedir.

Onun tespit ettiği müter- cimler listesine göre; Grekçe'den Süryânice'ye, oradan da Arapça’ya tercüme yapanların sayısı kırk ye- diyi buluyordu. Farsça'dan tercü- me yapanların sayısı on altı, Sanskritçe'den tercüme yapanlar üç kişi idi. İbn Vahşiyye de çok sa- yıda bilimsel eseri, Nebati dilinden Arapça'ya çevirmişti. Bu ilmî ge- lişme ve kalkınmayı, adeta bir res- mî siyaset olarak benimseyip des- tekleyen Me'mun, sadece Grek- çe'den yaptırdığı tercümeler için 300 bin dinar para ödemişti. Bu dönemde; özellikle astronomi, ma- tematik, ışık, mekanik ve tıp bilim- leri alanında önemli gelişmeler ya- şanmıştır. Önce Tedmur taraşarı- na, ardından Vâsıt bölgesine birer rasathane kurulmuş; ünlü bir tek- nisyen olan Ebu Hasan'ın keşfetti- ği teleskopla gökyüzü gözlemleri yapılmış, Güneş ve Ay tutulmaları incelenmiş, gece ve gündüzün eşit olduğu günler tespit edilmiştir. Daha sonra kurulan Karahanlı- lar, Gazneliler ve Büyük Selçuklu- lar gibi Müslüman Türk devletle- rinde de, aynı ilmî gelişmeler arta- rak devam etmiş; dünya literatü- ründe yer alan ve yüzyıllarca bilim ve uygarlığa öncülük yapan İbn Si- na, Farabi, Biruni ve el-Kindî gibi büyük bilginler yetişmiştir. Oğuz- lar'ın Karaçuk kolundan olup Fa- rab şehrinde doğan Farabi (870- 950); matematik, fizik, kimya ve astronomi dallarında 160 kadar ki- tap yazmıştır. Ancak onu asıl önemli kılan, Helen felsefesinin, akılcı ve mantığa dayalı yönüyle İslâm düşüncesini kaynaştırdığı, felsefe alanındaki çalışmaları ol- muştur.

Aristo'nun düşüncelerini en iyi açıklayan filozof olarak ün- lenen ve Muallim-i sâni / İkinci öğretmen namıyla tanınan Farabi, eserlerinin çoğunun çevrildiği Batı ülkelerinde Al-Farabius adıyla bi- linmektedir. Ayrıca Farabi; İh- sâu'l-Ulûm isimli eseriyle bilimle- ri ilk kez sınışandırmış ve geomet- rideki Öklit bağıntısını da açıkla- mıştır. Farabi'den etkilenen İbn Si- na da, birçoğu felsefe ve tıp alanla- rında olmak üzere 220 civarında bilimsel kitap yazmış, el-Kanun fi't-Tıp adlı eseri Latinceye tercü- me edilmiş, senelerce Avrupa üni- versitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ardından; Harzem- şahlar'ın sarayında yetişen, daha sonra Gazneli Mahmud'un koru- masına giren Biruni de; matema- tik, geometri, astronomi, tıp ve coğrafya gibi alanlarda büyük ça- lışmalar yapmış, 110'dan fazla bi- limsel eser bırakmıştır. Farabi, İbn Sina ve Biruni tarafından başlatı- lan bu aydınlık yolda, daha nice bi- lim adamları yürümüş; fiehristani, el-Harezmi, İbn Rüşt ve Fahreddin Razi gibi büyük filozof ve bilginler yetişmiştir.

Bütün bunların yanında; sanat, mimarlık, yazı, cilt, çini, minyatür, seramik, taş veya maden işçiliği alanlarında da büyük gelişmeler olmuş; cami, medrese, kervansa- ray, imaret ve daruşşifa (hastane) gibi sanatsal, dinî, sıhhî ve sosyal yapılar inşa edilmiştir. Emevi ve Abbasiler'in yanı sı- ra; Gazneliler, Karahanlılar ve Büyük Selçuklular gibi Müslüman Arap-Türk devletlerinin dağılıp yok olmasının ardından; fiark-İs- lâm toplumları, tarihin en önemli makas değişimlerinden birisine şa- hit oluyordu. İlmî düşüncedeki gerileyiş... Bunun pek çok sebepleri olabi- lir. Fakat en önemlilerinden birka- çını: 1) Aklî ve felsefî bilimlerden kaçış 2) Moğol ve Haçlı akınlarının yıkıcı etkileri 3) Tasavvuf ve tarikatlarla or- taya çıkan edilgen düşünce proble- mi fieklinde sıralarsak, kanaatim- ce yanlış yapmış olmayız. Özellik- le 7, 8 ve 9. yüzyılda; ilmî düşün- cenin adeta zirvesine tırmanan bu fiark-İslâm devletleri, miladî 10. yüzyılın sonlarına doğru, Bağ- dat'tan Buhara ve Semerkant'a, Mezopotamya'dan Maveraunne- hir'e kadar uzanan coğrafî hilalin göz kamaştıran parlaklığını da ya- vaş yavaş gerilerde bırakıyordu.

Artık Harun Reşit, Me'mun, Gaz- neli Mahmut ve Melikşah dönem- lerinin terakki ve bilim yurdu olan Semerkant, Merv ve Bağdat şehir- leri, gün geçtikçe taht ve çıkar kav- galarının tozu dumana kattığı sisli birer kent haline bürünmüş, İslâm uygarlığının en nadide yıldızları olan bilginler doğmaz olmuş; İbn Sina, Farabi, Biruni, İbn Heysem, el-Kindî, Ebu Hayyan, Cabir bin Eşah, Sabit bin Kurra ve İbn Mis- keveyh gibi bilim öncülerinin yeri- ni; küfürle itham edilmeye başla- nan, horlanıp pıstırılan; bu sebeple de çalışmalarını gizlice sürdürmek zorunda kalan İhvanu's-Safa (İlk İslâm Ansiklopedistleri ve Hür Dü- şünenler Kulübü) benzeri ekoller almıştı. Daha sonraları kurulan Anado- lu Selçuklu Devleti'nde ise; eseşe ifade etmek gerekir ki, bu bilimsel gelişme, en iyimser deyimle dur- muştur. Bu dönemde Kayseri ve civarında parlayan Gevher Nesibe tıp külliyelerinin yanı sıra; Sivas Gök Medrese, Konya Karatay Medresesi, kervansaraylar ve Ala- addin Keykubat'ın inşa ettirdiği Alanya Tersanesi dışında göz dol- duran bilimsel bir gelişmeye pek rastlanmaz. Bunun, Haçlı seferleri başta olmak üzere; şehirleşmenin ağır oluşu, çeşitli malî ve siyasî sı- kıntılar, taht kavgaları, tasavvuf ve tarikatların etkisiyle ortaya çıkan ve zaman zaman entellektüel çev- reyi de tesiri altına alan edilgen düşünce krizi gibi; sosyal, kültürel ve ekonomik nedenleri vardır.

Selçuklu Devleti'nde; tasavvuf veya tarikatların, Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında kuşkusuz çok önemli bir misyonu vardı. Bu ve daha sonraki dönem-lerde, tasavvuf ve tarikatların; tek- keleri, zaviyeleri, fetih ve gazalara olan müspet katkıları ve hatta Türk-İslâm edebiyatına kazandır- dıkları edebî yapıtları açısından toplumsal bir gerçekliğinin olduğu açıktır. Ancak bu özel durumun, bir geçiş döneminin gereği olarak kabul edilmesi gerekirdi. Çünkü bu mistik kitleselleşmenin uzun süre devam etmesi; etmemesinden çok daha zararlı olmuştur. Her şeyden önce; aklın özgür olması gerçeği erozyona uğramış, kitleler edilgen düşünce çıkmazına saplan- mış, kafa ve beyinleri istila eden tehlikeli bir işgalle karşı karşıya kalınmıştır.

Böylece özgün İs- lâm'ın, Farabi'nin ve Rağıp el-İs- fehânî gibi büyük düşünürlerin in- sana ait en önemli vasıf olarak ka- bul ettikleri hür düşünce olgusu dumura uğramış; mürit mürşitle, ilim alimle, tilmiz üstatla sabitlen- miştir. Kaldı ki; Hz. Peygamber bile, sahabenin; "Bu kendi görüşü- nüz mü yoksa vahiy mi?" şeklinde soru sorabilmelerine, hatta itiraz etmelerine imkan tanımış; birisi kalkıp "Ben zina etmek istiyorum" diyebilme cesaretini kendinde bu- labilmiştir. Osmanlı Devleti’nde ise; Fatih dönemi ile başlayan ve Ali Kuşçu ile bir süre devam eden bilimsel ışıltıyı; ardından Kadızadelerden Ahmet fiemseddin'in Padişah'a sunmuş olduğu bir arizayla kısa sürede hızı kesilen İstanbul Rasat- hanesi denemesini, Mimar Si- nan'ın şaheserlerini, İsmail Gelen- bevi'nin logaritma alanındaki ça- lışmalarını, Piri Reis'in haritalarını ve nihayet Tanzimatla başlayan uyanış dönemindeki gelişmeleri istisna tutarsak, bilimsel gelişme açısından büyük bir gerileme yaşa- dığımızı görürüz. Bahsi geçen is- tisnalar da, aslında; yazımızın ba-şında anlatmış olduğumuz, o bili- min altın çağına ait dönemlerin bir kalıntısı idi.

Mesela Ali Kuşçu gi- bi bir dahi, özbe öz Osmanlı mek- tep veya medreselerinde yetiştiril- miş bir bilim adamı değildi; Uluğ Bey ekolünde ihtisaslaşmış; Uzun Hasan'ın elçisi olarak İstanbul'a gelmiş, Fatih tarafından keşfedilip Osmanlı ülkesine davet edilmişti. Oysa biz; 7, 8 ve 9. yüzyıldan devraldığımız ilmi gelişmenin iv- mesini, Selçuklu devrinde daha yüksek zirvelere doğru tırmandır- malı, hatta teoriden pratiğe geçir- meli, Osmanlı devrinde de Sanayi Devrimi'ni gerçekleştirmiş; bugü- nün "Audi"sinin yerine, "Kanuni" markalı otomobiller üretmiş olma- lıydık... Bugün Batı'nın; tıp, bilim, teknik, edebiyat ve barış dalların- da vermiş olduğu Nobel Ödülleri- ni, Câize-i fiahane-i Osmaniyye adıyla biz dağıtmalıydık bütün yeryüzünün dört bucağına... Sah- ralardan buzullara, adeta köpürt- meliydik o devasa uygarlığımızın gürül gürül akan çağlayanlarını...

Bir Farabi, bir İbn Sina, bir İbn Rüşt bile yetiştirememiştik. Nere- deyse on asra varan koca Selçuklu ve Osmanlı devirlerini, bilimsel açıdan nadasa bırakmıştık sanki... Nerede hata yapmıştık? Niçin gelişmelere ayak uyduramamış; bilimsel yönden terakki edeme-miştik? Askerî, idarî, mimarî ve ekonomik alanda, devrinin belki de Amerikası sayılan bu iki büyük İmparatorluğumuz; sekiz-dokuz asra yaklaşan Orta, Yeni ve Yakın çağlar boyunca, miladi 7. ve 10. yüzyıl arasında müthiş bir patlama kaydeden bilimsel inkişafı; acaba niçin cihanın gözünü kamaştıran bir uygarlığa taşıyamamıştır? Hür düşünceyi dondurmuş, din ve dava kavramlarını ütopik kalıplara sok- muştuk çünkü. Adeta din, her şe- yin asal ekseni haline gelmişti. Oysa din ayrı, siyaset ve bilim ay-rıydı. Her şeyin başlangıcı ahiret olmuştu.

Oysa biz, şu anda dünya- da yaşıyorduk. Buranın kendine mahsus determinik kuralları vardı. Atı alan Üsküdar'ı geçerdi. Hem dünyası çamur olanın, ahireti nasıl mamur olacaktı? Madde mânânın önsözü değil miydi? Bir cümleyi meydana getiren kelimeler bozuk olduğu zaman, mânâ da anlamını yitirmez miydi? Bütün bunlar gün gibi ortadayken; dini, pozitişiğin çıkışı yapacağımız yerde, negatif- liğin girişi haline getiriyorduk. Özellikle Duraklama Devri'nden sonra, Devlet-i Aliyye'nin etrafını yapağı gibi saran Osmanlı entel- lektüelleri; büyük oranda dar bo-yutlu, ufuksuz, sığ görüşlü kimse- lerden oluşuyordu. Böylesi fikrî durağanlığın veya bilimsel teces- süsün zayıf olmasının bir göster- gesidir ki, Batılı devletlerin; bilim, teknik ve sanatta atak yapıp büyük bir kalkınma hamlesi başlattıkları 17. yüzyılı biz; maalesef saltanat kavgaları, nüfuz avcılığı, savaşlar ve sudan sebeplerle çıkan iç çekiş- melerle geçirdik. İşte Mustafa Kemal Atatürk, bütün bu çelişkilerimizi "gerçek- ten" gören bir ufuktu.

O; bizim yüzlerce yıldan beri, aynı kısır çe- kişmelerin içerisinde nasıl debele- nip durduğumuzu, din ile devlet iş- lerinin ayrılmaması halinde ne gi- bi vahim sonuçlar doğacağının çok iyi farkındaydı. O, sadece din ile devlet işlerini değil; ordu ile siya- seti de birbirinden ayırmıştı. Çün- kü bu iki kurumun birbirine karış- ması halinde nelerin olacağını, Ce- mal ve Enver Paşalar'ın, üniforma- larıyla birlikte İttihat ve Terakki Partisi'nde görev almalarından çok iyi biliyordu.

Atatürk'e göre İslâm dini; en son ve en mükemmel dindir; son din olmasının nedeni de budur. O; "Din vardır ve lazımdır.", "Dini- me; gerçeğin kendisine nasıl ina- nıyorsam, öyle inanıyorum." di- yordu. Yanlış olan ise; bu ilâhî müessesenin, din adına beşeri mü- dahalelerle dar kalıplara hapsedi- lip boğulmasıydı. Bu sebeple sal- tanat ve hilafeti kaldırdı; yerine 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı ka- nunla Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurdu. Kemal Atatürk; Türk milleti- nin, Kur'an'ı ve İslâm'ı iyi okuyup anlamasını ve cehaletten kurtul- masını çok istiyordu. Aydınlanma ve kalkınmanın gerçekleşebilmesi için, bu şarttı. Sırf bu amaçla; Kur'an'ı ilk kez Türkçe'ye çevirtip bastırdı ve ücretsiz olarak dağıttır- dı (1927). Merhum Elmalılı Mu-hammet Hamdi Yazır'a; Hak Dini Kur'an Dili adıyla Kur'an'ın bilim- sel çevirisini yaptırdı, ücretsiz ola- rak halka dağıttırdı (1936). Sağ- lam hadislerin; Sahihi Buhari adıyla Ahmet Naim ve Kamil Mi- ras'a çevirisini yaptırdı, yine aynı şekilde halka ücretsiz dağıtılması- nı sağladı (1932). Osmanlı devrin- de; baştan sona, anlamı hiç bilin- meden okunup dinlenen Arapça hutbeleri Türkçe'ye çevirtti (1932). Atatürk; deha sahibi bir asker olduğu kadar, tarihimizin bin yıl- lık tashihini yapan büyük bir düşü- nür, ilke ve inkılâpları gün geçtik- çe haklılık kazanan ender bir reh- berdir.

O; yüzlerce, hatta binlerce cilt kitabı şerh düşerek okuyacak kadar bilime düşkün, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." vecizesini söyleyecek kadar gerçekçi idi. Atatürk'e göre, iki şey asla işgal al- tında olamazdı; vatan toprağı ve insan beyni... Çünkü birincisini kaybeden "ulusal", ikincisini kay- beden de "bilimsel" bağımsızlığını yitirmiş olurdu. Böyle olunca, ülke ve onun çocukları; önce bireysel özgürlüğünü, ardından da yaratıcı- lık ve üreticiliğini kaybetmiş olur- lardı. Bundan böyle bir konuşma- sında; "Bağımsızlık benim karak- terimdir." demişti. Bir diğer ko- nuşmasında da; "Cumhuriyet; aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür genç nesiller ister." özdeyişini söyle- mişti. Çünkü özgürlüğün öldüğü yerde bilim bitmez. İslâm ülkeleri- nin bugün dahi ilerleyip kalkına- mamasının altında, hür düşünce olgusunun tam olarak gelişeme- mişliği yatmaktadır.

Atatürk'ün; bizi çağdaş uygar- lık düzeyine çağırması ve bu uğur- da bir dizi inkılâplar gerçekleştir- miş olması, kuşkusuz O’nun; Ba- tı'ya ve Batılılar'a duyduğu kuru bir hayranlıktan kaynaklanmıyor- du. Bu; varlığın doğal bir akışı ve tarihimizin en isabetli kararıydı. Çünkü, uygarlık güneşi Batı'nın üzerindeydi. Bundan böyle; Asrı- saadette kuşluğu, Emevi ve Abba- silerde öğleyi, Selçuklu ve Osman- lı'da öğleden sonrayı, Gerileme devrinde ikindiyi, Tanzimatta ak- şam telaşını; Cumhuriyet'te de Ba- tılılaşmayı yaşayan uygarlık güne- şinin peşinden koşup, aydınlanma- mız gerekiyordu. Bizi geriye bıra- kan da; güneşin tam tepemizde, or- talığın günlük güneşlik olduğu za- man diliminde mışıl mışıl uyumuş olmamızdı. Bu yönüyle, tarihin seyri ile kozmik akış arasında doğ- rudan bir ilişki vardır. İşte Atatürk; tarihimizin böylesi bir ray değişi- mine ihtiyacı olduğunun çok yaki- nen bilincindeydi. O; bütün içtenli- ği ile şöyle diyordu: Yaptığımız ve yapmakta oldu- ğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen mo- dern ve bütün mana ve şekliyle ol- gun bir topluluk haline getirmek- tir; inkılâplarımızın esas gayesi budur.

Din ile uygarlık arasında dolay- lı bir ilişki vardır. Her şeyden önce, ortak aklımızın ve maşeri vicdanı- mızın ulaştığı refah ve kalkınma- nın en küresel toplamı olarak ifade edebileceğimiz uygarlık kavramı; ilk güzele götürücü ilkelerini ve sarsılmaz saptamalarını, kuşkusuz dinlerin insanlığa armağan ettiği yüksek ilâhî vasışardan almıştır. Bunun bir sonucu olarak, hemen hemen üç büyük dinin dikkat çekti- ği "büyük günahlar" düzinesinin birçoğu, bugün neredeyse tüm dün- ya milletlerinin veya devletlerinin hukuk anlayışında ortak bir norum olarak karşımıza çıkmaktadır. Me- sela hırsızlık yapmak ve insan öl- dürmek gibi fiiller; üç büyük din olan Müslümanlıkta da, Hristiyan- lıkta da, Musevîlikte de günahların en büyüklerindendir. Aynı günah- lar, bugün; hemen her dünya ülke-sinin de hukuk kavramına göre, ce- zaya mucip büyük birer suç olarak kabul edilmiştir. İnsanlık tarihi açı- sından bakıldığında; hırsızlığın bir suç olarak tespiti, -en azından- bi- rer bilimsel keşif olan "çeliğin ica- dı" veya "Ohm kanunu" kadar önemlidir.

Çünkü bu suç "üst ben- liğin cazibesi" açısından, kişinin kolayına gelen beşeri garizeleriyle örtüşmektedir. fiayet böylesi bir suç, başlangıçta ilâhî kaynaktan beslenen bir ikazla geriletilmemiş olsaydı, insanlık tarihinin en ilkel sosyolojik adımları olan klan ve fratri dönemleri, kuşkusuz çok da- ha uzun yıllar devam edecek; dola- yısıyla, uygarlığın gelişimi daha da gecikmiş olacaktı. Buradan, şöyle bir sonuca varabiliriz. İnsanın üst- varlığı insanlıktır. Tıpkı her insa- nın, bir çocukluk döneminin olma- sı gibi, insanlığın da bir çocukluk dönemi vardır. İnsanoğlu; nasıl sü- rünür, emekler, daha sonra da yü- rümeyi öğrenir ve koşarsa; insanlık da önce sürünmüş ve emeklemiş, ardından yürümeyi öğrenip koşma- ya ve hatta uçmaya başlamıştır. Başka bir deyişle, dün ilâhî buy- ruklarla yürümeyi öğrenen insan- lık; bugün tekerleği ve otomobili icat etmiş, gökyüzüne uçaklar sal- mış; yasamayı, yargıyı ve yürütme- yi öğrenmiştir.

Din, bütün insanlığın kozmik kimliğini tayin eden bir realitedir. Başka bir deyişle o; biz kimiz, ne- reden geliyoruz, nereye gidiyoruz sorularının, en üst perdeden tek ce- vap vericisidir. Bu soruların, dine göre cevaplarını kaldırdığınız za- man; bütün insanlığı, hatta bütün varlık alemini en büyük anlamsız- lık kriziyle karşı karşıya bırakmış olursunuz. Hak ve hukukun öldü- ğünü, ceza ve mükafatın komikleş- tiğini, mânânın yok olduğunu ve yeryüzünün birdenbire hiçleşip, bomboş bir çöle dönüştüğünü gö- rürsünüz. Bundan böyle Ata-türk’ün; “Din vardır ve lazımdır.”,“Dinime; gerçeğin kendisine nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum.”şeklindeki sözlerinin içerdiği engin mânâ, dinin; aklımızın, fıtratımızın ve sosyolojik gerçeklerin olmazsa olmazı konumunda bulunmasına işaret etmektedir. Unutmayalım! İslâm bize; tes- limiyetçiliği, güdülgenliği, bağım- lılığı, edilgenliği, geriliği ve dinde aşırılığı değil; aksine yalnız Allah'a teslim olmayı, etkenliği, bağımsız- lığı, ilericiliği, aşırılıktan kaçınma- yı ve uygar olmayı öğütlemektedir.

Hz. Peygamber'in, başkent olarak seçtiği Yesrib'in adını Medine şek- linde değiştirmiş olmasının nedeni de budur. Çünkü Medine, kent; me- denî de Medineli, sivil, kalkınmış, şehirli ve uygar demektir. Korkmayın! Sadece sevin ve sevinin. Allah insanı; kendisine, beni niçin var ettin? sualini sordu- racak kadar özgür yaratmıştır. Za- ten bütün problemler; insanlıkta değil insanlığımızda, dinde değil dinciliğimizde, İslâm'da değil Müslümanlığımızda, imanda değil mü'minliğimizde düğümlenmekte- dir.


1) Dr. Nuri ÜNLÜ, Anahatlarıyla İslam Tarihi, İFAV Yay. s. 145.
2) Prof. Dr. Doğu ERGİL, Atatürk- çü Düşüncenin Temeli Laiklik, DTYK, s. 245.
3) Türkiye Diyanet Vakfı İslam An- siklopedisi, cilt 6, “Beytülhik- me” maddesi.
4) M. ÖZÜNLÜ, Mısır Rüyası (Anı), 2000, Giriş Bölümü, s. 17, 18, 20'den seçme paragraf- lar.
5) Dr. Adnan ADIVAR, İstanbul Rasathanesi ve Takiyüddin, c.2, s. 99-110.
6) Atatürk'ün Söylev Ve Demeçleri, TTKY, c. 3, s. 70.
7) Mehmet ÖZEL, Atatürk, Milliyet Yayınları, s. 260.
8) Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar, Anıtkabir Derneği Yayınları, 2002, cilt 1, s. 7.

Mesut Özünlü

Diyanet Aylık Dergi 143. Sayı

Kaynak: Din, Bilim Ve Uygarlık Işığında ATATÜRK'Ü ANLAMAK | diyanetdergisi.com
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
istediğin gibi inan arkadaşım senin inancından banane çok zoruna gittyse atana laf söylemem ,benim açtığım konuya cevap verme muntada al ansarın ne demek olduğu da seni hiç ılgalamaz beni ırgalamadığı için murat y nedemekse demiyorum sevdiklerinizle haşrolunursunuz İNŞAALLAH hadi kal sağlıcakla bide anlayamadım sen döstempatinin avukatımısın benim ona yazdığım cevaplar senimi gıdıkladı murat k
(Not: Önce şunu bilmelisin amacım seni rencide etmek değil.. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ Ü yani ATAMI önemsediğim için bu yazıyı yazmak zorunda hissettim kendimi tüm bu yazdıklarımdan sonra hala ATATÜRK hakkında ileri geri şuursuzca yazmaya devam edersen de Allah bildiği gibi yapsın der ve seninle polemiğe girmem.)ozaman girmeyeceksin murat k senin atam dediğim benim atam olmayabilir benim atam fatihler yavuzlardır sonra kalkmış bana tırı vırı bir sürü hikaye yazmışsın orda ünlü kemolost can dündar atan için canını verir adam açıklıyor atanın emriyle yazılan medeni bilgiler kitabını, kanal d de açıkladı istersen kanal d ye sor siz daha neden bahsediyorsunuz, benim kimden özür dileyip dilemiyeceğim sana kalmamış ALLAH sizi bildiği gibi yapsın
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
Delilleriyle Atatürk’ün İslam Dini hakkındaki sözleri
Atatürk’ün yazdığı Tarih Kitabı ve Peygamberimize hakaretler!
Atatürk'ün İslam aleyhine sözleri(kanıtlarıyla) - Tarih Forum, Tarih, Forum Tarih, Forum, Tarih Portalı
M. Kemal: Türkler Kuran’ı Anlasa Ondan Tiksinirdi
1932 -1933 yılları arasında ABD’nin Ankara büyükelçiliğini yapan Charles H. Sherill Mustafa Kemal ile gerçekleştirdiği temasları kapsayan bir rapor kaleme alır. Bu rapor ‘A Year's Embassy to Mustafa Kemal’ 1934 yılında ismiyle kitaplaştırılır ve Atatürk’ün sağlığında tercüme edilip ülkemizde yayınlanır.

Toplumsal Tarih Dergisi'nin 153. sayısında yazar Rıfat Bali’nin bu rapor ve sonrasında yayınlanan kitaba dair bir araştırması yer aldı. Araştırmacı Rıfat Bali’nin orijinal kopyadan hareketle hazırladığı raporda Mustafa Kemal’in görüşleri arasında din konusunda sarf ettiği sözler son derece dikkat çekiciydi Mister Sherill kitabında, Atatürk’le aralarında geçen bir diyaloğu şöyle naklediyor:

“Atatürk önce Kuran'dan alınan bir Arapça bölüm okudu. Sonra da Türkçe Kuran okutma nedenini şu sözlerle açıkladı.
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
Bu duada Hz. Muhammed, amcası ile amca kızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gitmeleri için beddua eder.(Tebbet Suresi) Düşünen bir Türk'ün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?’ dedi. Ve devamında, Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söyledi.”Bu fikrini geliştirdikçe ben de gitgide Kuran'ın Türkçe okunmasını teşvik etmesinin sebebinin Kuran'ın Türkler arasında gözden düşmesi olduğu neticesine varıyordumDaha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü. (Toplumsal Tarih Dergisi, Scherill Raporu, Atatürk’ün Dine Bakışı, Sayı;153, Sf; 14-19)90 yıldır uzun uğraşlarla gizlenmeye çalışılan Mustafa Kemal’in din karşıtı söylem ve eylemleri rejimin baskıcı karakteri azaldıkça gün yüzüne çıkmaya başladı. 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Yasası’na rağmen yüzleşilen Atatürk gerçeği uzun soluklu aldanma döneminin de bitişi anlamına gelmekte.Türkiye Halkı’nı kendi inançlarına hakaret eden ölmüş bir ‘Diktatöre’ dua ettiren resmi algı ise ortaya çıkan her yeni bilgi ve belge ile daha fazla itibar kaybetmekte. İşte daha 15 gün öncesine kadar Müslüman halkın çocukları bu Atatürk’ün ‘açtığı yolda, gösterdiği hedefte durmadan yürümeye’ yemin ettiriliyordu. Hem de aralıksız 80 yılMüslüman olmasan da bir yöneticiden halkın dini düşünce ve inançlarına asgari saygı beklemek her bireyin hakkıydı. Bu haktan Türkiyeliler mahrum bırakıldı. Bırakılmaya da devam ediliyor. Tüm bu gelişmelere rağmen bazı mülayim, orta yolcu vaizlerin halen Atatürk’ün İslam düşmanlığını yumuşatarak uydurma beyanlarla dine saygılı Mustafa Kemal profili üretme çabasına girişmesi şaşkınlık uyandırmakta.
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
cüppelam ile kendi tarikat kardeşi mehmet talu bir konuya ayrı fetva veriyor
biri mehdi yakın zamanda çıkacak diyor öbürü yüzyılın başında çıkar diyor ikisi birbirinin aksine fetva veriyor
 

kartalreis

Üye
Üye
Katılım
Tem 26, 2011
Mesajlar
707
Tepkime Puanı
50
Puanları
28
aaaaaaa.jpg
Dindar Atatürk -feyzbk alntı

Yangından mal kaçırır gibi bir gecede 18 mesaj peşpeşe neden yazdınız? Neden sürekli hakaretler savuruyorsunuz? Müslümanıktan bahsediyorsunuz ama sizin davranışlarınızın Kuran daki İslam la alakası yok...

Murat Y arkadaşıma paylaşımları için teşekkür ederim. Yani neymiş peşpeşe 18 değil 888 mesaj da yazsan havagazıymış, gerçekler üstünü örtmekle gizlenemezmişmiş...

gerçekler için: https://www.facebook.com/pages/Dindar-Atatürk/545362502230625?fref=ts
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
döstempat 2 de birde benim açtığım konuya ey ataput düşmanı diyerek başlık atma bende senin açtığın konulara ey ALLAHIN düşmanı diye başlık atarım seni sonkez uyarıyorum bak senin açtığın her konuya ey ALLAHIN DÜŞMANI lafıyla başlarım, EY ALLAHIN düşmanı ataput sever(döstempat) işine gelmiyorsa benim başlıklarıma yazma seni sonkez uyarıyorum
EY ALLAHIN DÜŞMANI ŞU AYETLERİ Bİ İNCELE
(Kâfirleri dost edinen, Allahın dostluğunu bırakmış olur.) [A.İmran 28]
(Kâfirlerle, münafıklarla cihad et! Onlara sert davran, düşmanlık yap!) [Tevbe 73]
(Allaha ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve akrabası olsa da, Allahın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.) [Mücadele 22]
(BAKARA SURESİ / 97)Her kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır.
EY ALLAHIN DÜŞMANI YÜCE ALLAH BİR AYETTEDE EY AKIL SAHİPLERİ DİYE BAŞLAR EY ALLAHIN DÜŞMANI benim açtığım konulara yazma
fezzıbık kimdirde bana ondan örnek veriyorsun EY ALLAHIN DÜŞMANI seni son kez uyarıyorum benim açtığım konulara böyle ey ataput düşmanı diye yazarsan senin yazdığın her konuya ister islami olsun ister islami olmasun ey ALLAHIN düşmanı diyerek başlarım ataput sever.
http://yakintarihimiz.org/mustafa-kemalin-din-aleyhinde-yaptigi-inkilablar.html
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
indir.jpg
Mezarından çıkarıLıp tekrar idam ediLen âLim..
İbrahim Hakkı Hazretleri, Millî Mücadele'de özelikle de Erzurum ve Erzincan bölgelerinde sarıklı mücahitlerin başında büyük hizmetler vermişti. Çünkü onun için en önemli şey, İslâm'ın muhafazası ve bu uğurda bütün İslâm düşmanlarını bu cennet vatandan kovmaktı. Hizmetle dolu Millî Mücadele yıllarından hemen sonra yavaş yavaş Millî Mücadele ruhuna aykırı davranışlar kendisini hissettirmeye başlayınca Erzurumlu Kadı Raif Efendi ile birlikte Ankara'yı yakından takib etmeye başlamışlardı.
İbrahim Hakkı daha 1921 yılının Temmuz ayında iken Ankara'nın makam-ı hilâfeti ilga edeceğini, medreseleri kapatıp, her türlü din eğitimine zincir vuracağını etrafındakilere haber verdiğinde kimseyi inandıramamıştı.2 Fakat İbrahim Hakkı Efendi'nin Erzincan ulemasına 1921 senesinde söylediği Ankara hakkındaki kanaatleri daha sonra ayniyle çıkmıştı. Gerçekten 1924 yılında hem hilafet kaldırılmış ve hem de onun gözü gibi sevdiği ve bir daha açılmamak kaydıyla kapısına kilit vurulan medreseler kapatılmıştı. Hilâfetin kaldırılması özellikle onu derinden yaralamıştı. Çünkü ona göre hilâfet müessesesi çok önemliydi. İslâm dünyasını değişen dünyada ayakta tutacak yegâne kurum ona göre hilâfet-i İslâmiyeydi. İstiklal Mahkemesi ve idam kararı Şark İstiklal Mahkemeleri, 1924 yılı sonlarına doğru hakkında gıyabî olarak idam karan verir. Ancak o bu kararın verildiği sıralarda hayata gözlerini kapar.Vefat haberi İstiklal Mahkemesine intikal ettirilir, mahkemenin gönderdiği bir heyet, durumu yerinde tespit eder ve bir rapor halinde Ankara'ya bildirir. İstiklal Mahkemesi bu büyük İslâm âliminin gıyabında verdiği idam kararının infazına fırsat bulamaz. Çünkü kendisi bu karardan önce 14 Ekim 1924 (15 Rebiü'l-evvel 1343) tarihinde Pazartesi günü vefat etmiştir.''Vefat etmeden once savunmasini yazmisRuyasinda Peygamber (sav) Efendimizi gormus..
Efendimiz;Ey Ibrahim! Biz kucagimizi acmis seni bekliyoruz.Yoksa yanimizi gelmek istemezmisin? demis. Ve Ibrahim Hakki hazretleri hemen uyanirDaha once yazdigi savunmasini hemen yirtar.Namaz da vefat eder.
Defnedikten sonra Hukumete! haber verilir.Nami diger seyyar kasap olan istiklal mahkemesi heyeti,olenin o sahis olduguna inanmak icin mezarindan cikartilir.Evet, olen giyabinda idam cezasi verilen Ibrahim Hakki Hazretleridir. Buraya kadar her sey normal Bundan sonra dunya dunya olali gorulmemis bir zulum islenecek her karis topraginda sehit fiskiracak olan bir memlekette
''Mubarek zati mezardan cikartip orda derma-catma bir idam agaca kurulur
Adalet!!! yerini bulsun diye O zatin cesedini orda asarlar..Alem-i ibret olsun diye gunlerce idam agacinda bekletirler""
Kabri halen Erzincan Terzi Baba Kabristanındadır.
alıntı
resim sadece ataputun astırdığı alimleri simgelemek için konmuştur
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
yani gerçekler bunlar
'İslam, Muhammed'in icadı' ÖZEL HABER / Belge Haber
Atatürk’e “dindar” demek, hem dine, hem de Atatürk’e hakarettir! • Tarihi gerçeklerle herkes yüzleşmelidir
http://www.haksozhaber.net/m-kemal-turkler-kurani-anlasa-ondan-tiksinirdi-41491h.html
Atatürk'ün İslam aleyhine sözleri(kanıtlarıyla) - Tarih Forum, Tarih, Forum Tarih, Forum, Tarih Portalı
Atatürk’ün yazdığı Tarih Kitabı ve Peygamberimize hakaretler!
Delilleriyle Atatürk’ün İslam Dini hakkındaki sözleri indir.jpg
yani gerçekleri eskiden kemalistler saklardı şimdi ne olduysa fetocular birden ataputçu oldular resim sadece ataputun astırdığı alimi simgeler
Kuran: “Gökten indiği sanılan kitapların doğmaları”
…Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. M. Kemal (Kaynak: Söylev ve demeçler, cilt 1, s 389. (1 Kasım 1938′deki son meclis konuşması)
“Suçlu Allah’ın dinidir.”
Kralların ve padişahların istibdadına (baskılı yönetim), dinler mesnet olmuştur. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, s 30.)
“Kuran’ın yasalarını Muhammed yazmıştır.”
Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. (Kaynak: Atatürkün emriyle liselerde okutulan tarih kitabı (1938), 2. cilt)
“Din, körü körüne bağlanmaktır.”
Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur, din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka birşey değildir. M. Kemal (Kaynak: Atatürkün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan) daha birçok var bu sözleri ben veya müsliman lar söylemedi sayın CUMNHURBAŞKANIMIZın 2 ayyaş diye tabir ettiği zattan biri söylediğini herkes bilir 2 ayyaşında kim olduğunu istersen sayın CUMHURBAŞKANIMIZA SOR
“İnsanları Allah değil “tabiat” üretti”
Natür (Tabiat) insanları üretti, onları kendisine taptırdı da… M. Kemal (Kaynak: Atatürkten Düşünceler, Derleyen: Prof. Enver Ziya)
ama sende haklısın fetoş haşhaşisi değilmiydi şeafaat izni verilse (kimveriyorsa şafaat iznini ona)önce ecevite şefaat ederim diyen tabiki ataputtuçu olacak ondan gerçek müslimanlığı beklemek ahmaklık olurdu zaten fetoş haşhaşisine söyle önce kelimeitevhidi tam okusun lailahe illallahta ta bırakmasın sonuna muhammedun resulullahıda eklesin,bu kadar gerçek varken hala ataputu dindarmış gibi gösterme çabaları niye (ilahlaştırma gayretleri niye unutmadık ey ulu önder ataput dendiği günleri)
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
Saklanan gerçek: Atatürk Müslüman değildi
Mustafa Kemal Atatürk yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’ni bedeninde temsil eden bir ikon oldu. Çocukluğumuzdan üniversiteye kadar onun sözleri üzerinden inşa edilmiş bir ‘dünya görüşü’ zerk edildi kafalarımıza.Mustafa Kemal askeri vesayetin kendini
meşrulaştırdığı bir bedendi. Bu ikonu once kendisi oluşturmaya başladı. Fakat zaman içinde devlet Atatürk’ü gidişata uygunlaştırdı.Zamanla Atatürkçü devlet Mustafa Kemal’in sözlerini sansürleme ihtiyacını hisseti. Onu kendisinden kopardı.Bu sansürün en açık uygulandığı meselelerden birisi dindir. Mustafa Kemal’in cumhuriyetin sahipleri tarafından yüzde 99’u Müslüman olan Türk halkına kolay kolay açıklanamayacak bir özelliği vardı. Atatürk Müslüman değildi. Ve bunu pek çok metinde çok açıkça yazmıştı.Müslüman olmadığı gibi İslamın Arapların dini olduğunu ve Türklerin gerilemesinin sebebi olduğunu düşünüyorduMustafa Kemal’in agnonstik mi, ateist mi olduğunu bilmiyoruz ama dinsiz olduğu ve bir yaratıcıya inanmadığını gösteren pek çok metin mevcut elimizde. İsterseniz bu noktadan sonra sözü ona bırakalım.Mustafa Kemal’in yaratılış ve evrim üzerine görüşleri:
“İnsanlar, sürfeler gibi sulardan çıktılar ilk önce... İlk ceddimiz balıktır. İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır.” (Ruşen Eşref Ünaydın Atatürk T. ve D.K.H)Hayat her hangi bir doğa dışı etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde doğal ve zorunlu bir kimyasal ve fiziksel olaylar dizisi sonucudur. Hayat sıcak, güneşli ve sığ bir bataklıkta başladı. Oradan sahillere ve denizlere yayıldı; denizlerden tekrar karalara geçti.” (Afet İnan Atatürk hakkında Hatıralar va Belgeler 1968)Hayat, her hangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesidir.” (Afet İnan Atatürk Hakkında 1930)
Mustafa Kemal’in din ve İslam üzerine görüşleri:"Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüTürk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttulardin hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..." (Mustafa Kemal'in yazdığı Afet inan imzasıyla çıkan Medeni Bilgiler kitabı 1931)'Aziz Millet Vekilleri,
Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.'' (Kaynak:Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri / Cilt 1 / Syf. 389)“Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” (Atatürk -Kazım Karabekir-Paşaların Kavgası Syf,159 )'Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum” (Kaynak: Andrew Mango, Atatürk Syf.447 )''Kimi yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştemal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir? Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir." (Kaynak: Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. II., s. 217.)Aslında bu kaynaklar fazlasıyla uzatılabilir ama kanımca durum çok açıktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Müslümanlık ve dinle alakası yoktur.
kaynak isteyenler dahi fazla incelemek için
Saklanan gerçek Atatürk Müslüman değildi-Dünya Gerçekleri
 

muntada al ansar

Üye
Üye
Katılım
May 24, 2013
Mesajlar
47
Tepkime Puanı
1
Puanları
0
[video]https://www.facebook.com/demokrasi.laiklik/videos/vb.151085944991163/687973161302436/?type=2&theater[/video] acaip bir tapınma şekli
 
Tekerlekli Sandalye
Üst